Şimdi başlığa bakıp bu da nereden çıktı, ‘eşeğin aklına
karpuz kabuğu düşürmeyin’ diyenler olabilir. Ancak; az sonra okuyacağınız
tarihi gerçekler ışığında olaylara baktığınızda ‘yaşanmışı bir daha yaşamaya’
gerek olmadığını görebilir ve tedbir almak için belki de biraz geç kaldığımızı
fark edebilirsiniz.
Bugün Orta Asya denilen Türkistan’dan batıya doğru sürekli
bir göç hareketi olmuş ve denize ulaşana kadar da bu yolculuk devam etmiştir.
Bu deniz bazen Ege olmuş, bazen Tiran Denizi olmuş bazen de Atlas Okyanusu
olmuştur.
Türkistan’dan batıya doğru giden Turan boylarından bir
kısmını da Berberi Türkleri oluşturur. Hazar Denizi’nin güneyinden geçerek
bugün Filistin diye bildiğimiz topraklara ulaşıp Kudüs kentini kuran Türk
boyları daha sonra Kuzey Afrika üzerinden okyanusa kadar yoluna devam etmiş ve
İslâm Orduları gelinceye kadar bölgede hâkim olmuşlardır. Daha sonra Tarık Bin
Ziyad ile birlikte Cebelitarık Boğazı’nı geçerek Endülüs Devleti’ni
kurmuşlardır. Ancak zamanla Araplarla karışarak millî kimliklerini ve askeri
disiplinlerini kaybederek en nihayetinde Endülüs düşerken Sultan’ın annesinin
dediği gibi ‘kadınlar gibi’ ağlamışlardır. Bugün Kuzey Afrika’da yaşayan
Tuaregler ve Berberiler onların torunlarıdır. Hâlâ dillerinde birkaç yüz kelime
Türkçe kalmıştır.
Aynı şekilde Bağdat da antik çağlarda Türkler tarafından
kurulmuş bir kent olup bugün Selçuklu ve Osmanlı bakiyesi 1 milyondan fazla
Türk’ün yaşadığı önemli bir kent olmakla beraber artık Arap kenti olarak
bilinmektedir. Hatta Abbasi Halifesi Türkistan’dan gelen Türk boylarının millî
benliklerini ve dillerini kaybetmemeleri için Bağdat’a yakın bir yerde Samarra
kentini kurdurduğu ve hatta Arapların Samarra’ya girişlerinin uzun yıllar yasak
olduğunu tarih kitapları yazmaktadır. Ama gelin görün ki bugün Samarra’da
göğsünü gere gere “Ben Türk’üm!” diyen de kalmamıştır.
Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş’in TBMM konuşmasında
kürsüden söylediği, “Türkler, en kolay asimile olan millettir. Bugün Suriye
dediğimiz ülkenin halkı aslen Türk’tür ama zamanla Araplaşmıştır. Araplar
onlara gayri Arap der. … Türkiye mozaik değil granittir” mealindeki sözünü
herhalde çoğumuz hatırlarız. Hatırlamayanlar da internetten rahatlıkla
bulabilir.
Gerçekten de Türk Milleti, engin hoşgörüsü ve diğer
kültürlere olan saygısı nedeniyle asimile etmeyen ama buna mukabil hızla
asimile olabilen bir milletir. Hele ki aynı dine mensup topluluklar arasında
asimile olması çok daha kolaydır. Bugün sadece Ortadoğu denilen coğrafyada
kalan Türkler değil, Balkanlarda yaşayan Türkler de bu nedenlerden ötürü
Arnavutlaşma ve Boşnaklaşma süreci yaşamaktadırlar.
Netice?
Cemahiriye, Arapça’da bir araya gelen halklar olarak
dilimize tercüme edilebilir. Türkiye’nin seçim zamanı dile geldiği gibi 13,5
milyon Ortadoğu kökenli sığınmacıya (göçmen, misafir her ne ad verirseniz
verin) ev sahipliği yaptığı düşünülürse ülkemizin hızla bir Cemahiriye’ye
dönüşmemesi için Sayın Sinan Oğan’ın ve Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın ve elbette Sayın Devlet Bahçeli’nin ‘söz verdikleri’ gibi en fazla 1
yıl içerisinde bu 13,5 milyon misafirimizi kendi ülkelerine ‘insan onuruna
yakışır’ bir şekilde göndermesini Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek vatandaşları
olarak beklemekteyiz…
Doğal olarak vatandaş olan Türk halkının nüfus artış oranı
son istatistiklerle yıllık 1,3’e inmişken, 13,5 milyon misafirimizin doğum
ortalaması yıllık 2,3’tür. Basit bir matematik hesabıyla geleceğimizin
akıbetini muhakeme edebilirsiniz…
Sayın Oğan, Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan, ‘Türkiye Arap Cemahiriyesi’ olmaması için gereken bütün yetki şu anda
elinizde…