Canım sıkkın bu ara, bir aydır yazamıyorum.
Son kitap çalışmam bile yarım kaldı.
Nedenini aradım ve buldum.
Seçimler dolayısıyla bazı liderlerimizin gücün verdiği
rahatlıkla kullandığı kirli, ayrıştırıcı ve ötekileştirici dil. Aman Allah’ım
ben böyle bir dili değil kullanmaya, düşünmeye bile utanırım. Moralim bozuldu.
Biz nasıl bir arada yaşayacağız, birlikteliğimizi nasıl koruyacağız, bizden
öncekilere sahip çıkıp, koruyup; sonraki nesillere ise nasıl örnek olacağız? Ey
Yüce Rabbim?! Binlerce sual kafamda gidip geldi.
Facebook arkadaşım kıymetli Mujdat Uluçam okuduğu
kitaplardan özet çıkarır veya alıntı yapar. Bir iletisinde Prof. Dr. İsmail
Kara’ın hatıra kitabından bahsetti. Dindar bir aileden gelen ve dini eğitim
tahsil eden Prof. Dr İsmail Kara günümüzde hala fikir üreten, artı ve
eksilerini çok iyi gören, ufuk sahibi bir ilim adamıdır. Üsküdar’daki kitap
Fuarına giderek ahı eserini hemen temin ettim. Prof.Dr Kara, Dergah Yayınlarında
çıkan İçimden Geçen Günler adlı hatıralarının bir yerinde; beslendiği
kaynakları ve Türkiye’de İslami düşüncenin kurucu fikirlerinden ve hocalarından
şüphe etmeye başladığını anlatarak şöyle diyor “Bu düşünce hattı benim için
bütünüyle tesahüp edilecek(sahiplenilecek) bir hat olmaktan ziyade tenkit ve
tadil olan bir alan haline geldi.”
Maalesef ülkemizde analitik düşünceyi öne çıkarmadıkça kirli
dilli liderleri ve seçim dönemlerini daha çok göreceğiz. Çünkü onlar tadil ve
tenkit edilmesi gereken bir alanı hala savunuyor ve oradan besleniyorlar. Bunu
yıllar önce Bilge Devlet Adama Aliya İzzetbegoviç(1925-2003) görerek “Batı
eleştirel düşünceyi okullarında okuturken, doğu ise bunu mekteplerinden
kaldırdı”. Sorun da zaten burada yatıyor. Aynı kafa, felsefe derslerini de teoloji
eğitimi veren İlahiyat Fakültelerinden kaldırdığı gibi.
Yarınımız Ne Olacak?
Eski milletvekili, şair ve gazeteci yazar Mehmet Ocaktan
tanıdığımdan bu yana böylesi sorunları dile getirir ve moral için çağdaş
musikiyi öne çıkarır, dünyadan örnekler verir. Bizde ise artık beste yeterince
yapılmıyor, güfte yazılmıyor, sanat ve sanatçılar kuvvetliden yana olarak hayatta
kalmaya çalışıyor. Muhafazakâr yönetimlerin öne çıkarttığı bestelerde dikkat
edin format aynı, sadece sözler değişik. Yunus’un “Şol cennetin ırmakları akar
Allah deyu deyu”yu alıp, sözlerini değiştirerek, sadece notalarını aynı
bırakmışlar! Bunun adına da intihal değil, müzik diyorlar. Mehter musikimiz de
aynı. Tekrardan ileri gidemiyoruz. En son mehter formatında Rahmetli Yıldırım
Gürses (1938-2000), merhum Arif Nihat Asya’dan (1904-1975)Fetih Marşı’nı
bestelemişti. Bestelenerek nokta konulan mehter marşı da Fetih Marşı’dır. Her
iki sanatçımızın da mekanları cennet olsun.
Böylesi sorunları düşünmemek bir Türk aydınına yakışmaz.
Kirli dillere, geri kalmışlığa, üretimsizliğe, ufuksuzluğa mahkûm muyuz?
Dolayısıyla kafamın içi zonkluyor siyasetin hizmet etmesi gereken sanat,
kültür, edebiyat ve yeni medeniyet hareketimizin yarını ne olacak diye?
İyi ki TURİNG var.
Hemen aklınıza bir otomobil kurumu gelmesin. TURİNG bu
görevi yanında Türk gençliğine, bilime, yayına, şehirleşmeye, sanata, kültüre,
insana, topluma ve yarınımıza hizmet ediyor. Çünkü TURİNG’in başında çok önemli
bir aydınımız, deneyimli bir müteşebbisimiz, yurtdışı deneyimi olan saygın bir
entelektüel insan Dr. Bülent Katkak var. Adeta TURİNG uluslararası bir
üniversite, bir akademi ve rektörü de Kıymetli Bülent Katkak. Rabbim sağlık,
hayırlı uzun ömür ve başarılar nasip etsin. Zamanlarından sürekli fedakarlık
yapan, mütebessim ve uzman çalışma arkadaşlarıyla yorulmak bilmiyor, çalıştıkça
insanlara ve topluma faydalı olmak için iştahları açılıyor adeta. 900
üniversite talebesiyle birebir ilgileniyorlar. Bunlar çalışkan, iddialı,
gayretli, okuyan, düşünen, yorumlayabilen ve dünyanın nasıl döndüğünün farkında
olan talebeler. Kurum bu örnek öğrencilere yurtdışı tecrübesi de kazandırıyor.
TURİNG’in etkinlikleri, atölyeleriyle birlikte, çağdaşlarıyla bir yarış içinde.
Dergisi ile birlikte yayınları da alkış alıyor, kütüphanelerimizin raflarında
dikkat çekiyor. İşte son (Mart 2023) kitap yayını; Mustafa Giresun ve Erol
İyigün’ün hazırladığı, Emir Ş. Aksay’ın fotoğraflarıyla tamamladığı İstanbul’un
Sıbyan Mektepleri, itibar baskılı alkışlanacak bir eser.
TURİNG 15 günde bir, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel
Sanatlar Genel Müdürlüğü İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama
Topluluğu ile konserler tertip ediyor. Yıllardır bu program sürüyor. Son olarak
Türk Sanat Müziği Sanatçısı Dilek Türkan’ın konuk olduğu Meşk Vakti programına
Rahmetli Başbakan Turgut Özal’ın TOKİ başkanlarından ve eski Karaman Belediye
Başkanı, şair, yazar Dr Kamil Uğurlu ile birlikte bu konsere gittik.
Her zaman yemekli oluyor konserler. Önce nezih bir sofra
kuruluyor öğrencilerle birlikte, dostluklar pekişiyor. Konsere sonra geçiliyor.
Başkan Dr.Bülent Katkak bir grup öğrenciyle beraber KKTC’de oluğu için bu
konsere gelememişti.
Dil, Kültür ve Sanatın Omurgasıdır
Sahneye mavi ceket ve pantolon ile Balıkesirli Ses Sanatçısı
Dilek Türkan İTÜ Türk Müziği Konservetuvarından mezun. Prof. Dr. Aleaddin
Yavaşça, Tülin Korman, Güher Güney, Fersan Başaka, Fatma Gökdel ve Şehnaz
Uğurel’un öğrencisi. Bir dönem İstanbul Radyosunu sanatçısı oldu, Sezen Aksu
ile Türkiye Şarkıları projesinde çalışmış. Kutsi Erguner’in kurduğu İstanbul
Hanımları Grubu ile Avrupa ülkelerinde konserlere katılmış. Yekta Kara’nın sanat
yönetmenliğinde İstanbul’un Büyüsü gösterisinde İstanbul Senfoni ile tango
seslendirmiş. Sanatçının Aşk Mevsimi ve Suya söyledim isimli iki albümü var.
Dilek Turkan’ın konserinde kemençe, tanbur, ney, ud, ritim ve viyolensel
sanatçıları olan Üç Furkan; Bilgi, Resuloğlu, ve Topçu ile, Osman Kırklıkçı,
Serdar Bişiren ve Serkan Özdemir görev yaptı.
TURİNG’in her konseri için çekim yapılarak daha sonra
youtube’da yayınlanıyor. Dolayısıyla konser sırasında kamera çekimi, konuşma,
sanatçılar istemedikçe gereksiz yere tezahürat ve alkış yok. Telefonlarda
sessizde bekliyor.
Dilek Türkan konserine güftesi Baki’ye ait “Müheyya oldu
meclis sakiya peymaneler dönsün/ Bu bezm-i ruh-bahşın şevkine mestaneler
dönsün” diye başlayan Hüseyni beste Rakım Erkutlu bestesi ile yelken açtı.
Ahmet Rasim Beyin yazdığı ve Bimen Şen’in bestelediği“ Bir
gün gelecek ben gibi na’çar olacaksın/ Kendin gibi bir zalime düçar olacaksın/
Geçmedi bir gün naz ü niyazım sana ey mah” adlı eseriyle, konser sürdü. Dikkatle takip
ettim günümüzde hiç kullanılmayan, hatta unutulan bu kelimeleri sanatçımız
nasıl teleffuz edecek diye bekledim, doğrusu ayakta alkışladım. Böylesi dilimizi
iyi kullanan genç sanatçılarımızın olması beni gururlandırdı.
Musiki de toplumu bir arada yaşatıyor. Bimen Şen’den sonra
bir başka Hüseyni şarkıyı Yorgo Bacanos bestelemiş, güftesini Nurettin Rüştü
Bingöl yazmış ve günümüzde de yıllar sonra Dilek Türkan seslendiriyor. Kaç
nesil, inancı ne olursa olsun bu topraklarda birlikte yaşıyor, vuslata erseler
bile bu birliktelik devam ediyor.
Sonra sanatçı Hicaz şarkılara geçti. Nasibin Mehmet Yürü
bestelemiş, güftesini ise Ahmet Refik Altınay’ın yazdığı “Kederden mi neden
bilmem sararmış reng-i ruhsarın”ı salon birlikte söyleyecek ama, müsaade
edilmiyor, herkes içinden mırıldanıyor. Bu acılar ve aşklar toplumun ve
insanımızın ortak yanları, günümüzde yok değil ki!
Hafız Deyince Sanatçı
Saadettin
Bir konser düşünün din adamı ve hafız Saadettin Kaynak’sız
olsun! Mümkün değil. Oysa günümüzde din adamlarının değil musiki, makamlarla
bile arası pek iyi değil. Sabah ezanını saba makamında okusa bile öğleyi uşak,
ikindiyi rast, akşamı segâh ve yatsı ezanını hicaz makamında okuması icab
edecek. Keşke Saadettin Kaynak gibi onlarca din adamımız, bestekarımız olsa.
Ali Erbaş çizgisinde bir tane bile çok. Yeter de artar. TBMM kurucu Burdur
milletvekili Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un(1873-1936) en yakın dostu
dünya devi bir müzisyen Şerif Muhyittin Targan’dı(1892-1867). Akif, İstanbul’da
musiki sohbetlerinin aranan aydınıydı. Ayrıca Akif, Asım Şakir’den dinlediği Bektaşi
nefesi “Ben melanet hırkasın deldim geçirdim enine/Taşa çarptım şişeyi, namusu
arı kime ne” ye mest olurdu. Günümüzdekiler duymasın Hafız Kemal’den ise “Ciğer
ki odlara yandı, kebabı neyleyeyim” ilahisini tekrar tekrar dinlemek isterdi.
Musiki, şiir ve beste böyle bir yansımasıyla sanatta dönüşür. Tarihimizde ne
kadar nefis örnekler var.
Konserimizde güftesi Vecdi Bingöl’e ait mistik temalı bir
yörük semai “Boynunu bükme dolap/ İçini çekme dolap/ Dertli dertli dönersin/ Gözyaşı
dökme dolap/ Derli dolap dertli dolap/ Suyun akar yalap yalap” şarkısı
hatırlattı bana Akif’i.
TURİNG konser salonunda o gün, doğum tarihi 2000 sonrası
olan gençlerle dolu. Gençler Şevki Bey’in “Ülfet etsem yar ile agyare ne/
Yansam ateşler gibi dildarene” adlı eserini belki de ilk defa duyuyorlardı.
Kelimeleri merak ediyorlardı. Ama biliyor ve anlıyorlardı ki bu günümüzde hiç yaşanması mümkün olmayan
bir kara sevda şarkısı.
Rahmi Bey’in Şehnaz eseri “Ey Dilber-i işvebaz/ Nedir bu
sendeki naz/ Yeter ettiğin niyaz/ İşte hazır ince saz/ Oynasana dilnüvaz/Gönül
eğlensin biraz” fıkır fıkır, yüreğinizin de pır pır attığını hissedebiliyorsunuz
Sanatçı Dilek Türkan’ın icrasıyla.
“Yeşil gözlerini ufkuma ger ki/ Bahar geldi diye şarkı
söylüyem” diye başlayan “Derdim şu dağlardan daha yücedir/ Ayrılık sevene bir
bilmecedir” diye devam Ramazan Gökalp Arkın’ın güftesinde yine Saadettin
Kaynağın imzası var. Vasat bir konserde veyahut popülist bir sanatçı da olsa
mikrofonu koltuğunun altına koyup, ellerini birbirine vurarak “Turnalar uçun,
yayladan geçin/ Yarimi seçin turnalar”ı birlikte söylememiz için hatırlatmada
bulunurdu.
Şair ve Bestekâr Vali
Yöneticiler aşkı, sevgiyi, kucaklamayı ve kuşatmayı unutunca
“Meftunun oldum ey vech-i ahsen/Ayrılmam artık bir lahza senden”i de
hatırlamazlar, beste ve güftesi aynı sanatçıya ait olan İzmir Valisi bestekar
ve şair Ahmet Mithat Güpgüpoğlu’nu(1862-1931) da. Günümüzdeki Valilerimizin,
yerel yöneticilerimizin tümüne yakını teoloji eğitimi görmüştür. Makama da
öncelikle bu özelliğinden dolayı getirilmiştir. Acaba kaçında böyle bir özellik
ve güzellik vardır? Besteci olacak, şair olarak, sanat tarihine not düşecek
veyahut mülkiye tarihe girecek?
Konser programında 10 eser vardı. Son parça yine Saadettin
Kaynak’tan oldu: Bir Harbiyeli Çamlıça’da gönlümü çaldı/ Kafir bakışı aklımı
aldı, fikrimi aldı” Harbiyeli deyince çok sayıda ressam, yazar, şair ve
entelektüel vardır. Hemen aklıma benim de lisede öğretmenim olan Bir Yağmur
Başladı ve Dostlar Başına kitabının yazarı Deniz Albayı Şair Karamanlı Bekir
Sıtkı Erdoğan (1926-2014) geldi. Marya, Kışlada Bahar hemen aklıma geliverdi.
Dr. Kamil Uğuru ile defalarca teşekkür ettik TURİNG
yönetimine bizlere böyle bir gece yaşattığı için. Canımın sıkıklığı da geçti.
Yeni bir güne merhaba diyerek evlerimize döndük. Hemen de daktilomun, yeni
deyişle bilgisayarımın başına.