AKIL VE NAKİL

118

AKIL VE NAKİL

Muhsin BOZKURT

İslâm dini aklî, mantıkî bir dindir. Akla aykırı değildir. Akla ters düşmez. Zaten aklı olmayan dinden

mes’ûl ve sorumlu değildir.

Nitekim, ancak akil baliğ olduktan sonra, dinin gereklerini yerine getirmekle mükellef ve yükümlüyüz.

İslâm dini aklî olduğu gibi, aynı zamanda naklîdir. Nakil dediğimiz vahiy olan âyetlere ve Hz.

Muhammed’in sözleri dediğimiz hadislere dayanır.

Bunun içindir ki, Şeriat yani İslâm iki kanatlıdır. Bir kanadı akıl, diğer kanadı nakil; yani Allah’ın

vahyi ve Hz. Muhammed’in hadisleridir.

İşte öyle bir şeriat / din / yol ki; AKIL ve vahiy ve hadisi içeren NAKİL el ele vermiş; İslâm

hakikatlerinin hak, gerçek ve doğru olduklarını tasdik etmişlerdir.

Evet, akıl ve nakil el ele vermişlerdir. Çünkü ikisinin de kaynağı İlahî yani Yüce Allah’tır.

Akıl ve nakil âdeta anahtar ve kilit gibidirler. Anahtar nasıl ki, kildi açar. Akıl da nakilin yani âyet ve

hadislerin anlaşılmasını sağlar.

Anahtar ve kilit hükmünde olan akıl ve nakilin birbirine uyumlu ve birbirini tamamlar olması; ikisinin

de bir elden çıkmasından; yani ikisinin de Yaratanı aynı olmasından ileri gelir.

İşte bu yüzden akıl ve nakil birbirine destek olur, birbirini tamamlar konumdadırlar.

Biraz daha açalım derseniz. Bir kimse kendi başına bir anahtar yapsa, başka biri de ondan habersiz bir

kilit yapmış olsa; bunlar bir araya getirilince bir uyum sağlamazlar. Çünkü anahtar kilide girmez. Girse de

kilidi açmaz.

Fakat hem anahtarı hem de kilidi, aynı kişi yapsa; anahtar ve kilit tam bir uyum içinde birbirini

tamamlar. Yararlı bir durum gösterirler. Bu tamamlanış ve bu uyum; ikisinin de aynı ustanın elinden

çıkmış olmasından ötürüdür.

İşte akıl ve nakilin el ele vermesinin sebebi budur. Yaratıcılarının aynı olması.

Yine takarrür etmiş / yerleşmiş usul ve esaslardandır ki: Akıl ve nakil / âyet ve hadis tearuz ettikleri /

çatıştıkları zaman; akıl asıl itibar olunur ve değerlendirilir. Nakil ise tevil olunur. Yani Kur’an ve

hadislerin açıklamasında geçerli bir delil veya sebepten dolayı, âyeti ilk bakışta görünen mânâsından alıp,

taşıdığı diğer mânâlardan, bir veya birkaçı ile tefsir edilir.

Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.

Aslında:

“Akıl ile vahiy kaynaklı nakiller gerçekte birbirleriyle çatışmazlar. Ama zahiren birbirlerine muarız ve

çatışıyor şeklinde görülüyorlarsa, AKIL esas alınarak, NAKİL tevil edilir. Yani asıl mânâya döndürülür.

Fakat bu tevili yapacak olan aklın İslâmî ilimlerdeki derinliği ile o seviyeyi kazanmış olması lâzımdır.

İslâmî ilimlerde nasibi olmayanların bilir-bilmez tevillere kalkışmaları, kasapların kalp veya beyin

ameliyatına kalkışmaları gibi zararlı tahribatlara sebebiyet verebilir.”

Çünkü akıl terazi gibidir. Tartar fakat üretmez. Zira bir kimse bilmediği ve üstünde çalışmadığı bir

konuda “Aklım var.” diye fikir ileri süremez. Aksi takdirde gülünç olur.

Akıl, yol bulmak için değil; gösterilen yolu ve anlatıyı anlamak ve o yol çerçevesinde düşünmek ve

doğru anlayışta olmak, doğruyu görmek için verilmiştir.

Akıl göz gibidir. Fakat göz, nasıl ki, ışık olmayınca göremez.

Akıl da göz gibi, ışığa ihtiyacı vardır. O ışık ise, vahiy ışığıdır.

Evet akıl; vahyi anlamak ve onun çizdiği sınırlar içinde kalarak; yaydığı ışıkta; doğru yolda olmak ve

Hakkın yolunu bulmak ve anlamak için verilmiş çok büyük bir nimettir.

Fakat “O aklın, akıl olması gerekir.” demiştik.

Yani akıl yürütmek, fikir beyan etmek isteyen kimse; konuşmak istediği bir konuda; ciddî bir eğitim ve

öğretim görmemiş ise, “aklım var.” diye bilmediği bir konuda, meselâ fizik hususunda bir fikir ileri

süremez.

Sürerse, kendini küçük düşürmüş olur.

Çünkü, ancak aynı konuda eğitimli kişilerin fikir tartışmalarından, güzel sonuçlar çıkar.

Önceki İçerikPROF. DR. MUSTAFA ŞENTOP’UN MAKALESİ ÜZERİNE BİR ELEŞTİRİ
Sonraki İçerikOkumak, Bilmek ve Anlamak İçin
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.