Ülkemizin son günlerde gündemini oluşturan konuların başında
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine müracaatları geliyor. Aslında siyasi
etki alanlarını genişletme yolunda NATO ve onun patronu ABD ile Rusça konuşulan
ve Rusya’nın batısında yer alan ülkelere Rusların göz diktiği görülüyor. ABD ile Rusya ve Ukrayna arasındaki kızışma,
Rusya’nın Doğu Ukrayna’yı işgali ve bombalamasıyla devam ediyor. Savaş bütün
şiddetiyle sürüyor. Olan sivil halka ve zavallı çocuklara oluyor. Silah ve
cephane satışları da haliyle artıyor. Batı, Rusya’nın daha fazla yıpranmasını
bekliyor; ama faturayı Ukrayna halkı ödüyor. Ukrayna’dan komşu ülkelere göç
edenler, daha güvenli batı bölgelerine gidenler acı ve üzücü tabloda yer
alıyor.
Bütün bunlar
gündeme gelirken Türkiye’nin kararlı ve haklı olarak İsveç ve Finlandiya’nın
NATO üyeliğini veto edeceği açıkça ortaya konuyor. Türkiye’nin çıkarları neyi
gerektiriyorsa o yapılıyor. Ancak gönül arzu ederdi ki; iktidarı ve
muhalefetiyle Türkiye bir bütün olarak ortak açıklamaları yapabilsinler. Muhalefetin
bu son derece önemli konuda fazla sesinin çıkmamış olması düşündürücü ve üzücü
olmaktadır.
NATO adayı
olan bilhassa İsveç’in ve Finlandiya’nın terör örgütü PKK-YPG’ye destek olduklarını
unutarak Türkiye’den üyelik müracaatlarına “evet” beklemeleri bir çeşit
yüzsüzlüktür ve muhatabı hafife almaktır. Terör örgütü olarak PKK’yı kabul
etmek; YPG’yi etmemek ancak kendini kandırmaktır. Türkiye’yi ikna etmek yerine,
kendi kendilerini ikna etmelidirler. Bu NATO nasıl bir birlikteliktir ki;
üyelerden biri, bir diğeri ile uğraşan katil terör örgütünü çekinmeden destekleyebiliyor.
Bunlara hocalığı ABD yapıyor. Binlerce tır silah ve mühimmat ile asıl ABD işine
gelen terör örgütünü destekliyor ve kötü örnek oluyor.
ABD’ye karşı
sonuna kadar Türkiye haklı kararında ısrar etmelidir. Yazılı veya sözlü garanti
yeterli değildir. Şikâyetlerimiz fiilen yerine getirilmelidir. Batı bu konuda
hiç de sözlerine sahip çıkmamıştır. 1999 Aralığında Türkiye’nin AB’ye tam
üyeliği yolunda olumlu bakanlar, garantiler verenler daha sonra garantiyi
verenlerin görevden ayrıldıklarını ileri sürerek sözlerine sadık
kalmamışlardır. Dönemin Başbakanı rahmetli Ecevit boş yere Helsinki’ye gitmek
durumunda kalmıştır.
Ayrıca
Yunanistan kendi isteği ile NATO’dan ayrılmıştı. Tekrar dönme talebi Türkiye’ye
yeni imkânlar sağlamasına rağmen, 12 Eylül 1980 sonrası Kenan Evren Paşa yakın
bir meslektaşı ve arkadaşlığı gibi bir gayri ciddi gerekçeye dayanarak veto
hakkını kullanmamıştır. Nitekim, NATO komutanı Bernard Rogers kendisine verilen
görevi yapmış ve görevini başarıyla tamamlamışken rahmetli Kenan Evren taşıdığı
o şerefli üniformaya hiç de layık olmadığını ortaya koymuştur.
Türkiye ABD ile olan sorunlarını
çözebilmelidir. Türkiye’ye konan ambargolar kaldırılmalı, KKTC resmen kabul
edilmelidir. Kıbrıs’ta artık iki farklı ve ayrı devletin varlığı bir gerçektir.
ABD gerekli teminatı kendisi vermelidir; İsveç ve Finlandiya gibi kullandığı
ülkeler değil… ABD’nin yıllardır PKK örgütüne hiç yakışmayacak şekilde iç
güveysi gittiğini bilmeyen kalmamıştır.
Günümüzde dost ve müttefiklikteki
değişim bütün çıplaklığıyla ortadadır. Türkiye’nin içerden ve dışarıdan sözde
dostlarımız ve müttefiklerimizce nasıl kuşatıldığını artık fark etmiş
durumdayız. Bütün buna rağmen, bazı siyasetçilerin aklı, beyni ve gözü 2023
Haziranında yapılacak genel seçimlerindedir. Mübarek Ramazan’da iktidar ve
muhalefet, bir iftar sofrasında bile yan yana gelemedi. Hiç olmazsa Balkan
Harbindeki yenilgileri bir düşünelim ve yanlışları tekrar etmeyelim. Bölge,
parti, etnik gurup ve cemaat çıkarları öne çıktı; Yüce Türk milletine
mensubiyet şuuru biraz zayıfladı. Milli devlet ve milli kimlik düşmanları çok
farklı görüşlerde olmalarına rağmen, dıştan da yüz bularak Türkiye
düşmanlığında birleşik cephe ve koalisyon oluşturdular. Ülkede sadece Türkler
yoktur; Türkiye sadece Türklerin değildir; gibi etnik özellikleri milletleşmenin
önüne çıkaran ve bize farklılaştırmada yanlış rehberlik yapan devlet adamları
görüldü. Türk yerine cahilce Türkiyeli kelimesinin seçilmesi, Andımızın
kaldırılması gibi milli devlete ve Cumhuriyete karşı sivil darbeler yapıldı. Artık
milliyetçiliğe gerek yok; küreselleşme çağındayız; küreselleşme ile Kıbrıs
birleştirilecek siz hala milli davadan bahsediyorsunuz sapıklıkları görüldü. Osmanlı’yı
bir dönem arkadan vuranların saldırı ve cinayetlerini “efendim bunlar Osmanlı’ya
değil; ittihatçılara karşılar, onlara isyan ediyorlar” laflarına sığınanlar
bugün de sınırlarımızdan geçip birçok şehrimizde yaşamaya başlayan koruma
altındaki Suriyeliler ve diğerlerine, doğan ciddi sorunlar karşısında geri
göndermek isteyenler faşist ve ırkçı oldular! Dün ittihatçılar suçlandı; bugün
de vatanseverler işgalcilere karşı faşist ve ırkçı olarak suçlanıyorlar. Bazı sağcı
köşe yazarları arasında milliyetçilerin yargılanmaları gerektiği ileri
sürülüyor. Demek ki tarih tekerrür ediyor. Ülkesine ihanet edenler, fırsat
kollayanlar bir safta; vatan, milliyet, milli kimlik ve Türklük sevdasında olanlar
da diğer bir safta…