Türk Romanında Göç Olgusunda “Kadercilik”

118

Giriş

Türklerin kader algısı asırlardır tam bir kadercilik teslimiyetine
dönüşmüştür. Bu dönüşümün sebebi Maturidî gelenekten gelen Türklerin zamanla
Eşarî geleneğe yönelmeleridir.

Bunu İslâm’ı yorumlamadaki kolaycılığa yahut siyasî erkin arzusuna bağlamak
mümkün olabilmektedir. Kerbela’da İmam Hüseyin’in şehit edilmesinden sonra
Emevi saltanatı kaderciliği topluma kabul ettirmiştir. Bu kaderci anlayış Semerkant
uygarlığının kurulduğu coğrafyada da daha sonraki yüzyıllarda egemen olmuştur. Hâlbuki
Semerkant topraklarında yaşamış İmam Mâtüridî (852- 947), insanın kendi
fiillerindeki hürlüğü düşüncesi konusunda ileri noktalara varmıştır. Abdülhamit
Sinanoğlu İmam Mâtürîdî’nin Düşüncesinde İnsan Hürriyeti Sorunu isimli
çalışmasında “Onun yaşadığı dönemde Merkezî İslam dünyasında din ve siyaset iç
içe girmişken Orta Asyadaki serbest tartışma zemininin bulunduğunu unutmamak gerekir.
Ehl-i Sünnet’in diğer kanadı olan Eş’arîlik’te ise aynı serbestliği bulmak
mümkün değildir. Çünkü Eş’arîlik tepkisel bir hareket olarak doğmuş, bu
meseleye o dönemin siyasîleri çeşitli biçimlerde müdahil olmuşlardır” (Sinanoğlu,
2016: 265) demektedir. Maturidî gelenek seçme hürriyeti ve sorumluluğu birlikte
ele almış ve kesb etme yani kişinin fiillerini edinmesini, kazanmasının
kendisine bağlı olduğunu da ifade etmiştir. Recep Önal, Osmanlı Coğrafyasında Sünnî
Düşüncenin Resmî İdeoloji Olarak Benimsenmesi Üzerine Sosyo-Jeopo-Teolojik Analizler
isimli çalışmasında:

“Eş‘arîlik, Osmanlı ilim hayatında hâkim konumda olmuş, Mâtürîdîlik ise
ikinci planda kalmıştır.

Bu durum bilhassa medreselerde daha belirgin hale gelmiş, eğitim programlarında
Mâtürîdî âlimlerinin eserlerinden daha ziyade Eş‘arî geleneğine mensup
âlimlerin eserleri tercih edilmiştir.

Bunun doğal bir sonucu olarak Osmanlı düşünce hayatında Eş‘arîlik hâkim
konuma gelmiştir”(Önal, 2018: 1272) tespiti ile bu gerçeği teyit etmektedir.

Anadolu coğrafyasında akılcı Maturidîlik yerine nakilci Eş’arî geleneğin
artışı Yavuz

Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra İstanbul’a Eşari âlimlerini
getirilmesi ile başlamıştır.

Bu gelenek zamanla Türk halkının anlayışını da etkilemiştir. Halen Türk
halkı Maturidî itikad ekolüne dâhil olduğunu beyan etse de uygulama ve kader
yorumları Eşarîlik anlayışı çerçevesinde kalmaktadır. Mehmet Niyazi
Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği başlıklı eserinde Eşarî anlayışın
yerleşmesini şu şekilde açıklamaktadır:

“Yavuz Sultan Selim Mısır’ı ülkenin bir parçası haline getirdikten sonra
bine yakın bilim insanı ve sanatkârla İstanbul’a dönmüştür. Müslüman olan
kalabalık Arap camiası da Osmanlı’ya dâhil edilmiştir. Böylece itikatta
Eş’ariliği benimseyen Araplardan Kadı, Beylerbeyi gibi bürokrat yetiştirmek
medreselerimizin görevleri arasında yer almıştır. Medreselerimizde okutulan Eş’arilik
zihniyet olarak belki de hiç farkına varmadan ilim dünyamızda zamanla benimsenmiştir”(Niyazi,
2007: 35).

Eş’arîlikte yaratılışta hikmet ve sebep aranmazken Maturidîlikte sebepler
akılcı ve Kur’anî bir yöntemle anlaşılmaya çalışılır. Eş’arîlikte iyilik ve
kötülük akılla bilinmezken Maturidîlikte bilinmektedir. Metin Özdemir’in
Matüridî’nin Kötülük Problemine Yaklaşımı makalesinde Matüridî’ye göre kader
kavramı “her bir nesnenin kendisine uygun olarak varlık alanına çıktığı ilahi
ölçüdür”(Özdemir, 2011: 401). Maturidî “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına
gelen kötülük ise nefsindendir”(Nisâ Suresi/79.) ayetini örnek vererek kader
kavramına açıklık getirir. Maturidî “insanın fiillerini gerçekleştirmede hür
olduğu bilincine sahiptir”(Özdemir, 2011: 402) böylece kaderi kadercililikten
ayırmıştır.

Kur’an’ın haber verdiğine göre cahiliyye müşrikleri de şöyle diyecek kadar kaderciydiler:
“Şirk koşanlar dediler ki: Eğer Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız asla
şirk koşmazdık.” (Enam Suresi/ 148. Ayet). İslâm toplumlarında zaman içinde
siyasetin dini araç haline getirmesi ile kader olgusu kadercilik hurafesi ile
yer değiştirmiştir. Hâlbuki henüz 8. yüzyılda Hasan el-Basrî’nin (642-728)
Kader Risalesi’nde “Allah’ın izni(dileği)” ifadesini “Allah’ın tahliyesi”
olarak açıklamaktadır. Bu açıklama Kader Risalesi’nde tahliye, “özgürlük” kelimesinin
tam karşılığı olarak kullanılmıştır. Kök anlamı, bir odaya kapatılmış birine “yol
vermek, izin vermek, müsaade etmek, serbest bırakmak” manasına gelmektedir.
Esasen bu bağlamda kader “iradeyi özgür bırakmak” vurgusuna sahiptir (El-Basrî,
2015: 161-162).

Hüseyin Atay’ın ve Yaşar Nuri Öztürk’ün kadere bakışları Hasan el-Basri ve

Maturidî’ye benzemektedir. Her ikisi de kader kavramını “etimolojik olarak
miktar: ölçü anlamında ele almakta kaderi ölçülü yaşamak akla uygun hareket
manalarına geldiği şeklinde yorumlamaktadır” (Atay, 2013: 121; Öztürk, 2015:
77). Dolayısıyla Türk toplumunun bu noktada kavramları yeniden düşünmesi
gerektiği görülmektedir. Mustafa Macit’in Kadercilik eserine göre de kaderci
bakış açısı olayların önceden belirlenmiş bir seyir içinde ilerlediğinin itaatkâr
bir kabulüdür. Yaşamın tümünün insan iradesi dışı güçler tarafından belirlenmiş
olduğuna inanılması nedeniyle “kadercilik”, insan sorumluluğunu oldukça bulanık
hâle getirmektedir. İnsanı kendi dışındaki güçlere bağımlı ilan eden ve böylece
insan sorumluluğunu bulanıklaştıran, onu pasifliğe iten bu yönünü dikkate alarak
Fromm, kaderciliği, insanın kendine yabancılaşması olarak değerlendirmektedir
(Macit 2014: 18- 19).

Türk Göç Romanlarında Kadercilik

Azap Toprakları’nda Batı Trakya Türklerinde kader düşüncesi Ak Hoca ve
Kazım

Hocanın düşüncelerinde ele alınır. Ak Hoca aydın fikirli bir insan iken
Kazım Hoca kaderci tam Yunan hükümetinin istediği biridir: Yunan idareciler Ak
Hoca’dan tedirgin olurlar. “Ak Hoca Yunanlılar için tehlike arz etmektedir.
Çünkü o dini kuralları hurafelerden arındırmış yorumlarında halkı aydınlatıcı
bir dil kullanmaktadır. Kazım Hoca ise Ak Hocanın yerine Yunanlılar tarafından getirilen
bir imamdır. Cahil, Yunan hükümetinin yaptıklarına tepki göstermeyen ve
insanlara sürekli olarak kaderciliği öğütleyen bir karaktere sahiptir ”
(Işınsu, 1980: 79). Kasım Hoca Gümülcine’de Müslüman mezarlığının yerine park
ve otel yapılmasını köylülere “ -Demek ki Allah öyle istemiş, abe hiç o
emretmese bu gavurlar dokunabilirler miydi mezarlarımıza! diye vaaz vermiştir”
(Işınsu 1980: 80). Bu sözlerinde de görüldüğü gibi Kasım Hoca tipik bir kaderci
insandır. Bir kanaat önderi olarak Batı Trakya Türklerini kader hususunda
yanlış yönlendirmektedir. İki Kasım 1943 romanında kaderciliğe Karaçay’da bahsedilen
bir ermişin şu sözü örnek gösterilebilir: “Dağ önünde bir halk olur/Güneş
altında yok olur” (Bayramuk 1995: 39). Köylü bu sözle sürgünü ermişin haber
verdiği kuruntusunu taşımaktadır. Bu romanda Gokka’nın nedense Puşkin’in sözleri
aklına gelmiştir: “Nerede olursan ol, kötü yazgıdan kurtuluş yoktur”
(Bayramuk 1995: 166). Kaderciliğe Viran Dağlar romanından şu sözler örnek
verilebilir:

“1910 yılında hemen her köyde ya da yakınında her gün yeni bir terör olayı
yaşanıyordu. Can mal güvenliği kalmamıştı. Makedonyalılar arasında Kaderci bir
görüş yaygınlaştı. Dillerde “Allah sonumuzu nasıl yazdıysa öyle olur”,
“kısmetten fazlası elden gelmez”, “ecel her gün gelir kapımızı çalarsa hoş
geldi sefa geldi”, sözleri dolaşır olmuştur. Sırasız ölümler doğal
karşılanmaktadır. Bütün bu olanlar Makedonya Türkleri arasında yeni sonuçlar yaratmıştır.
Doğup büyüdükleri topraklar üzerinde günlerinin dolmuş olduğuna karar verenler
İstanbul’a, İzmir’e, Anadolu’nun başka yerlerine göç etmeye başladılar. ”
(Cumalı, 2012: 76).

Bulgar ve Sırp komitacıları Türk köylerini basmakta, samanlıkları ateşe
vermekte çoluk, çocuk, yaşlı demeden öldürmektedirler. Uçana’ya bir saat
mesafede Köseler köyünde bir

düğünü basan Bulgar çetecileri, evi ateşe verirler. Korkudan gelin ile yedi
genç kız arkadaşı evin bodrumuna sığınır ve dumandan boğularak ölür. Bulgar köylerinde
çetecilerin bulunması için bölgedeki güvenlik kuvvetleri aramalar yaparlar.
Yüzlerce kişi tutuklanır. Çetecilere yataklık eden yedi kişi köylerinde kurşuna
dizilir. Viran Dağlar’da Hz. Musa’nın kutsal göçü ile Balkan göçünü kaderci bir
anlayışla Hüseyin Ağa birleştirir. Hüseyin Ağa: “Çıktık bir yola gideriz ama
nereye, sonumuz ne? Bilemeyiz! Ne zaman Alasonya’dan düzüldük yola, dağa doğru
tırmanırız, bir iki saat geçti geçmedi hem arabayı sürerdim hem düşünürdüm. Anladım
kitaplar ne yazmıssa hep doğru. Musa, İsa, Hazreti Muhammet efendimiz ne
demişler ne buyurmuşlarsa doğru! Eski kitaplar hep doğru yazar. İnsanın en büyük
çilesi göç! Musa’dan beri değişmeyen çilesi! Ne mutlu doğduğu yerde yaşlanıp
ölenlere! Yakup’un oğulları yersiz yurtsuz oradan oraya süründüler durdular.
İbraniye’den Mısır’a göçtüler, firavuna köle oldular. Onların başında Musa
peygamber vardı. İndirdi değneğini, Kızıldeniz’i yardı, kavmini karşı kıyıya
geçirdi, firavunun askerlerinden kurtardı. Kim geçirecek bizi Yunan’ın içinden?
Kim yaracak o kan denizini?” (Cumalı, 2012: 191) diyerek dinî örnekler
vermektedir.

Hüseyin Ağa’nın peygamberler üzerinden vermiş olduğu örnekler Balkan
göçlerinin sebeplerini ve sonuçlarını kadere bağlamaya uygun değildir. Çünkü
peygamberler mücadele sahibi ve kendilerine verilmiş olan aklı en üst düzeyde
kullanan insanlardır. Hz Musa Tanrıya yalvarırken “İçimizdeki beyinsizlerin
yaptıkları yüzünden bizi helâk eder misin?” (Araf Suresi/155.Ayet) diyecek
kadar kaderciliği değil kaderin miktar/ölçülük anlayışını sergilemektedir.
Sokrates’in ahlakın önemli bir ilkesi olarak ölçülülüğe işaret etmesi de filozofun
kader algısının arka planını göstermektedir.

Hasan Kayıhan’ın Acı Su romanında Akbalta Azam Hocaya “her şey
Allah’tandır.

Amenna. Lakin kader nedir hocam? Ya kaderi şer olarak bulmak nedir? Hayra
değil şerre

sarılmak nedir?” diye sorar. Azam Hoca cevap verir: “ Haddini aşan sabır
rıza göstermektir!”(Kayıhan, 1978: 116). Akbalta ile Azam Hoca arasında geçen
konuşma

kaderciliğin kaderden farklı olduğunu gösteren hakikate işaret etmektedir.
Akbalta akılcı bir Kırgız Türkünün olayları doğru kader algısı içinde sorgulamasına
örnektir. Azam Hoca’da bu yaklaşıma katkı da bulunarak Ruslara gösterilen aşırı
sabra tepkisini anlatmak istemektedir.

Emine Işınsu’nun Tutsak romanında Ceren’in çocukluğundan beri hassas devam
eden içine kapanık kaderci bir karakteri vardır. İsteklerinin dikkate
alınmaması yahut herhangi bir arzusunun reddedilmesi onu üzmüştür ve içe dönük
bir çocuk olmuştur. Kuşkucu, mutsuz insanlara güvenmeyen biridir Kocasını
koruyucu bir liman gibi görmektedir. Fakat beklediği gerçekleşmez tam tersi
Orhan’ın beklentileri küçük şımarık bir çocuk gibidir. Çocuklarında ailesini
kırmamak için vaz geçtiği istekler evliliğinde kocası Orhan’ın tutumu ile daha
da artacaktır. Artık onun için kadercilik kaçınılmaz olmuştur. Ceren
sorunlarının tutsağı olduğunu anlayamamıştır. Tarık’la tanışmasına kadar bu
devam edecektir. Ondan sonra kendi ayakları üzerine durarak kaderinin inşasında
kendisine düşen kısmını yazmaya başlamıştır.

Sonuç

Kader ve kadercilik algılarının biri birinin aynı değil tam tersine zıddı
olduğu anlaşılmadığı takdirde, Türk Milleti kendi kendine çok tehlikeli
engeller çıkarmaya devam edecektir. Üstelik bu engelleri de ilahî bir sebebe
bağlayarak dinî olmayanı dinî bir takdir olarak kabullenecektir. Bu ön
kabullerin sorgulanması ve her alanda kullanılan kavramların zihin ve günlük
hayatımızda yeniden ele alınması şarttır. 21. yy kadercilerin yeryüzünden
silindiği bir yüz yıl olacaktır. Bu cümlenin aşırı bir yorum olduğunu düşünenler;
Türk yurtlarının birer birer kaybedilişini ve göç facialarımızı okumaları
gerekmektedir. Ev sahibi iken önce azınlık sonra sığıntı daha sonra da top
yekûn sürgün ile Türk vatanlarının kaybediliş acılarını hissetmeleri
yeterlidir. Kırım, Kuzey Kafkasya, Balkanlar, Doğu Türkistan ve Türkmeneli
bunun şahitleridir. Günümüzde Beş Bin yıllık TÜRK YURTLARI’nın asli sahipleri
öz vatanlarına dönme mücadelesi yahut o topraklarda tutunabilme çabası vermektedir.
Vatan “Kadercilik” anlayışı ile ebediyen kaybedilebilir. Kaderi, ölçülü/dengeli
ve sorumluluk bilinci içinde “bir gelecek tasarımı” olarak algılayanlar ise ebediyen
Tanrı’nın hikmetini insanın hakikati ile tevhit ederler. Bu tevhit vatanı ebediyen
Türk Kılar Ve Vatan Türklerle Korunur.

“Türk Vatanı Korusun Ve Yüceltsin” Sorumluluk Bilinci İle Yaşayanlara Selam
Olsun.

Kaynaklar

Sinanoğlu, A. (2016). “İmam Mâtürîdî’nin Düşüncesinde İnsan Hürriyeti
Sorunu”, Hitit

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C: 15, No: 30, ss. 249- 267.

Önal, R. (2018). “Osmanlı Coğrafyasında Sünnî Düşüncenin Resmî İdeoloji
Olarak

Benimsenmesi Üzerine Sosyo-Jeopo-Teolojik Analizler”, e-Şarkiyat İlmi
Araştırmalar Dergisi,

C:10, No: 4 (22), ss. 1258- 1275.

Niyazi, M. (2007). Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği, Ötüken Yayınevi,
İstanbul.

Özdemir, M. (2011). Matüridî’nin Kötülük Problemine Yaklaşımı, Mâtürîdî’nin
Düşünce Dünyası, Ed: Şaban Ali Düzgün, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara.

El-Basri, H. (2013). Kader Risalesi ve Şerhi, çev. Mustafa İslâmoğlu, Düşün
Yayıncılık,

İstanbul.

Atay, H. (2013). Kur’an’da İman Esasları ve Kader Sorunu, Atay Yayınları,
Ankara.

Öztürk, Y. (2015). Özgürlük ve İsyan, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul.

Macit, M. (2014). Kadercilik, Ötüken Neşriyat Yayıınları, İstanbul.

Işınsu, E. (1980 ). Azap Toprakları, Töre-Devlet Yayınevi, Ankara.

Bayramuk, H. (1995). İki Kasım Bindokuzyüz Kırküç, (Aktaran: Yılmaz
Nevruz), Ötüken Yayınevi, İstanbul.

Cumali, N. (2012). Viran Dağlar, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul.

Kayıhan, H. (1978). Acı Su, Töre-Devlet Yayınevi, Ankara.

Işınsu, E. (1979 ). Tutsak, Töre-Devlet Yayınevi, Ankara.