Altı yılım Suudi Arabistan’da
geçti. Çok şey öğrendim, çok şeye şaşırdım. Bunlardan biri, ülkedeki bütün bakanlara, daha doğrusu
vezirlere, “vezir
vekili “denmesiydi. Kısa zamanda çözüldü. Kral Hazretleri bütün
bakanlıkların aslî bakanıydı. Televizyonda adını duyduğumuz bakanlar, ancak
kralın yerine vekâleten bakanlık yapıyorlardı. Bu anlayış bize çok yabancı
değil aslında. Bakın, bizim mecliste de grup başkanları yoktur; grup başkan
vekilleri vardır. O unvanın anlamını da bilmezdim; sonradan öğrendim: Meğer
grup başkan vekilleri, parti başkanının vekiliymiş.
Şarlo diktatör
anlamına gelmez. Meselâ İngiltere de krallıktır ama dünyanın en demokratik ülkelerinden biridir. Buna karşılık, isimlerinde “demokratik” bulunan Demokratik Kore Halk Cumhuriyeti ve Kongo
Demokratik Cumhuriyeti, kabul edersiniz, o kadar demokratik sayılmaz; değil mi?
Mesele devletin ismi veya devlet reisinin unvanı değil, işlevidir. Yönetim
şemasındaki yeri ve yetkileridir.
Yukarıda saydığım demokratik cumhuriyetlerde, devlet
başkanları süpermenlerdir.
O kadar süperdirler
ki öldüklerinde, olağanüstü genleri ziyan olmasın diye halk, onların çocuklarını,
neredeyse oy birliğiyle başına getirir. Ülkede süper liderin eşsiz derin görüşüyle
rekabet edebilecek, ona yaklaşacak bir başka âdem bulunmadığı için de bütün denetimleri o yapar; kararları o verir.
(Adolf Hitler), işte böyle bir süper
liderdir ve her şey ondan sorulur; her şeyi o denetler. En sık hatırlanan
sahne, Hynkel rolündeki
Şarlo’nun dünyayla oynayışıdır. Makamında kocaman bir yerküre maketi vardır ve maket
balondan yapılmıştır. Yalnız kaldığında diktatör, bu balonla, yani dünya ile, oynar. Eliyle,
koluyla, poposuyla dünyayı
evirir, çevirir, havaya atar, tutar. Eh bundan güçlü,
bundan kibirli lider mümkün müdür?
Fakat benim favorim başka iki sahne: Hynkel’in denetim sahneleri. Birinde bir mucit, imal
ettiği kurşungeçirmez gömleği reise arz eder. Şarlo, belindeki tabancayı çeker
ve ateş eder. Mucit yere serilir. Reis, umursamadan mesaisine devam eder.
Benzer ikinci sahne, paraşüt
görevi görecek bir kukuleta icat eden adamcağızda tekrarlanır. Şarlo ona
sarayın penceresinden atlama talimatı verir. Adam atlar, güm diye bir ses çıkar. Reis, mesaiye devam eder.
Belli ki Tomainia’da her
icat, her hareket, devlet reisince kontrol edilmekte, tamam ve devam kararını o
vermektedir.
İş bölümü: Lider denetler, gerisi hata
yapar
Kontrol…
Kontrol… Yönetim bilimi vaka
analizlerinde “kontrol
manyağı (control- freak)”
liderlerden bahsedilir.
Ancak bütün kabahat, denetim manyağı
liderlerde değil; bu davranışı doğru bulan, başka türlüsünü düşünemeyen anlayışta… Bunun en basitini, iş yönetmeyi
kasada oturmak ve çalışanları sık sık azarlamak zanneden KOBİ diktatörlerinde görürsünüz.
Her felaketten, her yolsuzluktan sonra, “Denetim
efendim, denetim! Hani denetim?”
diyen düşük mumlu aydınımızda da aynı anlayış vardır. Her
beceriksizlik, her yangın, her yıkım için çözüm
aynıdır: Denetim!
yetişenler, kendileri yönetim konumuna geldiklerinde ilk işleri denetçiler
atamaktır. Fakat onlar da yetersiz çıkar ve işlerin çoğunun kendilerinden
sorulmasını, denetçiler denetlese de “Bir
de ben bakayım.”
talimatını verirler. İşte yönetim kitaplarında bulamayacağınız fakat pek
yaygın, her şeyin tek adamdan sorulduğu organizasyon tipi budur. Ben buna simit
organizasyonu diyorum. Simit organizasyonunda şirketin müdürlerini
lider tayin eder; bu normaldir. Normal olmayan, müdür
yardımcılarını da, yardımcıların yardımcılarını da, çaycıya kadar herkesi
liderin tayin etmesi veya çoğu tayinde onun olurunun alınmasıdır. Bütün bu sözde organizasyon, en basit işe kadar her
şeyi lidere danışmadan yapamaz. Teşkilatta inisiyatif sıfırlanır.
Tek adamın adamcıkları
Çalışanlar, şu iki düşünceden birine, bazen ikisine
birden duçar olur:
Birincisi: Ben bu kadar denetlendiğime, her hareketim kontrol
edildiğine göre, demek ki ben yanlış yaparım; yanlış yapacağım. En iyisi, bir
şey yapmayayım. Bir şey yapmam gerektiğinde de liderime sorayım. İşler kötü giderse, “Size sormuştum, siz istediğiniz için öyle yaptım.” derim- bunu demeye de
cesaret edemem ya…
etmesine izin vermediğinden ötürü için için hırslanması,
intikam arzusu duymağa başlamasıdır. Bunu, birinci elden gördüm. Kontrol manyağı şirketlerde çalışanlar, yönetimi
atlatıp kendi çıkarları doğrultusunda işler çevirmeye pek meraklıydılar. Hâlbuki
birlikte, takım ruhuyla, sevdikleri bir işi başardıklarına inanan firma çalışanları,
takım arkadaşlarını aldatmayı akıllarından bile geçirmezlerdi.
Firma, dernek, parti, devlet… Mesele insanların temel değerler etrafında bir
hedefe, bir ülküye kilitlenmesi veya süper lidere biat etmesidir.
Birinciler yükselir,
başarır; ikinciler er veya geç hüsrana
uğrar.