Konudan Konuya (13)

111

      Günü görmek basar
/ maddî görüş,

      Yarını görmek
basîret / manevî görüş.

      Günü gün etmek
isteyenler;

      Olur sonunda bin
beter!

                              
x

      “Yirmi altı bin
beyitle altı cilt teşkil eden Mesnevî, bitmiş değildir. Mesnevî’de Kur’an’ın,
Mevlânâ’da da Hz. Muhammed’in ruhunu aramalıdır. Mesnevî’de Kur’an’daki vahyin
görünüşleri, Mevlânâ’da da Peygamberimizin kutsal ruhunun parıltıları vardır.”
(Mithat Baharî Beytur)

                              
x

     “Felsefe’nin
üzerinde durduğu üç konu Allah, Âlem ve İnsan’dır.” (Mutahhari)

     Fakat Felsefe;
dîne âmir / emreden değil, dîne memur / onun emrinde olmalı.

     Felsefe dîne hâkim
değil, hâdim / ona hizmetkâr olmalı. Ona hizmet etmeli.

                              
x

     Söyleyen bildiğini
söyler. Dinleyen bilmediğini öğrenir. İki kulak bir ağzımızın olması da sanki:
Bir söyle iki dinle, der gibidir. Nitekim “Söz gümüş ise, sükut altındır.”

     Kuş yavrularının
yumurtalarından çıktıktan sonra, bir süre suskun kalmaları; söyleyecek sözleri olmadığındandır.
Bir müddet dinleyecekler, yani öğrenecekler ki dolsunlar. Çünkü taşmak için
dolmak gerek. Konuşabilmek için de bir müddet susmak ve dinlemek icap eder.

                                 x

     Büyük zatların
kuşe-i uzlete / yalnızlık köşesine çekilmeleri; insanlardan kaçmak için değil.
Kendileriyle baş başa kalmak içindir. Dış âlemden ve insanlarla meşgul olmaktan
ayrı düşerek; kendileriyle hasb ü hal etmek / sohbet içindir. Kendi içinde,
kendinden kendine bir seyahate / geziye çıkmak / seyr ü sülûkta bulunmak
gayesine mâtuftur.

                                x

     Münakaşa ve
çekişmeye fırsat ve sebebiyet vermemek için, söyleyeceğimizi nefsimize /
kendimize hitap ederek söylemeli. Çünkü bu durumda dinleyene itiraz hakkı
olmaz. İsterse ale’r-re’s ve’l-ayn / başım gözüm üstüne diyerek kabul eder veya
etmez. Zira dinleyici mevkiindedir.

     Hitap / sesleniş
ise önce avama / halka yapılmalı. Havassa / aydına hitap; avama / halka hitabın
satırlarında mündemiç olup, aydınlar onun farkına varmakta mâhirdirler.

      Misal ve
örneklerle konuşmak; avama / halka hitap tarzı. Çünkü avam çocuk hükmündedir.
Çocuk ise, duyduğundan çok gördüğüne inanır. İzah, açıklayarak konuşma üslûbu
ise, havassa / münevver ve aydına karşı yapılan hitap ve sesleniş şeklidir.

     Ayrıca hatip
mes’eleyi ortaya koyup, baskıyı ima edecek sözlerden de uzak durmalı. Kısaca:
Akla kapı açmalı, ihtiyarı / kabul veya reddi dinleyiciye bırakmalı.

                                 x

     Akıl büyük bir
nimet. Nitekim aklı olmayan dinen mes’ul ve sorumlu bile olmuyor. Akıl göz
gibidir. Şüphesiz göz büyük bir nimet. Ama ışık olmayınca göz neye yarar? Akıl
da göz gibi büyük bir nimet. Onun da ışığa ihtiyacı var. O da vahiy ışığıdır.
Ancak vahiy ışığı sayesinde yol alabilir. Demek ki akıl kendi başına yol almak
için değil; gösterilen vahiy yolunda / ışığında yol alabilsin diye lûtf edilip
verilmiştir insan olan insan.

     Meselâ: Aklım var
diye fizik eğitimi almamış biri; fizikçi ile fizik konusunda tartışmamalı.
Ancak iki fizikçi, fizik konusunda tartışırlarsa; bundan hayırlı, müspet
sonuçlar çıkar. Nitekim:

     “Çıkar âsâr-ı
rahmet; ihtilâf-ı rey-i ümmetten.” denmiştir. Yani ancak aynı konuda, aynı
konuyu bilenler arasında fikir alış verişi olduğu zaman; rahmet eserleri yani
güzel ve faydalı sonuçlar ortaya çıkar.

     Yoksa kör dövüşü
olur.
     Nitekim dünyadaki bütün Kapitalizm,
Sosyalizm, Nazizm, Komünizm vb. …izmler; düşünen bazı insanların; insanların
hayrına diyerek ortaya koydukları ekonomik, sosyal hayat ve yaşam örnekleridir.
Hepsinde birer hakikat payı olmakla beraber tamamında, bütün olarak ifrat ve
tefritten / ileri – geri aşırılıklardan kurtulamamış yönler ve hususlarla
lebaleb / tamamen doludur. Ve bilhassa Komünizm; arkasında milyonlarca insanın
kanından oluşan bir kan gölü bırakmıştır.

     Evet dinimiz akıl
dinidir. Fakat o akıl “akıl” olacak. Kendini yetiştirdiği sahada aklına
başvuracak. Fakat ehli olmadığı konularda; o konuyu bilenlere soracak.

     Zaten âyet de
böyle demiyor mu?

     “Ve emrühüm şura
beynehüm.” (Şura: 38)

     Onların
aralarındaki işleri istişare / meşveret etmek / fikir danışmak / müşaverede
bulunmak iledir.

Önceki İçerikYine Yalan Üzerine
Sonraki İçerikCovid 19 Salgınında 4. Dalga Korkusu!
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.