Zaman, akıyor su misali. 2021 Ramazan ayını yaşadık hep beraber,
şimdi bayram. Hüzünle anılacak bu dönem, bazıları için belki sevinçle. Çok şey
öğrendik, ama kaybederek. Zamanı kaybettik, ömrümüzü harcadık, dostları
yitirdik, kemale ermek için. Uzun ince bir yolculuk bizimkisi.
“Âsûde olam
dersen eğer gelme cihana
Meydâna düşen
kurtulamaz seng-i kazâdan” (1)
beytinde İlahi
kaderi dillendiren Ziya Paşa’nın haklılığını teyit ettik bir kez daha. Öyle ya,
gelmişiz bir kez cihana. Yapacak bir şey yok: Korona belası da bizim için,
Yahudi zulmü de, Çin soykırımı da … Yaşayan, görüyor, görecek.
Adı Korona
konan virüsle bir yıl önce başlayan mücadelemiz bu Ramazan döneminde daha da
yoğunlaştı. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok insanı bu sebeple
kaybettik. Gidenler gitti, arkalarında pek soru bırakarak. Korona, gerçekten
insanı öldürüyor muydu yoksa insan nüfusunu azaltmak için böyle bir virüse
ihtiyaç mı vardı? Bu virüs sayesinde kimler zengin olacak, kimler tamamen
fakirleşecekti? İnsanlara korona cambazı seyrettirilirken birileri bitmeyen
iştahıyla, zamanla anlayacağımız entrikaları mı çeviriyordu?
Ülkeler
arasında bitmesini dilediğimiz güvensizliğin, bencilliğin, tamahkârlığın,
maalesef, daha da arttığını gözlemledik. Dünya iyiye gitmiyor; hem beşeri hem
biyolojik hem fiziki hem coğrafi olarak.
Everest’in
tepesine çıkan dağcıların, o tepeyi bile çöp yığınına döndürmeleri haberini
hatırlıyorum. 2007’de fok balıklarına insanların uyguladığı vahşet, unutulacak
gibi değil. Kanada hükümetinin fok avı yasağını kaldırmasıyla birlikte birkaç
ay içinde tam 275 bin balık itlaf edilmişti. Kürk yapmak için kullanılacak
derinin kalitesi bozulmasın diye bu hayvanlar sopayla bayıltılmış, canlı canlı
yüzülmüştü. İşte bencil, düzen bozucu insanoğlu bu. Yüce Allah Rûm suresi 41’de
bu gerçekliği “İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde
düzen bozuldu; böylece Allah, dönüş yapsınlar diye, işlediklerinin bir kısmını
onlara tattırıyor.” ayetiyle insanoğlunu uyarmış. Bu uyarıyı, ancak anlamak isteyenler
anlar. Görmek ve duymak istemeyen kör ve sağırlar için, söz, kifayetsiz.
İsrail’in, hayatını
İslami ritüellerle biçimlendirenlerin tam bir dinginlik günleri olan Ramazan
ayının son günlerinde, özellikle Kadir gecesinde mazlum Filistinlilerin üzerine
bomba yağdırması, hanelerine tecavüz etmesi, mülklerini gasp etmesi, dokuzu
çocuk otuz iki kişiyi şehit etmesi ve bu vahşete zihinleri işgal edilen diğer
ülke liderlerinin sessiz kalması, oldukça trajik, utanılacak zaman dilimi
olarak tarihin sayfalarında yer alacak. Hiçbir haklı neden yokken, uyduruk
gerekçelerle Filistin bölgesine yerleştirilen Yahudilerin, günahsız Filistin
halkı üzerinde estirdiği terör, insan türünün ahlaken inebileceği çukurluğun,
yapabileceği pisliğin örneği olarak, maalesef bu ayda da yaşanmıştır, anlaşılan
odur ki bundan sonra da Yahudiler bu dünyada var oldukça yaşanacaktır.
Dünyanın diğer
tarafında Çin’in, Doğu Türkistan Müslüman Türkleri üzerinde uyguladığı
soykırımı, zulmü unutmamak, insan kalmamızın gereği. Onların tek istekleri,
insanca, onurluca, kimliklerini muhafaza ederek yaşamak. Oldukça masum, insani
bu isteklerinin, Çin yönetimince işkence edilerek reddedilmesine, nedense,
kimse ses çıkaramıyor, müdahale edemiyor.
Merhum şair
Cahit Zarifoğlu’nun “Birkaç pir-i faniden gönül, birkaç çocuktan gülücük,
birkaç fakirden dua almak” diye tanımladığı bayramlar geçmişin özlemi,
geleceğin hayali olarak belleklerimizde kalacak gibi. Toplumda bir burukluk,
ailelerde bir tedirginlik mevcut. Bu durum, içimizi karartıyor, ruhları
bedbinleştiriyor. Egemenlerdeki bencillik, tamahkârlık kara bulut olmuş, şifaya
muhtaç bedenlere ısı ve ışık olmak isteyen güneşimizi perdeliyor.
Bu batıl iklim daha fazla sürmemeli. “Dua
edelim.” diyenlerin duaları netice vermiyorsa, dualar değiştirilmeli. Dua,
kolaycılık değildir; dua, Yaratan’a asker görevi vermek değildir. Dua, kandır,
göz yaşıdır, emektir. Dua, en azından,
zalimler kadar donanımlı, cesur, uyanık, çalışkan olmaktır. Teknolojisini,
yazılımını, sosyal medyasını kullandığın adamın patronu olamazsın. Dua,
bilgidir, güçtür. Son Peygamber’in tembelliğin adını, dua koyanların
dışlandığını bilmezden geliyoruz.
Bu bayramın
duası, “Yıkılmadık, ayaktayız.” olsun. Kırgın gönüller, küslük kirini silsin.
Bedenler, ayrı düşse de “duygudaşlık” oluşturulsun. Samimiyet ikliminde
“tefekkür”, “sorgulama” cesaret ve dirayeti telkin edilsin. Özel ve genel
konjonktürden hareketle, hesabı kolay verilecek bir dünya hayatının yol
haritası çizilsin.
Bu bayramınız;
ruhları ihya eden, bedenlere şifa veren, ayrıcalıklı bir bayram olsun.
1.
(Eğer mutlu ve rahat olmak istersen bu dünyaya hiç gelme; çünkü şu hayat
meydanına bir defa düşen kaza taşlarından -ıstırap verici dertlerden-
kurtulamaz.)