Örümcek Ağını delenler, Ağa takılanlar

177

Yazıya başlamadan
evvel merhum Cemil Meriç’e kulak verelim:

Kanun, eski
Yunan’dan beri “Büyük sineklerin yırtıp geçtiği, küçük sineklerin takılıp
kaldığı bir örümcek ağı” Avrupalı için. Machiavelli, insanlığı ikiye ayırır:
Tarih yapanlar, Tarihin malzemesi olanlar. Çobanla sürü. Katili göklere
çıkarır, sade ayak takımının peşin hükümlerinden sıyrılmış, bir gerçekçi olarak
alkışlar. Devlet, gözünü kırpmadan cana kıyanları korumalıdır
.”*

Demek oluyor ki,
Machiavelli’den buyana (1469) düşüncelerde değişen bir şey olmamış, aksine bu
düşünce tarzı sadece Avrupa’da kalmayıp, zamanla bütün dünyayı sarmış. Yapayzekâlı
ölüm kusan silahlarıyla!

 

Jan Jack Rousso,
çağdaşlarına küfür eder gibi soruyor: “İçinizde Manderen’i öldürmeyecek kaç
kişi var
?” Peki, ama kimdi bu Manderen? Çin, Maçin’de yaşayan bir meçhul
insan. Tanımadığımız, tanıyamadığımız bir adam. Bulunduğumuz yerden bir düğmeye
bastık mı gebermeliydi herif. Hazinelerine el koyulmalıydı haklı!!! olarak,
kimsenin ruhu duymamalıydı, şanla şerefle yaşayıp gitmeliydik gene de.

Örümcek ağını delip
geçen büyük sineklere dünyanın her yerinde, her saat rastlıyoruz hatta yakın
çevremizde bile.

 

Kuzu ile kurdun
hikâyesini bilirsiniz. Kuzu derenin alt tarafından su içer, kurt ise üstten.
Kurt kuzuya: “Ben seni yiyeceğim” der. Kuzu saf saf: “neden” diye sorar. Kurt:
“Çünkü sen benim suyumu bulandırdın” kuzu: “insaf…sen derenin üst tarafındasın ben
altta nasıl bulanır su?” Bir kere gözüne kestirmeyi görsün kurt yiyecektir kuzuyu.

 

Yaşadığımız çağın
zavallı Mandrenleri…Saddam ve Kaddafi…katil, binlerce kilometre uzaktan gelip,
ders vermeliydi dünyanın gözünün içine baka baka, yaşa varol nidaları göklerde
yankılanmalıydı. Sanki yıllarca ölüm kusan yapayzekâ makinalarını beklemişti
işbirlikçi postal yalayıcılar, conilerin ayaklarına kapanmalarından belliydi.
Ve halledildi iki bedbaht adam hem de katil haklı, mazlum suçlu sayıldı.

***

Türkiye
gerçeklerine dönecek olursak, yukarıda zikredilen “Örümcek Ağı” misalinin
örneğini ne yazık ki burada kendi ülkemiz de de görüyoruz.

Olanca hıncıyla
parmak sallıyordu muktedir muhatabına: “Hanımefendinin kaçacak deliği
yok. Çünkü o milletvekili de değil. İftiraları nedeniyle onunla hesaplaşacağız,
hesabı ağır olacak onun!

 

Demek, örümcek
ağını delip geçmek için ülkede uygulanan geçerli hukuk yeterli gelmiyor, illaki
milletvekili olmak gerekecek.

 

Şehit cenazelerinde
dahi kudretini hissettirmeliydi muktedir, bir inek “hırsızına evi yakın, ateşe
verin” şehvet dolu bağrışmaların arasında koskoca ülkenin muhalif liderini dövdürmeliydi
ki, ününe ün katsın suçlu masum, saldırının mağduru mahkûm olarak tarihteki
yerini alsın.

 

Bir yılı aşkın süredir
Pandemi nedeniyle eve kapanan Türkiye de, birçok işyeri, eğlence mekânları,
kahvehane ve dükkânlar kapalıyken, her ne hikmetse Kartalkaya ve Uludağ Kayak
Merkezlerinde ki eğlence alanları sabahlara kadar tıklım tıklım doldu taştı, küçük
esnafın onca çaresizliği görüldüğü halde.

 

İhtişam ve
sefaletin yan yana yaşandığı bu ülkede, Pandemi mazeretiyle maden işçilerinin yürümesine
izin verilmedi. Türkiye Barolar Birliği de duçar oldu maden işçilerinin
kaderine, onlar da delemedi örümcek ağını. Kongre yapmalarına izin vermedi muktedirler.
Ama iktidar partisi kongre salonlarını labeleb doldurarak örümcek ağını
delmenin bütün ihtişamıyla keyfini yaşıyordu dombıra müziği eşliğinde. Kanun
uygulayıcılar üç maymunu oynuyor, vicdanlar firar ediyordu.

 

Anlayacağınız
yaklaşık altıyüz senedir Machiavelli’nin kuralı hiç şaşmadan devam edip gidiyordu.
Cinayetten mahpus damına düşen kravatlı katiller, iyi hal yasasından yararlanıp
affedilirken, sade ayak takımı!!! Mağdurlar, çaresiz gözyaşlarını içlerine
akıtıyorlardı.

 

 

*Bu Ülke/Sayfa:
203*-Cemil Meriç