Ankara’da Saraçoğlu’na Lütfen Kıymayın

97

Ülke yönetiminde sorumluluk almış olanlar eğer vaktiniz ve
imkânınız varsa başta Roma, Paris, Madrit, Lizbon, Londra, Varşova, Berlin gibi
batılı başkentlere bakın eski şehirler, başkentler ve tarihi dokuları büyük bir
titizlikle korunuyor. Şehirlerimiz medeniyetin de yansımasıdır.

İster istemez hemen aklımıza akademisyen, politikacı,
edebiyat tarihçisi, roman, hikâye, deneme, şiir ve makale yazarı Ahmet Hamdi
Tanpınar (1901-1962) geliyor Beş Şehir; İstanbul, Ankara, Bursa, Konya ve
Erzurum hatırlanınca. Vatanın manevi çehresi de diyebileceğimiz eski
şehirlerimizi üzüntü ile hatırlıyor, sonrasında yenilerine duyulan iştiyak,
duygu ve sevgi beş şehirde hemen öne çıkıyor.

Hep konuşuyoruz ya şeftali, narenciye, üzüm, zeytin, muz
bahçeleri yani ziraat alanları hep yüksek katlı apartmanlarla doldu diye. Tarım
alanlarının bu biçimde yanlış tasarrufuna karşı çıkarken, öte yandan da toplum gökdelenlerde,
sitelerde yeni bir hayat tarzı yahut köylülük veya taşralılık algısının
ötesinde yeni ve modern bir hayata doğru koşuluyor.

 

Yakın Tarih Şehirciliğine Bir Bakış

Artık Beş Şehir diye değil, “kaç şehir” diye sorgulayacağız
yahut değerlendireceğiz; Kaç şehir? 
Çünkü nereden bakarsanız bakınız bu şekildeki yerleşim planları ve
şehircilik anlayışı İstanbul ile Adıyaman, İzmir ile Erzurum, Samsun ile Mersin
arasında hiçbir farklılık gözetmiyor.

Yakın tarih şehirciliğimize bir bakın, cumhuriyetimizin ilk
yıllarında şehir planlamacılarını ve mimarları hep yurtdışından getiriyorduk.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Başkent Ankara için
uluslararası şehir planlaması konusunda bir yarışma açıldı. Berlin şehir
planlamasını yapan Prof. Dr. Hermen Jansen, yine Alman Prof. M. Brix ve Fransız
şehir planlamacısı Prof. Jousseley finale kaldı ve Ankara’nın şehir
planlamasını Alman Prof. Dr. Hermen Jansen’in yapmasına karar verildi. Ankara
nüfusunun 2000 yılında 300 bin olacağı var sayılarak (ki 3,5 milyon oldu
Başkent’in nüfusu, bu büyük bir yanıldığıydı tabii) havaalanının Tandoğan
Meydanı’na yapılması planlandı! Bu bir hesap hatası idi; ama medeni çevre ve
unsurlardan yoksun olan, ormansız, bataklık ve toz fırtınasının hiç eksik
olmadığı Ankara’da, Ulus Meydanı ve yollar düzenlendi, bakanlık binaları vs.
inşa edildi.

 

Bugün yıkılması tartışmaları yapılan geniş bir yeşil alan
içindeki Ankara Saraçoğlu Mahallesini ise yine Alman Mimar Paul Bonatz
kurdu(1946). Demokrat Parti zamanında ise İsrailli mimarlara ve yine İsrailli
bir şirket olan Solel Boneh tarafından Emek girişindeki İsrail evleri
yaptırıldı. Peki Türk mimarlar boş mu oturuyorlardı?

Ankara’da milletvekillerinin sosyal tesisi olarak
gerçekleştirilen Ankara Palas Devlet Konukevi’ni (1928) Mimar Kemalettin
yaparken, çok daha öncesinde Ankara Valisi Abidin Paşa ticaretin omurgası
konumundaki Taşhan’ı inşa (1888) ettiriyor. Küçük Tiyatro falan var ayrıca.
Bunlar Vakıf Statüsünde.

 

Yapı Kooperatifleri

Esasında konumuz bu değil, şehirlerimizin değişim ve
dönüşümü bir anda olmuyor. Tamamen siyasi iradenin arzu ve planlaması dahilinde
gelişiyor. Yine Demokrat Parti zamanında İstanbul’un imarı ve yolları birçok
tarihi binanın yok olmasına rağmen (Vatan Caddesi ve Karaköy Meydanı hemen akla
gelebilir) acımasız bir tasarrufla karşı karşıya kalmıştır. Darbeler döneminde
ise bir yavaşlama, bir durgunluk, bir vurdum duymazlık olsa da Merhum Turgut
Özal zamanında hızlı bir inşaat dönemi yaşandı. Bir yandan yurtdışında ihaleler
alan Türk müteahhitler, bir yandan da içerde yapı kooperatifleşmelerin artması,
öte yandan da köyden şehre göçün getirdiği emlak sıkıntısı inşaat sektörünü
canlandırdı. Mantar gibi biten denetimsiz kooperatif evleri ve yazlıklar
müteahhitleri rakipsiz ederken, kıyılarımız yazlık ev çöplüğü halinde geldi.
Öyle bir furya başladı ki 20, belki 30 senede tamamlanamayan yazlık kooperatif
evleri harabeye döndü. Bu evlerin önemli bir bölümü, hala restore edile edile
normal evler haline hala getirilmeye çalışılıyor. Bankaların açtıkları krediler
ve hükümetin teşvikleriyle taşrada da yeni bir restorasyon dönemi gündeme
geldi. Ama o günden bugüne örnek bir mimarı yapı olduğu, mimarlık tarihimize
girecek bir eser bulunduğu iddia edilemez ve söylenemez. Sadece holdinglerin
genel merkezleri bunun dışında kaldı. Birkaç tane de çok katlı bina yükseldi
İstanbul Etiler’de.

 

Öngöremediğimiz Husus; İnsan Odaklı Bir Dünya

Yavaş yavaş günümüze doğru gelirsek, inşaat için yeşil
alanların hovardaca kullanıldığını belirtebiliriz. Gökdelenlerin, dev sitelerin,
zengin sınıfın oturacağı müstakil blokların ve alışveriş merkezlerinin
girmediği kent kalmadı. Hiçbirimiz bunun bir sosyal ve kültürel değişime de
sebep olacağını düşünüp öngöremedik.

Ancak koronavirüs salgını gelince bunları düşünmek için
epeyi zamanımız oldu. Çünkü çoğumuz evimizden dışarı çıkamadık. Evimizdeki
hayat alanımız nasıl olmalıydı ki çoğu ihtiyacımızı giderebilmeli ve
sağlığımızı koruyabilmeliydik? Burada Nobel Ekonomi Ödüllü Bengaldeşli
Akademisyen Prof. Dr. Muhammet Yunus’un tespitini hatırladım; “Koronovirüsten
evlerimizde saklanabiliriz. Ancak kötüleşen küresel sorunlara çözüm
üretemezsek, öfkeli doğadan ve kitlelerden saklanacak hiçbir yerimiz olmaz.”

Covit 19 salgınından belki geniş bahçesi olan ev ve siteler salgında
rahat etti. Otoparkı olan apartmanlar ceviz büyüklüğündeki doludan kurtuldu
ama, garajını merdiven altı üretime kiraya vererek maddi gelişmeye öncelik
verenlerin araçları bu felaketten kurtulamadı. Özellikle Karadeniz’de yerel
yönetimden ruhsat alarak (bu müsaade nasıl veriliyorsa) dere kenarına
denetimden uzak inşa edilen konutlardakiler de birçok can ve mal kaybı
karşısında bütün Türkiye’yi üzdü.

Covit 19 denilen virüs belası Türkiye’de çok can aldı. Bütün
dünyayı etkiledi. Çoğu yerde sokağa çıkma yasağı ilan edildi., cezalar yazıldı.
Hastanelerde boş yer kalmadı. Buna karşılık aşı da henüz bulunamadı, sadece
deneme süreci başlayabildi, hala da devam ediyor.

 

Yeni Bir Sektörün Ayak Sesleri

Ancak yeni bir sektör gelişti şehirlerimizde ve kent kültürümüzde.
Çoğu kamu ve özel sektör görevlileri dahil evden çalışma, yani batılıların
tabiriyle homeofis sayısı arttı. Yine maddi durumu iyi olanlar evden çalışmak
için daha fazla oda sayısına sahip yeni ev aramaya başladı ve bir bölümünü
çalışma odası yaptılar. Çünkü bilgisayar ve internet gibi iletişim araçları
böyle bir imkânı sağlayabiliyordu. Bununla kalınsa iyi; internet aracılığıyla imkânı
olanlar ve teknolojiyi bilenler borçlarını internet bankacılığı ile ödemeyi
öğrendi. Ayrıca acente, market ve lokanta gibi yerlere sipariş vererek,
istediklerini evlerinde teslim almak gibi yeni bir uygulama geldi. Şehirlerimizdeki
motosiklet sayısı bu yüzden daha da katlanarak arttı. İnternet ile ticaret daha
hızla gelişti. Eğitimde ve ticarette internet dolayısıyla televizyon, tablet,
bilgisayar ve akıllı telefon satışları da hız kazandı.

Kitle iletişim araçlarına sınır getirilince özel araç
sayısında patlama yaşandı. Artık galeriler otomobil almak isteyenlere altı aya
kadar beklemesi gerektiğini hatırlatıyorlar. Otomobil piyasası ederlerini
katladı. Enflasyon arttı. Fiyatlar yükseldi. Bizim gibi turizmde iddialı ve
kıyı şeridi zengin olan ülkeler virüs salgınında ciddi biçimde etkilendi, en
azından masraflarını çıkarmak için kampanyalar başlattı. Döviz girdisi için
beklentiye başlandı. Dur bakalım ne olacak? Buna rağmen yine de salgın dur
durak bilmedi. İnsanlar otellere gitmeye çekindi ve mesafe koydu, tatilini
erteledi. Zaten bir bayram bunu denemeye kalktı, testi pozitif çıkanlar ve
koronavirüse yakalananların sayısı artarak ikince dalga başladı. Üstelik bütün
dünyada.

Tabii ki her gelişme bir başka değişme öncü oldu.

 

Ülkemizde Taze Bir Turizm Modeli

Tatil yaparak hastalığa yakalanmak istemeyenler için karavan
siparişleri arttı. Karavan olunca bunu çekecek güçlü araçların ithali de
büyüdü. Her gelişme hayatımızda, şehrimizde ve kültürümüzde, insani ve medeni
ilişkilerimizde yenilikler ortaya koyuyor. Geçenlerde Z neslin temsilcilerinden
biri beni Pendik ve Çekmeköy’deki karavan otoparkına götürdü. Dağın eteğinde
orman içindeki fiziki mekânda renk renk, boy boy, marka marka karavan ve
arabalar sıralanmıştı.

Maile altı kişilik kiraladığımız ve çoluk çocuk seyahate
çıktığımız karavan ile Almanya, Lüksemburg ve Fransa tecrübemiz olduğundan
konunun yabancısı değildim. Karavan seyahati ile en önemli husus otoparktır.
Bunun, can ve mal güvenliği için önemi büyüktür. Ayrıca su ve tuvalet
depolarının her otoparkta değişmesi ve yenilenmesi gerekir. Otoparktaki
karavanlarda yaz-kış böyle bir temiz havada kalanları görünce sordum ve
öğrendim; araçlar ebadına göre soğutmalı veya ısıtmalı. Tuvalet, banyo, yatak,
masa, televizyon vesaire her şeye sahip. Ayrıca aracınızı karavandan ayırıp
istediğiniz yeri gezip dolaşmaya gidebiliyorsun. Güvenli ve manzaralı bir yerde
istirahat edip, piknik yapabiliyorsun. İstanbul’da karavan parkının yıllık
kirası yaklaşık 12 bin TL. Burada spor tesisleri, havuz, yürüyüş parkuru,
lokanta market bulunuyor. Çekmeköy karavan parkında mescit de vardı.

Merakımı gidermek için sordum ve cevap aldım “Karavanların
tümü ithal. Eğer araca bağlı bir karavan almak istemez, müstakil arzu ederseniz
ithali hem zor ve vergisi çok fazla. Dolayısıyla en fazla araca bağlı
karavanlar tercih ediliyor. Bunun için imtihana girerek ehliyetinizi
yenilenmeniz gerek. Karavanlar Almanya, Fransa ve Slovenya’dan ithal ediliyor.
Bu üç ülke bu konuda iddialı. Fabrikalar karavan yetiştiremiyor. Türkiye’de
yavaş yavaş üretilmeye başlanacak gibi görünüyor.”

 

Türkiye’de Kaç Karavan Otoparkı Bulunuyor?

Bir başka hususu sorarak cevap alıyorum “Türkiye’de henüz
çok yeni sayılır karavan turizmi. Bunun için yerleşim birimlerinde karavan
otoparkları henüz yeterli değil. İstanbul, Adapazarı, Bursa, İzmir ve Antalya
ve dolaylarında 20 kadar karavan otoparkı var. Yerli veya yabancı bir konuk
Marmara bölgesinden Ege ve Akdeniz’e kadar rahatlıkla karavanıyla gidebilir. Buralarda
elektrik, su ve internet gibi ihtiyaçlarınızı karşılamak mümkün. İsterseniz
büyükşehirlerin gayguyundan kurtulmak için hafta sonları bile gelip karavan
otoparkından istifade edenler mevcut. Bazıları sırf çocuklarının yabancı dil
pratiğini artırmak için bile buraya gelerek yeni komşular ediniyorlar. Çünkü 72
milleti burada birada görmek mümkün.”

 

Zuhurat Toplumu Yeniden İnşaya Götürüyor

Galiba bu koronavirüs denilen salgın sadece Z neslini değil herkesi
şehir, kent hayatı ve kültürü konusunda yeniden düşünmeye ve üretmeye
başlayacak. Mutluluk, hoşgörü ve merhametten oluşan; gösterişin, kibrin kol
gezdiği bir çağda hayatın sadeliğini öne çıkaran ve henüz ülkemizde tanınmayan
Hepitalizm mi geliyor yoksa?

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda nüfusumuz yaklaşık 13
milyon kadardı. 1960 yılında ise 27 milyon nüfusa sahiptik. Bugün ise
Türkiye’nin nüfusu 84 milyon oldu. Şehirlerimiz ve toplumumuz istesek de
istemesek de her hususta yeniden ihya ve inşaya doğru yürüyor.