30 Ağustos Zafer Bayramı sebebiyle Büyük Taarruz’un başlamasından
önce Atatürk’ün uyguladığı stratejiyi yeniden hatırladık.
Önce Büyük Taarruz öncesi şartlara bir bakalım:
Sakarya Muharebesinde asker sayımız, subaylar dâhil,
yaklaşık 102 bin idi. Oysaki Yunan asker sayısı 124 bin kadardı.
26 Ağustos 1922’de Türk Ordusu yaklaşık 208 bine
çıkarılabildi. Fakat Yunan Ordusu 225 bin kişi kadardı.
Bir taarruz için ordunuzun karşı taraftan sayısal olarak
daha üstün olması gerekir. Ama asker sayısı olarak üstünlük sağlanamadığı gibi,
Yunanlar makineli tüfek, top, uçak, kamyon sayısı açısından da üstündü.
16 Ağustos 1922’de taarruzun başlatılması planlandı. Taarruz
emrini alan İsmet Paşa “Sandıklı’daki cephane ve erzak deposu tamamlanmadı…
Havan topu ve sahra obüsleri gelmedi… Mermi stokumuz yetersiz… Askerin çarığı
eksik… En az 500 kamyona ihtiyaç var…” dediği için Fransa ve İtalya’dan satın
alınan son parti toplar, makineli tüfekler ve kamyonlar 25 Ağustos’a cepheye
yetiştirildi.
Mustafa Kemal Paşa, “Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle
yapılacak saldırı, hiç saldırı yapmamaktan çok daha kötüdür” diyordu.
Bizim üstün olduğumuz taraf komuta kademesinin müthiş
tecrübesi ve askerimizi motive eden gücün anavatanımızı kurtarmak duygusu
olmasıydı.
Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Fahrettin
Altay vd komutanlar Çanakkale Savaşında, Trablusgarp, Balkanlar ve Dünya
Savaşının diğer cephelerinde müthiş tecrübeler yaşamışlardı.
****************************************
Gizli Hazırlıklar
Bütün somut veriler dikkate alınarak “Taarruz” için büyük
bir gizlilik içinde hazırlık yapılıyordu. Düşmanın taarruz yapacağımızı bilmesi
istenmiyordu.
Öncelikle siyasi bir hamle yapılıyor. E. Orgeneral Suat
Aktulga’nın ifadesiyle, “Mustafa Kemal Paşa, Avrupa devletlerinin, Türklerin
bir taarruz yapacak güç ve kuvvette olmadıkları kanaatine varmalarını sağlamak
için bu devletler nezdinde barış taarruzuna girişmiştir. Fethi Okyar’ı evvela
İtalya’ya, sonra Paris’e ve daha sonra da Londra’ya göndererek bu devletler
nezdinde yardımlarda bulunmaları isteğinde bulunmuştur.”
Fethi Okyar Mustafa Kemal Paşa’nın bu görevi verirken
kendisine şu sözleri söylediğini ifade ediyor: “Gayem şu: Millî Misak üzerinden
bir sulhun, bugünkü şartlar içinde mümkün olup olmadığını memlekete ve cihana
ispat etmek… Ancak muhataplarımız Sevr’e benzer şartları zorlayacaktır.
Hasretini çektiğimiz sulh ve huzur ancak Yunan ordusunun mahvolmasıyla mümkün.
Eylül ayının ortasına kadar bilhassa bir İngiliz müdahalesinden emin olmam
şart. Onları oyalamanı istiyorum.” (Üç Devirde Bir Adam: Fethi Okyar -yayına
hazırlayan Cemal Kutay)
Mustafa Kemal Paşa bu görevlendirmenin maksadını İsmet Paşa
dâhil yakın çevresinden bile gizlemiştir.
Alınan kararla “düşmanı yanlış düşüncelere götürmeyi hedef
tutan bilgiler verilecek, Devlet Reisi, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ve
Başvekil taraflarından ara ile çay ziyafetleri verilecek, bunlar gazetelerle
ilân edilecekti.”
28 Temmuz’da Akşehir’de ordu takımları arasında düzenlenen
futbol maçını seyretme bahanesiyle görevli komutanlar Akşehir’de buluşup
taarruz planı üzerinde görüştüler.
Mustafa Kemal Paşa, 17/18 Ağustos gecesi çok gizlice
Ankara’dan ayrılarak otomobille Konya’ya gitti. Ankara’dan ayrıldığını birkaç
kişiden başka hiç kimse bilmiyordu. 21 Ağustos 1922 tarihli gazetelerde Mustafa
Kemal Paşa’nın Çankaya’da bir “çay partisi” düzenlediği şeklinde bir haber
çıktı. Oysaki Mustafa Kemal Paşa, 20 Ağustos’ta Akşehir’de Batı Cephesi
karargâhında idi.
30 Ağustos 1922’deki bu savaşı, bizzat Başkomutan Gazi
Mustafa Kemal Paşa yönettiği için, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa bu savaşa
“Başkumandan Muharebesi” adını verdi.
****************************************
Atatürk’ün Siyaset Dili
30 Ağustos Zaferinin sadece Türkiye’de değil, dünya
siyasetinde önemli etkileri oldu.
Bu kadar önemli sonuçları olan zaferin mimarı şüphesiz
Mustafa Kemal Atatürk idi. Ancak O zaferin sahibi olarak Türk Milletini
gösterdi.
“Büyük zafer münhasıran senin eserindir” dedi.
Mustafa Kemal Paşa bu zafer öncesi “düşman” devletlere
yapacakları üzerinden tehdit, zaferden sonra aşağılayıcı bir hitapta bulunmadı.
Hatay’ın kurtarılması gibi bazı meseleleri de zaman bıraktı. Yeri ve zamanı
geldiğinde gerekeni yaptı.
“İcra eden, tatbik eden, karar verenden daima daha
kuvvetlidir” dedi.
Mustafa Kemal söylemedi, söylenmedi, karar verdi ve gerekeni
yaptı. İç siyasetteki rakiplerine, dış politikada düşmanlarımıza, İngiltere’ye,
hatta esir alınan Yunan General Trikupis’e bile siyasi bir nezaketle ve saygılı
bir dille hitap etti. Hiç kimseye “eyyt!” demedi. “Dış güçlerden” yakınmadı.
Taha Akyol’un tespitine göre, “Millî Mücadele döneminde
Mustafa Kemal’in İngiltere ve Fransa’dan “düşman” diye bahseden bir açıklaması
yoktur.” Sadece bir gizli oturumda “en alçak düşman olan İngiliz” tabirini
kullanmıştır.
Düşmanlarımızı azaltmak, müttefiklerimizi çoğaltmak için
çalıştı ve başardı.
Bu politik tavrın olumlu sonuçlarını barış döneminde gördük.
Cemiyet-i Akvam’a (Birleşmiş Milletler) eski düşmanlarımızın daveti ve
oylarıyla üye olduk. Ekonomik açıdan Cumhuriyet tarihimizin en yüksek
büyümesini yaşadık.
Atatürk dış politikayı ve bu alandaki başarılarını iç
siyaset malzemesi yapmadı. Milli çıkarların üstünde şahsi emelleri olmadı.
****************************************
Erdoğan da Nutuk’u Okumalı
Cumhurbaşkanı Erdoğan Merhum Turgut Özal’a nazaran Millî
Görüş çizgisinin fanatik kanadından geliyor. Bu kesimin Atatürk hakkında
olumsuz önyargıları olduğu malum.
Turgut Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra Nutuk’u okumuş. Ve
Atatürk hakkındaki eski önyargılarından kurtularak yakınlarına “Atatürk ne
büyük adammış” dermiş.
Parlamenter Sistem içindeki bir Cumhurbaşkanı kadar boş
vakti olsaydı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Nutuk’u okuma fırsatı doğabilirdi.
Okusaydı, Onun da görüşlerinin değişip gelişeceğinden eminim.
Belki de okumaya başladı. Çünkü bazı olumlu değişimler
görüyoruz: Anıtkabir’de saygı duruşuna “sap gibi dikilmek” demiyor, 10
Kasımlarda ve milli bayramlarda yurtdışı geziler veya hastalık bahaneleri
gündeme gelmiyor, “Aziz Atatürk” diyebiliyor.