Kıbrıs’ta Korona sürecinden etkilenmiş
adanın güneyinde yaşayan Rumlar bu salgında daha çok kayıp vermiş, adanın
kuzeyinde yaşayan Türkler ise Anavatan Türkiye’nin de desteği ile bu süreci en
az kayıpla atlatmıştır.
KKTC’de 11 Ekim 2020’de Cumhurbaşkanlığı
seçimi yapılacak olup, halen Başbakan olan Sn. Ersin Tatar’a şimdiden yeni
Cumhurbaşkanı gözüyle bakılmaktadır. Halen Cumhurbaşkanı olup da yeniden
adaylığını açıklayan Sn. Akıncı’nın ise hiç şansı yoktur.
Adanın Kuzeyini ve Güneyini yönetenler,
yeni turizm sezonunu açmanın peşindedir. KKTC bu yönden çok şanslıdır. Çünkü
adanın kuzeyinde Korona vakası yoktur. Güney Rum kesiminde ise Korona salgını
halen devam etmektedir.
Kıbrıs sorununa gelince!
Yaklaşık yarım asırdan fazla bir zamandır
süregelen Kıbrıs anlaşmazlığı, Akdeniz’in tam da orta yerinde dünya gündemini
meşgul eden önemli bir sorun olmaya devam etmektedir.
Adada yaşanan bu sorun, 46 yıl önce
taraflar arasında varılan ateş kes antlaşması ile sınırlıdır. 16 Ağustos
1974’te yapılan ateş kes anlaşmasından bugüne, taraflar arasında bir mutabakata
varılamamıştır. Buna rağmen ada iki ayrı
devletli yapısıyla günümüz Kıbrıs’ını oluşturmaktadır.
Hal böyle olunca; adadaki mevcut duruma
1974’te yaşanan harekât henüz bitmemiş, ara verilmiş de denebilir!
Çünkü 1968 yılından beri devam eden
müzakereler sürecinde Rum tarafı bir türlü anlaşmaya yanaşmamaktadır.
O zaman; 1974’te kaybeden Rum tarafı
olduğuna göre, Rumların aklında başka bir çözüm şekli mi var diye de
düşünülebilir?
Ama milletlerarası sorunların çözümü için
iki hal tarzı vardır:
Bunlardan birisi tarafların karşılıklı
anlaşmaları, diğeri ise sorunun kuvvet yolu ile çözülmesidir.
Umarım Kıbrıs sorununu çözmek için
taraflar bir kez daha çatışma yolunu seçmeyeceklerdir. Çünkü savaş, insanlık
tarihinin en acımasız olayıdır.
Ancak,
aradan geçen bu uzun süreçte adada yaşanan gerçekler, adanın iki ayrı devletli
yapısı, her geçen gün daha da kalıcı olmakta; adada yaşayan iki ayrı halk bu
yaşam şeklini içselleştirerek alışkanlığa dönüştürmüş olup, yıllardan beri
süregelen çözüm müzakerelerinden bir sonuç çıkmayacağını kabullenmiş
görünmektedir.
Akdeniz’de
mevcut zengin enerji kaynaklarından pay kapmanın türlü oyunlarını oynayan
emperyalist güçler; adada süregelen bu anlaşmazlık dönemini kendi menfaatleri
için kullanmanın peşinde oldukları için bu müzakere sürecinin bitmemesi onlar
için ayrı bir avantaj sağlamaktadır.
Başta ABD, AB, İngiltere, Rusya, Fransa,
İtalya, Almanya ve İsrail başta olmak üzere diğer bölge ülkeleri her yıl yeni
bir çözüm süreci başlatarak, bu büyük enerji pastasından pay almak için Kıbrıs
konusunda yeni bir rol üstlenmektedirler.
Pekiyi, bu süreç daha ne kadar devam edecek,
adada bir türlü anlaşması mümkün olmayan taraflar, bu sürece daha ne kadar
sabredeceklerdir?
Kıbrıs konusuna bu yönüyle bakıldığında;
Mevcut durum, Güney Rum kesimi yönetimini
çok da rahatsız etmemektedir!
Çünkü Rum tarafı uluslararası camia
tarafından hala adanın yasal hükümeti olarak tanınmakta, haksız, hukuksuz bir
biçimde üyesi oldukları AB gibi güçlü bir kuruluştan gelen her türlü yardım Rum
hükümetine yaramakta, adalı Rumlar AB vatandaşı olmanın tüm avantajlarından
rahatlıkla faydalanmaktadır. Bunun içindir ki, Rumların adada yeni bir anlaşma
olması, ya da olmaması umurlarında bile değildir.
Onlar sadece 1974 yılında kaybettikleri
topraklara, evlerine geri dönmeyi istemekte; eğer bir anlaşma olacaksa, bu
anlaşmada Türk tarafına azınlık haklarından bir fazlasının verilmesine razı
olmayacaklarını, adadaki Türk askerinin bir an önce adayı terk etmesini,
Türkiye’nin AB üyesi bir ülkede garantörlük hakkının olamayacağını talep
etmektedirler.
1974 harekâtından sonra adada değişen güç dengesine
rağmen BM-AB-ABD üçlüsü; Rum tarafını
adanın yasal hükümeti olarak tanımanın dışında; ada Türklerinin kurmuş olduğu
KKTC’yi yasal olmayan bir yapı olarak tanımlamakta, adanın yasal garantörü
Türkiye’yi adadaki işgalci güç olarak suçlamaktadırlar.
Yukarıda sıralamış olduğum gerçeklere
bakıldığında; gerek Türkiye, gerekse KKTC yöneticileri böylesi adaletsiz bir
çözümü kabul etmeyeceklerini; adada sırf anlaşma olsun diyerek ne Kıbrıs Türk
Halkının, ne de Türkiye’nin ada üzerindeki yasal ve tarihi haklarının göz ardı
edildiği bir anlaşmaya evet demeyeceklerini açıklamışlardır.
Ama daha da önemlisi 2019 yılında sona eren
müzakere süreci sonrasında; Türkiye’nin Dış işleri Bakanlığınca, sırf anlaşma
olsun denerek bir 50 yıl daha beklenmeyeceğinin altı çizilmiştir.
Bundan
sonraki süreç de Türkiye’nin yapmış olduğu bu açıklamaya göre şekillenecek,
büyük bir olasılıkla 2023 yılı öncesinde Türkiye, KKTC’nin uluslararası arenada
tanınması yönünde yeni bir süreci başlatabilecektir.