Atom ve İnanç

104

     Atomlarla ilgili bir konuyu ele almak düşündürücüdür. Üstelik bu, Fizik ve Kimya ilminin konusudur. Zerre ve atomların iki hareketini söz konusu ettik. Atomların hareketlerini ve sükûnlarını yani hareketsizliklerini, duruşlarının hikmetini ele almaya ve hükme bağlamaya çalıştık.  Tabii Tevhîdî ve Hikemî bir hükme.

     Peki, ama -akla geliyor işte- zerre ve atomların sükûn ve hareketlerini bilsek n’olur bilmesek n’olur? Çok şey olur değerli okur! O doğru biliş ve doğru bilmeyiş iki tohum olur. İki dal olur. İki filiz hâlini alır. Boy atıp ya gül ağacı olur. Boy atıp ya da zakkum ağacı olur. Biri misk gibi kokar. Misk ve anber hükmünde olan iman ve inanç nurunu etrafa saçar. Öteki zakkum çiçeği olarak açar. Küfür ve inançsızlık zulüm ve karanlığını etrafa dağıtır. Biri nur ve ışık yayar çevresine. Diğeri karanlığa boğar çevresini.

     İşte zerre ve atomların hareketlerini ve hareketsizliklerini doğru veya yanlış biliş ve yorumlayış; bu sonuçları doğurduğu ve doğuracağı için, bunun üstünde uzunca durduk. Onların hareket ve sükûnlarındaki asıl amacı, asıl fayda ve hikmeti iyice açıklamaya çalıştık. Çünkü zerre ve atomları başıboş sanmak, kendi başlarına hareket ediyor sanmak; Materyalist Felsefeyi doğuruyor. Ve materyalizmi, maddeciliği, her şeyi maddeye bağlamanın, her şeyi maddeden bilmenin insanlığın başına nasıl bir çorap ördüğünü gösteriyor. Nitekim öyle anlayış, öyle yorumlayış, insanlığın başına bela olmuş, insanlığı onlarca yıl titretmiş; hatta inim inim inletmiştir.

     Nitekim haksızlık; hak olarak ileri sürülmüş. Hâlâ da sürülmekte. Ya haklının küçük ve zayıf olanına değil, büyük ve kuvvetli olanına hakkı verilmiş veriliyor. Ya da haksız da olsa hak, ancak güçlü olana verilmiş veriliyor. Fazilet hafife alınmış alınıyor. Fırsatçılık makbul olmuş oluyor. Faydacılık asıl olmuş oluyor. Ahlâkın mânâsı kalmamış kalmıyor. Namus kavramı yok olmuş yok oluyor. Kısaca Allaha inanç kalmamış kalmıyor. Ahiret inancı silinmiş siliniyor.

     Ne zaman? Bütün bunlar zerre ve atomların faaliyetlerini yanlış bildiğimiz, yanlış yorumladığımız takdirde böyle oluyor. İşte şimdi niçin bu konuya eğildiğimiz daha iyi anlaşılıyor. Çünkü bu doğru ve yerinde izah ve açıklamalar yapılmayınca; insan zevk ve safa gayyasında kendini bulmuş buluyor. Üzüntü ve kederlerini sefahet şalının altına süpürmüş süpürüyor. Kendini avutmaya çalışmış çalışıyor.

     Fakat insan; açıklığa kavuşturduğumuz gibi, zerreleri vazifeli bilirse; bütün bunların aksi ve tersi

olur. Çünkü zerrelerin yaptıklarını zerreden bilmek, hava zerresinin yaptıklarını ondan bilmeye benzer. Oysa bir hava atomcuğunun ne kadar ağır bir yük altında kaldığını ve hepsinin de üstesinden geldiği, hepimizce bilinen bir şey.

     Sayısız dillerdeki sözleri radyolara ulaştırması, sayısız insan görüntülerini televizyonlara taşıması, bunları birbirine karıştırmaması, sayısız kokuları yine birbirine karıştırmadan bizlere sunması gösteriyor ki; bütün bunları zerre ve atomlar yapmıyor fakat zerre ve atomlara yaptırılıyor. Bütün bunları zerre ve atomlar etmiyor, onlara ettiriliyor. Kısaca kerameti onlardan bilmemek lâzım.

     İşte bütün bunları zerre ve atomdan bilmek; Arı’nın yaptıklarını Arı’dan bilmeye benzer. Oysa çeşit çeşit binbir çiçeğe konan Arı; zehirli çiçeklerin semtinden bile geçmez. Kimyayı bilmez ama kimyager gibi işler, terkip ve sentezler yapar, insanlara bal denen; tabii olan, tabiattan alınan şifalar sunar.

     Ama aynı Arı; her nasılsa kapalı bir odada mahsur kalsa, odadan çıkmak için pencerenin camına toslar durur. Camı görmez. Oradan geçemeyeceğini bilmez. Hep geçmek ister fakat aşağı yuvarlanır. Yine toparlanıp tekrar tekrar cama toslar. Ta ki düşüp ölene kadar buna devam eder. Evet ta ki tâkatten düşene kadar. Ve intihar edercesine ölür gider.

     Demek ki Arı’nın saydığımız insanüstü işleri Arı’nın işi değil. Evet Arı yapıyor gibi ama Arı’nın buradaki işlevi sadece işçilikten ibaret. Yani Arı ne yaptığını bilmeden çalıştırılıyor. Tıpkı zerrenin de yaptığı işten; zerrenin haberi olmaması gibi. Tıpkı nice mânâları taşıyan, nice anlamlar taşıtılan kitaplar; harflerin işi olmadığı gibi.

     Evet, bir taşıma var ama ne taşıdığını bilmezlik içinde olur bu iş. Tıpkı kitap taşıtılan eşeğin âlim olamayacağı gibi.

     Evet, atomları sahipli sanmaktan âhiret inancı; diğerinden yani atomları sahipsiz sanmaktan ise inkâr çıkmakta.

     Evet, atomu doğru anlayıştan, dünyada kötü şartlarda bile mânen mutluluk hâsıl oluyor.

     Aynı bakış Âhirette ise, hem maddeten hem mânen mutluluk sağlıyor biz insanlara.

     Zerre ve atomları yanlış yorumlamak; hem dünyada insanın başına çok işler açıyor. Hem de ebedî hayatını karartıyor. İnsanı sonsuz, bitmez tükenmez ıstırapların içine atıyor.

     İşte bütün bunlardan ötürü; zerre ve atom hakkında yazmaya iştiyak duyduk. Bu satırları kaleme aldık. Bir nebze de olsa.

Önceki İçerikAtom Mucizesi
Sonraki İçerikAbide Şahsiyetlerimizden, Kubbealtı Vakfı’nın kurucularından ve uzun süre başkanlığını yapan İlhan Ayverdi’yi İsmet Binark ile konuştuk.
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.