Gittiği her yerde, insanlar onun iman ve sevgi dolu gönlü etrafında hâlelenmiş olmalı ki, bu sevgi halkasını kırmaya çalışanlara hitaben:
“Adımız miskindir bizim, düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmazuz kamu âlem birdir bize.”
“Ben gelmedüm dâ’vi içün, benim işum sevi içün
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim”
diyerek gayesinin gönül yıkmak değil, kırgın gönülleri Allah sevgisi ile yapıp onlara güzellik ve sevgiyi nakşetmek olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü Yunus’a göre:
“Gönül Çalab’un tahtı, Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise.”
Yâni, Allah sevgisi ancak insanın gönlünde barınabilir. Gönül yıkan insan onun için, iki cihanda da bedbaht olacaktır.
Uzun ve hizmet dolu bir ömür süren Yunus Emre:
“Miskin Yunus ko sözünü, toprağa urgıl yüzünü
Toprağa düşmiyen dâne, âhir yine bitmez imiş”
diyerek artık hizmetinin ve meşakkatinin tamamlanmak üzere olduğunu, ebedî âlemde dirilebilmek için, bir dâne gibi toprağa düşmenin gerektiğini anlamış:
“Gelin tanışuk idelüm, işin kolayın tutalum,
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.”
şeklinde âdeta vasiyetini terennüm etmiştir. Nitekim dünya kimseye kalmadığı gibi Yunus’a da kalmamış ve bir ömür boyu tekrar ettiği:
“Ya elim al kaldır beni
Ya vaslına erdir beni”
duası kabul olmuş olmalı ki, dünya durdukça duracak bir ihlâs ve samimiyetle:
“Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selâm olsun
Ardımızdan hayır dua,
Kılanlara selâm olsun.”
diyerek gönül dostları ile vedalaşmış:
“Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin”
sözleriyle, ardından gösterişli törenler yapılmaması gerektiğini hatırlatarak, dünyadan birşey istemediğinden, kendisinden dünyalık dilek ve isteklerde bulunulmaması için, ölmesine rağmen hayata hükmeden bir velâyetle mezarını gizlemiştir.
Ardından binlerce ilâhî dolu bir divan, 573 beyitlik bir mesnevî, dünya durdukça imanlı gönülleri inşiraha getirerek yaşayacak bir sevgi bırakarak 1320-(1321) tarihinde, 82 yıllık gurbet
yolculuğundan sonra, asıl vatanına irtihal eylemiştir. (a.g.e., s.22-24)