Yesevî Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı ERDOĞAN ASLIYÜCE  

146

Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî Hazretlerini anlatıyor

Oğuz Çetinoğlu: Kısa bir Ahmet Yesevî yorumu yapar mısınız?

Erdoğan Aslıyüce: Bütün Kaynaklar onun 7 yaşında yetim kaldığını ifâde ediyor. Babası ölünce annesi de Sayram’da bulunan dayılarının yanına yerleşir ve orada vefat eder.

Sayram şehri Kaşgarlı Mahmud’un ölümsüz eseri Divanu Lügat-it Türk’te ; ‘Sayram: İsbicab veya Akşehir dahi denen Beyza şehrinin adı. Bu şehre Sayram dahi denir.’ Diye ifâde edilmektedir.

Dünyâya geleceği daha Hz.Peygamberimiz zamanında haber verilen ve İslâm büyüklerinden olacağı müjdelenerek Türk destan geleneklerine uygun olarak ve zengin kerâmetlere beslenerek ilk mürşidi olan Arslan Baba’dan ‘nefis’ terbiyesi alan Büyük Âlim Yusuf Hemadani’den (ö.1140) mânevî dereceler olarak şeyhine halife olup Buhara’da postuna oturduğu halde yerini Abdullah Gücdüvani’ye bırakıp kendisi Türkistan’a gelip dergâhını kurarak kararan gönülleri aydınlatmaya başlar.

O dönemde Yesi’deki konar-göçer Türk topluluklarının tek Tanrı inancının da olanlarla, Hıristiyan, Zerdüşt, Budist ve değişik inançlarda olanları İslâm’a dâvet eder…

Hoca Ahmed Yesevî, Arapça, Farsça bildiği halde Buhara’nın aksine Yesi’de derslerini Türkçe verir.

Uluğ Türkistan coğrafyasının klasik ve kutlu anlatım biçimi olan hece vezinli şiirlerine ‘Hikmet’ adı vererek hiçbir sanat endişesi taşımadan fikrî, dinî açıklamalarını Türkçe yaparak öğretme görevini yürüterek bütün Türk topluluklarının vazgeçilmezi olmuştur.

Kısaca söylemek gerekirse Türk milletini İslâm diniyle tanıştıran, Türk diliyle barıştıran kişi olmasından dolayı ‘Pir-i Türkistan’ diye anılan Türk-İslâm dünyâsının millî ve mânevî birliğini sağlayan büyük insanlardan birincisi Hoca Ahmed Yesevî’dir.

 Çetinoğlu: Ahmed Yesevî, Türk dünyâsının birliği ve mutluluğu için çalışan bir ulu kişi idi.  Bu yönü ile Türk milliyetçisidir.  Aynı zamanda tasavvuf ehlidir. Yâni mükemmel bir Müslüman’dır. Oysaki İslâmî hassasiyeti olan bazı dostlarımız; ‘kavmiyetçilik’ olarak algıladıkları milliyetçiliği, İslâmiyet’e aykırı buluyorlar. Buna karşılık bâzı Türk milliyetçileri de, Şamanizm özentisi içerisinde olmalılar ki, İslâmiyet’e şaşı bakıyorlar. 

Yesevî felsefesinin ışığında; milliyetçilik ve İslâmiyet ilişkisini tahlil eder misiniz?

 Aslıyüce: Hoca Ahmed Yesevî, Türkistan coğrafyasında Türk Tasavvuf şuurun uygulanmasında ilk büyük tesiri getiren bir ulu kişidir.

Yesevî, sanat endişesine hiç bağlı kalmadan şiirini sırf dinî, tasavvufî bir propaganda vasıtası gibi kullanmıştır.

Yesevîlik’in etkisinin büyüklüğünü ondan kaynaklanan Bektaşilik ve Nakşilik’in etkilerini de göz önünde tutmamız gerekir.

Ayrıca Hoca Ahmed Yesevî’nin yaşadığı coğrafyanın büyük çoğunluğu Türk olan ahalisine rağmen, birlik beraberlik yoktu. Çünkü toplum, henüz İslâmiyet’i ve onun getirdiği yeni dünyâ görüşünü tam mânâsıyla n anlayabilmiş ve benimseyebilmiş değildi.

İşte her şeyden önce birbirleriyle ihtilaflı olan değişik  inançlara sâhip olup Tek Tanrı inancı, Budizm, Şamanizm ve Paganizm’in kalıntılarını hâlâ yaşıyorlardı.

Bütün bunlara rağmen; Yusuf Hemadanî Buhara’da dergâhında Hoca Abdullah Berki (ö. M. 1160-61) ’nin ölümü üzerine şeyhlik Hoca Ahmed Yesevî’ye kaldığı halde, yerini Abdulhalik Gücdüvani’ye bırakarak Yesi şehrine döner ve orada Türkçe söyleyip, Türkçe yazarak Türk milletini hem diliyle hem de diniyle tanıştıran ve barıştıran olarak görevine devam etmiştir.

Bu arada Hz. Peygamberimizin hayatını çok iyi öğrendiği İslâm-ı Ehl-i Sünnet itikadını hiçbir tefrikaya sebep olmayacak şekilde düzenleyerek Allah katında kendine düşeni yapmamış olmakla suçlanacağını biliyor ve iman ediyordu.

Bu sebeple Yesi’de yakılan ocakta hoşgörüyle hiçbir din, mezhep ve ırk farkı gözetmeksizin bütün insanlığa hizmet etmeyi ve kararan gönülleri aydınlatarak kazanmayı kendine şiar edinmiştir.

Hoca Ahmed Yesevî, Hz. Peygamberimiz ve sahabelerin yaptığı gazalardan, kendinin nefsiyle yaptığı savaştan bahsedip ‘Hu Şemşirin kolga alıp nefsini kır’ der. Yani kılıç gibi keskin Allah adını anarak nefsini kır derken sanki Allah Allah sedâlarıyla gazileri savaşa yollar. Savaşla ilgili bir kıt’ası da şöyledir;

           Bu dünyâda yügrük atka mingüçiler

Harb küninde mübarizlik kılguçılar

            Elmas pulad kılıç kurnı çapkıçılar

            Ecel kilse begu hanı koymas imiş

Bu dünyâda yüğrük ata binenler, harp gününde savaş edenler, elmas çelik kılıç kuşağı kuşananlar, ecel gelince beyi, hanı koymaz imiş’ diyen Hoca Ahmed Yesevî bir yandan gazileri fethe yüreklendirirken bir yandan da ölümün herkese geleceğini hatırlatıp;  ‘Ölürseniz Tanrı yolunda ölün’ demek ister.  İslâm’ı yaymak için hak yolunda ölmek Türk-İslâm gazilerinin en büyük ideali olmuştur. Ahmed Yesevî Türkistan Türklüğünü kuzeye ve batıya yapacakları akınlar için hikmetleriyle teşvik edip yönlendirmiştir.

HocaAhmed Yesevî;

Yol azığınızı düzün, güçlüklere karşı hazırlıklı olun, yarı yolda kalmayın!’  Diyerek, Anadolu yollarına Oğuz boylarını fethe göndermiştir.

Şüphesiz ki, târih boyunca birçok şom ağızlı da çıkmıştır. Her olayı bağnaz ve tutuculukla yorumlamıştır.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in 49.suresi olan El-Hucuret suresi 13. âyetinde;

Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden (Âdem ile Havva’dan) yarattık. Hem de sizi soylara ve kabilelere ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız (kim olduğunuz sorulunca, bağlı bulunduğunuz soy veya milletinizin adını söyleyesiniz). Biliniz ki, Allah katında en iyiniz takvası en ziyade olanınızdır (şeref, soy ve neseple değildir). Şüphe yok ki Allah Âlim’dir. = Herşeyi bilendir, Hâbirdir, Herşeyden haberdardır.

Zinhar Türk’üm demeyin dinden çıkarsınız!’ diyenler kendi soylarını ve aşiretlerini ilân etmişlerdir.

İslâmiyet’e şaşı bakıp Şamanizm özentisi olanlar öncelikle Şamanizm’in Mançurya’dan geldiği ve bir din anlayışı olmadığını da bilmeleri gerekir.

Çetinoğlu: Ahmed Yesevî, derin ve engin Peygamber muhabbeti ve öğretileriyle ‘Sünni Müslüman’ sıfatına uygun bir yapıya sahip. Buna rağmen Alevîler sâhipleniyorlar. Yesevî Hazretleri, ‘İslâmiyet’in  özel bir yorumu’ olarak kabul edebileceğimiz  Alevîlikle ilişkilendirmek mümkün olsa bile, tamamen Alevîliğe terk edilebilir mi?

Aslıyüce: Şüphesiz ki, Hoca Ahmed Yesevî’deki engin peygamber sevgisini Fuat Köprülü bir Yesevî dervişini kaynak göstererek şöyle ifâde eder:

Hz. Peygamberimizin gazvelerinin birinde Ashabı Kiram çok acıkmış ve Hz. Peygamberimizden yiyecek istemişler, Hz. Muhammed (s.a.v)’in duası üzerine Cebrail (a.s.) cennetten bir tabak hurma getirdi. Ancak dağıtım sırasında bu hurmalardan biri yere düştü. Cebrail (a.s.) bu düşen hurmanın gelecekte ümmetin hayırlılarından olacak Ahmed’in nasibi olduğu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, sahabesi içinden kimin bu emâneti Ahmed’e vereceğini sordu. Arslan Baba bu göreve tâlip oldu ve Hz. Peygamber düşen hurma tanesini eliyle Arslan Baba’nın  ağzına yerleştirdi. Hemen hurma üzerinde bir perde zâhir oldu ve Hz. Peygamber, Arslan Baba’ya Ahmed’i nasıl bulacağını târif ve tâlim ederek onun terbiyesi ile meşgul olmasını emretti.

Arslan Baba aldığı emir üzerine Uluğ Türkistan’ın Sayram şehrinde Ahmed’i 7 yaşında buldu:

Okula giden bir çocuk gördü ve selam verdi. Çocuk selâmı iâde etti ve sordu:

– ‘Ey Baba hani emânetim?’ dedi.

Arslan Baba şaşırdı.

– Sen bunu nereden biliyorsun?

Bana Allah bildirdi.

Arslan Baba adının Ahmed olduğunu öğrenince emâneti sâhibine verdi.

Yedi yaşına kadar birçok yüksek mânevî rütbelere yükseldikten sonra Arslan Baba’nın terbiyesi ile yüksek bir olgunluk mertebesine erişen Ahmet, yavaş yavaş şöhret kazanmaya başladı. Olgunluk çağında 27 yaşında da büyük âlim Yusuf Hemadini’ye (ö.1040) intisap etti.

İmam-ı âzam, Ebu Hanife (599-670), Buhari (810-869), Büyük Türk Bilgini İmam Mâtrudî (852 ?-944) ve  Yusuf Hemedânî gibi büyük İslâm bilginlerinin izinden yürüyen Ahmed Yesevî, hakîkat mertebesine ulaşabilmek için ibâdet ve riyâzeti tavsiye eden, ancak Hak yolunun meşakkatli olduğunu ifâde ederek önce nefsin öldürülmesi gerektiğini nefsinde tatbik ederek Ehli Sünnet yolundan ayrılmadan itikadî  olarak ta Mâtrudî yolunu tâkip etmiştir. Yesevlik  13. yüzyılda Yesevî dervişleri vasıtasıyla Anadolu coğrafyasına gelmiştir. Anadolu’daki onlarca Yesevî yolcularından bazıları Hacı Bektaş-ı Veli, Sarı Saltuk, Ahi Evren, Geyikli Baba, Şeyh Sadreddin Konevi ve diğerleridir. Somuncu Baba ve Hacı Bayram-ı Veli de aynı altın halkanın temsilcileridir.

Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri bir gün Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’ye buyurdu:

     ‘Eğer her zaman Cenab-ı Hak ile konuşmak istersen şu rübaiyi dilinden düşürme:

Sensiz benim bir dem karara mecalim yok,

İyiliklerini saymaya imkânım yok

Tenimdeki her tüy eğer dillense

Binde bir şükrümü yerine getirmeye imkânım yok

Hayatın boşluğa tahammülü olmadığı gibi Hoca Ahmed Yesevî’ye Hacı Bektaş-ı Veli bağlıları sâhip çıkmışlardı. Hem iyi de etmişler yoksa tamamen unutulacaktı.

Kimin kime sâhip çıkması hiç önemli değildir. Hoca Ahmed Yesevî’yi Divan-ı Hikmet’nden, Hacı Bektaş-ı Veli’yi de Makalat’ından tanımalıyız.

Hoca Ahmed Yesevî, İslâm’ın inanç, ibâdet ve ahlâk ilkelerini hep savunmuş ve bunları Türklere sevdirmiştir.

Divan-ı Hikmet de Yesevî’nin İslâmiyet anlayışının göstergesi değil mi?

            ‘Sünnetleri muhkem tutup ümmet oldum Ebu Bekir, Ömer, Osman, Murtaza’ya Emri

Maruf, Nehy-i Münker bilip kılsa namaz, oruç, tövbe üzre varanlar Fâsık, Fâcir havalanıp yere basmaz oruç, namaz, kaza kılıp, misvak asmaz Resullah sünnetinde değer vermez günahları günden güne artar dostlar şeriatı, tarikatı bileğimde sen oruç, namaz Kadir’imin farzı olur. Gördüğü anı inanan Ebu Bekr-i Sıddık’tır. İkinci yar olan adâletli Ömer’dir. Üçüncü yar olan hayâ sahibi Osman’dır. Dördüncü yar olan Hak Aslanı Ali’dir.’

Türkler arasında Emevi ve Abbasi zulmünden kaçanlar, Türklere Ehl-i Beyt’in uğradığı haksızlıkları dinledikçe sempati duymuşlardır. Müminlerin tamamı da Ehl-i Beyt’i sevmişlerdir. Yesevîlik bütün Türklerin zevkine ve ruhuna hitap etmiştir. Yesevîlik’in sevilmesi mânevî değerlerimizde birleşmede en önemli rolü oynamıştır.

Çetinoğlu: Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî’nin Anadolu’nun Türkleşmesi – Müslümanlaşması için Mevlana Celâleddin-i Rumi, Hazretleri, Yunus Emre ve Hünkâr Hacı Bektaş Veli’yi görevlendirdiği belirtilir. Bu konuya da itirazlar var. İnançlı bir Yesevî muhibbî olmanız hasebiyle yorumunuzu alabilir miyim?

Aslıyüce: Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’nin Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasındaki rolü sorunuza şöyle cevap vermek isterim:

Anadolu coğrafyası taa M.Ö. 2200 târihinden beri Türk’tür. Konuyu uzatmamak için sâdece birkaç örnek vereceğim. İlhanlı hükümdarı Gazan Han tarafından Târihçi Reşidüddin’e 1297’lerde yazdırılan Oğuzname’ye göre M.Ö: 680’de Oğuzhan Anadolu’da idi.

M.S. 395 yılında sadece Doğu Karadeniz ve Kelkit Vadisi’ne yerleştirilen Kıpçaklar  100.000 çadır (100.000 X 5= 500.000 kişi) idi. Yine Sibirya’ya adını veren Sabirler 508 târihinde Anadolu’da 100.000 kişilik ordu çıkarıyordu.

Malazgirt Savaşı’ndan önce 1048’de Pasinler Savaşı’nda Doğu Roma Ordusunu perişan eden İbrahim Yınal tam 100.000 kişi esir, 15.000 araba yükü ganimet almıştı.

Anadolu’nun Müslümanlaşması olayında Mevlana Celaleddin-i Rumi’yi bir kenara bırakırsak en önemli unsur Ahi Evren ve Hacı Bektaş-ı Veli çok önemli görevler üstlenmişlerdir.

Anadolu’nun Müslümanlaşmasında âşık Paşazade’nin ifâdesiyle;

            Anadolu Gazileri

            Anadolu Ahîleri

            Anadolu Abdalları

            Anadolu Bacıları

çok önemli itici güç olmuştur.

Ahî Evren’in Anadolu’da ticârî hayatın mimarı olarak otuz meslek kuruluşunu teşkilatlandırdığını biliyoruz.

Hünkâr-ı Hacı Bektaş-ı Veli’de konar-göçer Türk boylarının yerleşik hayata geçmesinde en önemli rolü oynamıştır.

Efendim, ülkemizde maalesef müspet olan birçok konuya bilip bilmeden itiraz olduğu gibi bu konunda da itirazların olması normaldir.

Çetinoğlu: Alevî vatandaşlarımız,  yalnız Ahmed Yesevî’yi değil, Yunus Emre’yi de kendilerine mal ediyorlar. Bu konuda diyecekleriniz var mı?

Aslıyüce: İfade ettiğimiz gibi Alevî vatandaşlarımız Hoca Ahmed Yesevî gibi Yunus Emre’yi de kendilerine mal ediyorlar.

Alevîlerin hemen hemen hepsi Oğuz Türklerinin çeşitli oymak ve aşiretlerindendir. Yani Türk oğlu Türk’türler.

Hoca Ahmed Yesevî ile Yunus Emre de Türk oğlu Türk olduklarına göre Alevî kardeşlerimizin iki Alperen derviş gaziye de sâhip çıkmaları gayet normaldir.

Hayatın boşluğa tahammülü yoktur. İyi ki o kardeşlerimiz sâhip çıkıyorlar. El Burini’ye, El Farabi’ye biz sâhip çıkmadığımız için Acemler sâhip çıkıyor.

ERDOĞAN ASLIYÜCE   Kırıkkale ili, Delice ilçesi, Büyükyağlı kasabasında 1946 yılında doğdu. Babası Ümmetoğulları’ndan Mehmet, annesi Pırıklı köyü eşrafından Hasan Aykanat’ın kızı Nuriye Hanımdır. İlkokula köyünde başladı. Kırıkkale Atatürk İlkokulunu bitirdi. Ortaokulu Kırıkkale’de tamamladı. Liseyi Konya Karatay Lisesi’nde dışarıdan bitirdi. Çalışma hayatına 1970’de MKE- Silah ve Tüfek Fabrikası’nda Kırıkkale’de başladı. Kırıkkale, Seydişehir, Bursa ve Konya’dan sonra 1982’de İstanbul Türk-Metal Sendikası kurucu başkanı oldu. 1996 yılında Türk-Metal Sendikası’nın İstanbul Şube Başkanlığı’nı bırakana kadar aktif sendikacı olarak tanındı.   1972 yılında gönüldaşlarıyla Kırıkkale’de Dur Yolcu Gazetesini, 1980’de de Konya’ da arkadaşlarıyla Konevi Dergisi’ni çıkardı. 1987’de İstanbul’da çıkardığı aylık İstanbul Metal İşçileri Dergisi’ni 54 sayı devam ettirdi.   1 Mart 1993’te İstanbul ’da Hoca Ahmed Yesevî Vakfı’nı kurdu. Küçükayasofya semtindeki Hüseyinağa Medresesi’nin Bakanlar Kurulu kararınca vakfa tahsisini sağladıktan sonra burayı restore edip Hoca Ahmed Yesevî Vakfı Kültür Merkezi yaptı.1994’te Yesevî Yayıncılık şirketini kurdu. Ocak 1994 târihinden itibaren aylık Sevgi Dergisi Yesevî’yi yayınlamaktadır. Dergi, halen yayınına aralıksız devam etmektedir.Yine 1994’te Türk Dünyâsı İncelemeleri Dergisi BİR’i yayın hayatına kazandırdı. Türkiye’nin çoğu ilini köy köy gezdi. Yurt dışında Japonya, Çekoslavakya, İngiltere, Kanada, ABD, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Yugoslavya (Sancak), Romanya, Tuva, Hakasya, Altay Ülkesi, Tataristan, Başkurtistan, Altay Cumhuriyeti, Hollanda, Almanya, İsviçre, Tayland, Sudan, Taiwan (eski milliyetçi Çin), Hongkong, Kırgızistan, Özbekistan, İsrail, Arnavutluk, Moldovya, Gagavuz Yeri, Pridnestrovya, Singapur, Suriye, Yakutistan ve Bosna Hersek’i gezdi. Bu ülkelerde görüp yaşadıklarından 28 kitap yazdı. Gezilerinde, klasik seyyahlar gibi sadece gördüklerini değil, o yerin târihini, sosyal yapısını, siyasî analizini ve tam bir gerçeklikle güzellikleri ve çirkinliklerini aktardı. Bu tarzıyla kendine has bir gezgin tipini oluşturdu.   Erdoğan Aslıyüce’nin 50’ye yakın kitabı yayınlanmıştır.  
Önceki İçerikKonferans’a Davet
Sonraki İçerikBir Ama Pîr Konuşma
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.