Tıp İlminde Bir Altın Halka: Türk – İslam Tıbbı

93

(Söz Sırası Gençlerde – 30 Aralık 2005)

Türkçe’de hekim ve hekimlik anlamında kullandığımız tabip ve tıp kelimeleri Arapçadır. Tabbe kökünden gelir.”İşin ehli olma, bir işte usta olma, o işin imini bilme “anlamına gelir.

Tıp ilmi ne kadar bilimsel olmaya çalışırsa çalışsın yine de sanat yönü ağır basar. Çünkü bilimsel olmasının yanında sosyal ve kültürel yönleri de olan bir bilimdir.

Mesleğin bilim tarafı eğitim programları içinde verilirken sanat tarafı uzun tıp eğitimi sırasında, hasta başında hoca-öğrenci ilişkisi içinde öğretilir.

Bu bakımdan tıp, bilimleşmiş bir sanat, teknik bir disiplindir.

Yani “Tıp bir ilim, hekimlik ise bir sanattır.”

Hiçbir büyük buluş bir kişinin veya bir kültürün ürünü olmayıp, insanlığın binlerce yıldır gerçekleştirdiği birikimlerin sonucudur.

İlim ve medeniyet milletten millete, bölgeden bölgeye aktarılmış, devamlı olarak bir milletin veya toplumun malı olmamıştır.

“Yeryüzünde vücut acısının koparttığı ilk çığlık, hekim çağıran ilk ses olmuştur. Ancak bu sese ne zaman cevap verildiğini bilemiyoruz.”

Tababetin ne zaman başladığı sorusuna cevap vermek güçtür. İnsanın yarasını deşmesiyle ve hasta organını kesip atmasıyla değil, sarmasıyla başlamıştır. Dolayısıyla yeryüzünün en eski mesleklerinden biridir.

Zamanla insanlar, doğal ortamda yaşayan hayvanların bazı bitkileri çok iyi tanıyıp, faydalı ve zararlıyı ayırdıklarını, hastalandıklarında hangi bitkiyi yediklerini gözlemlemişler ve bunları kendi hastalıklarında kullanmaya başlamışlardır

İslamiyet Öncesi Türk Toplumlarında Tıp

Uygurların yerleşik düzene geçmesine kadar , Orta Asya coğrafyasında genelde göçebe topluluklar halinde bozkır kültürünü yaşayan Türk topluluklarında bilimsel bir tıptan bahsetmek mümkün değildir.

Tabiata ve doğaya yakın yaşayan atalarımız sağlık problemlerini dini inançların hakim olduğu halk hekimliği ile gidermeye çalışmışlardır.

İslam öncesi Orta Asya Türk tıbbında uygulanan tedavi metodları açısından iki yaklaşım görüyoruz.Biri kam ve baksı denilen,büyücü hekimlerin yürüttüğü tıbbi anlayış,ikincisi ise otaçı, emeçi veya atasagun denilen, ilaçlarla ve maddi tedavi yöntemleri ile tedavi etmeye çalışan hekimlik anlayışı.

Türk toplumunda bilimsel anlamda tıp anlayışı ancak Türklerin topluluklar halinde İslamiyeti kabul etmelerinden sonra gelişmiştir.

İslam Tıbbı

Ortaçağ İslam Tıbbı

Bu devir tıbbına Arap Tıbbı da denmektedir.Arap Tıbbı Araplara ait tıp anlamında değil,Arapça’nın bilim dili olarak kullanıldığı tıp anlamına gelmektedir.

Doğu ,Ortaçağ boyunca en parlak dönemini yaşamıştır.

Bu dönem tıbbını ikiye ayırabiliriz.

1.Dönem : Çeviri-Tercüme Devri (8-10. y.y)

İlk pozitif tıp anlayışı Yunan’da görülmekle birlikte Doğu Roma ile Batı Roma’nın birbirinden ayrılması,dini açıdan bazı farklı görüşlerin ortaya atılması, bilim adamlarının bu yörelerden uzaklaştırılmasına sebep olmuştur.Pozitif düşüncelerinden dolayı kilise tarafından aforoz edilen Nasturiyenler ,doğuya Edessa (Urfa) ’ya sürgüne gönderilmiştir.Burada tıp okulu ve hastane açan Nasturyenler bir süre sonra da Cundişapur bölgesine sürüldüler. Böylece bilim doğuya kaymış , İran dolaylarında Cundişapur ekolü kurulmuş oldu(6. y.y). Arapların buraları almasıyla birlikte bilimin üzerinde Arap etkisi görülmeye ve İslam kültürü / tıbbı gelişmeye başladı.

Bu ekol taraftarları:

-Eski Yunan eserlerini Hint,Çin ve İran kültürü ile birleştirerek zengin bir bilgi birikiminin ortaya çıkmasını sağladılar.

-Asur dili olan Süryani dilini bilim dili olarak kullanmışlardır.Bir çok değerli Yunan eseri Süryanice’ye oradan da Arapça’ya çevrilmiştir.

-İslam’da okul ve hastane fikrinin gelişmesini sağlamıştır.

-İslam tıbbı bu çeviri eseler sayesinde zenginleşti.Batı ve Doğu kültürü birbirine karıştı,Doğu’da ileri bir kültür / bilim doğmaya başladı.

Cundişapur Hastanesi doktorlarından Buhtişu ve ailesi dört nesil boyunca bir taraftan Bağdat sarayının özel hekimliğini yaparken,bir taraftan da tercüme işleriyle uğraştılar. Emeviler döneminde de devam eden kitap çevirileri Abbasi devletinin ilk döneminde Beytü’l Hikme ile canlılık kazandı.Halifenin daveti ile Hintli bilim adamları Bağdat’a gelmişler, Bizans’ın önemli şehirlerinden kitaplar getirtilmiş,hatta savaş tazminatı olarak hükümdarlardan ellerindeki kitaplar istenmiş,bir kitabı bulabilmek için bazen uzun seyahatler yapılmıştır.Kitaplar Arapça,Yunanca,Süryanice’yi çok iyi bilenler tarafından çevriliyor, tercüme edilirken bazen çevirmenin ağırlığınca para ödeniyordu.

Çekirdeği halife Mansur tarafından oluşturulan Beytü’l Hikme daha sonra torunu Harun er-Reşid ile gelişmiş ve düzenli işleyen bir akademi haline gelmiştir.Beytü’l Hikme de toplanan kitap sayısı Ortaçağ dünyasında hiçbir bölgeyle kıyaslanamayacak kadar çok idi.

Beytü’l Hikme daha sonra yerini, Musul , Büst ,Bağdat , Kahire , Şiraz , Rey ve Kayravan’da kurulan daru’l-ilm/daru’l-kütüb’lere bırakarak tarih sahnesinden çekilmiştir.

İki yüz sene kadar süren tercüme döneminde Hipokrates , Galenus ,Efesli Rafus , Çaraka, Zantah gibi bir çok Yunan ve Hint tıp bilgininin eserleri Arapça’ya aktarılmıştır.Sonuçta antikitenin tıbbi mirasını özümseyen Müslüman hekimleri kitaplarda yazılı olanlara,kendi tecrübelerini de ekleyerek orijinal tıp kitapları ortaya koymuşlar,kurdukları sağlık kurullarında verdikleri tıp eğitimi ile bütün Ortaçağda, yaklaşık altı yüzyıl boyunca Doğu ve Batı dünyasında tıbbın önderi olmuşlardır.

2. Dönem : Telif Devri ( 10-11. y.y)

İslam tıbbının en parlak dönemini yaşadığı çağlardır.Çevrilen eserlere kendi bilgi ve tecrübelerinin eklenmesiyle yeni eserler verilmiştir.

Ortaçağ İslam tıbbının tıp tarihinde önemli yere sahip olan hekimlerinden birkaçını anacak olursak;

-ALİ BİN RABBEN TABERİ (…-860):En önemli eseri olan Firdevsü’l Hikme,İslam tıbbının en önemli kaynaklarındandır.Hint,Yunan,İran ve Arap tıbbına ait birçok bilgi ihtiva eder.Başta Ebubekir er_Razi , İbn Sina olmak üzere bir çok hekime kaynaklık etmiştir.

-HUNEYN BİN İSHAK (810-873):Eğitimi sırasında Yunanca’yı öğrenmiş,temel kaynakları toplamıştır.Halifenin özel hekimi Buhtişu tarafından daha 17 yaşında iken Beytü’l Hikme’ye çevirmen olarak alınmıştır.

Mütevekkil-alellah’dan sonra tahta geçen dört halife döneminde yüksek mevkilerde bulunmuş,halifenin özel hekimliğini yapmıştır.Eserleri arasında Kitabu’l-‘Aşr makalat fi’l-Ayn (Göz üzerine on makale) ,göz hastalıkları üzerine yazılmış en eski eserdir.

-EBU BEKİR ER-RAZİ (865-925):Rey şehrinde doğmuştur. Edebiyat, felsefe, matematik ve astronomi dallarında eğitim gördükten sonra tıp ilmine merak salmış ve kendini bu yönde yetiştirerek tıp tarihinin en büyük hekimlerinden biri olmuştur.Büyük bir kısmı tıbba ait olmak üzere iki yüzden fazla kitap ve risale yazmıştır.

Kitabu’l Havi:25 ciltlik olduğu tespit edilen eser, Yunan,Hint,Süryani ve İslam tıbbına ait literatürü aktarması yanında yazarın bir ömür boyu edindiği bilgileri ve tecrübeleri içermesi bakımından Ortaçağın en önemli orijinal tıbbi eserlerinin başında gelir.Avrupa tıp fakültelerinde uzun süre ders kitabı olarak okutulmuştur.

Kitabu’l-Cederi ve’l Hasbe:Dünyada çiçek ve kızamık hastalığı hakkında yazılan ilk eserdir.İki hastalığın tanımını yapmış ve farklarını ortaya koymuştur.Çiçek hastalığının bulaşıcılığına değinilen ilk eserdir.

-AMMAR BİN ALİ (…-1010):İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük göz hekimlerinden biridir.

-EBU’L-KASIM ZEHRAVİ(…-1013): Kurtubalı olan ünlü hekim; kısaca et-Tasrif olarak anılan eseri ile bütün Ortaçağ cerrahlığını etkilemiş,bir bakıma modern cerrahlığın kurucusu olmuştur.Kitap,birçoğunu kendisinin geliştirdiği ,operasyonlarda kullanılan , neşter, küret, forseps, kıskaç v.s gibi 200 kadar aletin resimlerini, tariflerini ve bazı ameliyatların da resimlerini,birçok cerrahi hastalığın tariflerini, tedavilerini ve daha birçok yeniliği ihtiva eder.Yazıldığı andan itibaren batı dünyasında büyük ilgi görmüş, Latince, İbranice ve Fatih zamanında da Türkçe’ye çevrilmiştir.

-İBN SİNA (980-1037):Öğrencisine yazdırdığı hayat hikayesi sayesinde,diğer İslam filozof ve hekimlerine nazaran daha fazla bilgiye sahip olduğumuz İbn Sina,Ortaçağ İslam dünyasında Şeyhü’r-reis , batılılarca Avicenne olarak tanınmıştır.On altı,on yedi yaşlarında döneminin hemen bütün ilimlerini öğrenmiş ve tıpta da bir otorite olmuştur.Bu sırada Samani hükümdarının hastalığını iyileştirmesi üzerine saraya alınmış ve buradaki zengin kütüphaneden faydalanmıştır.Yirmili yaşlarında ülkede baş gösteren karışıklıklar yüzünden Buhara dan ayrılmak zorunda kalmış ve ölümüne kadar geçen otuz altı yıl boyunca Nesa, Tus, Rey, Isfahan,Hamedan gibi şehirlerde hükümdarlara hekim,vezir,danışman olarak hizmet vermiş,zaman zaman da siyasi tutuklu olmuştur.

Tıp,felsefe,matematik,biyoloji,psikoloji v.b. devrinin hemen bütün ilim dallarında iki yüzden fazla eser veren İbn Sina’nın politika,göçler ve mahkumiyetler içinde geçen ömrüne bu kadar çok eseri nasıl sığdırdığına şaşmamak mümkün değildir.

İbn Sina,

-Hekimlikte gözlem ve deneye önem vermiş,

-Farmakoloji(ilaç bilimi) yi geliştirmiş,

-Boğulmalara karşı tedavi yöntemleri geliştirmiş,

-Diyabet üzerine çalışmış,

-Ve cünnulcuma denilen küçük şeylerin (mikrop fikri) hastalık yaptığı görüşünü ortaya atmıştır.

En büyük tıbbi eseri,batılılarca Tıbbın İncil’i ,mukaddes kitabı olarak kabul edilen el-Kanun fi’t-Tıb dır.Yaklaşık bir milyon kelimelik ansiklopedik tıp kitabı olan Kanun,antik Yunandan beri gelen dağınık tıbbi bilgileri sentez ederek sistemleştirmiş,yazarın şahsi gözlemleriyle güncelleştirilmiş,bu özellikleriyle de yüzyıllarca doğu ve batı da ders kitabı olarak okutulmuştur.

12. y.y da Latince ‘ye Canon adıyla tercüme edilen eserin yazma nüshaları matbaanın icadına kadar kullanılmış, son baskısı 1658 de olmak üzere 15. ve 16. yüzyıllarda çeşitli şerhlerle otuz beş defa basılarak 17.yüzyılın sonlarına kadar Avrupa tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur.Ayrıca İbranice’ye de çevrilmiştir.

-İBNÜ’N NEFİS(…-1288): Şam ’lı olan hekim,anatomi üzeride çalışmalar yapmıştır.Tıp tarihindeki en önemli başarısı küçük kan dolaşımını keşfetmesidir.Bu teziyle İbn Sina’nın ve Galenus ’un kan dolaşımı ile ilgili tarifini de çürütmüştür.Bu görüş 1553’te Michael Servetius tarafından kendi görüşü gibi takdim edilmiştir ancak 1924 yılında Mısırlı doktor Tantavi’nin yaptığı doktora çalışmasıyla, küçük kan dolaşımının ilk olarak İbnü’n Nefis tarafından ortaya çıkarıldığını göstermesinden sonra bu gerçek, bilim dünyasınca kabul edilmiştir.

-ALİ BİN İSA

-CABİR

-FARABİ

-BİRUNİ

-MECUSİ ALİ BİN ABBAS

devrin ünlü hekimleri arasında öne çıkan diğer isimlerdir.

İslam Medeniyetinde Hastaneler

Doğu dünyasının bir kurumu olan darüşşifaların en gelişmişi İslamiyet’in ortaya çıktığı sıralarda Cundişapur’da faaliyetini sürdürmekteydi.İran’ın fethi sırasında Cundişapur’daki hastaneyi tanıyan Müslümanlar bunu örnek bir kurum olarak belirleyip bir çok şehirde benzerini yapmışlar ve geliştirmişlerdir.

Tam teşkilatlı ilk İslam hastanesi Abbasiler döneminde yaklaşık 800 yılında Harun er-Reşid tarafından Bağdat’ta kurulmuştur.9-17. yüzyıllar arasında Endülüs’ten Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada bir çok darüşşifa kurulmuştur.

Adudi,Nureddin ve Kallavun hastaneleri Ortaçağ’ın en tanınmış darüşşifaları olduğundan kaynaklarda bunlardan daha geniş bahsedilmektedir.

Dicle nehrinin kenarında yaptırılan Adudi hastanesinde tanınmış 24 hekim çalışmaktaydı.Hasta bakımının yanında tıp eğitiminin de verildiği bir kurumdu.Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in emriyle onarılan , büyük gelir kaynaklarıyla vakıf olarak işletilen hastanenin ,bir saray gibi konforlu olduğu dönemin gezginleri tarafından anlatılmıştır . Moğolların 1258 yılında Bağdad’ı ele geçirmeleri sırasında tahrip edilmiş ve bir daha ayağa kalkamamıştır.

Bu hastane İslam hastaneleri tarihinde teşkilat,hekim ve personel kadrosu ,tedavi,tıp eğitimi ve uzmanlaşma konularında önceki hastanelerden çok daha ileri bir aşamayı temsil eder.

Yapı olarak orijinal haliyle günümüze ulaşan en eski hastane olan, 1154 tarihli, Şam’daki Nureddin hastanesi , Nureddin Mahmud Zengi tarafından yaptırılmıştır.Ortasında bir havuz,etrafında dört eyvanı ,hasta odaları, tuvalet ve banyoları ihtiva etmektedir.

Hastalarına, manastırda papazlar tarafından, tedaviden ziyade son günlerini huzur içinde geçirmesi için ayrılmış odalarda bakmaya çalışan Avrupa,hastaneyi Endülüs ve Sicilya yolu ile Haçlı Seferleri sırasında tanımış,13. yüzyıldan itibaren benzerlerini kurmaya başlamıştır.

İslam toplumu; Çin,Hint ve Avrupa ile doğrudan temas halinde olduğundan üç kültür ve medeniyet ancak İslam toplumları aracılığıyla ilişki kurabilmiştir.

İslam kültür ve medeniyeti için ayırıcı özellik ilimdir.İslam dini ilim dini,İslam medeniyeti de ilim medeniyetidir.Bu kavram İslam’da sahip olduğu değeri başka hiçbir inanç sisteminde kazanmamıştır.

Müslümanlar bu gücü tam olarak benimsedikleri sürece insanlık tarihinin medenileştirici gücü olmuşlar,bunun dışına çıktıklarında ise hayatın her alanında geri kalmışlardır.

İslami Dönem Türk Tıbbı

İslami dönemde Orta Asya’dailk hastane Karahanlı Böri Tigin Tamgaç Buğra Karahan’ın (1052-1068),Hakani Türk sülalesinin batı kolunun merkezi olan Semerkand’daki evlerinden birini darü’l-merza olarak tahsis etmesiyle kurulmuştur.Darü’l-merza,dönemin diğer mimari eserlerinde olduğu gibi tipik dört eyvanlı Orta Asya evi tarzında idi.Bu özellik daha soraki Selçuklu darüşşifalarında da aynen kullanılmıştır.

Haziran 1066 tarihli vakfiyesinde hastanenin her türlü giderini ve masraflarını karşılamak amacıyla Semenkand’ın bin mahallesi ve bir hamamının geliri vakfedilmiştir.Bu vakfiye,Osmanlı devrinin sonuna kadar devam edecek İslami dönem darüşşifa vakfiyelerinin prototipi olarak kabul edilir.

SELÇUKLU DÖNEMİ TÜRK TIP TARİHİ

Büyük Selçuklular’ın ilmi ve medeni hayatı,İslam medeniyetinden ayrı düşünülemez.Budönemde Türk ülkelerinde doğup büyüdükleri halde eserlerini devrin bilim dili olan Arapça ile yazmış olan İbn Sina,Biruni gibi tıp büyükleri,diğer Müslüman milletlerce de benimsenmiştir.Ümmet anlayışının egemen olduğu bir ortamda bu ilim adamlarının milliyetlerinden bahsetmeleri beklenmemelidir.Bu nedenle İslami dönem Anadolu dışında Türk tıbbını İslam medeniyeti içinde ele almak daha uygun olmuştur.

Ayrıca harap olmuş hastaneleri de tamir ettirmişler,ordu için deve ile taşınan seyyar hastaneler kurmuşlardır.

Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’ya yoğun Türk göçleri olmuş,kısa zamanda Türk yurdu olan bu toprakların ticari yolları barındırması sebebiyle Selçuklular zengin bir devlet oluşmuştur.Kervan yolları üzerinde nüfusları yüz bini aşan Kayseri,Sivas,Konya gibi şehirler önemli medeniyet merkezleri haline gelmiştir.Bu şehirler cami, hamam, medrese, imaret, darüşşifalarla donatılmıştır.

Eğitim öğretimin ilk kurumsallaştığı yer olarak sayılan medreseler Büyük Selçuklular ile başlamıştır.Bu dönemde açılan Nizamiye medresesi ve hastanesi ile medrese geleneği hem doğuyu hem batıyı etkilemiştir.

Bu dönemde hakimiyetleri altındaki topraklarda darüşşifalar,bakımevleri hamamlar yaptırmışlardır.Bunlardan ilki Alparslan tarafından Nişabur’da yaptırılmıştır.Melikşah Bağdat’ta Bimaristan-ı Tutuşi, Selahaddin Eyyubi Kahire’de,Fustat ve Akka’da Nureddin Zengi Halep ve Şam’da hastaneler yaptırmıştır.

Özellikle 2.Kılıçarslan ve Alaeddin Keykubat zamanında Türk-İslam dünyasından davet edilen ilim ve sanat adamları, Anadolu’ya yerleşerek bilim ve sanatın ilerlemesine yardımcı olmuşlardır.

Hekimler

1-HEKİM BEREKE:Anadolu’da Türkçe ilk tıp kitabını yazan tabiptir.

2-EKMELEDDİN MÜEYYED EN-NAHÇUVANİ:Sarayın,devlet erkanının ve Mevlana çevresinin hekimliğini yapan,Mevlana tarafından “özü doğru oğlumuz “iltifatına layık görülen dönemin tanınmış hekimidir.

3-GAZANFER TEBRİZİ:Ekmeleddin ile birlikte Mevlana’nın ölüm döşeğinde yanında bulunan kişilerdendir.Biruni’nin ve İbn Sina’nın eserlerini şerh etmiştir.

4-HUBEYŞ ET-TİFLİSİ

5-ABDULLAH SİVASİ

Darüşşifalar

Ekonomik ve kültürel açıdan ileri bir durum gösteren Anadolu Selçuklu döneminde hemen her şehirde darüşşifa ,darüssıhha veya bimaristan adıyla hastaneler açılmıştır.

Bu dönemde sağlıkla ilgili yapılaşmadan başka;

-Ordu için develerle taşınan seyyar hastaneler

-Kervansaray hastaneleri

-Saray hastaneleri

-Halk hastaneleri kurmuşlardır.

Büyük bir kısmı günümüze ulaşan Selçuklu dönemi darüşşifaları şunlardır

1-MARDİN , NECMEDİN ILGAZİ MARİSTANI(1108-1122):Artuklu sultanı Necmeddin Ilgazi’nin başlatıp,ölümünden sonra kardeşi tarafından tamamlanan eser cami,medrese,hamam,çeşme ve maristandan oluşmuştur.Külliyenin cami,medrese,hamam ve çeşmesi harap olmuşsa da günümüze ulaşmıştır.Maristan ise maalesef zamana yenik düşmüştür.

2-KAYSERİ , GEVHER NESİBE TIP MEDRESESİ VE MARİSTANI(1206):Anadolu Selçukluları’nın Anadolu’da inşa ettikleri ilk sağlık kuruluşudur.Gıyasettin Keyhüsrev’in kardeşi adına yaptırdığı komplekste tıp medresesi(11200 m2) ve darüşşifa(1680 m2) vardır.Her iki bölüm birbirine koridorla bağlıdır.Ortasında havuzu bulunan,açık avlulu,dört eyvanlı klasik Türk mimarisine sahip bir eserdir.

Anadolu Selçuklularında yaptırdığı tesiste gömülme geleneği bulunmasından dolayı ,tıp medresesinin odalarından biri Gevher Nesibe için kümbet olarak inşa edilmiştir.

3-SİVAS , İZZEDDİN KEYKAVUS DARÜSSIHASI(1217):Anadolu Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus’un yaptırdığı darüşşifa yıkılan kısımlarıyla birlikte yaklaşık 3400 m2 lik alanı ile birlikte Selçuklu darüşşifalarının en büyüğüdür.

Dört eyvanlı,açık avlulu medrese tipinde inşa edilmiştir.690 m2 lik,zemini taşla kaplanmış olan avlunun etrafı revaklarla çevrili 30 odadan oluşmuştur.Darüşşifa içinde yine İzzedin Keykavus’un türbesi bulunmaktadır.Ve bu türbenin cephesi Selçuklu sanatının en zengin sırlı tuğla ve mozaik dekoruna sahiptir.

Darüşşifanın 1220 tarihli vakfiyesi, Selçuklu dönemi hastanelerinden günümüze ulaşan tek örnek olması açısından büyük önem taşır.

4-DİVRİĞİ , TURAN MELEK DARÜŞŞİFASI (1228): Birbirine bitişik cami ve darüşşifadan meydana gelen bu kompleksin camisini ,Mengüceklerin Divriği kolu hükümdarlarından Ahmet Şah, darüşşifayı da eşi Erzincan beyinin kızı Turan Melek sultan yaptırmıştır.

Dünyada eşi benzeri olmayan Ulucami ve darüşşifa kompleksi Unicef tarafından korunmaya değer eserler listesine alınmıştır.

Darüşşifa, dört eyvanlı avlulu medrese planına sahiptir.İklimin sertliği sebebiyle ,üstü dört sütun üzerinde üç beşik tonozla örtülmüş,orta kısımdan fenerle aydınlatılmıştır.Avlunun Kuzey-doğu köşesinde Turan Melek türbesi vardır.

5-KONYA VE AKSARAY DARÜŞŞİFALARI :Anadolu Selçukluları’nın başkenti olan Konya mimari abidelerle donatılmıştır.Konya ve Aksaray ‘da üç darüşşifa yapıldığı biliniyor.Günümüze gelemeyen bu darüşşifalardan ilki,muhtemelen 2.Kılıç Arslan tarafından yaptırılan Maristan-ı Atik’tir.İkincisi Alaeddin Keykubat’ın yaptırdığı darüşşifa-i Alai dir.Konya’da üçüncü bir darüşşifa,2.İzzeddin Keykavus’un vezirlerinden kadı İzzeddin Muhammed’in yaptırdığı cami,medrese ve darüşşifadan meydana gelen külliyedir.

6-ÇANKIRI,CEMALEDDİN FERRUH DARÜLAFİYESİ(1235):Selçuklu Devlet Adamlarından Sivas Darüşşifası vakıflarının mütevellisi Atabey Cemaledin Ferruh tarafından yaptırılan darüşşifadan geriye,kitabesinden bir parça,kadehe dolanmış yılan heykelciği ile birbirine dolanmış iki yılan figürü kalmıştır.

7-KASTAMONU, ALİ BİN SÜLEYMAN MARİSTANI(1272): Kastamonu’nun merkezinde yaptırılan darüşşifa, yüz elli sene önceki bir yangında büyük tahribata uğramıştır.Geriye portalin bulunduğu ön cephe ile yan duvar kalmıştır.

8-TOKAT, MU’İNÜDDİN SÜLEYMAN DARÜŞŞİFASI (1255-1275):Selçuklu vezirlerinde Pervane Mu’inüddin Süleyman’ın Tokat’ta yaptırdığı külliye içinde yer alır.Külliyeden günümüze Tokat Müzesi olarak kullanılan medrese ulaşmıştır.

9-AMASYA, ANBER BİN ABDULLAH DARÜŞŞİFASI(1308-9): İlhanlı hükümdarı Olcayto Mehmed döneminde prenses Yılız Hatun’un kölelerinden Anber bin Abdullah’ın yaptırdığı darüşşifa Yeşilırmak boyunca uzanan caddede ,medrese planında tek eyvanlı on odadır.

Çevrenin hastane ihtiyacını karşılamasının yanı sıra hekim yetiştiren bir kurumdur. Dönemin kıymetli hekimleri burada uzun yıllar görev almıştır.Şükrullah, Sabuncuoğlu Şerefeddin, Halimi sayılabilir.

Anadolu’da çok zengin şifalı su kaynaklarının olduğu biliniyor.Bu kaynaklardan tedavi amaçlı faydalanmak için kaplıcalar yapılmıştır.14.yüzyılda Anadolu’da halkın çeşitli dertlerine şifa bulmak için gittiği üçyüzden fazla kaplıca vardı.Bunların en meşhuru Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılan Ilgın Kaplıcası idi.Bundan başka İzmir’de Agamemnun, Ankara’da Haymana, Kızılcahamam, Eskişehir’de Çardak, Kütahya’da Yoncalı, Havza’da Kızözü/Aslanağzı, Kırşehir’de Karakurt, Erzurum’da Ilıca, Ayaş’ta Karakaya kaplıcaları sayılabilir.

Anadolu Selçuklu tıbbının Türk kültür tarihi açısından en önemli özelliği tıp dilinin Türkçeleştirilmesine dair adım atılması ve ilk Türkçe eserlerin kaleme alınmasıdır.

Türkçe tıp kitaplarında göze çarpan ilk nokta,özenti ve sanat endişesi taşımaksızın, yalnız öğretmek ve halka faydalı olmak adına mümkün olduğu kadar sade bir dille yazılmış olmalarıdır.

Osmanlı Devletinde Tıp

15.yüzyıla kadar Selçuklu etkisi hala devam ederken Osmanlı Devleti’nin yeni filizlendiği bu dönemde Osmanlı eserlerinin de yazılmaya başlandığını görüyoruz.

13. ve 14. yüzyılın en bariz özelliği Türkçenin devlet ve yazılı edebiyat dili olarak öne çıkmasıdır.Tabii ki tıp ilmi de bu akımdan etkilenmiş ve bir yandan eski eserler Türkçe’ye çevrilirken bir yandan da yeni eserler yazılmaya başlanmıştır.

Anadolu’da ilk Türkçe tıp eseri 13.yüzyılda Hekim Bereke tarafından yazılmışsa da,tıp dilinin Türkçeleşmesi 14.yüzyılın ikinci yarısında oluşmaya başlamıştır.Buna karşın Avrupa’da tıp eserlerinin milli dille yazılması ancak 16.yüzyılda görülür.

13.yüzyılın ilk çeyreğinde Anadolu Türk tıbbında telif ve tercüme eserlerin yazılması ağır aksak ilerlerken beylikler döneminde özellikle Çandar, Germiyan, Menteşe ve Osman oğullarında önem kazanarak bir çok eser Türkçe’ye kazandırılmıştır.

Osmanlı’nın kuruluş dönemlerinde Anadolu’da yaptırdığı ilk sağlık kuruluşu Bursa Yıldırım Darüşşifasıdır.Külliyenin bir ünitesi olan darüşşifa ortasında havuz bulunan,üç tarafı revaklarla çevrili bir avlunun etrafında odalardan oluşur.

13.yüzyılın hekimlerinden öne çıkan isimler:

-HACI PAŞA:Aslen Konyalıdır.Dini ilimler tahsili için gittiği Kahire’de tutulduğu bir hastalık üzerine tıp ilmine ilgi duymuş ve bu alanda kendini yetiştirmiştir.Daha sonra tekrar Konya’ya dönmüş , kadılık ve saray hekimliği yapmıştır.

-ŞİRVANLI MEHMED BİN MAHMUD(1375-1450):İlk devir Osmanlı tıbbına bu kadar eser veren ikinci bir tıp adamı yoktur.Menteşe oğlu İlyas Bey, Germiyan oğlu Yakub Bey, Osmanlı Hükümdarı Çelebi Mehmed ve 2. Murad gibi devrin hemen tüm önemli kişilerine ithaf edilen eserleri ,döneminin ilmi zihniyetini en mükemmel şekilde yansıtmaktadır.

-GEREDELİ İSHAK BİN MURAT: Bursa Yıldırım Darüşşifası’nda hekimlik yapmış,ilaçların etkilerinden söz etmiştir.

15.yüzyıl:

Bu dönemde Fatih Sultan Mehmed’in takip ettiği bilim,kültür ve siyaset politikalarıyla İstanbul; Kahire, Şam, Semerkand, Buhara gibi ileri bilim ve kültür hayatını yaşayan şehirlerin yerini alarak kısa zamanda Türk-İslam dünyasının ilim ve sanat merkezi olmuştur.(darü’l- ilm)

Sağlık kuruluşlarının açılmaya başlandığı bu dönemde pek çok hekim önemli çalışmalar yapmıştır:

-İBN-ŞERİF: Yadigar adlı önemli eseri pek çok hastalığın teşhis yöntemlerini ve tedavide kullanılacak bitkisel ve hayvansal karışımlardan oluşan reçeteler içermektedir.

-HEKİM ALTUNCUZADE:Bitkiler üzerinde araştırmalar yapmış olan hekim altından yaptığı idrar sondası ile ün yapmıştır.

-SABUNCUOĞLU ŞEREFEDDİN(1386-1470): On dört yıl kadar Amasya Darüşşifası’nda hekimlik yapmış,bir çok öğrenci yetiştirmiştir.Cerrah olan Sabuncuoğlu’nun üç önemli kitabı bulunmaktadır.

Akrabadin:Bir çeşit ilaç kodeksidir

Cerrahiye-i İl Haniye: Endülüslü Hekim Zehravi’nin Kitap al-Tasrif adlı eserinin bir bölümünü çevirmiş,son bölümlerine kendi bilgi ve tecrübelerini eklemiş olduğu eser, cerrahi alanda yazılmış en kapsamlı Türkçe eserdir.Kendi dönemi için çok önemli cerrahi tedavi yöntemlerinden söz eden eserin bir özelliği de ameliyatları ve bazı cerrahi müdahaleleri resimlerle gösteriyor olmasıdır.İslamiyet’e göre yasak olan insan resminin kullanıldığı ilk eserdir.

Mücerrebname: 82 yaşında, uzun süren meslek hayatının tecrübelerini ihtiva eden bir eserdir.Türk tıbbının ilk deneysel kitabı olduğu söylenebilir.

-HEKİM AHİ ÇELEBİ(1436-1524):Hekim ve cerrah olan Ahi Çelebi , Fatih’in saray hekimliğini yapmış ve hekimbaşı olmuştur.Böbrek ve mesane taşları üzerinde çalışan hekimin bu alanda yazdığı eseri Faide-i Hasat Türkçe yazılmış önemli bir eserdir.

Bu devirde açılan darüşşifalar

-EDİRNE CÜZZAMHANESİ:Hastalıklarda bulaşıcılık fikrine sahip olan Türk hekimleri ,cüzamlılar için ayrı bir hastane-bakımevi olması gerektiğine inanmaktaydılar.Bu amaçla Anadolu’da pek çok miskinler tekkesi,cüzzamhane açılmıştır.Sultan 2. Murat döneminde açılan bu miskinler evi Avrupa’nın ilk cüzzamhanesidir.

-FATİH DARÜŞŞİFASI(1470):16 medrese,hastane,aşevi,hamam ,sıbyan mektebi, türbe, tabhane,imaret ,kervansaray ve kütüphaneden oluşan bir külliyede yer alır.70 odalı olan darüşşifa ,bu yüzyılda Avrupa’da ki en büyük hastanedir.Ayaktan ve yataklı tedavi hizmetlerinin verildiği hastanede tıp eğitimi de verilmekteydi.

Kare planlı olarak inşa edilen darüşşifa ortasında şadırvan,etrafında kubbeli odalar bulunmakta idi.Yüzyıllar boyunca depremlerde büyük hasar gören darüşşifa 1824’te tamirinin mümkün olmaması gerekçesiyle yıktırılmıştır.

-EDİRNE II.BAYEZİD DARÜŞŞİFASI(1488): II.Bayezid tarafından yaptırılan külliyenin bir parçasıdır.Birbirini tamamlayan üç bölümden meydana gelen darüşşifada dönemin akıl hastalarının da yatırıldığı ve müzik dinletileri ile tedavi edildiği bilinmektedir.1880-1896 yılları arasında kapatılmış olan hastane Balkan harbinden sonra boşaltılmıştır.Günümüzde Trakya Üniversitesi tarafından onarılarak Tıp tarihi Müzesi olarak kullanılmaktadır.

16.yüzyıl

Osmanlı imparatorluğunun en parlak dönemi olan bu yüzyılda pek çok değerli hekim yetişmiş,pek çok hastane ve sağlık kurumu açılmıştır.

-HEKİMBAŞI KAYSUNİZADE MEHMET EFENDİ(…-1611):Tıp için yeni kurallar getirmiş,hekim olacakların bir sınavdan geçirilmelerini sağlamıştır.Kanuni’nin cesedini mumyalayan hekimdir.

-HEKİM NİDADİ(1512-…):Dini ilimlerle uğraşmış,ileri bir yaşta yedi yıllık hapis hayatından sonra tababeti öğrenmiş ve Konya’da şehzade II.Selim’in hekimliğini yapmıştır.En önemli eser olan Menafi’ü’n-Nas hekimin bulunmadığı ortamlarda halka faydalı olması amacıyla çok sade ve anlaşılır bir dille yazılmıştır.Gerçekten de halk arasında çok tutulduğundan Osmanlı coğrafyasının hemen her yerinde kitabın yazma nüshalarına rastlamak mümkündür.

Devrin önemli sağlık kuruluşları

-KARACA AHMET CÜZZAMHANESİ: Miskinler evi olarak hizmet veriyordu.

-MANİSA,HAFZA SULTAN DARÜŞŞİFASI(1539):Kanuni tarafından annesi adına yaptırılan külliyenin bir parçasıdır.19.yüzyılda akıl hastalarına tahsis edilmiştir.Yakın zamanda restorasyonu tamamlanarak Celal Bayar Üniversitesinin hizmetine verilmiştir.

-HASEKİ DARÜŞŞİFASI(1550):Osmanlı hastanelerinin ayakta kalanlarından biridir.Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan adına yaptırılmıştır.Depremlerde hasar görse de bir ara kadınlar hapishanesi,kimsesiz kadınlar yurdu ve bir ara da halk sağlığı için kullanılmıştır.

-SÜLEYMANİYE DARÜŞŞİFASI(1557):Kanuni tarafınan yapılan külliyenin bir bölümü olan hastane ve tıp okulu ,1555 yılında tamamlanmıştır.Müzikle tedavinin verildiği bu hastanede tıp eğitim de verilmekteydi.

Süleymaniye Tıp Medresesi ve Darüşşifası’nın Türk tıp tarihi açısından önemli olmasının bir diğer sebebi de,o zamana kadar hastanelerde yapılan tıp eğitiminin Süleymaniye külliyesinde, hastane dışında müstakil bir medresede yapılmaya başlanmasıdır.

Onbir odalı tıp medresesinin avlusunda,günümüzde Süleymaniye doğumevi inşa edilmiştir.

Kuruluşunda her türlü hastalığın tedavi edildiği bir sağlık kurumu olan Süleymaniye Darüşşifası ,1843 yılından sonra yalnız akıl hastalarına tahsis edilmiştir.

-İSTANBUL,ATİK VALİDE BİMARHANESİ(1579):II.Selim’in eşi Nurbanu Sultan tarafından yaptırılmış olan hastane, yine cami,sıbyan mektebi,imaret,hamam,darüşşifa kompleksinin bir parçasıdır.Bu hastane de zaman içinde tümüyle akıl hastalarına tahsis edilmiştir.

18.yüzyıldan itibaren yapılış amaçları dışında kullanıldığından eser değişikliğe uğramış,özgün mimarisi bozulmuştur.

17.yüzyıl

Osmanlı devletinde bu dönemde başlayan siyasi gerilemelere paralel olarak bilimsel hayatta da gerileme başlamıştır.Bu durum artarak devam etmiştir.Tıp alanında da batının etkilerinin görülmeye başlandığı yüzyıldır.Avrupa’da bilim süratle gelişirken Osmanlı bunu takip edememiştir.Bu dönemde İslam tıbbının yerinde saydığını ve klasikleriyle devam etmeye çalıştığını görüyoruz.Avrupa ile temas eden ve Avrupa dillerine hakim olan bazı hekimlerin yenilikleri yakalamak adına çeviriler yaptıklarını görüyoruz.Bu hekimlerden bazıları:

-ŞİRVANLI ŞEMSEDDİN İTAKİ:Anatomi üzerinde çalışmıştır.

-HEKİMBAŞI EMİR ÇELEBİ(…-1648):Deontoloji ve anatomiyle ilgilenmiştir.Ölmüş olanları kadavra olarak kullanarak anatomide gelişmeler sağlamıştır.

-HALEPLİ SALİH BİN NASRULLAH(…-1699) :Önceleri Fatih darüşşifasında başhekim olar