Yüksek tansiyon (hipertansiyon) “sinsi hastalık” olarak adlandırılıyor. Çünkü bu hastalık zamanında fark edilmediği veya kontrol edilemediği takdirde yaptığı tahribatla hiç beklenmedik bir zamanda ölüme kadar varan istenmeyen ağır sonuçlara sebep olabiliyor.
Hipertansiyon hastaları içinde hastalığının farkında olanların oranı yüzde 40 imiş. Fark edenlerin bir kısmı da hastalığını ciddiye almamakta. Oysaki 20 yaş ve üzeri Türk erkeklerinin yüzde 30’u kadınların ise yüzde 35’i yüksek tansiyon hastası. 60 yaşın üzerinde ise her üç kişinin ikisinde hipertansiyona rastlanıyor.
Kan basıncındaki yükselme vücutta atardamarlarda sertleşmeye ve daralmaya (damar sertliği/ateroskleroza) ve de kalpte, beyinde, göz ve böbreklerde zarara sebep oluyor. Ve istenmeyen sonuçlar: Damar sertliği, beyin kanaması, felç, kalp krizi, gözlerde görme kaybı, böbrek hasarı.
Yüksek tansiyon vakalarının yüzde 90’ının sebepleri bilinmiyor. Esansiyel hipertansiyon hastaları olarak bilinen bu grubun hastalığının gelişmesini kolaylaştıran kalıtım, obezite, alkol, sigara, diyabet, yanlış beslenme, tuz, hareketsiz bir yaşantı, stres gibi bazı faktörlerin etkisi biliniyor.
İkincil hipertansiyon denilen yüzde 10’luk dilimdekilerin sebebi ise böbrek doku ve damarlarındaki bozukluk, böbrek üstü bezlerindeki hastalıklar, bazı ilaçlar, beyin tümörü, alkol.
*****
Hipertansiyon üzerine bu ansiklopedik bilgileri vermemin sebebi sadece bu “sinsi hastalık” hakkında farkındalık yaratmak değil. Aynı zamanda Türkiye‘nin bir sosyal hipertansiyon hastası haline geldiğine dair gözlem ve düşüncelerimi paylaşmak.
Türkiye gerçekten son yıllarda alışık olmadığı kadar yüksek gerilim yaratan gündemlerle haşır neşir.
Bunlardan en önemlisi terör / PKK / Kürt Meselesi olarak adlandırılan konuda yaşadıklarımız.
On sene önce hayal edilmesi bile mümkün olmayan şeyler oluyor. PKK terör örgütü, liderinin ömür boyu hapis cezasıyla mahkûm olmasına rağmen, Türkiye’yi yönetenler üzerinde bir çaresizlik duygusu yaratmayı başardı.
Terör örgütünün saldırıları sonucu verilen şehitler her sene daha da arttı. Örgüt bölgede alan hâkimiyeti sağlama konusunda mesafe aldı. Suriye’de oluşan yeni şartlarla İran, Irak ve Suriye’deki Şii blokla mutabakat sağlayan örgüt ve siyasi uzantısı, artık açıkça özerk veya bağımsız bir devlet istediğini söylemeye başladı.
Yöneticilerimiz, İmralı’dan örgütü yönetme ve örgüt üzerindeki hâkimiyetini gösterme imkânı verilen mahkûmdan medet umar hale geldi.
Ülkenin Başbakanının “PKK ile görüşme yapılıyor” diyenleri “şerefsiz” olmakla suçladığı günlerde Oslo görüşmelerinin devam ettiğini öğrenmek de tansiyonu artırmıştı. Hele hele Oslo‘da 2,5 sene PKK yöneticileri ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına görüşen devlet görevlilerinin konuştukları konular ve üslupları tansiyonumuzu fırlatmıştı. Habur rezaleti de öyle.
Başbakan’ın son TV röportajlarında “Ada (İmralı) ile görüşmenin devam ettiğini” söylemesi de tansiyonu artırmakta.
Her gün TV tartışma programlarında karşımıza çıkan malum zevat, dağdakilere ovada siyaset yapma imkânı verilmesinden, Öcalan’ın önce ev hapsine alınması, daha sonra genel af çıkarılarak serbest kalması, kendisine siyaset yapma hakkı verilmesi konusuna zihinlerimizi hazırlamaya çalışmakta.
Öcalan’a “artık teröristbaşı demeyelim”, “sayın Öcalan” ve “heykelini dikeceğiz” gibi söylemlerle zihinlerimizi bu akıbete alıştırmaya çalışanlar, milletin tansiyonunu kademeli olarak yükseltmekte!
“Yeni Anayasa” talebinde bulunanların bir kısmının devletin kurucu iradesinin yansıması olan ilk üç maddeyi de değiştirerek federatif bir yapıyı getirmeye çalışması da; Anayasa’dan Türk, Türklük ve Atatürk Milliyetçiliği gibi kavramları çıkartarak üniter yapıyı yıkmaya çalışması da tansiyonu yükseltmekte.
Silivri yargılamaları ve hukukun, bir kesimin tasfiyesinde araç olarak kullanılması da; “tek adam” idaresi haline gelişimizin belgesi olan davranışlar da; “tek adam”ın belirlediği sık sık değişen gündemler de tansiyonu artırmakta tuz kadar etkili.
Zannediliyor ki bütün bu değişimler alıştıra alıştıra yapıldığı için bünye bu gerilimleri tolere ediyor.
Oysaki bu değişimler ve Türkiye’nin on yılda yaşadığı gerilimleri dünyanın gelişmiş ülkeleri yüz yılda yaşamamıştır.
Türkiye bir sosyal hipertansiyon (toplumsal yüksek kan basıncı) hastalığı içinde. Farkında olsak da böyle, olmasak da.
Çok ciddi tedbirler alınmazsa, sosyal hayatımız gerilimden uzaklaştırıp, toplumsal dokuyu sağlamlaştıracak fikir ve hareketlerle bünyeyi beslemezsek ve acilen tansiyon düşürücü ilaçlar kullanmazsak (siyasi, kültürel ve sosyal kararlar almazsak) bu bünye bu hastalığı kaldıramayabilir.
Acilen sosyal kan basıncını düşürmemiz lazım.
Burada görev ilk önce “öfkeyi bir hitabet sanatı” olarak gören Başbakan’a düşmekte.
Başbakan’ın istediği yazara, gazeteye, TV’ye çekidüzen vermek gibi bir kudreti var. Gazete ve TV’lerde her gün PKK görüşlerini millete benimsetmeye çalışan (sayısı birkaç düzineden ibaret) malum şahıslara da bir çekidüzen verse…
İnanıyorum ki sosyal tansiyon hemen normale yaklaşır.