Reşit Galip yaşasaydı ne derdi?

47

Bu dönemdeki yolsuzluklara değiniyorum fırsat buldukça.

Bu kez de Atatürk döneminde yaşanan bir olayı naklediyorum bugünlerle bir kıyaslama imkanınız olsun diye.

Çankaya sırtlarında oturan Ankaralılar, şehre Reşit Galip Caddesi‘nden geçerek inerler.

Pek azı bu ismin kim olduğunu bilir.

Bu bilinmezlikte belki Dr. Reşit Galip‘in 41 yaşında göçüp gitmesi rol oynamıştır, belki de İnönü’yle yıldızının hiç barışmaması…

Rodos’ta doğan Reşit Galip, ortaokulu bitirince kardeşiyle bir sandala binip Marmaris’e gelmiş. liseyi İzmir‘de okumuşlar.

Kardeşi Hüseyin Ragıp (Baydur) diplomatlığı seçip büyükelçilik yapmış.

Reşit Galip ise İstanbul Tıp’a gidip doktor olmuş.

Öğrenciyken gönüllü olarak 1. Dünya Savaşı’na katılmış. Kafkas Cephesi dönüşü öğrenimini tamamlayıp fakültede asistanlığa başlamış.

1923 Mart’ında, hekimlik yaptığı Mersin‘e Mustafa Kemal Paşa geldiğinde Paşa’nın huzurunda konuşmuş ve gözlerine doğru bakarak şöyle demiş:

– “Muhterem Gazi, sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin, sen bunlardan çok daha büyüksün. Sen bu milletin bir ferdisin. Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmendir.”

Herkesin yüceltme yarışına girdiği günlerde Gazi‘yi ‘milletin bir ferdi’ sayan 30 yaşındaki bu hatip, herkesin dikkatini çekmiş.

Tabii en çok da Gazi‘nin…

Kemal Paşa ona milletvekilliği önermiş ve Dr. Reşit Galip, Ocak 1925’te Meclis’e girmiş.

Bir süre İstiklal Mahkemesi üyeliği yapmış. CHP İdare Heyeti’nde görev almış. Türk Ocakları’nda, Halkevlerinde çalışmış. Yine Atatürk’ün isteğiyle Serbest Fırka’ya girmiş.

Ve Atatürk’ün sofrasına oturmuş. Onu bakanlığa taşıyan süreç de o sofrada başlamış.

Bu sofra sahnesi pek çok tanığın anılarında vardır:

1931 sonbaharıydı.

Dönemim Milli Eğitim Bakanı, Atatürk‘ün Harbiye’den ‘tabya öğretmeni’  Esat Mehmet ile Reşit Galip, kız öğrencilerin kıyafeti yüzünden tartıştılar.

Kazım Özalp’in ‘Atatürk’ten Anılar’ kitabında (T. İş Bankası Y., 1992, s. 48-49) geçer bu tartışma.

Sofra gerilir.

Gazi, vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmaz.

Atatürk uyarma gereği duyar:

– “Bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı’na hakaret etmenize müsaade edemem” diye haşladı.

Ama Reşit Galip sineceği yerde üste çıktı:

– “Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir’a verdiğiniz 15 bin liralık kredi mektubu da siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz.”

İlk kez Atatürk‘ün sofrasında Atatürk bu kadar sert eleştiriliyordu.

Reşit Galip‘in sözünü ettiği Rose Noir, Beyoğlu‘nda, Rus karı-kocanın işlettiği bir barın adıydı.

Atatürk bir gece oraya gitmiş, mekanın sahibi Madam Senya’dan “İş Bankası’ndan kredi alamıyoruz” yakınmasını dinlemiş ve orada bir kağıda İş Bankası Genel Müdürü’ne hitaben ‘yardımcı olunması’ isteğini yazmış, Rus çifte vermişti.

Reşit Galip bu iltimas talebini eleştiriyordu.

Atatürk bu kez kızmadı;

– “Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin” diyerek kibarca Reşit Galip’i sofradan kovdu.

Ama genç adamın yılmaya niyeti yoktu.

Yıllar yılı bir efsane gibi anlatılacak çıkışını o an yaptı:

– “Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır.”

Atatürk kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktı, sonra yanındakilere dönüp

– “Öyleyse biz kalkalım” dedi.

Sofradaki bütün heyet ayaklandı. Reşit Galip‘i sofrada yapayalnız bırakıp çıktılar.

Bu müthiş sahnenin devamı daha da ibret vericidir:

Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı’nda pencere kenarındaki bir koltukta geçirir.

Atatürk uyandığında Genel Sekreteri’ne Reşit Galip‘i sorar.

– “Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara’ya gidecek kadar borç para istedi. 25 lira verdik” derler.

Atatürk; “Ankara’ya gidecek adama 25 lira mı verilir. Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydiniz” der.

Sonra “Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası yok ama cesareti var” diye ekler.

Atatürk birkaç gün sonra kendisini yeniden sofraya davet eder.

Hemen yanındaki sandalyeye buyur eder.

Onun yanına da, hocası Esat Mehmet’i oturtur. Ve orada yeni Milli Eğitim Bakanı’nın 39 yaşındaki Reşit Galip olduğunu açıklar.

Rose Noir olayı mı?

Onu da hatırlatalım:

İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş, Atatürk imzalı kağıdı alınca doğruca Dolmabahçe Sarayı‘na gelmiş, Ata’nın ricacı olduğu krediyi vermeye kuralların uygun olmadığını bildirmiş, talebi reddetmiştir.

Reşit Galip’in bakanlığı sadece 13 ay sürdü.

Bu süre içinde Darülfünun’dan üniversite reformunu başlattı.

Öğretmenlere genel bütçeden maaş ödenmesini sağladı.

Eşi Zübeyre Hanım’ın deyimiyle ‘deli gibi çalışıyor’ ama Atatürk‘e çıkışacak kadar ayarsız dili yüzünden her gün işe cebinde istifa mektubuyla gidiyordu.

Aslında Atatürk’le araları iyiydi. O Gazi‘ye ‘Paşam’, Gazi de ona ‘Doktor’ diye hitap ederdi.

Bir gün sofradan ayrılırken, Atatürk; ‘Seni eve ben bırakacağım’ demiş.

Eve bırakınca o da saygıdan; “Ben de sizi uğurlayacağım Paşam” karşılığını vermiş.

Ama kendisinin arabası olmadığından yürüyerek uğurlamış.

O gece zatürree olmuş. Dinlenmesi tavsiye edilince 1933 Ekim’inde görevden ayrılmış.

1934 yazında Moda‘daki bir deniz kazasında kızlarını kurtarmaya çalışırken akciğerlerini hepten üşütmüş.

Bir mucize eseri kurtulduğu bu kazadan sonra ölümü bekleyerek, hastalığını takip etmeye başlamış.

Keçiören‘deki bağ evinin kütüphanesine demir yatağını taşıtıp yedi ay kitaplar arasında yatmış.

1934’te, 41 yaşında hayata veda etmiş.

Öldüğünde cebinde 5 lira parası varmış.

Her sabah okul öğrencilerini güne başlatan ‘Türküm doğruyum çalışkanım’ andı var ya, kim kaleme almış biliyor musunuz?

– ‘Reşit Galip…’

İnanılır gibi değil. O andın 1933’ün 23 Nisan günü Reşit Galip’in kaleminden çıktığını eminim çoğumuz bilmiyorduk.