Medenileştiren Fıtrat, Vahşileştiren Menfaat

156

Bir kuyrukta sıra bekliyorsunuz. Belli ki sıranın size
gelmesi uzun sürecek. Ve birisi sıraya aldırmadan önünüze geçiyor. Ne
hissedersiniz?

 

Ne hissedeceğiniz bellidir. Bu yüzden çıkan kavgalara şahit
olmuşsunuzdur.

 

Eşimi bir kadın örgütü davet etmişti. Kadın haklarına
hassasiyetinden ötürü hemen kabul etti. Arabayla aldılar. Gidip konuştu ve geri
döndü. Üzüntü içindeydi. Meğer davet iktidar partisinin bir kuruluşundan, belki
de yerel kadın kollarındanmış. Üzüntüsünün sebebi: “Girmediğimiz ters yön,
geçmediğimiz kırmızı ışık kalmadı!“. Hatırlayın, aynı cenahtan, mahkeme
kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum sözleri yükselmişti. Hatta “Kırmızıda
durmayacağız!” diye övünmek de…

 

İnsan fıtratında, yani insan genetiğinde, kurala saygı ve kural
çiğneyene öfke kazılıdır. Bu kod ancak şahsî çıkar arsızlığıyla çiğnenir. Bir
de toplumun ihlallere ve hak çiğnenmesine duyarsızlaşmasından. Fakat ne kadar
duyarsızlaşırsa duyarsızlaşsın, yine de genetik kod oradadır. Düşünün, son
günlerde, mafyanın bile çiğnenmez kuralları olduğunu öğreniyoruz. Mafya ki,
kanun dışılık üzerine kurulmuştur; fakat onun da kanunları vardır demek ki.

 

Asansör bize de mi bozuk?

Bir tarafta fıtrattaki adalet duygusu, diğer tarafta çürüyen
toplumun yolsuzluğu, ayrıcalıklı davranışları kanıksaması. Bu iki eğilimin, bu
iki gücün çekiştiği bir ülkede yaşıyoruz. İkisi de bizim geleneğimiz demek ki…

 

Rahmetli Doğan Cüceloğlu’nun bir konferansında dinlemiştim;
belki bir kitabında da yazmıştır. ABD’den Türkiye’ye bir gelişinde kardeşinin
apartmanına giriyorlar. Asansöre bir kâğıt yapıştırılmış. Üzerinde, “Asansör
bozuk” yazıyor. İki Cüceloğlu merdivene yönelirken içeriye kalantor bir zat
giriyor ve orada duran kapıcıya sesleniyor: “Asansör bize de mi bozuk!” İkisi
de şaşırıyor. Ne de olsa kültür dejenerasyonuna sâhipler. Yurt dışı görmüşler;
üstelik şehirliler. Onları sınırlı kavrayışlarına göre asansör bozuksa herkese
bozuktur ve kırmızıda durulur.

 

 

 Batı yönünde yurt
dışına çıkanlardan birkaç defa dinledim: Bu Almanlar, bu Amerikanlar ne kadar
aptal! Hatta rahmetli sanayi kimya hocam derste anlatmıştı: Almanların tren
biletlerindeki yer numaraları onları yan yana oturtmuşsa, yolculuğun sonuna
kadar öyle otururlar, hatta tersine giderler ama hiç olmazsa birisi karşı
koltuğa geçmeyi akıl etmez. Aptal bunlar! Değil mi?

 

Almanlar bu konuda genetik kural saygısıyla toplumun genel
kültürünü birleştirmişler demek ki… Disiplinleri ve kurallara uyumları hep
konuşulur zaten. Belki tamamı öyle değildir. Rüşvet talep eden Alman da gördüm
zamanında. Fakat toplumlar hakkındaki genellemeleri çoğunlukla böyledir diye
anlamak gerekir.

 

Aptal Batılılar ve açıkgöz bizler

Başka bir yerde başımdan geçen tuhaf bir hikâyeyi
anlatmıştım. Yolculuk ettiğim taksi, kırmızı ışıkta duran, önündeki arabaya
korna çalıyordu. Niçin çalıyorsun, görmüyor musun, ışık kırmızı demiştim.
Şoförün cevabını on yıllar sonra hatırlıyorum: Kırmızıda durulur mu? Müsaitse
geçilir! Müsaitliğin içinde, trafik polisi yoksa anlamı da vardı tabi.

 

Körü körüne kurallara uyan Almanlar karşısında kendilerini
akıllı ve üstün hissedenlerin bir başka şeye dikkat etmelerini isterim. Alman
şehirlerinde trafik, bizimkine göre çok hızlı akar. Çünkü yeşil yanan kavşakta
Alman şoför ayağını gazdan çekme ihtiyacı duymaz. Çünkü orada, kırmızıda
geçilmez. Işık kırmızı ise geçmek hiçbir zaman “müsait” olmaz. Ve kırmızıda
durmayacağız diye övünülmez. Geçen ayıplanır.

 

Adaletle menfaatin çatışması

Bu düşünceler beni şu noktaya getirdi: Kuralları çiğnemek
veya kurallara uymak… Bu, toplumun çıkarıyla şahsımın çıkarı arasındaki
gerilimmiş aslında. Toplum kurallara uyulmasını istiyor. Bu genetik. Şahsım, ya
topluma saygı duyacak, kurallara uyacak. Veya tam tersine, şahsım, kendi
menfaatini toplumun menfaatinin üstünde görecek; kurallara uymuyorum, saygı da
duymuyorum diyecek… İkilem bu işte.

 

Toplumun çıkarını, toplumun koyduğu kuralları çiğnemek
başkalarına saygısızlıktır. Hakarettir. Ve görünürlüğü yüksek kişiler çiğneme
eylemini âdet hâline getirirse, bu zamanla insanları onlardan uzaklaştırır. Bu
adalet içgüdüsüdür.

 

 

 Kurallara uymak,
ülkede millete saygı duymaktır. Kendi çıkarını, milletin çıkarından üstün
görmemektir.

 

Bir partide, yönetimin kurallara uyması, partili
arkadaşlarına saygı duymaktır. Şahsını onlardan üstün görmemektir. Yönetim bir
ayrıcalık, bir böbürlenme, bir vurdumduymazlık beratı değildir; bir yüktür.
Toplumun yararı için yüklenilen ağır bir yüktür.  Bu saygıya, bu anlayışa demokrasi diyoruz.
Ülkede de, dernekte de, partide de. Hem çevresine hem de kendine saygı
duyanlar; yani izzeti nefis, yani öz saygı sahipleri, demokrasisiz ve adaletsiz
ortamda yaşayamaz, orayı terk eder. Geriye bu hasletlere sahip olmayanlar
kalır. Onlar, belki benim de bir menfaatim olur diye bu aşağılanmaya tahammül
eder. İyiler ayrılınca geriye sadece kötüler kalır ve kurumun tamamı kötüye
gider. Buna çürüme, inkıraz diyoruz. https://millidusunce.com/medenilestiren-fitrat-vahsilestiren-menfaat/