“Kürtçü” Feodalizm ve Kardelen Elif

106

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; iç ve dış kaynaklı sosyal, siyasal ve etnik ayrışma riskiyle karşı karşıyadır… Türkiye birçok yönden kuşatma altındadır!!! Haziran 2010 tarihi itibarıyla en önemli sorunu Türkiye’nin, etnik kimliğe dayalı bölücülük hareketleridir. Cumhuriyeti yıkıp yerine “İslam Kürt Cumhuriyetini Kurmak” amacıyla 1925’te Türkiye Cumhuriyeti Devletine isyan eden hainler, bugünlerde “kahraman” addedilip anılmaktadır. Bir büyük kentin sokaklarının duvarlarına, onun “şerrüt” kokan surat afişleri asılmaktadır… Bir anlamda 1925’te yapılan kalkışmanın tekrarı için ortam hazırlanmaktadır…

**

Etnik bölücüler ne istiyor? Amaçları nedir?  Bu soruların net cevabının ortaya konulması gerekir. Artık açıkça ifade edilen ve Türkiye Cumhuriyetinden istenenler şunlardır; 1- Anayasanın teklif edilmesi dahi yasak olan ilk üç maddesinin değiştirilmesi, 2-Devletin kurucu unsuru olarak “iki millet” varlığının ifadesi ve buna uygun bir devlet yapısı, 3- Etnik kökene göre ana dilde eğitim, 4- Bölgesel özerklik veya otonomi…

Evet, şimdilik istenenler bu ana başlıklarla ifade edilebilir… Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu istekleri kabul edecek mi? Etnik kimliklere göre devlet yapılanması isteğini esas alan ayrışmayı benimseyecek mi? Bütün mesele budur…

**

Türkiye karar verme aşamasında…

Türkiye Devleti bu istekleri karşılayıp karşılamayacağına karar vermelidir… Dünyaya duyurmalıdır… Terör gücüne dayalı istemlere göre devlet yapısını ve anayasasını değiştirip değiştirmeyeceğine karar vermeli ve ona göre terörle topyekûn bir mücadele başlatmalıdır… Siyasi iradenin ve devletin kurumları bu noktada tavır belirlemelidirler…

Terör örgütü ve ona destek veren tüm odaklar, bu amaçlara ulaşmak için aşamalı stratejiler uygulanmaktadır. Bunun için sürekli taktikler değişmekte, hedeflere saldırılar çeşitlenmektedir. Amaçlarına ulaşmak için çok yönlü ön hazırlıkları yapmak gerekiyor; bunun için de Türkiye Cumhuriyeti Devletini “operasyona açık bir ülke” konumuna getirmek ilk etapta varılması gereken hedeftir…

Nitekim aşamalı olarak sürdürülen ve zaman içinde şiddetlenen terör olayları bundan sonra da farklı şekil ve şiddetlerde devam edeceğe benziyor. Zira buna destek veren “kuşatma” faktörleri ve odaklar giderek niyetlerini ve nihai hedeflerini açıklamaktan geri durmamaktadırlar.

“Kürtçülük” hareketleri yeni değildir. Tarihi bir vakıadır. Türk milletine ait devlet egemenliğini ve bağımsızlığını yıkmak için bugün de “Kürtçülük” kartı kullanılmaktadır. Amaca yönelik kurgulanmış nihai hedef, Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmektir. Dün “yok” edemedikleri Türk milletini, bugün farklı silahlarla zora sokulmaktadır. Emperyalistlerin Birinci Cihan Harbinde başaramadıklarını, bugün terör örgütü aracıyla, AB’ne üyelik kamuflajı ile başarmaya çalışmaktadırlar. Emperyalizme karşı kazanılan Kurtuluş Savaşı, Batı tarafından bir türlü hazmedilememiştir.

Her fırsatta Türkiye gagalanmaktadır; oluşturulan suni sorunlarla birikmiş kinlerini, bilenmiş nefretlerini dışa vurmaktalar; “öç almak”  emperyalistlerin ana hedefleridir… Hedef tahtasına oturtulan değer, cumhuriyetin kurucu felsefesi olan “millilik” özelliğini önce sulandırmak, sonra da yok etmektir…

**

Kuruluş felsefesi ve kurucu kadrolar…

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucu kadroları ve kuruluş felsefesinde güdülen temel ilke, milletin birliği ve bütünlüğüdür. Kurucu unsur olan Anadolu halkı arasında “milliyet”  ya da “etnik” ya da “din” ya da “mezhep” ayırımı yapılmadan, tek kimlikli halk (İslam kimliği ile) ortak kimliği ile Türkiye Cumhuriyet Devleti inşa edildi… Ulus Devlet oluşturmak için de Türk milleti üst kimliği ortak kimlik olarak benimsendi…

Şimdilerde bu “kurucu unsur” söylemi farklı amaçlar için kullanılmak istenmektedir. Bölücü örgütün siyasal ve sosyal kanadını oluşturan kravatlı ve papyonlu feodalizm artıkları ile ne olduğu belli olmayan eksantrik “numaracı cumhuriyetçiler” ve ılımlı İslâmcı-liberal diplomalı cahiller “ortak kurucu halk” statüsünü gündeme getirmektedirler. Etnik ayırıma dayalı “ortak kurucu halk” fikri, cumhuriyet düşmanı eksantrik diplomalılar ile “numaracı cumhuriyetçiler” ile “din tüccarı” ılıman İslâmcı-liberaller tarafından savunulmaktadır. 

Bunlar, Anayasamızın, Türk Devleti’nin kuruluş esaslarını belirleyen, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek ilk üç maddesinin değiştirilmesi için çığırtkanlık yapmaktadırlar. Bunların amacı, Türk Devleti’nin kuruluş esaslarını belirleyen, ana ilkeleri gösteren Anayasa maddelerinin değiştirilmesi yoluyla etnik temele dayanan bölücü, “Kürtçü” ekibin işini kolaylaştırmaktır.

Terör “timleri”nin siyasi kanadını oluşturan dünün feodalizminin bugünkü artıkları, her fırsatta; “Bu devlet için beraber şehitler verdik; bu ülkeyi beraber kurtardık. Bu devleti beraber kurduk” demeleri, etnik ayırımcılığı öne çıkarma gayretidir; bu amacın dışa vurumudur; “Kürtçülük” yapmalarına kılıf hazırlamaktadırlar…

Demezler mi ki mademki kurtardın ve dahi kurdun bu devleti, o zaman sıkıntın nedir? Neyin eksik kaldı? Bu devlette yapmak isteyip de yapamadığın, olmak isteyip de olamadığın nedir?

Kurtuluş Savaşının ilk yıllarına gidelim; Amasya, Sivas, Erzurum toplantılarını ve buralarda alınan kararların içeriğini, hedeflerini, amaçlarını hatırlayalım… Hatırlanmıyorsa okuyalım yeniden… Anadolu’da kurtuluş kıvılcımını çakan Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyeti kurarken, tabii ki yalnız değildi; dar bir kadronun yerine milletin birlik ve bütünlüğüne dayalı bir devlet inşa ediyordu…

Anadolu halkının her kesimini temsil eden Birinci Milli Meclis vardı yanında; etnik ve dini inanca dayalı bir ayırım asla yapmamıştır. Ne cumhuriyetin kurucusu olan kadrolar, ne de devletin kuruluş felsefesi olan “millilik” yani “milliyetçilik” ilkelerinde bir ayırım, ayrıştırma yoktur; olmamıştır da… Kuruluş aşamasında ne Türk ne de başka bir etnik zikredilmeden bütünleştirici ve birleştiricilik esas alınmıştır. Kurucu felsefenin temeli, bu vatan için, bayrak için, iffet için, hürriyet için çarpışanları, gazi ve şehit olanları hiçbir şekilde ve durumda “etnik kimliklerine” göre ayırmamışlardır. Bunun aksini söylemek, yazmak gaflettir, ihanettir…

**

Filistin’deki ihanet ve Türkiye…

Türk milleti Birinci Cihan Harbinde 9 cephede savaştı. Çanakkale cephesi hariç diğer tüm cephelerde yenilgi aldı. Bazı cephelerde ihanete uğradı. İhanete uğranılan cephelerden biri de, bugün uğruna ülkenin huzurunu feda etme aymazlığını göstermek için ajite hamasi nutukların atıldığı, kalemlerin “cihat” kustuğu Filistin cephesidir… O Filistin cephesi ki, o toprakları ve halkının canını korumak için orada bulunan Osmanlı askerine ihanet ettiler. O Filistinliler ki, İngilizlerle iş birliği yaparak, Osmanlı ordusunu arkadan hançerleyerek yenilmesini sağladılar… Arap-Filistinliler yüzünde 150 bin Mehmetçik esir oldu… Filistinliler ki sonraları vatan topraklarını 3-5 bin kuruşa Yahudilere sattılar…

Bu 150 bin esir Mehmetçik, İngilizlerin Uzakdoğu sömürgelerinde, yol-köprü yapımında, su kanalları açılmasında, kırbaç ve dipçik altında çalıştırıldılar; esaret altında öldüler; bugün bu 150 bin Mehmetçiğin mezar taşları bile belli değildir… İşte size, uğruna, İsrail’le savaşma (!) eşiğine geldiğimiz Filistin…

**

Milli kimlik…

Çanakkale’de şehit olan askerlerimiz arasında farklı milliyet ve dinden olanlar vardı; bunlar Rum, Musevi ve Ermeni etnik kökenli askerlerimizdi, onlar arasında hiçbir zaman etnik ayırım yapılmadı, düşünülmedi de… Hepsi Osmanlı ordusunun mensubuydu ve vatan için düşmanla savaştılar… Onlar, aynı vatan için aynı cephede çarpışan kardeşler olarak anıldılar. Din ve milliyet ayırımı yapılmadan herkes kardeş olarak bilindi, vatanları için şehit olmuş insanlar olarak vatanın bağrına “evlâdımız” olarak verildi…

Emperyalistler, Anadolu’daki bu kurtuluş hareketini bir türlü hazmedemedikleri için, Lozan’da, son anda dahi, milli birlik ve beraberliğe “çomak” sokmak istediler; bugünkü Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizin bir kısmını içine alan “Batı Ermenistan” ve “Kürdistan” yaratmak istediler… Fakat kurucu felsefe ve kadrolar buna da izin vermediler…

Lozan‘da bu ülkede yaşayan bütün Müslümanları herhangi bir “alt kimlikle” tanımlamadan, herkese, ırki anlamdan uzak ortak kimlik için Türk denildi; işte ortak ifade; “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyen Atatürk, bu ortak kimliği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimliği ile pekiştirdi. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi işte bu “milli” kimlikle Milliyetçi Türkiye oluştu…

Etnik ayırımcılığa set çekilerek ulus devlet kuruldu. Sakın ola ki Türk kelimesini bir ırkın temsili olarak algılamayalım… Bunun böyle olmadığı, Türk milleti denilirken asla “ırki” anlam yüklenmediğini, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna katkı veren, cumhuriyet vatandaşı olan herkesin bu ortak milli kimlik ile temsil edildiği, bunun da birlik ve bütünlüğü temsil eden kültürel kimlik anlamı taşıdığını tekrar edelim…

**

Ortak kimlik; Türk Milleti…

Bu, devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes; ister Türk, ister Kürt, ister Ermeni, ister Rum, ister Boşnak, ister Arap olsun hepsinin temsil edildiği ortak kimlik Türk milleti kimliğidir. İllaki ayırım yapılmak isteniyorsa, o zaman, devletin kurucu unsurlarını temsil eden tüm kültürlerin “devletin kurucu ortağı” olarak tanımlamak gerekmez mi!!!??? Olaya bir de bu açıdan bakmak gerekir…

Çanakkale Savaşı Türk milletinin diriliş savaşıdır. Emperyalizme karşı vatan savunmasının ana ruhu, istiklale inanma ruhudur; vatan savunma inancıdır; sarsılmaz imandır… Anadolu’da çakılan kıvılcım, Kurtuluş Savaşı’nın kıvılcımıdır; Kurtuluş Savaşı ise emperyalizme kafa tutmaktır; hürriyet ve istiklalin yanan meşalesidir…

Bu meşalenin aydınlığında ve ısısında Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur… Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin kuruluş savaşıdır… Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında şehit olan askerlerin milliyetleri ve din-mezheplerini tayin etmek ne kadar mümkündür? Örneğin Çanakkale’de savaşan askerler arasında Arap, Türk, Kürt, Boşnak, Kafkasyalı vardı. Bunlar arasında kimin “kim” olduğunu tayin edecek bir sistem olabilir mi? Öyle bir sistem olsaydı o zaman ayrışma olurdu, birlik-beraberlik ruhu olmazdı… Bugünün “Kürdistancıları” arasında acaba kaç tanesinin ailesinden Çanakkale’de, İstiklal savaşında şehit oldu? Çanakkale’de, İstiklal Savaşında şehit olan Doğulu Mehmetçikler o gün de Türk milleti “milli” kimliğine sahiptiler, bugün de onların soyları bu kimliğin öz evlatlarıdır. 

Bugünün ayrılıkçılarının ataları da dün ayrılıkçıydılar ve milletin kurtuluş hareketine katılmamak için bahaneler ürettiler… “Kürdistancılar” acaba, geçmişlerine ait soydan, İstiklal Savaşında ve Çanakkale Savaşında kaç tane “şehit” vermiş olduğunu araştırdılar mı? Dünün ayrılıkçılarının kalıntıları, güya dün “kurucu ortak unsur” olmuşlar da bu bahane ile Anayasanın temel maddelerinin değişmesini istemekteler!!!

**

 “Kürtçü” Feodalizm…

Konuyu araştırmak için kaynakları karıştırdığımız zaman, Anadolu’da, ta Osmanlıdan beri başlayıp bugün bile devam eden “Kürtçülük” hareketlerinin bir özetini verirsek birçok insanın aklını başına getirebilir.

Şu gerçeği bir kez daha hatırlatmakta yarar vardır; Osmanlı Devleti; Batılı emperyalistlerin, Osmanlının bünyesindeki etnik kimlikleri kaşıyarak, ayrıştırarak yıktıkları bir imparatorluktur. Önce “hasta adam” olarak ilan ettiler sonra parçaladılar, geriye kalan son vatan parçası Anadolu’yu işgal ettiler… Osmanlıyı parçalayıp paylaşmak yetmedi; çok zor şartlarda ve imkânsızlıklarla kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunu hazmedememişti emperyal güçler…  Genç cumhuriyet de tehdit altındaydı… Henüz ilk yıllarıydı; emperyalistler yine etnik ayrıştırma kozunu kullandılar; “şeriatı getirmek, dini korumak” için halkın inançları istismar edildi, cumhuriyet ve onun kurucu felsefesi “din düşmanı” gösterilerek cahil vatandaşlar kışkırtılmış, yeni isyanlar başlatılmıştı Anadolu’da… Cumhuriyeti kuran kadrolar, Osmanlının etnik ayrışmadan dolayı yıkıldığını biliyorlardı ve bunun için de Cumhuriyete yönelik bölücü “Kürtçü”  faaliyetleri yakından izliyorlardı. Cumhuriyet döneminde Anadolu’da çıkan isyanların çokluğu, emperyalistlerin Türkiye üzerindeki emellerinin hiç bitmediğini gösteriyor…  

Kürtçülük hareketlerinin bir kısmı mahallî ve sınırlı kişilerin feodal güçlerini devam ettirmek için isyanları olduğu kadar, tamamen bölücü amaçlara yönelik “Kürtçülük” isyanlarıdır da… İşte bu isyanlardan bazı örnekler ki bunların belli başlıları yaklaşık 38dir; onları burada ifade etmek bir zarurettir.

Bu isyanları kimler ve nerede çıkartmıştır? Burada sorulacak bir soru vardır; Anadolu’da bu isyanlar olurken bu feodal güçlerin amaçları milli devleti ve cumhuriyeti mi korumak ve kurmaktı? Bu “Kürtçü” hareketlerin amaçları Osmanlıyı birlikte kurtarmak mıydı, Türkiye Cumhuriyeti Devletini birlikte kurmak mıydı? Bu soruların cevabı aşağıdaki “Kürtçü” isyanlar listesinde saklıdır!

**

 “Kürtçü” isyanlar…

1- Babanzade Abdurrahman Paşa isyanı (1806- Musul); 2- Babanzade Ahmet Paşa isyanı (1812 – Musul); 3- Zaza isyanı (1820); 4– Yezidi isyanı (1830- Hakkari); 5- Şerefhan isyanı (1831- Bitlis); 6- Bedirhan isyanı (1835- Botan); 7- Garzan isyanı (1839- Diyarbakır); 8- Ubeydullah İsyanı (1881- Hakkari); 9- Bedirhan Osman Paşa ve kardeşi Hüseyin Paşa isyanı (1872-Mardin-Cizre); 10- Bedirhan Emin Ali isyanı (1889- Erzincan); 11- Bedirhaniler ve Halil Rema isyanı (1912-Mardin); 12- Şeyh Selim Şehabettin ve Ali isyanı (1912- Bitlis); 13- Koşgiri isyanı (1920- Koşgiri); 14- Nasturi isyanı (1924- Hakkâri); 15- Jilyan isyanı (1926- Siirt); 16- Şeyh Sait isyanı (1925- Bingöl-Muş-Diyarbakır); 17- Seyit Taha ve Seyit Abdullah isyanı (1925-Şemdinli); 18- Reşkotan ve Reman isyanı (1925- Diyarbakır); 19– Eruhlu Yakup Ağa ve oğulları (1926-Pervani); 20- Güyan isyanı (1926-Siirt); 21- Haco isyanı (1926- Nusaybin); 22- I. Ağrı isyanı (1926); 23– Koçuşağı isyanı (1926- Silvan); 24- Hakkâri-Beytüşşebab isyanı (1926); 25- Mutki isyanı (1927- Bitlis); 26– II. Ağrı isyanı; 27– Biçar harekâtı (1927- Silvan); 28– Zilanlı Resul Ağa isyanı (1929- Eruh); 29- Zeylan isyanı (1930- Van); 30- Tutaklı Ali Can isyanı (1930- Tutak-Bulanık-Hınıs); 31- Oramar isyanı (1930- Van); 32-III. Ağrı harekâtı (1930); 33– Buban aşireti isyanı (1934- Bitlis); 34- Abdurrahman isyanı (1935-Siirt); 35- Abdulkuddüs isyanı (1935-Siirt); 36– Sason isyanı (1935-Siirt); 37- Dersim isyanı (1937-Tunceli); 38- PKK terörü (1984-…).

Soru: Bu isyanlar, Türkiye Cumhuriyeti Devletine “kurucu unsur” olmak için mi yapıldı?

**

Doğu-Batı eşit düzeyde kalkınmalı…

Genç Türkiye Cumhuriyetinin temel felsefesine düşman ayrılıkçı ve dinci odaklar, her fırsatta cumhuriyet aleyhine faaliyette bulunmayı ilke haline getirmişlerdir. Kürtçülüğün devlet için tehlikeli unsur olduğunu gören kurucu kadrolar, Türk-Kürt akrabalık bağları ve din birliği nedeniyle tek ortak kimlik altında bütünleştirmeyi amaçlayan devrimler yaptılar. Ekonomik-sosyal ve eğitsel bağlamda geri kalmış bölgelerde -ki bu bölgeler genellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriydi- büyük hamleler yaptılar, ekonomik, eğitsel ve sosyal alanlarda bölgenin kalkınması için devlet var gücüyle çalıştı…

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ne kadar kamu yatırımı varsa, hepsi Atatürk’ün Cumhuriyetle yaşadığı 15 yıllık bir sürede yapılmıştır. Onun ideali ve hedefi Tunceli ile İzmir’i, Hakkâri ile Ankara’yı aynı çağdaş düzeye getirmekti. Bu konuda Atatürk’ün düşünceleri, Doğu gezisinde Sabiha Gökçen’e söyledikleri satırlarda açıktır.

Genç cumhuriyet, toplumdaki ayrıcalıklı sınıfları ortadan kaldırmak istiyordu. Bu gerçekleştiği takdirde ağa ile topraksız köylü (reaya), şeyh ile mürit, seyyid ile ümmet, aşiret reisi ile göçebe halk arasında fark kalkacaktı. Mustafa Kemalin bu düşüncelerine, devrimlerine karşı duran Kürtçü feodalizm her fırsatta isyanlar çıkarıp vatandaş üzerinde kurduğu hegemonyayı sürdürmek istiyordu.

Doğuda vatandaşı “mal” gibi kullanan ağalar, şeyhler, seyyidler, aşiret reisleri bu değişime şiddetle karşı çıkıyorlardı. Tipik örnek olarak Dersim (Tunceli), Şeyh Sait isyanları verilebilir. Bu isyanlarda “Feodal Kürtçülük” temel alınmıştır. Fakat bu ayrımı yapanlar yine ağalar, şeyhler, seyyidlerdir. Şeyh Sait, elinde tuttuğu “şeylik” feodalite gücünü kaybedeceğini anladığı için cumhuriyete karşı isyan etmiştir. “kâfir rejimi cumhuriyeti yıkacağım, şeriat Kürt devletini kuracağım” diyerek etrafındaki müritleriyle devlete isyan etmiştir. Bunların amacı feodal güçlerini sürdürebilmektir; yüzyıllarca anasını ağlattıkları halkın birey, vatandaş olmasını istemiyorlardı. Fukara halkın ayırımcılıktan haberi zaten yoktu… Tıpkı Koçgiri isyanında olduğu gibi…

Devletin Doğu Anadolu’da kırmaya çalıştığı yerel feodal güç, yüz yıllardan beri devam eden feodalizmdir; Atatürk’ün yaşamı süresince yapılan çağdaşlaşma devrimleri, her seferinde, bu bölgede feodalizmin kurşunlarına hedef olmuştur… Devletin dirayetli ve kararlı duruşu sonucunda Dersim’de feodalizme son verilmiştir; ağalık, şeyhlik, seyidlik, reislik hegemonyası kırılmıştır. Fakat Dersim’de hiç unutulmayacak acılar da bırakmıştır…

Dikkatinizi çekti mi hiç? “Açılım” şampiyonları neden hiç feodalizmin yıkılmasına, ortadan kaldırılmasına yönelik söylemleri olmuyor? Hâlbuki terörün ilk çıkış noktası, feodalizme karşı isyandır… Bugünkü bölücü örgüt önce “ağa bımırın” (ağalar ölsün) sloganıyla işe başlamıştı… Şimdilerde ağalıktan, şeyhlikten, aşiretten bahseden hiç yok! Bunda bir gariplik yok mu?

**

İsyan için din istismarı…

İsyan için halkın hassas olduğu değerler kaşınıyor, öne çıkarılıyor ve menfaat bağlantılı korku atmosferi yaratılıyordu. Öncelikle din konusu, sonra etnik kimlik istismarı yapılarak devlete düşmanlık körükleniyor ardından isyan ediliyordu… Aslında isyanın amacı feodal yapılarını korumak ve derebeyliklerini sürdürmekti, yüz yıllardan beri süregelen feodal güç sömürüsüne devam etmekti… Buna halkın dini ve etnik kimliği alet ediliyordu… İşte yukarıda örnekleri verilen 38 “Kürtçülük” isyanın, bu feodal odakların hegemonyalarını koruma amacına yönelik olduğunu anlamamız gerekiyor… Bugün sürdürülen terör isyanı da, aslında, feodalizmin yeni modellerinin gereğidir. Dünün feodal kalıntıları yeni kimliklerle yine halk üzerindeki hegemonyalarını sürdürmek istemektedirler… Bugün “Kürtçülük” vasıtasıyla feodal güçlerini korumaya çalışanlar, kravatlı ve papyonlu okumuşlardır… Bunların kimisi avukat, kimisi mebus, kimisi de bakan… Kimisi silah ve eroin kaçakçılık ağası, kimisi de terör ağası… Hepsi de bir güç olma peşindedir… Bunların hiç birinin derdi ve amacı, “Kürt” halkının sıkıntısını gidermek, onların aş iş sahibi olmalarını sağlamak değildir… Bunu, mutlaka, herkesten önce kendini “Kürt” sanan veya öyle hisseden vatandaşların anlaması gerekir ki “Kürtçü feodalizm”in maskesi düşebilsin…

**

Cumhuriyet dönemindeki isyanlar…

Yukarıdaki listeye dikkat edilirse, bu isyanların çoğunun 1920 ve sonrası tarihleri kapsadığı görülecektir. Yani Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde olmuş isyanlar… Anlaşılan odur ki “Kürtçü feodalizm”in amacı vatan kurtarmak, devlet kurmak gibi bir uğraşları olmamıştır… Osmanlı döneminde de devleti korumak için herhangi bir gayretlerinin olmadığı gibi…

Sormak lazım; Kurtuluş Savaşı verilirken, yine o zamanın “Kürdistancıları” acaba neyin peşindeydiler? Milli kurtuluş için savaşmak mı, yoksa yeni feodal isyanların tertibi içindeler miydi? Başta İngiliz, Fransız ve Sovyet emperyalizminin maşası mıydılar? Neredeydi o zamanlar, “ortak kurucu unsur” olmak isteyen bu “Kürtçü feodalizm”in temsilcileri!?

Bre “Kürdistancılar”, gerçekleri ne kadar kamufle ederseniz ediniz, mutlaka “takke düşer kel görünür” tekerlemesi hatırdan çıkarılmamalıdır… Hangi fırçayı ve boyayı kullanırsanız kullanın, güneşi renklerle karartamazsınız…  Türkiye cumhuriyetinin kimliğini taşıyan herkes Türk milleti kimliği ile temsil edilir. Bu kimlik birleştirici ve bütünleştirici kimliktir.

Ayırımcılık yapanların, nifak tohumunu ekenlerin bu topraklarda iflah olmaları mümkün değildir; tarihte olamadıkları gibi…  İllaki ‘ayırımcılık yapacağım’ diyenlere söylenecek son sözümüzün söylenme zamanı daha gelmedi… Eğer bu topraklarda birlikte yaşamak isteniyorsa, herkes Türk milleti ortak kimliğiyle temsil edilecektir; hem bu topraklarda yaşamak isteyeceksiniz hem de ‘benim dediğim olacak’ deme hakkına kimse sahip değildir…

**

Kardelen Elif’ler…

İstanbul Halkalıda, askeri personeli taşıyan servis minibüsüne bombalı saldırıda bulunan terör örgütüne karşı; yürekli bir genç eş, cesur annenin feryadını duyduğumda tüylerim dikken diken oldu, boğazımda düğümler oluştu; yutkunmak istedim olmadı; zayıf göz pınarlarım birden şenleniverdi…

Kendisinin de “Kürt” olduğunu söyleyen Muşlu “Kardelen Elif” bakınız nasıl haykırıyordu; “Ben de Kürdüm, orada büyüdüm… Benim hakkımı savunmak siz hainlere mi kaldı… Bu asker oldukça bu vatanda, bu bayrak asla inmeyecek… Bu vatan bölünmeyecek… Vatan sağ olsun… Eşim tabancasını bile çekemeden kalleşçe arkadan vurdular, hainler… O hainleri sevindirmeyeceğim, ağlamayacağım, üzülmeyeceğim… Oğlum yok ama kızımız var, onu asker olarak yetiştireceğim…”

Sözleri içimi kavurdu… Türk-Kürt halkının yüksek ferasetine, sağduyusuna, birleştirici ve bütünleştirici ortak kimliğiyle örnek oldu… İşte size “Kürt” kökenli örnek “milliyetçi” Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı, kahraman ana, cesur eş… İşte Türk milletinin ortak kimliği, milli kimlik feryadı… Kürt-Türk kardeşliğinin simgesi Kardelen Elif…

**

Sonuç…

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun fukara ve eğitimi ihmal edilmiş halkını aldatarak, menfaatleri için kullanarak, feodalitelerini sürdürmeye çalışanların, dünden bugünlere geriye kalan feodalizmin artıkları yine meydanlardadır… Herkesten önce kendini “Kürt” sanan ya da öyle hisseden, fakat Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan, “Türk milleti” kimliği ile temsil edilmekten asla gocunmayan, bunu en büyük şeref sayan vatandaşlarımız; başta analar ve gençler olmak üzere, bölücülere gereken dersi mutlaka vermelidirler…

Onların aldatmacalarına değil, Cumhuriyet kanunlarına sonuna kadar bağlı olduklarını, her ortamda haykırmalıdırlar… Muşlu “Kardelen Elif” gibi cesur ve açık olarak hainlere karşı tavır koymalıdırlar… Türk-Kürt kardeşliğini devam ettirecek yine bu milletin kadim evlatlarıdır… Bölücü unsurları yok edecek, susturacak, zararsız hale getirecek yine Güneydoğulu kadim vatandaşlarımızdır… Ayrılıkçı teröre karşı, “Kürtçü feodalizme” karşı her ana, her genç, birer “Kardelen Elif” olmalıdır… Evet, haykırıyorum; Doğuda ve Güneydoğuda, Türkiye’nin her yöresindeki her vatandaşımız, her ana-bacı-kardeş-baba-dede-nine birer “Kardelen Elif” olmalıdır… Bunun başka çıkış yolu yoktur…