Kürt de biziz, Türk de. Bıraksınlar da aramızdaki meseleleri biz çözelim

66

Muhakkak olan şu.

Ne Türk’ün Kürt’le derdi var, ne de Kürd’ün Türk’le.

Bin yılı aşkındır iç içeler. Birbirleriyle evlenmişler, birlikte aileler kurmuşlar. Aynı kaderi paylaşmış, aynı suyu içmiş, aynı ekmeği yemiş, aynı türküleri, aynı ağıtları söylemişler, aynı saflara durup omuz omuza namaz kılmışlar, birlikte ölmüşler, birlikte cenazelerini kaldırmışlar…..

Öyle ki bu iki topluluk kadar birbiriyle iç içe yaşayan ve birbirlerinden ciddi hiçbir hoşnutsuzluğu olmayan başka topluluk veya toplulukları bulmak mümkün değil.                Bütün kışkırtmalara ve her türlü tahrike rağmen bu gün bile her iki toplumun çok büyük çoğunluğunun birbiriyle derdi yok.

Peki bu gün niye peş peşe acılar yaşıyoruz?

Aslında cevabı basit.

Akılsız Türk’lerimiz de akılsız Kürt’lerimiz de çoğaldı. Bu bir.

Kendi ailelerini düzene sokamayanların ailelerini başkaları düzene sokar, ama bu düzen, bizim değil onların istediği düzen olur, bu iki.

Herkesin gözünün üzerinde olduğu topraklarda oturuyorsan, el nasihatı ile hareket etmeyeceksin, el ağzına bakmayacaksın, bu üç.

Bunlar fazla mı zor. Aksine hiç de zor değil.

Yeter ki akıl ve mantığı kendimize rehber edelim.               

Bize, siz farklısınız, ayrılın diyenlere, siz neden daha büyümek ve birleşmek istiyorsunuz diyebilsek…

Yıllar önce, kendince ayrılıkçı fikirleri bulunan ve sizli bizli konuşan, bu arada da kendisini aydın olarak gören birisine şunları söylediğimi hatırlıyorum.

“Sahi bu, size bize gelip habire ayrılın ayrılın diyeler, bizim coğrafyalarda ayrışmayı özgürleşme ve demokratikleşme diye yutturmaya kalkanlar, kendi bölgelerinde niye daha da büyümenin ve birleşmenin hesapları peşindeler. Sözgelimi AB, bir yandan genişlerken bir yandan da tek devlet olma hedefini gerçekleştirmeye uğraşıyor. Rusya Cumhuriyeti, yeniden Sovyetleri canlandırmaya uğraşıyor. ABD de Kanada ve Meksika’yı dahi içerisine alacak yeni bir bütünleşme hayalleri peşinde. Ama bunların çoğu bize gelip, ayrışırsak daha özgür olacağımızı, demokratikleşeceğimizi hikaye edip duruyorlar.

Bu ne biçim çelişkidir? Senin ve benim gibilerin bu yaman çelişki üzerinde kafa yormamız gerekmez mi?”

Karşımdakinin bir müddet sustuktan sonra,” sen de haklısın” dediğini hatırlıyorum.                Sahi, birileri kalksa ve ABD de yaşayan 50 milyona yakın İspanyol kökenli ABD vatandaşının Özerk İspanyol Bölgesi adı altında bir yönetim oluşturmasının ve İspanyolca eğitim yapmasının daha faydalı olacağını, bunun özgürlük ve demokrasi gibi çağdaş değerler açısından daha iyi olacağını söylese ne olur dersiniz?

Sonra biraz Afrika kökenli siyah derililerden, Japon ve Çin kökenlilerden, hatta 500 yıl önce o toprakların sahibi iken bu gün nesilleri tükenme noktasına gelmiş Kızılderililerden bahsedip onların da özgürlük ve demokrasi gibi çağdaş değerlerden paylarını almalarının iyi olacağını söylesek,bize bakışları ve cevapları nasıl olur acaba?

Fikir özgürlüğü kapsamında mı görürler dersiniz?

Şu Fransızlara şöyle bir soru sorsanız.

17.ci yüzyılda bu günkü Fransa topraklarında Fransızca konuşanların oranı ne kadardı? Brötanlar’a vs.lere ne oldu? Uzağa gitmeye gerek yok. Şu Korsika’lılar uzun yıllardır özgürlük, otonomi deyip duruyor. Bunlar Fransız da değil. Şu özgürlük ve demokrasi çağında niye bu insanları özgürleştirip demokratikleştirmiyorsunuz?”

Pardon Mösyö diyeceklerini zannediyorsanız aklınıza şaşarım.

Mesela İngilizlere dönüp;

“Sömürgeler döneminde zorla dillerini, kültürlerini ve dinlerini değiştirdiğiniz dominyonlarınızdaki halkların kendi dillerini ve kültürlerini özgürce geliştirme ve yaşamalarının önünü açın. Hatta bırakın dini tercihlerini de bir daha ama özgürce düşünüp yapsınlar.” deseniz.

Evet haklısınız cevabını alacağınızı mı umuyorsunuz?

O halde dünyanın enayisi ve geri zekalısı olarak bizi mi görüyorlar ki bize bu abuk sabuk telkinleri yapıp duruyorlar?

Bunu yadırgamanın anlamı da yok. Adamların işi, ele talkını verirken bir yandan da salkımı yutmak.

Gerçi gelinen noktaya bakınca, bu coğrafyanın insanları olarak pek de zeki ve geriyi de ileriyi de gördüğümüz söylenemez de her neyse.

…                

Geçerli olan gücün hukukudur vesselam..

Hiç kimse kendini kandırmasın. Geçerli hukuk egemenin hukukudur.

O evrensel beyannameleri, süslü püslü adalet, eşitlik, hukukun herkes için eşit uygulanması, hiçbir zümrenin ve kişinin diğerinden üstün ve daha korunur olmadığı gibi yazılı ve sözlü beyanları okuyun, dinleyin, doğruluğunu tasdik edin ama sakın bunlarda ifade edilenlerin tek geçerli ölçü olduğuna inanmayın.

Kendinizi kandırırsınız.

Hatta kandırmakla kalmaz, kendinize de sizinle beraber olanlara da hatta size inananlara da zarar verirsiniz.

Geçiniz bunları.

Geçerli hukuk gücün hukukudur.

Öyle mi olmalıdır? Asla.

Ama maalesef işin gerçeği budur.

Yılan, kurbağayı afiyetle iç ederken onun rızasını sormaz. Aynı durum, kurtla kuzunun, tilki ile tavuğun, arslan ile gariban bir yabani hayvanın ilişkileri için de söz konusudur.

Raconu gücü olan koyar.

Amerika Irak’ı işgal ederken Irak halkının rızasını sormadı. Afganistan’da hatta biraz eskilere gidersek Vietnam’da da böyle bir soru sormadı.

Kurdun kuzuya en son söylediği lafı ta baştan söyledi.

Ne dersen de ben seni yiyeceğim(yani işgal edeceğim )

İstersen rica minnet sebebini sorabilirsin. Tabii cevabını bilmeyecek kadar safsan.

Özeti şu.

Yaşadığımız coğrafya netameli coğrafya.

Bu coğrafyada, değil racon koymak, yaşamak için bile güçlü olmak şarttır.                 

…                                  

Hukuku gücü ele geçirme aracı haline getirmek ne derece doğru?

Güncele gelelim.

Hiçbirinin içeriğini bilmem. Bu bakımdan ukalalık yapıp ahkam kesmek istemem ama. Yine de insanın aklı karışıyor.

Tam terfi öncesi 102 tane muvazzaf veya emekli subayın haklarında yakalama kararı çıkarılması mükemmel bir tesadüf gibi gelebilir size.

Keza terfi süreci geçtikten sonra birden hukukun hatırlanıp serbest bırakılmaları da.

O zaman bu yaman tesadüfün yanına başka yaman tesadüfleri de koyabiliriz.

Mesela, nerede oldukları ve görevleri herkesçe bilinen bu kadar insan bir türlü bulunamazlar.

Hatta bazen devletin bakanlarıyla resmi törenlerde yan yana dururlar ama bulunamaz ve yakalanamazlar.

Buna karşılık aynı veya benzer suçlamalarla haklarında soruşturma bulunan, davalar açılan ve günlerce bulunamama gibi bir şansları bulunmayan başka birileri, girdikleri cezaevlerinden ne zaman çıkacaklarını bile bilemezler.

Tesadüfler dünyası bu. Ne diyeceksin?

Ama bir şeyi iyi bilmekte yarar var.

Güçlülerin satrancının da güçlülere karşı oynanan satrancın da kuralları kendine özgüdür.