Köle Ruhlar

86

Kölelik müessesesi kalkalı çok oldu. Artık köleliğin kitapta, kanunda yeri yok. Fakat ne yazık ki kitaptan kanundan kaldırdığımız köleliği hayattan kaldıramadık. Belki de bu yaradılışında var olan bir şey. Kime ne için olursa olsun, bazı insanlar itaat etmekten hoşlanırlar. Bunlar tıpkı eşya gibidirler, kendiliklerinden hiçbir reaksiyon göstermezler. Bagaj gibi, insanların emriyle bir yerden bir yere taşınırlar, giderler gelirler. Bu türlü yaratıklara acınır. Çünkü ellerinden bir şey gelmez. Allah onları öyle yaratmıştır.

Bir de, bir bakıma bu tip insanlara benzeyen, bir bakıma bunlardan apayrı bir cins insan daha vardır ki biz bu yazımızda onların üzerinde duracağız. Halk arasında “hem uyuz, hem kuduz” denilen, kendilerinden şiddetle nefret edilen insan tipi işte bu tiptir. Bunlar kendilerinden bir santim büyük kimselerden o kadar korkarlar ki amirlerinin, üstlerinin karşısında âdeta yerle bir olurlar. Buna karşılık, kendilerinden bir santim küçük olanları da karşılarında yok olmuş görmek isterler. Bile bile çiğnettikleri varlıklarını ayaklandırıp kırılan izzeti nefislerini başkalarını çiğnemek, böylece hem gururlarını tatmin etmek isterler hem de ellerine verilen geçici selahiyetlerini bir intikam aleti olarak kullanırlar. Bunları yaparken de millî, vatanî vazifelerini yaptık sanırlar. Kendilerini ve etrafındakileri buna inandırmaya çalışırlar.

Bunlar her nasılsa, karşılarına vazife icabı itaatle mükellef olan, fakat kendilerinden her bakımdan kat kat üstün insanları ezmekten, her yerde küçük düşürmekten sonsuz bir zevk alırlar. Kendi varlıklarını başkalarının yokluğunda, kendi kuvvetlerini başkalarının acziden bulur ve sevinirler. Bu zavallılar, kendi kendilerine yokturlar ancak başkaları sayesinde elde ettikleri üç beş kuruşluk bir sandalye, bir rütbe sayesinde vardırlar.

Leş kargaları nasıl leşle geçinirlerse, nasıl leş onların başlıca gıdası ise bunların da gıdası, kin ve intikamdır, düşmanlıktır. Düşmanlıkları hiçbir zaman pişmanlık haline gelmez. Onlarda o ruh, o vicdan yoktur. Vicdan azabı gibi bütün büyük kaynaktan, o sonsuz ummandan mahrumdurlar, nasipleri yoktur. Cimri ve kısır ruhlarında Tanrının zengin ve engin af ve mağfiret deryasına doğru bir hamle, bir açılış ve akış görülmez.

Kuvvetlilerin karşısında köpek, zayıfın karşısında aslan kesilirler. Ne söylediklerini kendileri de bilmezler. Devamlı homurdanır dururlar. Küçük bir muvaffakiyetten sağlarındaki, sollarındaki parlayan birkaç yıldızdan sonsuz bir gurur duyarlar, içleri içlerine sığmaz. Hükmetmeye başlarlar. Kendi kendilerine sorarlar ” Ben kimim ben!” benlikleri dünya kadar büyür. Sağa sola kuduz köpekler gibi saldırırlar. Kendilerinden bir rütbe yukarısı gelince bu ham ervahlar, bu balonlar sönüverirler. Birden soldan bir çarkla “hep” ten hiçe geçerler. Pabuçları dama atılır. Ortalıkta görünmez olurlar. Bunlar sinsi, pinti mahlûklardır. Elleri açık değildir, sözleri açık değildir. Kalpleri, kafaları açık değildir.

Açık olan bir tarafları vardır; Ağızları… Ağızlarından pislik akar. Küfrü, sövüp saymayı bir nevî kahramanlık, kabadayılık sanırlar. Zordan hoşlanmayan, zorla zapt edilemeyen bir şey varsa, o da insan kalbidir. İnsan kalbi arazi gibi zorla fethedilemez. Onlar bunu bilmezler. Zorla, ellerindeki selahiyetle, tahdit ve tehditle iş görmeye, otorite kurmaya çalışırlar ve sonunda gülünç hale düşerler. Bu tür adamlardan her türlü fenalık gelebilir. Bunlar edepsizlerden, namussuzlardan da beterdir.

Namussuzun, alçağın, hırsızın bir yüzü vardır, biz onu biliriz ve ona göre hareket ederiz. Fakat bunların bir değil bin yüzü vardır. Tanrıyüzsüzlerle çok yüzlülerden bu milleti korusun.