2-Müzik
Müzeciliği
Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Prof. Dr. Uğur Türkmen, Afyon Kocatepe
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü iken, Üniversite bünyesindeki Müzik
Müzesi’nin kuruluşunda ve aktif hâle gelişinde edindiği tecrübeleri kitap
hâline getirdi.
15 x 21 santim
ölçülerinde birinci hamur kâğıda renkli olarak basılı 328 sayfalık eseri ile
yeni müzik müzeleri açılmasına katkıda bulunuyor.
Eserde ele
alınan ilk konu, ‘Çalgı Bilimi’dir.
Yazar, ‘organoloji’ olarak isimlendirilen
müzik âletleri ilmine gösterilen ilginin ‘yok’ denecek ölçüde zayıf olduğuna
dikkat çekiyor. Organoloji müzik âletlerinin târihini, imâlatını zaman
içerisinde meydana gelen değişiklikleri, yapı ve ses özelliklerini konu edinen
ilim dalıdır. Konu çok geniştir.
Müzik âletleri
5 gruptur. Her birindeki âletlerin sayısı parantez içinde gösterilmiştir.
1-Vurmalı Sazlar: (26), 2-Nefesli Sazlar: (22), 3-Mızraplı Sazlar (13), 4-Yaylı
Sazlar: (11), 5-Tuşlu Sazlar: (8). Bunların her birinin şehirlere ve bölgelere
göre değişik yapıda olanları da hesaba katılırsa, müzik âletlerinin sayısı
muhtemelen 500 civarında bir rakama ulaşılır. Müzik araştırmacısı Ahmet Say’ın
hazırladığı listede, Türkiye’de kullanılmayan veya az kullanıldığı için herkes
tarafından bilinmeyen müzik âletleriyle birlikte sayı 342’ye ulaşıyor.
Prof. Türkmen; eserinin 55. sayfadan
134. sayfaya kadar olan bölümünü, Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı İbrâhim Âlimoğlu Müzik Kolekisonu ile alakalı bilgi ve resimlere
tahsis etmiş.
Bu bölümdeki konu başlıklarından bâzıları:
*Afyon Kocatepe Üniversitesi
Devlet Konservatuvarı İbrâhim Âlimoğlu Müzik Koleksiyonu. *Koleksiyon hakkında
İbrâhim Âlimoğlu’nun, Rektör Mehmet Karakaş’ın Wolfgang Ott’un, görüşleri ve
kendileriyle yapılan söyleşiler.
*Basında yer alan müze ile
alâkalı haber ve yorumlar.
*Afyon Kocatepe Üniversitesi
Devlet Konservatuvarı İbrâhim Âlimoğlu Müzik Müzesi.
135-316.
sayfalar arasında Müze ve Müzik Müzeciliği başlıklı bölümden Müze hakkında
birkaç satır:
Bir toplumun
hayata dâir bütün birikimleri, maddî ve mânevî tüm değerleri bir başka deyişle
değer verdikleri, o toplumun kültürü olarak ifâde edilebilir.
Peki, bu
birikime ait ürünler somut ve somut olamayan değerleri saklamak çok mu önemli?
Kültürel
değerlerimiz miras mıdır? Yoksa emânet mi?
Bir ilim
insanı olarak emânet olduğunu kabul edenlerdenim. Emânetleri bugün için koruyup
kollamanın ve gelecek kuşaklara aktarmanın önemli olduğunu düşünenlerden,
müzeler ve koleksiyonlara bu sebeple değer verilmesi gerektiğine inananlardanım.
Müzik (museum)
kelimesi ilham perilerini (Muses) düşünme yeri veya tapınma anlamındaki Yunanca
‘mouseion’ kelimesinden türemiştir. Romalılar kelimeyi felsefi tartışma
yerlerini belirtmek için kullandılar, müze sözcüğü 15. yüzyılda Floransa’da Medici
ailesinin bir üyesi olan Lorenzo’nun koleksiyonunu betimlemek için yeniden
canlandırıldı. Kelime 17. yüzyılda antik nesneleri betimlemek (bir şeyi, göz
önünde canlanacak biçimde, kendine özgü yönlerini belirterek, söz veya yazı ile
anlatmak / tasvir etmek) için kullanıldı. 18. yüzyılda terim bir koleksiyonu
koruyan sergileyen ve halka açan kuruluş anlamında kullanılmaya başladı. 18.
yüzyılın sonlarında müze, koleksiyonun kendisinden çok, kültür mirası ile
ilgili nesneleri depolamak ve sergilemek için kullanılan bina anlamını taşımaya
yöneldi. Daha yakınlarda açık alan müzesi, ekomüze gibi oluşumların öne
çıkmasıyla binaya yapılan vurgu geriledi. Günümüzde ise müze eğitimi sanat
galerilerini, ilim ve kişilik merkezlerini içine alacak biçimde oldukça genişlemiştir.
İster klâsik,
isterse çağdaş anlamda olsun müze; arkeoloji, sanat, kültür, bilim veya insanı
ilgilendiren, insanın hayatında yer alan her türlü ürünü toplayan, onları
koruyan, sergileyen, geçmiş ve gelecek arasında köprü görevi gören; eğitim, bilgilendirme
ve araştırma imkânları sunan, kâr amacı gütmeyen, bireylerin zevk almasını
sağlayan, öğrenmeyi ve yaratıcılığı kolaylaştıran ve sürekliliği olan
mekânlardır.
Gartenhaus’a
göre müzeler yaratıcılık için mükemmel bir kışkırtma sağlarlar; çünkü büyük
mânâlarla dolu hem zihnî hem bedenî açıdan çok çeşitli yönlerden
yaklaşılabilecek ilgi çekici nesneler sunarlar. Müzeler gidilecek yönleri
önceden belirlemeden zihinleri harekete geçirebilirler.
Bugünün
müzeleri, dünyânın neresinde bulunursa bulunsun, ne çeşit bir koleksiyona sâhip
olursa olsunlar ziyâretçisine evvelâ kendisini, sonra çevresindeki dünyâyı,
ecdâdını veya komşu milletleri tanımak imkânı bahşetmektedir. Bu bilginin
tamamını verecek hiçbir müze veya galeri bulunmamakla berâber akıllıca ziyâret
edildiği takdirde her biri bir diğerinin noksanını tamamlar. (Rose, 1958: 7).
Rose’un 1958
yılında söylediği ‘her biri bir diğerinin
noksanını tamamlar’ ifâdelerini dikkate almakta fayda vardır. Meselâ
Afyonkarahisar’daki müze ‘telli çalgılar’ ağırlıklıdır. Bir başka yerdeki
koleksiyon, üflemeli çalgılar ağırlıklı olabilir.
O. Abacı’ya
göre günümüzde müze denilince artık yalnızca târihte önemli kararlar almış,
insanlık hayatının akış yönünü değiştirmiş, târihe adını yazdırmış devlet
adamlarına ait nesnelerin sergilendiği mekânlar akla gelmemektedir. Geçmiş
hayatlar hakkında bizleri bilgilendirecek, içinde her türlü basit günlük hayat
nesnelerinin bulunduğu, siyâsî ve sosyal târihin, ilmin ve sanatın günümüze
ulaşana kadar hangi safhalardan geçtiğine dâir delillerin sunulduğu bir
müzecilik anlayışı hâkimdir.
Prof. Türkmen;
‘Müze kelimesi bir mekân adıdır. Bunu,
bazılarının yaptığı gibi, genel olarak antika anlamında kullanmanın ve
‘müzehâne’ demenin ciddî bir hatâ olacağı kanaatindeyim’ Diyor.
Türkiye’de Müzecilik
Türkiye’de
müzeciliğin yaklaşık 150 yıllık bir geçmişi vardır. Batı ülkelerine göre kısa
sayılabilecek bir süre içinde müzecilik önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Ancak
nesneye yönelik müzecilikten, insana yönelik eğitime iletişim ağırlıklı
müzeciliğe yeterince geçildiği söylenemez. (Zilcioğlu, 2008: 8).
O. Abacı;
ülkemizde ilk müze çalışmalarının Sultan Abdülmecid Han ile başladığını, 1869
Yılında Aya İrini Kilisesinin müze olarak düzenlendiğini, 1878 Yılında Müze
Komisyonunun kurulduğunu ve başına Osman Hamdi Bey’in getirildiğini,
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte de birçok adımın atıldığını söyler. (2005:
15-16)
Edhem, Yavuz
Sultan Selim Han zamanından beri Osmanlı Padişahlarının hâzinelerinde nâdir
eşyâları topladıklarını, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın ise 30 küsur senelik
ikametgâhı olan Yıldız Sarayında da müze adıyla büyük bir salon olduğunu
belirtir. (2019: 123)
Yıldızturan;
ülkemizde müzeciliğin ilk izlerine Selçuklu döneminde rastlandığını yazar. 19.
yüzyıla gelindiğinde Türk müzeciliğinin temelleri atılmaya başlanmış, 1846
yılında Tophane-i âmire Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından İstanbul Aya İrini
Kilisesi’nde ilk müze kurulmuştur. Sadrazam Ali Paşa (1815-1871) daha sonra
yeniden düzenlediği müzeye ‘Müze-i Hümâyun
/ İmparatorluk Müzesi’ adını verir.
Müze Müdürlüğü’ne 1869 yılında İrlandalı Edvvard Goold, 1872’de ise Alman Dr.
P. A. Dethier getirilir ve müze, Çinili Köşk’e taşınır. 1881’de Osman Hamdi
Bey’in Müze Müdürlüğü’ne getirilmesiyle birlikte Türk müzeciliğinde yeni bir
dönem başlamıştır. 1884 yılında hazırlanan yeni Âsar-ı Atika Nizamnâmesi ile
eski eserlerin yurt dışına çıkarılması yasaklanmıştır. Osman Hamdi Bey, Çinili
Köşk’ün bahçesine İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni yaptırmıştır. Onun döneminde,
1902’de Konya’da, 1904’te Bursa’da müze kurulmuştur….
Gazi Mustafa
Kemal Paşa henüz Cumhuriyet kurulmadan önce müzeciliğe de değinmiş, her alanda
olduğu gibi arkeoloji ilminde de dünyânın medenî ülkeleri arasında olmayı hedef
göstermiş ve hangi dönemde yaratılmış olursa olsun, bütün kültür varlıklarına
birer tapu senedi gibi sâhip çıkılmasının gerekli olduğunu her fırsatta
tekrarlamıştır.
Ülkemizde müze
türleri için: 1-Arkeoloji Müzeleri. 2-Etnografya Müzeleri. 3-Arkeoloji ve
Etnografya Müzeleleri. 4-Anıt Müzeler. 5-Güzel Sanatlar Müzeleri. 6-Uzmanlık
Müzeleri. 7-Açık Hava Müzeleri. 8-Çocuk ve Çocukluk Müzeleri… sayılabilir.
Müzik Müzeciliği Üzerine Çeşitli Görüşler:
Elbaş
ülkemizdeki ‘müzik müzesi’ projesinin
hayata geçirilmesinin gerekliliği üzerinde durur.
‘Müzik müzesi
ile dünyâ müzik kültürü içinde anlamlı bir yerde duran, Türkiye toprakları
üzerinde yaşamış ve yaşamakta olan müzik kültürlerine ait değerler ile onlara
ait çalgıların, otantik yapısı gözetilerek çağdaş bir müze anlayışı içinde bir
araya getirilmesi ve yine asıllarına uygun halleriyle ses örneklerinin
bilgisayar teknolojisi içinde işlemlerden geçirilerek sesli belgeye
dönüştürülmesi gaye edinilmiştir. Târihin derinliklerindeki müziklerinize ait
sesli ve maddî malzemeler bütün zenginlikleri ile beraber, bugünün şartları ve
teknolojisi iyi kullanılarak değerlendirildiğinde ve üzerinde çalışılarak gün
yüzüne çıkarıldığında hak ettiği yere taşınmış olacaktır. Bunun yapılmaması
durumunda kendi başına gerçek kimlikleri ile kendini var edemeyen târihî müziğimize
ait değerler giderek bozulacak ve içindeki enginlikleri ile beraber kendilerine
ait (folklorik) bağımsızlıklarını yitirerek kaybolacak; daha da olumsuzu, bu
durumda bir daha geri getirilemeyecektir. Bu proje için gerekli olan
kaynakların, kötü kullanım, sağlıklı ve yeterli şartlarda saklanamaması gibi
etkenler yüzünden giderek azalması ve hattâ yok olması da projenin ivedi olarak
hayata geçmesinin en önemli fizikî şartını oluşturmaktadır. Gelecek kuşaklara
yok olmuş bir kültür yerine, kendi, kültür değerleri ile yaşadıkları
toprakların medeniyetine ait ürünleri, bu proje ile geleceğe taşıyabilmek her
şeyden önce bir insanlık görevi olacaktır.
Üzülerek
belirtelim ki bu çalışmanın yapıldığı târihlerde (2022) ülkemiz Kültür ve
Turizm Bakanlığı nezdinde bir devlet müzik müzemiz kurulamamıştır.
Birley,
çalışmasında İngiltere’de bulunan Horminan Müzik Müzesi hakkında detaylı
bilgilere yer verir. Müzenin târihi, çalgıların sınıflandırılması, sergi ve
sunum anlayışı, ilginç yaklaşımlar ve denemeler, müzenin maksadı ve işlevleri,
çocuklara yönelik çalışmalar, disiplinler arası çalışma imkânları, çalgılarla
müzik icrâ edilmesi vb. bilgiler oldukça dikkat çekicidir.
Birley’in
çalışmasında önemli sayılacak görüşü vardır:
Bir galerinin
somut sunum plânının oluşumu genellikle tasarımcıların, mimarların,
koruyucuların ve müze müdürlerinin dinamik iş birliği ile ortaya çıkıyorsa da, onun
tasarımı genellikle müze müdürünün sorumluluğu altındadır.
***
Kitaptan paragraflar
hâlinde ve özetlenerek iktibas edilen satırlardan da anlaşılacağı üzere Prof.
Dr. Uğur Türkmen ilim adamı
titizliği, sorumluluğu ve öğreticiliği ile sâdece müzik müzeciliği hakkında
değil, müzecilikle alâkalı çevre meseleler hakkında tam tekmil bilgiler
sunmaktadır. Denilebilir ki, eşi ve benzeri olmayan bir kitap hazırlamıştır.
İdrak sâhipleri okurlar da gereğini yaparlarsa, müzecilikte sağlanacak
gelişmelerin şerefi, Uğur Türkmen Hoca’ya âit olacaktır.
Müzik
sanattır. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş
demektir. Abdülkadir Meragi
(1360-1435)’den günümüze intikal eden 800 yıllık kadim Türk mûsikîsinin aslî
hüviyeti, arabeskle taverna müziğiyle, rap müzikle, melodiyi çöpe atıp çistakların
temposuyla çiğneniyor. Müziğimiz her geçen gün, bizim olmaktan çıkmaktadır.
Açık ifâdesiyle hayat damarlarımız kopartılmaktadır.
Müziğimizi
hoyrat ellerden kurtarıp müzelerin güvenilir koruyuculuğuna teslim etmez isek,
aslımıza dönmek istediğimizde, okyanusların azgın dalgaları içinde, tutunacak
bir tahta parçası bulamayanların durumuna düşeriz. Hayat damarlarımızın tamamı
kopmuş olur. Aynı endişeyi, ağzımızdaki ana sütü mesâbesinde olan dilimiz
Türkçe için de benliğimizin derinliklerinde hissetmeliyiz.
Târih
sahnesinde kalmak istiyorsak…