28 Haziran 2003 tarihinden beri İngiltere’deyim. Londra’nın
kuzeyinde yer alan Cambridge (Kembriç)’in yakın köylerinden biri olan Bar
Hill’de kalmaktayım. Londra’dan Cambridge’e hızlı trenle bir saatta gidiliyor.
Otobüsle bir, bir buçuk saat kadar sürüyor. Cambridge – Bar Hill arası ise
arabayla sadece on dakika sürüyor. Bar Hill köyü, diğerleri gibi yeşillikler
arasında, yemyeşil büyük bir köy. Bizim Kadıköy, Vaniköy gibi. İsmi köyden
ibaret dense yeridir. Çünkü şehir gibi bir köy. İnsanlar gündüz Cambridge’de
çalışıyor; akşamları Bar Hill’e dönüyorlar. Medeniyetin her türlü imkânlarına
fazlasıyla kavuşturulmuş. Hiçbir eksiği gediği bulunmayan bir köy.
Cambridge şehir
merkezine hemen her gün gidiyor, geziyor, gözlemde bulunuyor, notlar alıyorum.
Önce kaldığım köyden bahsedip sonra Cambridge hakkında edindiğim intiba ve
izlenimlere değineceğim. Daha sonra Londra’dan söz edeceğim inşâllah.
Bar Hill köyü bol
ağaçlar içinde kaybolmuş sanki. Oldukça ulu ağaçlar yüzünden köy fark
edilmiyor. Ancak iyice yaklaşınca, köye geldiğinizi anlıyorsunuz. Genellikle
evler iki katlı. Açık kahverengimsi, soluk kırmızımsı küçük tuğlalar üstüste konarak,
yığma şeklinde yapılmış. Çatılar kiremitli. Her köyde cottage (kotıç) tabir
edilen çok eskiden kalma evler de var. Beyaz boyalı. Damları ve çatıları saman
kullanılarak yapılmış evler. Şimdiki evlerin dış yüzleri boyasız, badanasız.
Çatılar dik. Çok yağmur yağması, bu şekilde yapılmalarını gerekli kılıyor.
Hemen her ev,
küçük de olsa bahçeli. Köydeki her evin önü birer çiçek sergisi gibi. Renk
renk, çeşit çeşit çiçekler. Bunlar ön bahçenin her köşesini, özellikle
kapıların her iki yanını süslerken; bütün bunlar yetmezmiş gibi koyu, yeşil
saksılar evlerin kapılarına yüksekçe yerlerinden asılı vaziyette. Sanki narin
narin salınıyorlar. Eve gelenleri ta uzaktan karşılıyor, selâmlıyor, onlara hoş
amedi / hoş geldiniz seranadı yapıyor gibiler. Ön bahçeler yola açık veya kısa
çit ve duvarlarla kuşatılmış. Çitlerin çoğunu yeşillikler oluşturuyor. Fakat
arka bahçeler umumiyetle yüksek; insan boyuna yakın ve hatta aşkın; duvar
veya tahta / ahşap çitlerle çevrili.
Dışa karşı tam bir perde oluşturuyor. İçeriyi göstermiyor. Kimse kimsenin arka
bahçesini görmüyor. Kimse kimseyle ilgilenmiyor. Veya öyle görüntü veriyor.
Kimse kimseyle -istisnalar dışında- görüşmüyor. Birbirlerine pek gidip
gelmiyorlar.
Çocuklar -varsa
şayet- kendi bahçelerinde oynuyor. Dışarıya zinhar yalnız başlarına
çıkmıyorlar. Sokağa çocuk gürültüsü taşmıyor. Köyde insanların varlığı
bilinmezliğe bürünüyor. Sokaklarda kimsecikler yok. Yollar ıssız mı ıssız. İn
cin top oynuyor. Arada bir, köyü çepe çevre kuşatan asfalt yoldan arabalar geçmese,
ölü bir köy dense yeridir. Bu yönüyle her ev, sanki bir inzivâ-gâh. Tenhaya
çekilme yeri, tefekkür ve düşünce mekânı. Kaba tabirle, tam bir kafa dinleme
merkezi. Herkes ya evinde ya bahçesinde ya da işinde. Sabahleyin arabalarıyla
şehirdeki işlerine gidiyor, akşamleyin dönüyorlar. Zaten şehirde ve bilhassa
şehir merkezinde oturmak; âdeta fakirlik alâmeti. Zaten hemen herkesin arabası
var. Yollar ise muntazam. Cambridge’de çalışıyor, Bar Hill köyündeki villa tipi
evlerinde oturuyorlar.
Köy içinde
ağaçların bolluğundan başka şey göze çarpmıyor. Bir de kuşların bitmeyen
senfonisi, kuş cıvıltıları; ortama güzel melodiler katıyor. Kaldığım ev işte
böyle bir yerde. Bahçeli iki katlı, tipik İngiliz evi. Pencerelerinden yemyeşil
çimenler görülüyor. Kenarlarda çeşitli çiçekler boy gösteriyor. Bahçeyi saran
çitin dışında, göklere yükselen ağaçlar gür bir şekilde yükseliyor. Âdeta göğün
görülmesine fırsat vermiyor. İki yanındaki sessiz evlerden başka bir şey görünmüyor.
Tam bir sessiz ve sakin çalışma ortamı. Evler küçük. Fakat hiçbir ihtiyacı
ihmal edilmemiş. Her türlü konfora sahip. Ne ışık, ne ısınma, ne ulaşım, ne
telefon sorunu var. Velhasıl hiçbir şey eksik değil. Evler küçük fakat darlık
hissettirmiyor. Çünkü fuzuli eşyalarla doldurulmamış. Yersiz işgallere yer
verilmemiş.
Evlerin önünde park etmiş arabalar olmasa;
metrûk, terk edilmiş, hayâlet bir köy, boş yerleşim merkezi dememek zor.
Evlerin arka bahçelerini çeviren tahta çitler; insan boyunda. İçeriye nüfuz
etmek imkânsız. İçeriyi görmek, içeriye göz atmak mümkün değil. Üstelik evlerin
arka bahçelerini çepeçevre saran bu tahta çitler aralıksız bir şekilde yan yana
çekilmiş durumda. Sur gibi içeriyi; dışarıdan koruyor.