Hocam S. Ahmet Arvasi – 2

47

Türk milliyetçiliğini şamanizmle eşdeğer gören, İslam’da milliyetçiğin olmadığını iddia eden ham softa ve kaba yobazlar olmuştur. Arvasi Hoca ırk kavramını açıklarken, İslam’ın ırk gerçeğini inkar etmediğini, ancak bu gerçeğin istismarına karşı olduğunu belirtir. İslamiyet biyolojik ırk gerçeğini kabul ve fakat biyolojik ırkçılığı reddeder. İnsanlar farklı renk ve yapıda olmasına rağmen bir tek köktendirler. Biyolojik ırkçılığı reddederken Türk milliyetçiliğinin ictimai ırk gerçeğini inkar ve ihmal etmemesini ister. Biyolojik ırk biyolojinin, ictimai ırk sosyolojinin konusudur. Bu bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin, sınıf ve tabakaların soy birliği şuurudur. Ortak bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusunun soy ve kan birliği şuuru biçiminde duyulmasıdır. Türk Milliyetçisi Türk ictimai (sosyolojik) ırkını benimser, sever ve sevdirirken ailesini de bu espri içinde kurmaya çalışır. Kozmopolitlikten hoşlanmaz. Bununla beraber başka ictimai ırkları da Allh’ın birer ayeti olarak değerlendirir. Biyolojik ırkçılık parçalayıcı ve bölücü bir karakter taşıdığı halde ictimai ırk birleştirici ve bütünleştirici  bir özellik taşır. Kimse biyolojik verasetini tayin iradesine sahip değildir ama ictimai ırk tercihe açıktır.

Hiç şüphesiz, Türk ictimai ırkı içinde eriyen, asırlarca kız alıp vererek Türk ictimai ırkına katılan, Türk tarih, kültür ve ülküsünü benimseyen, gönlünde başka bir milletin özlemini taşımayan, Türk devlet ve milleti ile kader birliği eden herkes Türktür.

Kavimler sadece çağımızda mevcut değildir. O binlerce yıllık bir gerçektir. Ancak Yeniçağ’da politika sahasında millet ve milliyet gerçeği sesini daha fazla duyurmuştur. Ağırlığını daha fazla koymuştur denebilir. Tarihin hiçbir döneminde  milletlerde bağımsızlık şuuru bu kadar uyanık olmamıştır. Zaten milliyetçilik “bir milletin sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bağımsızlık şuuru milletini bir bütün halinde mutlu kılma arzusu” demektir.

Tarih milletlerin tarihi olarak gelişmiştir ve gelişmektedir. Ancak çağımızda milletler arası savaşlar, karakter ve silah değiştirmiş bulunmaktadır. Milletler birbirlerini iç savaşlar ile çökertmeyi denemektedirler. Bunun için yıkmak istedikleri milletin sosyal, kültürel, ekonomik ve politik yapısındaki problemleri istismar etmektedirler derken otuz yıl önceki bu tespit bugün ne kadar  haklı olduğunu gösteriyor.  

Arvasi Hoca İslamiyetin ırk gerçeğini inkar etmediğini ancak bu gerçeğin istismarına da şiddetle karşı çıktığını belirtir. Allah yanında en şerefli olan insanlar, kavimler ve ırklar takvada yani en samimi manada Allah ve Resulune hizmet etmede ileri olanlardır. İslamiyet, şu veya bu felsefi ideoloji gibi, ırkları ve kavimleri inkar ederek kozmopolit bir dünya kurmak davası peşinde değildir. Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz, vatan sevgisi imandandır, kavmin efendisi kavmine hizmet edendir diye buyuran  ve  Veda Hutbesinde soyunu ve sopunu inkar edenlere Allah’ın, meleklerin ve insanların lanetini dileyen  Şanlı Peygamberimizin dinini, ırkların, kavimlerin ve milli şuurun aleyhinde göstermek doğru değildir.

İslam dini ırkları, kavimleri, mili şuurları, vatan ve millet sevgisini asla yok etmez, aksine güçlendirir. Müslüman olan ırklar, kavimler ve cemiyetler zayıflamak şöyle dursun, tarihin de ispat ettiği üzere güçlenmişlerdir. İnsanları sevdikleri adlarla çağırmayı emir buyuran Şanlı Peygamberimiz kendi huzurlarında Müslüman olmakla şereflenen başka ırktan ve kavimden insanları birer kardeş  ve sahabi olarak mübarek bağırlarına bastıktan sonra onları milliyet adları ile çağırırlardı ve öylece anılmalarına ses çıkarmazlardı. “Bilal El – Habeşi”, “Selman El – Farisi”, “Süheyl El – Rumi”… gibi bu İslam büyükleri, o zamandan bu zamana kadar hep böylece anılagelmektedirler. Hiç kimse çıkıp da bin dört yüz  küsur sene sonra Şanlı Peygamberimizin yasaklamadığını yasaklayamaz, reddetmediğini reddedemez.

Günümüzdeki en önemli tehlikelerin başında muhafazakarların kozmopolitleşmesi gelmektedir ki; Hoca İslamın kozmopolit bir dünya kurma hevesinde olmadığını ısrarla belirtmektedir. İnsanlık milletim, dünya vatanım diyen bir anlayışın sonunda diğer milletlerin içinde eriyip gideceği, bunun sonucunda hem kendi nesline hem de dinine zarar vereceği açıktır.

Milliyetçilik, psikolojik olarak bir mensubiyet duygusu temeli üzerine oturur. Psikolojide sevmeyi; yakınlık duymak veya yakınlık duygusu diye tarif etmek mümkündür. İnsanın soyuna, tarihine, kültürüne, din, ahlak ve töresine, ecdat hatıralarına yakınlık duyması ve dolayısıyla onları sevmesi, bir bakıma zaruridir. Bu insanın tabiatı gereğidir. Bunu nasıl inkar edebiliriz? Milliyet bir duygu olarak bütün milletlerde vardır. İnsanlar milliyetperver olmayı bir fazilet bilirler. Bu duygunun tabii bir neticesi olarak her insanda milletini korumak, mutlu kılmak ve yüceltmek arzu ve ümidi, bir gayret olarak tezahür edecektir. İster istemez millet sevgisi, millete hizmet gayretini doğuracak ve bu irade kendini fikir ve aksiyon planında ifade etmeye çalışacaktır. İşte milliyetçilik budur.

Milliyetçilik tabii ve beşeri bir arzudur ve dolayısıyle normaldir. Bu sebepten, her Türk’ün, Türk Milletini dünü, bugünü ve yarını ile birlikte kendine yakın bulması, onu sevmesi, geliştirmeye, korumaya ve yüceltmeye çalışması, kısaca Türk Milliyetçisi olması tabiidir ve zaruridir. Aksi halde, marazi (patolojik, hastalıklı) bir davranış içindedir ve gerçekten tedavi edilmeye muhtaçdır. Anormal olan, insanın soyuna, tarihine, kültürüne, din, ahlak ve töresine, ecdadına düşmanlık beslemesidir, hor görmesidir. Bunu ancak art niyetli ve maskeli biri yapabilir. Bu durumda ihanet ediyor demektir, ihanetin tedavisi yoktur, cezası vardır. Türk Milliyetçiliği din olarak Allah ve Resulü’nün muhteşem çizgisinde yürümektedir. Allah’ tan başka ilah yoktur diyen Türk Milliyetçilerine Şamanist diyenler, Allah’ a hesap veremeyeceklerdir. 

Kültür ve medeniyet kavramları üzerinde mutabık olunamayan kavramlardır. Bizde Ziya Gökalp’le beraber kültür denildiğinde daha çok milletin inançları, töreleri, estetiği, ahlakı, hukuku, yani manevi değerleri anlaşılmaktadır. Kültür milli ve manevi, medeniyet ise beynelmilel ve maddi değerler biçiminde açıklanır. Arvasi Hoca’ya göre ise kültür bir milletin uzun bir tarihi tecrübe ile, tabiattan ayrı olarak geliştirebildiği “antropo – sosyal çevre” olarak tarif edilebilir. Milletler içinde yetiştikleri coğrafya parçasını yoğurarak işlemektedirler. İnsanın bu gayretinden “maddi kültür unsurları” doğar, insan fert ve toplum olarak ilimle, sanatla, dinle, hukukla, eğitimle, felsefi ve zihni değerlerle bizzat kendini işleyip geliştirmeye yönelir. Böylece bizzat insanın kendini yoğurma gayretinden “manevi bir antropo – sosyal çevre” doğar. Bunlara manevi kültür unsurları diyebiliriz.

Hoca kültürü sadece manevi değerler olarak mütalaa etmez. Milletin tabiatı yoğurarak ulaştığı “maddi değerleri” de kültüre dahil eder. Camilerimizde, halılarımızda, bağlama ve benzeri çalgılarımızda geliştirdiğimiz ve kullandığımız üretim araçlarımız da daha niceleri ile beraber milli kültürümüzün maddi unsurlarıdır. Türk milli kültürü maddi ve manevi yönleriyle bir bütündür. Manevi değerlerimiz kültürümüzün özünü ve ruhunu, maddi değerlerimiz ise gövdesini ve vücudunu temsil eder. Medeniyeti tanımlarken medeniyetin bir mana ve madde meselesi olmadığını söyler. Belki ölçülerde incelme ve milli kültür malzemesine ruh ve şuur kazandıran bir terkip meselesi olarak alır.

Medeniyeti kültürün işlenmesi, inceltilmesi, estetize edilmesi biçiminde tanımlar. Medenileşmeyi bir yabancılaşma değil de muasırlaşma (çağdaşlaşma) olarak anlatır. Bir millet, kendi malzemesini kendi şahsiyet ve üslubunu koruyarak, asla yabancılaşmadan en ince ölçüler ve tekniklerle geliştirerek çağı hayran bırakacak bir seviyede geliştirmişse ileri  ve güçlü bir medeniyete sahip olmuş demektir. Bütün mesele vatanınızın taşlarını bir Mimar Sinan gibi yontarak onlardan bir Selimiye çıkarabilmek hünerini gösterebilmektir. Her milletin kendine mahsus milli bir medeniyeti vardır. Bu suretle medeniyetler, milletlerin sayısı kadar çok ve çeşitlidir. Hiç şüphesiz tarihi ve coğrafi yakınlıklar milli medeniyetler arasında zamanla akrabalıkların doğmasına yardım eder ve böylece medeniyet zümreleri teşekkül eder.

Lakin bu durum medeniyetlerin milli karakterlerini yok etmez. Nasıl bir Alman, Yunan, Fransız, İngiliz, medeniyeti varsa Türk Medeniyeti de vardır, iddiaların aksine hiçbir millet medeniyet değiştirmeye yanaşmamıştır. Çünkü milli medeniyetini terk eden bir millet, yabancı medeniyetlerin içinde kaybolup gitmeye mahkumdur, Türk Milleti ikide bir medeniyet değiştirmeye kalkışan bir millet değildir. O, daima kulağında Bilge Kağan’ın meşhur narasını korumakta, töresini bozmadan yürümekte, kendini bularak yenileşmektedir. 

Kültür ve medeniyet konusundaki bu tanımlar oldukça farklı, orijinal,  ufuk açıcı ve incelemeye değerdir.

“Başarılı dava adamları kendilerini, hem çocuklara, hem gençlere, hem yetişkinlere hem de her iki cinse, onların dil, üslup, ihtiyaç ve meselelerini bilerek çeşitli biçim, vasıta ve tekniklerle anlatabilenlerdir. Türk- İslam Ülkücüsünün çocuklar için ayrı, gençler için ayrı, yetişkinler için ayrı hazırlanmış programları, yayınları, araçları ve çalışma biçimleri olmalıdır. Genç nesiller önce İslam klasiklerini ve milli klasiklerini öğrenecek, sonra karşılaştırmalı bir kültür ve medeniyet eğitimi ile dünya klasiklerini tanıyacaktır. Böylece yetişen nesiller, ister istemez yabancılaşmadan çağdaşlaşmanın yolunu bulacaklar, uyanış ve dirilişin sırrını keşfedecekledir. Kendi milli ve mukaddes tecrübesinden mahrum kalan hiçbir insan dehaya ulaşamaz. Deha, her ne kadar, kişilerde tezahür ederse de aslında o, orijinal kültür ve medeniyetlerin mahsulüdür ve kendi dehasını yeniden ortaya koyamayan bir medeniyet dirilemez. Biz Osman’ın rüyasına benzer bir rüya görüyoruz. Bu rüyayı Osman gerçekleştirmişti. Şimdi sıra Türk- İslam Ülküsüne bağlı ve diriliş İslam’da diyen çoşkun bir heyecan içinde ayağa kalkan genç Oğuz çocuklarındadır” diye haykıran Arvasi Hoca bize şevk ve dinamizm vermektedir.

Biz inanıyor ve tarihin şehadeti ile de idrak ediyoruz ki, Türk Devleti güçlü ve Türk Milleti birlik ise, İslam dünyası da mutludur ve ayaktadır, Türk Devleti ve milleti zayıf düşmüşse İslam dünyası ezilmiş, Müslümanlar parya statüsüne tabi tutulmuştur derdi. Kürtçülük yapanlar ya da göz yumanlar sadece Türk devlet ve milletine ihanet etmiyorlar, aynı zamanda İslam’a da ihanet etmektedirler tespitinde bulunur.

Bin dokuz yüz seksen sekiz yılı otuz bir Aralığında Hoca’mın vefat haberini aldığım zaman yıllarca gözyaşına çektiğim hasret son bulmuştu. Hemen İstanbul’a gittim ve Hoca’m Edirnekapı’ya defnedildi. Aşağı yukarı iki yıl kendime gelemedim. Binlerce öğrenci yetiştirdi. Hakkını ne yapsak ödeyemeyiz.

Rahmet, minnet, şükranla anıyorum.