Giderek Zorlaşan Hayat

132

     Tarih sayfaları 2000’li yıllarda yaşayanları insanlık âleminin en şanssız nesilleri olarak yazacaktır. Çünkü milenyum yıllarının başlamasıyla birlikte bu evrende yaşanan olayların acımasızlığı insanların üzerine bir kâbus gibi çökmüş, yaşam mücadelesi veren milyonları adeta yok etmektedir.

      Dünyanın hemen hemen her yerinde savaş var. Savaş yoksa bile türlü kargaşalarla birlikte ekonomik anlamda giderek zorlaşan bir hayat mücadelesi var…

    Böylesine olumsuzluklarla, acımasızlıklarla dolu karmakarışık bir mücadeleyle çalkalanan dünyamızda ülkemizin etkilenmemesi mümkün mü?

    Bu olumsuzlukların günlük hayatımızdaki etkilerini her gün yaşıyor, bu olumsuzluklarla mücadele etmeye çalışıyoruz.

   Her sabah gün başlarken kimilerimiz işine gitmek için, kimilerimiz okula yetişmek için, kimilerimiz dost ziyaretine gitmek için, kimilerimiz ev yaşamının sıkıntısını üzerinden atmak için sokağa çıkıyoruz.   

  Şöyle bir etrafınıza bakınız lütfen…

  Sokaktaki insanlarımızın yüz ifadelerinde ne görüyorsunuz?

   Hayata küsmüş, çevresiyle ilgilenmeyen, ellerindeki cep telefonlarıyla adeta bütünleşmiş, hiç ama hiç gülümsemeyen, giysilerinin içine adeta hapsolmuş, bezginliği ile etrafında olumlu ne varsa hepsini görmezden gelen insanlardan başka kim var?

   Aynı mahallede, aynı apartman da oturup da, birbirlerine selam dahi vermeyen, acil yardıma ihtiyacı olanlarına dahi yüz çeviren, komşuluk hatırının ne demek olduğunu bilmeyen insanlarla dolu, sokaklarında değil kuş sesleri, çocuk seslerinin bile kalmadığı bir yaşam…

   2000’li yıllar öncesinde en azından insanlar birbirlerine selam verir, yardıma ihtiyacı olanlara sırt çevirmezdi.

   Sokaklarında neşe içinde oynayan çocukların, meyve ağaçlarıyla dolu bahçelerin, bu ağaçlarda cıvıldayan kuşların, o sokağın çomarının, sarmanının sevildiği beslendiği, onlara her türlü hoşgörünün gösterildiği, kızlarımızın kadınlarımızın yüzlercesinin cinayetlere kurban gitmediği, doğanın doğa canlılarının katledilmediği, fakir fukaraya sessizce hiçbir gösterişe kaçmadan yardım edildiği bir toplum yaşardı bu ülkede.

  Bu özelliklerimizle dünya bizi tanırken, parmakla gösterirken, şimdilerde bir tanesine bile rastladığımızda, demek ki hala varmış diyoruz; manşet haber oluyor her yerde…

   Tamam, dünyamızda yaşanan her kargaşa bizleri de etkiliyor!

   Ama bunun bir sınırı olması gerekmez mi? Bu sınırı düzenlemek ülke yönetiminde olanların görevi değil mi?  

   Toplumumuzu derinden etkileyen, yaşam kalitemizi düşüren her ne varsa bunları ortadan kaldırmak, tabii ki ülkemizin yönetiminde söz sahibi olanların en önemli görevidir.

   Her gün başka bir sıkıntı ile oluşan gündemi milyonlar yaşıyor, o sıkıntının ağırlığı altında nefes almaya çalışıyor.

  Böylesi bir gündeme en çarpıcı örnek, günümüzdeki emeklilerimizin verdiği yaşam mücadelesidir.

  Yeni yılın maaş artışını beklerken, açıklanan artış oranlarıyla yaşadıkları hayal kırıklığı ile ne yapacaklarını şaşırdılar!  

  İşçisi emeklisinin de, memur emeklisinin de maaş artış yüzdesi farklı…

  Neden?

  Bu insanlarımız hayatlarının son dönemindeyken biraz olsun rahat, güzel bir yaşamı hak etmediler mi?

  Milyonlarca emeklimizin içinden hala yüz binlercesi çalışıyor, az da olsa yaşam bütçesine katkı sağlamanın peşinde…

  Avrupalı emekliler hayatın tüm güzelliklerini yaşarken, bizim emeklilerimiz nasıl ayakta kalırız onun derdinde…

  Emeklilerimizin kimisi ucuz et, ekmek, gıda kuyruğunda, kimisi kar kış sıcak demeden elinde kâğıt mendil, yara bandı satarak aile bütçesine katkı sağlamanın çaresizliğinde…

  Evlatlarına harçlık veremeyen babalara, torunlarına bir gofret dahi alamayan dedelere ne demeli?

  Sorarım, bu devirde kimi emeklilerimizin 7500 lira ile geçinebilmesi tam bir mucize değil de ne?

   Vermiş olduğum örnek, giderek zorlaşan hayatımızda yaşananlardan sadece bir tanesi…

   Eğitimi, ticareti, tarımı, üretimi, adaleti, sosyal yapıyı, terörü, dış ilişkileri… Bunlarla ilgili türlü olumsuz örnekleri sıralasak sayfalar yetmez…

  Pekiyi, yaşamımızın hiç mi güzel tarafı yok?

  Tabii ki var.

  Bunların en önemlisi savaşın yaşanmadığı, türlü olumsuzluklara, güçlüklere karşı omuz omuza mücadele verdiğimiz güzel bir vatanımız var. En büyük gücümüz, yaşadığımız en güzel şey de budur bence.

  Kardeşçe yaşadığımız bu güzel vatanda bugüne değin her türlü güçlüğü nasıl bertaraf ettikse 2000’li yılların bu güçlüklerini de yeneceğiz.

Yeter ki umudumuzu kaybetmeyelim.

Yeter ki kardeşçe yaşamaya devam edelim.

Yeter ki çok ama çok çalışalım.

Yeter ki hayatta en hakiki kılavuz ilimdir diyelim.

Yeter ki her seçim döneminde oy verip, en doğru olanı seçelim.

Yeter ki hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğunu unutmayalım…

Önceki İçerikÜlkemizde “Sosyal Devlet” Arayışları Var mı?
Sonraki İçerikKonudan Konuya  (40)
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.