Çizme

54

Bence sanayi devriminin başlangıcı MÖ 5000 yılından başlayan
ve sırasıyla Bakır, Tunç (Kalay), Demir çağlarıyla süren metalürji devrimi ile
bu devrimin desteklediği MÖ 4000 yılında başlayan gemi inşa sanayi devrimi
olmasına karşın genelde 1733’te İngiltere’de keşfedilen ”uçan mekik” Sanayi
Devriminin başlangıcı olarak kabul edilir. Dokuma hızını arttıran bu keşfi,
iplik eğirme makinelerinin keşfi ve dokuma makinalarının evrimi izlemiş ve en
sonunda (19. yy başlarında) buhar gücünün dokuma makinalarında kullanılması ile
Dokuma Fabrikaları dönemine girilmiştir. Buna endüstriyel yaşamın kitlesel
olarak başlaması da diyebiliriz.

Bunu, Avrupa’nın bilinen birçok endüstriyel firmasının
kuruluşu izlemiştir: Krupp 1811, Siemens 1847, A.E.G. 1883, Renault 1898, Fiat 1899
ve diğerleri…

1850’yi başlangıç ve bir kuşak karşılığını yirmi beş (25)
yıl kabul edersek bu firmalarda girişimci yönetici olarak en az yedinci (7.)
kuşak görev yapmaktadır diyebiliriz. Bu da sanayicisi ve işçisi ile toplumda
büyük bir endüstriyel kültür hazinesinin oluşmasını sağlamıştır.

 

Mezuniyetimden (İ.T.Ü. Makina – 1973) hemen sonra Etibank,
daha sonrasında da İzmir’de özel sektörde henüz birinci kuşak sanayici ve
işçilerle çalışmıştım. Hiç olmazsa mektebinde okumuş (Fabrika Organizasyonu
Kürsüsü) ve bir nebze endüstriyel kültür sahibi teknik elemanlar olarak
işletmelerde yapılması gereken ‘Rönesans’ bizim omuzlarımıza yıkılmıştı. Ve ne
yazık ki adımız ‘solcu’ya çıkıyordu. 1980’li yılların başlarında imalat
yöneticisi olduğum ağır makina imalatçısı bir firmada bir taahhüdün
yetişebilmesi için üç vardiyaya çıkmıştık.

Yaptığım bir araştırma sonucunda verimliliğin korunması ve
esas olarak iş kazalarının önlenmesi için üçüncü vardiyaya gece yirmi dörtte
ballı – kaymaklı bir kahvaltı çıkarılmasına verdiğim karar üzerine personel
yöneticisi bana “İşçi bilmem ne gibidir; şey yaparsan kalkar” diye muhalefet
etmiş ama zorunlu olarak kararımı uygulamaya sokmuştu.

İ.B.B. Başkanının bu enformasyon, telekonferans çağında son
sel baskınında çizmesi ayağında görev başında olmamasına yapılan yaygın
eleştiri, toplumsal endüstriyel kültürümüz açısından ne kadar zavallı bir
durumda olduğumuzu gösterir. Yani İ.B.B. Başkanı yurt dışında olsaydı, ne
olacaktı?!

Şu sorgulanabilir sadece: İ.B.B.’nin böyle afetlerde; afetin
çeşidine, coğrafyasına, büyüklüğüne göre sınıflanarak hazırlanmış ve afetin
başlamasıyla birlikte “Başla!” emri beklenmeden başlayacak çeşitli mücadele
planları var mı? Bu planların gerçekleşebilmesi için nitelik ve nicelik olarak,
üst ve alt ekipler ve yedekleri sisteme yüklenmiş mi?

Paralel ve/veya ardı ardına yürüyecek bu planların alt
eylemlerinin bilgisayar ortamında izlenebildiği, diyelim ki bir “pert” yükleme
takip ve kontrol sistemi uygulanmış mı? Öngörülen gelişmelerin sapması
durumunda bu sistem hemen başka, yeni mücadele planları üretebiliyor mu?

İ.B.B. Başkanı en fazla, gönüllü ekipler yöneticisi
yönetiminde gönüllü bir sıra neferi gibi çalışabilir. Yoksa çizmesini giyerek
mücadeleyi yönetmeye girişmesi teknik savaşçı ekiplerin yegâne ihtiyaç duydukları
sükûneti ve zihinsel konforu darmadağın etmekten başka bir işe yaramaz.