15.5 C
Kocaeli
Perşembe, Kasım 13, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 80

Batı Yanlısı Devlet Kurulacak

Ralph Peters adında bir Amerikan yarbayı, 1 Haziran 2006 tarihinde “Armed Forces Journal ~ Silahlı Kuvvetler Dergisi”nde bir makale yayımladı. Makalenin ekinde çevremizdeki ülkelerin sınırlarını yeniden çizen bir de harita var. Bu harita o günden bu yana meşhur oldu. BOP haritası, diye tanındı. Bu haritanın iki ayrı NATO toplantısında “bir bakalım bakalım” diye ortaya çıkarıldığı ve her ikisinde de Türk subaylarının salonu terk ettiği yazıldı. Ralph Peters’in makalesinin, ABD Hava Kuvvetleri subaylarına tavsiye edildiği de yazıldı. Bunların kaçı doğru bilmiyorum ama makale hâlâ orada duruyor. 

Bugünlerde dergiye yeniden bakarken dikkatimi çekti; Silahlı Kuvvetler Dergisi’nin künyesinin ta başında, “ABD Hükümeti Yayını Değildir” yazıyor. ABD’de herhâlde yüzbinlerce dergi çıkıyor. Acaba niçin sadece bu yayının künyesinde böyle bir açıklamaya gerek duymuşlar dersiniz? 

Okuryazarlık-Resme bakarlık

Okuryazarlık azaldıkça resme-bakarlık çoğalıyor. Ben Peters’in makalesinden konuşulduğunu hatırlamıyorum. Varsa yoksa BOP haritası ama acaba adam ne yazmış, merak eden yok. Yazının başlığı “Blood Borders ~ Kan Sınırları” idi. Alt başlığı da “Daha iyi bir Ortadoğu neye benzer.” Bir parçasının tercümesini aşağıya alıyorum. Tamamını merak edenler  bu adresde bulabilir. 

“En bariz adaletsizlik, Balkan Dağları ile Himalayalar arasındaki ünlü adaletsiz topraklarda bağımsız bir Kürt devletinin olmamasıdır. Orta Doğu’da bitişik bölgelerde yaşayan 27 milyon ile 36 milyon arasında Kürt vardır (rakamlar kesin değildir çünkü hiçbir devlet dürüst bir nüfus sayımına izin vermemiştir). Mevcut Irak’ın nüfusundan daha büyük olan bu rakam bile, Kürtleri kendi devleti olmayan dünyanın en büyük etnik grubu yapmaktadır. Daha kötüsü, Kürtlere Xenophon’un zamanından beri yaşadıkları dağları ve tepeleri kontrol eden her hükümet zulmetmiştir.

Türkiye’nin doğudaki beşte biri işgal altındadır

“ABD ve müttefikleri, Bağdat’ın düşüşünden sonra bu adaletsizliği düzeltmek için harika bir fırsatı kaçırdılar. Bir Frankenstein canavarı gibi uyumsuz parçalardan oluşan Irak hemen daha küçük üç devlete bölünmeliydi. Korkaklık ve vizyon eksikliği nedeniyle başarısız olduk, Irak Kürtlerini yeni Irak hükümetini desteklemeye zorladık – ki bunu gönülsüzce bizim iyi niyetimize karşılık olarak yapıyorlar. Ancak özgür bir plebisit yapılsaydı, hiç şüphesiz: Irak Kürtlerinin neredeyse %100’ü bağımsızlık için oy kullanırdı.

“Aynı şekilde, kimliklerini yok etme çabasıyla on yıllarca süren şiddetli askerî baskı ve “dağ Türkleri” olarak adlandırılarak kimliklerinin aşağılanmasıyla karşı karşıya kalan Türkiye’nin uzun süredir acı çeken Kürtleri de bağımsızlık için oy kullanırdı. Ankara’nın elindeki Kürtlerin durumu son on yılda biraz iyileşmiş olsa da baskı son zamanlarda tekrar yoğunlaştı. Türkiye’nin doğudaki beşte biri işgal edilmiş topraklar olarak görülmelidir. Suriye ve İran Kürtlerine gelince, onlar da bağımsız bir Kürdistan’a katılmak için acele ederlerdi. Dünyanın meşru demokrasilerinin Kürt bağımsızlığını savunmayı reddetmesi, medyamızı rutin olarak heyecanlandıran beceriksiz küçük icraat hatalarından çok daha kötü bir insan hakları ihmalidir. Bu arada, Diyarbakır’dan Tebriz’e uzanan Özgür Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasındaki en Batı yanlısı devlet olurdu.”

Jeopolitik zor değişir

Bu kadar açık. Irak büyük çapta halledildi. Suriye’nin stratejik yerlerinden, Arap nüfus temizlendi. Peters’in makalesinin bir yerinde şu cümle yer alıyor: “Ah ve 5.000 yıllık tarihten bir başka kirli küçük sır: Etnik temizlik işe yarıyor.” Temizlik bitti, PYD/YPG binlerce tır silahla donatıldı, askerî eğitimle güçlendirildi. Şimdi sıra Bulgaristan’la Japonya arasındaki “En Batı Yanlısı Devlet”in Türkiye ve İran parçalarını inşa etmeye geliyor. Acelemiz yok. Yavaş yavaş. Ama şartlar uygun olduğunda hızlı hızlı.

Devlet gibi devletler, jeopolitik çıkarlarını ölçer, biçer ve belirler. Sonra yıllar hatta asırlar boyu o menfaatleri kovalarlar. Bazen yavaş, bazen hızlı; bazen açık, bazen gizli. Fakat jeopolitik kelimesindeki “jeo” yani yerküre değişmediği için menfaatler de pek değişmez. Değişen kısım “politik” kısmıdır. 

Batı’nın yüz yıl önce, Sykes-Picot ile Sevr ile ifade ettiği çıkarları değişmedi. Hatta bunlardan da eski olanı, rahmetli Durmuş Hocaoğlu’nun ifadesiyle “Doğu’daki Endülüs” bakışı da değişmedi. Orta Doğu’da, büyük değil küçük devletler, “doğru boyda” devletler olmalı. O devlet tercihan Şii değil Sünni olmalı ki İran’ın kontrolünden uzak kalsın. Arap olmamalı ki ilerde İsrail için tehlike oluşturmasın. Türk olmamalı ki tarih boyunca olduğu gibi uğraştırmasın. Ya ne olsun? Bulgaristan’la Japonya arasında en Batı yanlısı devlet olsun. 

Yazar

Don Kişotlar Arıyoruz!

Malum Don Kişot, İspanyol şair ve romancı Miguel de Cervantes’in kendi dilinde yazdığı romanın ve o romanın kahramanının adıdır. 1605’te yayınlanmıştır.

Don Kişot şövalye kitaplarını okuya okuya iyice onlara özenir. Dedesinden kalma zırh, kılıç ve diğer aletleri temizler, kendi gibi sıska olan atını da eyerleyip yola çıkar. Sonra komşusu Sancho Panza’yı vali yapma vaatleriyle kandırıp kendine silahtar veya bizdeki kabulü ile uşak yapar. Bir köylü kızını da sevgilisi ilan eder ve her şeyini bırakıp yollara düşer.

Bizim hayatımızda ise Don Kişot bütün imkânsızlıklarına rağmen yel değirmenlerine karşı savaşan adam demektir. Hatta halk arasında “Don Kişotluk etme “ diye bir deyim de dilimize yerleşmiştir.

Yani bizim anladığımız Don Kişot’ luk imkânsıza karşı savaşmak mücadele etmek demektir.

Türk Milletinin yaşadığı sorunlar, onca imkânsızlığa rağmen vatan ve milliyetsever insanları bir kez daha Don Kişotluğa zorlamaktadır.

Atatürk, “Gençliğe Hitabesi”nde ‘Millet, fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir’ diyor. Hakikaten bugün yoksulluk çok ağır bir şekilde hissedilmekte ve çoğumuz tarafından gözlenmektedir. İnsanlarımızın çoğu karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemez haldedir.

Bu sebeple Türk Milleti kafasını kaldırıp etrafa bakamadığı için olan biteni tam manası ile anlamakta büyük zorluklar içindedir.

Gerçi Atatürk “İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyet’i kurtarmaktır” diyor ama bunu yapmak üzere Türk Milletinin önüne geçecek insanlara ihtiyaç vardır.

İşte bu insanlar bir kez daha ortaya çıkıp gerekirse Don Kişot’luk edip memleketin düzlüğe çıkışına vesile olmalıdırlar.

Bu iş mazeret ve bahane kaldırmaz! Atatürk’ vari bir mücadele gerektirir. Rahatınızı bozmayacak ve bu işi şahsi ikbal konusu yapacak iseniz hiç ortalarda gezmeyiniz.

Bizim yel değirmenlerine karşı mücadele edecek siyasetçi Don Kişotlara ihtiyacımız var. Kim derse ki veya diyorsa ki, bu mücadele siyaset ile olmaz diye biliniz ki size yalan söylüyor demektir. Eğer bir insan bu dönemde vatan ve millet için siyaset yapmaya yelteniyorsa biliniz ki, o bir Don Kişot’tur.

Yani anlayacağımız odur ki, Türk Milleti önderleri ile ülkenin geleceği için vaziyete el koymalıdır…

Bilmeyenler bilenleri dinlesinler, müşterekleri yüzde yüze yakın olan insanlar bir araya gelsinler, ortak akılla strateji oluştursunlar ve hedefe doğru yol yürümeye başlasınlar!

Elbette Türk Milleti için bu çözülüş dönemini sona erdireceğiz…

Hadi bakalım Don Kişotlar ortaya!

Kenz – İ Mahfî

     Her türlü tarih, edebiyat, felsefe, fen ve ilahiyat hakkındaki bütün kitapların çıkış temeli noktadır. Noktadan harfler; harflerden kelime, satır, paragraf ve sayfalar; o sayfalardan ise sayısız eserler ortaya konmuştur.

   İnsan da, kâinat / evren kitabının noktası hükmünde. Nokta ve ondan türeyen harfler; her konudaki tüm kitapların özü ve çekirdeği olduğu gibi, İnsan da kâinatın özü ve çekirdeği olup; maddî dünya; İnsan çekirdeğinin maddî potansiyelinden, mânevî / gaybî âlemler de, İnsan’ın mânevî çekirdeğinden husûl bulmuş ortaya çıkarılmışlardır.

     Çünkü İnsan, Hz. Ali’nin mealen dediği gibi:

   “Ey İnsan! Sen, cürmünü / maddî varlığını / aslını, özünü ve maddî – mânevî çekirdeğini hor görme!

     “Çünkü onda, âlemler tayy edilmiş / dürülerek yer almıştır.

    “Onlar, Sen’in iraden ve elinle ortaya çıkmayı beklemekte, emrine âmâde ve buna muntazır / hazır bir vaziyet göstermektedir.”

   Çünkü Sen; âlemlerin sırlarını açacak, binbir nice küçük anahtarları içinde taşıyan, büyük bir anahtar hükmündesin.

     Çünkü Sen ey İnsan! Gizli, saklı bir hazînesin!

    Şu mevcut ve meşhut olan / görülen görülmeyen âlemler; Sen’deki hazînelerin dünyada açılmış, dünyaya yayılmış, ufukları kaplamış hâlinden başka bir şey değil.

                                              x

     Ey İnsan! Ahhh bir bilsen ki, Sen nesin?

     Kâinatı ve Yaratan’ı gösteren, küllî bir âyînesin.

     Zımnen “Levlâke, Levlâke…” /  de ifadesini bulan bir cevher.

     Sen’inle şereflenen kâinatın gözdesi, muhteşem bir er.

     Ahhh bir bilsen mahiyetini ey İnsan! Acaba Sen nesin?

     Allah’ın; kâinatı bir tarafa, Seni bir tarafa koyduğu çok şeysin!

     Hem bir hazîne, hem o hazînenin elmas anahtârı.

     Kâinatın hem mümessili, hem de bizzat ebedî yârı.

     Kısaca Kenz-i Mahfî / Gizli Hazîne’sin Sen!

     Nasıl bir hazîne olduğunu, ahhh bir bilsen.

                                              x

     Bir nebze İnsan’ın mahiyetine değinecek olursak, meselâ:

   İnsan otururken istediği yaşa gider! İstediği yeri, istediği şeyi; sesli, sözlü, renkli ve hareketli olarak mekân ve zamaniyle, istediğ kadar temaşa edip, tekrar yaşar!

     İstediği an, orayı terkeder. İstediği an, tekrar oraya bağlatır kendini. Sonra bütün bu izlediklerini hâfıza ve muhayyilesinde hıfzeder, korumaya alır.

     Nasıl bir arşiv? Nasıl bir depo?

     Nasıl bir hazîne?

     Nasıl bir muhafaza / koruma?

     Şaşmamak, apışmamak, düşünmemek elde değil.

     Bütün bunları nasıl arşivliyor? Çünkü ortada, mekânsız bir arşiv var!

     Nasıl sıraya koyuyor veya konuyor?

     Nasıl muhafaza ediyoruz? Gerçekten bilmiyor bilemiyor! Akıl sır erdiremiyoruz!

     Bütün bunların ve yapılanların varlığını biliyor, fakat mahiyetine inemiyoruz!

     Bundan anlıyoruz ki, mahiyetini bilmemek varlığını inkârı gerektirmiyor.

Kalp Cerrahı Prof. Dr. Tayyar Srıoğlu Bilgilendiriyor: Kalbimizle Alâkalı Olarak Bilmemiz Gerekenler

Kalp Cerrahı Prof. Dr. Tayyar Srıoğlu Bilgilendiriyor: Kalbimizle Alâkalı Olarak Bilmemiz Gerekenler

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Yaklaşık 500 yıl önce söylenmiş bu söz günümüzde halâ geçerliliğini koruyor. Eskiler ‘Sıhhat’ diyorlardı. Günümüzde ‘sağlık’ deniliyor.

Sağlık; Cenab-ı Allah’ın, insanoğluna ihsan buyurduğu en büyük nimet. 

İnsan ömrü, namazla ezan arasında geçer. ‘Ömür bu kadar kısa mı?’ Diye soranlara, şöyle bir açıklama sunulabilir:

İnsan doğduğunda… Tabii burada kendi insanımızdan söz ediyorum. Temelinde İslâm bulunan, Türk millî kültürüne mensup olan bizim insanımız… Bizim insanımız doğduğunda; kulağına ezan okunur. Bu ezanın namazı yoktur. Emr-i Hak vâki olduğunda cenaze namazı kılınır. Bu namazın da,  ezanı yoktur.

Kulağa okunan ezanın namazı, hayat sona erdiğinde ezan okunmadan cenâze namazı  olarak kılınıyor. Çünkü cenâze namazının ezanı, insan doğduğunda kulağa okunmuştur. Böylece hayatımız, ezanla namaz arasındaki zaman dilimini dolduruyor.

Bu zaman diliminin uzun olması arzu edilir. Fakat uzunluk,   çok da fazla bir mânâ taşımıyor.

Dâima hayırla anılacak işler yapmak, insanlığa hizmet etmek… Asıl mânâsı ve değeri olan işler budur.

Mânâ ifâde eden, değer oluşturan ve değer ifâde eden bir hayat yaşayabilmek için her şeyden önce sağlıklı olmak gerekiyor. Akıl ve beden sağlığı olmayanların hayatından Rabb’im cümlemizi korusun.

Türk Kalp Vakfı’nın belirlemelerine göre ülkemizdeki ölümlerin % 43’ü kalp ve damar hastalıklarından kaynaklanıyor.

İnsanlarımızın büyük bir ekseriyeti kalbini ihmal ediyor. Bizi karşı karşıya bırakacağı büyük tehlikeye rağmen gerekli tedbirleri almıyoruz. Çünkü tedbir olarak neler yapılabileceğini bilenlerin sayısı çok az.

Bilenle bilmeyen bir olamaz. Neler yapılması gerektiğini bilirsek ve bildiklerimizi uygulayabilirsek, uzun ve sağlıklı bir ömür yaşama imkânını elde etme şansımız artacak. Hem kendimizi mesut edeceğiz, hem de sevdiklerimizi ve sevenlerimizi… 

Herkes, ‘Acaba kalbim ne durumda’ Diye sormalı.

Şu sebeplerden sormalı:

Birincisi şahsımızla ilgili. Çünkü hakkında bilgi edineceğimiz organ bize ait ve hayatî önemi var.

Annemizin karnında, yirminci günden başlayarak ömrümüz boyunca her gün ortalama 100.000 defa kasılarak, bütün vücudumuza devamlı olarak kan pompalıyor. Bu işi, bir sâniye bile ara vermeden, biz; uyurken – dinlenirken bile o, durmadan dinlenmeden günler, aylar ve yıllar boyunca yapıyor.

İkinci sebep sayılara dayanıyor.

Çevremizdeki her üç kişiden biri; hayatının herhangi bir döneminde, kalp ve damar hastalıklarına yakalanma ihtimali ile karşı karşıya.

Türkiye’de 2.000.000 kişiden oluşan kalp hastaları grubuna, her geçen yıl, 90.000 yeni insan ekleniyor.

Sözünü ettiğim 2.000.000 kişiden veya gruba sonradan katılacak olan 90.000 kişiden biri olmamak için neler yapmamız gerektiğini öğrendiğimizde ve bildiklerimizi uygulayabildiğimizde… sağlıklı oluruz, sağlıklı bir toplumun oluşmasına katkıda bulunuruz.

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Türkiye’mizin sayılı kalp uzmanlarından                                                                      Prof. Dr. TAYYAR SARIOĞLU Diyor ki…:

Benim uzunca bir zamandır ısrarla üzerinde durduğum husus millî kalp sağlığı politikamızın oluşturulmasıdır. Bu politika yaşayan insanımızın hayatı ve millî bekamız için çok büyük önem taşımaktadır. Ülkemizdeki bütün ölümlerin % 43’ünden fazlasının Kalp Damar hastalıklarından ileri geldiğini ifade edersek durumun ciddiyeti ve vahameti ortaya çıkmış olacaktır. İnsanlarımızın 40-65 yaşında olanların % 70’i bu hastalığa muhataptırlar. Eğer durumun ciddiyetini kavramazsak yaşama sevinci eksik, verimsiz, enerjisi düşük bir nüfusumuz olacak ki bugünün dünyasında bir ülke için bundan daha büyük bir talihsizlik olamaz. Bahse konu politikamızın önemli ilkelerinden biri hastalığın önlenmesi için alınması gereken tedbirlerdir. Yıllık kalp damar hastalıkları için millî bütçemizden 20 milyar doları aşkın bir para harcadığımızı düşünürsek  ‘Millî Kalp Sağlığı Politika’sının âcil olarak gündeme alınması gerekliliği anlaşılacaktır. Bu politikanın aksiyon planının satır başlarını size vermek istiyorum:

* Kamuoyu oluşturulması

* Millî veritabanı / bilgi ağı

* Stratejik politika /  Kanun ile ilgili düzenlemeler

* Önleme ve koruma çalışmaları

* Gıda güvenliği ve denetimi

* Teşhis ve tedavi merkezlerinin yeniden düzenlenmesi

* Kardiyoloji-Kalp cerrahisi eğitim programlarının standardizasyonu

* Denetim ve yetkilendirme sisteminin oluşturulması 

* Paraya dayalı maddî kaynak,  bütçe oluşturulması

Bu planın her bir maddesi hayati önem taşımakla beraber Kalp Krizi Merkezlerinin oluşturulması çok büyük âciliyet ifâde etmektedir. Bu merkezler milletlerarası standartlara uygun donanımda ve 24 saat esasına göre hizmet verecek olurlarsa her yıl binlerce hastanın hayata döndürülmesi sağlanacaktır. Yine bu plan içerisinde yer alan Çocuk Kalp Sağlığı Merkezleri ayrı bir önem taşımaktadır. Çünkü her yıl 13-15.000 çocuğumuz için kalp cerrahisi gerekmektedir. Bunların içinde % 30’unu yeni doğan çocuklar oluşturmaktadır. Bunlarla ilgili Çocuk Kalp Cerrahisinde uygun donanımlı hastaneler ve iyi yetmiş hekimler % 90’nın üzerinde başarı elde etmektedirler ve bu çocuklarımız hiç hasta olmamış gibi sağlıklı bir hayata kavuşturulmaktadırlar.

Çağın Vebası

Yapılan araştırmalar 2020 yılında bütün ölümlerde birinci sırayı Kalp Damar rahatsızlıklarının alacağını ikinci sırayı ise depresyon ve depresyona bağlı hastalıkların alacağını ön görmektedirler. Bu her iki hastalığı izah ederken karşımıza ‘Sağlığın şeytan dörtgeni’ çıkıyor.  Sağlığın şeytan dörtgeni şu unsurlardan oluşuyor: 1-  Psiko-sosyal stres, 2- Yanlış beslenme, 3- Hareketsizlik, 4- Sigara ve zararlı alışkanlıklar

Bu can sıkıcı tablolar karşısında yapılması gereken en önemli iş toplumda bir sağlık bilinci ve sağlıklı hayat özlemi uyandırabilmektir. Bunun için gerekli olan unsurlar şunlardır:

 1- Kaybetmeden değerini bilmek, 2- Önce koruma ve önlem, 3- Sigara ve zararlı alışkanlıklardan korunma, 4- Düzenli egzersiz hareketli bir yaşama şekli,  5- Doğru ve dengeli beslenme, 6- Stres yönetimi, 7- Belli aralıklarla tıbbî kontrol ( check-up)

Çağımızda insanları tehdit eden ikinci önemli hastalık depresyon ve bunun kaynağı strestir. Aynı zamanda bu iki unsur kalp hastalıklarının da tetikleyicisidir. İnsanlarımıza özellikle gençlerimize Anaokulundan başlayarak bütün eğitim kademelerinde stresle başa çıkmanın yolları öğretilmektedir. Bunun için dengeli beslenme, aşırılara kaçmayan bir hayat tarzı ve daima spor hayatımıza girmelidir. Stresle başa çıkma yollarını da ana başlıklarla şöyle ifade edebiliriz:

1-Stres ve depresyona karşı konulması

2- Güçlü kalp, dolaşım ve solunum sistemi

3- Kilo kontrolü ve obezitenin önlenmesi

3- Kan şekeri hastalığının önlenmesi

4- Kas ve kemiklerin güçlenmesi

5- Kaliteli uyku

6- Kanser riskinin azaltılması

İnsan ve Hayat

Hayatımıza özen gösterirsek, sağlığımızı korursak yaşamaya değer bir hayatımız olur. Bu iki unsur arasında kopmaz bir bağ vardır. Kaliteli bir hayat özen gösterilerek bilgiyle, emekle, dikkatle sağlanacağı gibi böyle bir hayatın korunması için de insan gerekli çabayı gösterecektir. Kaliteli bir hayatın önemli şartlarından biri kişinin diğer insanlara ve yaşadığı çevreye özen göstermesi onlarla bütünleşmesi ve paylaşmayı bilmesidir. Bu tutum bizi yalnızlıktan kurtarır, yalnızlık insan hayatı için en büyük tehlikelerden biridir, ömür törpüsüdür. Sağlıklı bir çevreyi gerçekleştirmeden; şahsî olarak sağlığımıza göstereceğimiz özen boşa bir çabadır. Onun için diyoruz ki kalplerimizin sağlığı için bütün mahlûkata sevgi, merhamet, dostluk, vefa, adâlet ve güven duygusu beslemeliyiz. Bu yolda gayret etmeliyiz. Bunların sağlanabilmesi için ailede verilecek terbiyenin yeterli olmayacağını, mutlaka eğitimin her kademesinde sağlık bilincinin ve mutlu hayatın öğretilmesi gerektiğini kabul etmek mecburiyetindeyiz.

Prof. Dr. TAYYAR SARIOĞLU

Prof. Dr. Tayyar Sarıoğlu                                                                                                       Kalp Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı, Acıbadem Bakırköy Hastanesi, Kalp Merkezi İstanbul Kalp Cerrahisi Vakfı Başkanı Doğum: 1951, Gaziantep Eğitim: Tıp Eğitimi: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1974 Kalp damar cerrahisi uzmanlığı: Hacettepe Üniversitesi, 1979 Akademik görev ve pozisyonlar: *Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Bölüm Başkanlığı, 2003 *İstanbul Memorial Hastanesi Kurucu Genel Direktör, Proje ve Yönetim Liderliği, 1996-2002 *İstanbul Memorial Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı ve Çocuk Kalp Sağlığı Merkezi Başkanı, 2000-2002 *İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı, 1997–2000 *İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Kalp Damar Cerrahisi Öğretim Üyesi, 1987–1997 *Hacettepe Üniversitesi Kalp Damar Cerrahisi Baş Asistan, Uzman ve Doçent,1979–1985 *Cardiovascular Fellow, Klokkenberg, Holland, Ağustos 1984 * University of Alabama in Birmingham (UAB, USA) special cardiovascular fellow, 1985 – 1986 Kariyer, Akademik Çalışmalar *Kalp Damar Cerrahisi konusunda yerli ve yabancı dilde 120’den fazla yayın *Kalp cerrahisinin en komplike ameliyatlarından olan yeni doğan bebeklerde arterial switch ameliyatı, Konno-Rastan ve kalpte pulmoner ototransplantasyon (Ross-Konno) ameliyatlarını Türkiyede ilk defa uygulama ve başarılı bir şekilde rutin hale getirme. * Aort koarktasyonu ve mitral atrezili tek ventrikülde kendisi tarafından geliştirilen ameliyatlar. (Aorto–subklavian Plasti ve Sağ atrial Flap ile atrial neoseptasyon) *Özellikle yeni doğan bebekler ve küçük çocuklardaki kalp ameiyatlarının ülkemizde de dünya standartlarındaki başarıya ulaştırılması konusunda büyük çaba ve rol. * Erişkin ve çocuk yaş grubunda her türlü 7500’den fazla kalp ameliyatı uygulamaları *1985–2000 yılları arasında 20’den fazla kalp cerrahisi uzmanının yetiştirilmesi Üyelikler ve Kurumsal Faaliyetler *Full Bright ABD Eğitim Bursu, 1985 *Türk Kardiyoloği Derneği Üyeliği *Türk Pediatrik Kardiyoloji Derneği Üyeliği *Türk Kalp Damar Cerrahisi Derneği Üyeliği *Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi Editörlüğü, 1992–1997 *Kalp Damar Cerrahisi 2. Ulusal Kongresi genel sekreterliği, 1992 * İstanbul Kalp Cerrahisi Vakfı kurucusu ve başkanlığı, 1995 *Europian Cardio–Thoracic Surgery Society Üyeliği *New York Academy of Science Üyeliği *Amerikan Assocation for the Advancement of Science Üyeliği Hobi Tarih ve Felsefe, Yüzme, doğa yürüyüşleri, Klasik Türk Müziği ve Şiir.  

Tanınmış bir kalp uzmanı diyor ki:

* Sigara içeni ameliyat etmem. Sigarayı bırakmayan hastayı kesinlikle tedâvi etmem. Çünkü sigara insanı öldürür. Hasta kendini öldürmeye karar verdiyse, ben ne diye onun için uğraşayım? Şifa bekleyen onca hasta var. Enerjimi onlara harcarım.

* Duâ etmek insanı iyileştirir. Duânın meditasyon gibi, şifa gibi iyileştirici özelliği vardır.

* Her gün aspirin içmeli. Aspirin kanı sulandırdığı gibi, vücuttaki doku tahrişini önlüyor. Böylece ömrü uzatıyor.

* Çay yerine ıhlamur içmeli, sarımsak (sarmısak) yemeli.

* Şişmanlık en az sigara kadar tehlikeli.

* İnsan vücudunda, seratonin adlı bir hormon var.  Vücudumuzda yalnızca 10 miligram olan bu hormon, insanın mesut olmasını sağlıyor. Kalp hastaları, sağlam insanlara oranla, seratonin hormonunu, idrar yoluyla iki kat daha fazla olarak dışarı atıyor. Dolayısıyla kalp hastaları mutlu olamıyorlar. Seratonin kaybı, mandalina, portakal, domates, süt, hindi eti ve çikolata gibi gıdalarla, kısmen karşılanabilir.

* Kalp hastalığı kader, kalpten ölmek çâresiz bir son değil. Kalbinizi kontrol ettiriniz, bir problem varsa, tavsiyelere uygun hareket ediniz.  Tavsiyelere uygun hareket edenlerin % 90’ı sağlıklı yaşamaya devam eder. 

* Damar sertliği, çocukluk ve ilk gençlik çağlarında başlayıp 30 – 40 yaşından sonra kendini gösteren bir illettir. Önlem almak için beklemek mânâsızdır. Fakat hiçbir zaman da geç kalmış değilsiniz.

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Erken Seçim Koşarak Gelmektedir.

İlgi (A) ” En Geç 2.5 Yıl İçersinde Genel + Yerel + Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinin Birlikte Yapılacağını Çok Kuvvetle Ön Görmekteyim”  Başlıklı 08 Haziran 2024 Tarih ve 10:46 Saat Gruplu Yazım…!

İlgi (B) ” Özgür ÖZEL’ li CHP İktidarının Önündeki En Büyük Engel; Kemal KILIÇDAROĞLU ile Ekrem  İMAMOĞLU Olacaktır” Adlı 09 Eylül 2024 Tarih ve 11:07 Saat Gruplu Yazım…!

İlgi : (A) ve İlgi (B)’ de NEDENLERİ ile NİÇİNLERİ ile çok kapsamlı olarak açıkladığım gibi; zorunlu olan anayasal ve yasal değişimlerinde yapılarak GENEL + YEREL + Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birlikte yapılamsının çok kuvvetle uygulamaya sokulacağını detayları ile açıklayarak Asil, Aziz ve Yüce TÜRK Milletinin bilgisine sunmuştum.

Sonuç olarak; mevcut siyasi iradenin girdiği çıkmaz ve karanlık tünelden çıkmak için son çare olarak ön gördüğü ve en son YARGIYI bir balyoz ve öcü sopası gibi kullanarak uygulamaya koyduğu rakip muhalefet yerel yönetimleri kıskaca alma plan ve projelerinin çok daha önce tasarlandığı ve şu yaşadığımız zaman sürecinde ise Bahçeli’nin bilgisi dâhilinde uygulamaya sokulacağını anılan her iki (İLGİ) yazımda detaylandırarak Asil, Aziz ve Yüce TÜRK Milletinin bilgisine sunmuştum.

Bakalım kim haklı çıkacak?

GEÇMİŞ’ te Olduğu Gibi.

NOT: Konseptini FİKİR Portalı Olarak Belirlediğim ve Kamuya Açık Olan Sosyal Medya Kapsamındaki FACEBOOK Sayfamda Bahse Konu Her İki (İLGİ)  Yazım Mevcuttur.

Ne Eylerse Yüce MEVLAM Güzel Eyler.

İlahi ADALET Devreye Girmiştir. Her Kim Hangi Mevki ve Makamda Olursa Olsun Her Yaptığı İhaneti ER veya GEÇ ödeyecektir.

Emevi ve İngiliz Müslümanı olmayan ve Yüce Kitabımız KURAN’ da açıklanan İnancımız çerçevesinde bunun için YER ve GÖK yeminlidir.

Ya Ettiğiniz Yemine Sadık Kalın, Ya da Bırakıp Gidin!

                Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetmek için Türk milletinden yetki isteyip, seçilerek işbaşına gelenler sözlerim sizlere lütfen dikkat buyurunuz! Her devletin üzerinde yaşadığı milleti yönetebilmesi için onun yazılı bir sözleşmesi, daha doğrusu bir Anayasa’sı vardır. Sizlerde bu Anayasa’ya sadık kalmak için millet karşısında Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi kürsüsünden namus ve şerefiniz üzerine ant içerek görev aldınız.

                İlkelerinden ayrılmayacağınıza Türk Milletinin karşısında yemin ettiğiniz Anayasanın İlk 4 Maddesi Nelerdir önce onu tanımlayalım:

I. Devletin şekli:

MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin nitelikleri:

MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti:

MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.

Başkenti Ankara’dır.

IV. Değiştirilemeyecek hükümler

MADDE 4- Anayasanın 1’inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”

                Şimdi: Yukarıdaki 4 Maddelik Anayasanın hükmüne göre, PKK yöneticileri ister Kandil’de olsun ister Avrupa’da, hiçbiriyle hiçbir şekilde müzakere kabul edilemez, edilmemeli!

                Türk yargısı tarafından ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmiş bulunan PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan ile de müzakere kabul edilmemeli,  Öcalan’ın TBMM’de konuşturulması ve arkasından affedilmesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası kanunlarının çiğnenmesi, terörü bitirmek gayesi ile de olsa asla kabul edilemez, edilmemeli!

                Daha önceki Çözüm Süreci safhasında Oslo görüşmelerinde olduğu gibi T.C. Devleti terör örgütünü muhatap alamaz, almamalı. Böyle bir düşünce Türk Devleti ve terör örgütünü eşit kabul etmek demektir. Böyle düşünenlerin anlamadığı şeyi biz anlatalım: PKK, T.C. Devletine ortak olmak, ülkenin bir parçasında ayrı bir devlet kurmak için terör yapıyor.

                Herkes aklını başına almalı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti toprakları üzerinde kumar masası kurulamaz, terör örgütüyle pazarlık için el yükseltilemez. Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlet olarak kurulmuştur hiçbir etnik guruba ayrı bir millet muamelesi yapılamaz, ona toprak vaat edilemez.

                Türkiye’nin bugünkü meselesi terör meselesi değildir, BOP düşüncesi paralelinde Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilerek Kuzey Suriye’de, Kuzey Irak’takine benzer bir Kürt devleti oluşturulmaya çalışılıyor. Hedefleri Türkiye’deki üniter yapıyı değiştirerek Kuzey Irak, Türkiye’nin güneydoğusu ve Kuzey Suriye’yi birleştirme projesidir. Niyetleri, gayet açıktır ve en son hedefleri: “Nil’den Fırat’a Büyük İsrail” Projesidir ve Türkiye’nin su kaynaklarına el koymaktır.

                Her gün ısrarla Anayasanın değişmesinden söz edenleri şimdi daha iyi anlıyoruz ki, onlar iyi niyetli değiller. Niyetleri, Türkiye’ye giren 15 milyon kaçak yabancıyı 86 milyon Türk nüfusu içinde eritip, “Ulus Devlet” yapısını ve üniter yapıyı değiştirip milletin çeşitliliğine göre federal bir anayasa hazırlamaktır.

                Emperyalizmin en büyük hedefi Yugoslavya örneğinde olduğu gibi Ulus Devletleri federasyonlara ayırıp sonra da bölüp parçalamaktır. Türk Milleti bu oyuna gelmeyecektir. Çünkü şükürler olsun ki halâ sağduyu ve feraset sahibi güçler dimdik ayaktadır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 41. Kuruluş Yıldönümü

Türk Milletinin bağımsızlık mücadelesinde büyük bedeller ödeyerek kurduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‘nin 41. 15Kasım kuruluş yıldönümü kutlu olsun.

Kürt Sorunu Var mı, Siyasi Çözüm Ne Demek?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bir yandan yeni bir “çözüm süreci” başlatmak istiyor. Önceki “çözüm sürecinde” bile dile getirilemeyen “Öcalan TBMM’de konuşsun” çağrısı yapıyor. Fakat diğer taraftan “Kürt Sorunu yoktur” görüşünü dile getiriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Diyarbakır’da, 2005 yılında, “Kürt meselesi benim meselemdir” diye konuşmuştu.

Oslo’da PKK ile T.C. arasında, bir hakem devlet başkanlığında, 2009 yılında gizli müzakereler başlatıldı.  2013-2015 yılları arasında “Çözüm Süreci” adı altında PKK ile Türk Devleti arasında açıkça müzakereler yürütüldü.

2015 yılından sonra Erdoğan “Türkiye’de artık Kürt sorunu yoktur; Kürt kardeşlerimin sorunları vardır. Türk kardeşimin de sorunu var, öyle mi? Ülkemde yaşayan tüm etnik unsurların her birinin sorunları var. Bu sorunları gidermek için çalışacağız, ayrım yapmayacağız. Sanki bu ülkede Kürt sorunundan başka bir mesele yok. Bu, ülkeyi bölmeye gayret etmektir, ayrımcılıktır. Bütün etnik unsurlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak birdir, birbirine eşittir, birlikte Türkiye’dir” gibi değerlendirmeler yaptı.

CB Erdoğan, Bahçeli’nin “Öcalan açılımı” üzerine, “MHP liderinin tavrının Türkiye’nin demokrasi mücadelesi için olumlu ve anlamlı bulduğunu” söyledi. “Siyasetimizin temelinde, ülke meselelerinin geniş bir mutabakatla çözülmesi, toplumun farklı kesimlerinin de sürece dahil edilmesi yatıyor” dedi.

“Meseleleri terör dışı yöntemlerle ortadan kaldırmaya ise her zaman varız” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “bu gelişmeyi yeni Anayasa çalışmalarıyla birlikte değerlendirmek gerektiğine” atıfta bulundu.

****

ABD, AB, PKK, DEM ve bazı yazarlara göre terörün gerekçesi “Kürt sorunu”dur. “Kürt sorunu” çözülmeden terör konusu çözülemez.

Hatta gördük ki CHP Genel Başkanı Özgür Özel de “Kürt Sorunu vardır. Kürtlerin sorunları Kürtler sorunum kalmadı diyene kadar vardır ve çözülmesi gerekir” görüşünde. Dahası “Ben de Kürtlere bir devlet teklif ediyorum. Tüm Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahibi yapalım” gibi maksadını aşan tuhaf sözler söylemekte.

Peki, ABD, PKK ve DEM ile CHP aynı çözümleri mi düşünmektedir? AKP ve MHP’nin çözümü bunlardan farklı mıdır?

********************************

Kürt Sorunu Ne Demek?

Aşağıdaki cümleleri 3 Aralık 2007’de yazdığım köşe yazımdan aynen alıntıladım:

Bölücü terörü, “Kürt sorunu” yani “etnik sorun” olarak tanımlamakta ısrar edenleri dikkatle izleyiniz. Türkiye’de insanların sırf bir sosyal gruba veya etnisiteye mensup olduğu için ayrıma tabi tutulduğunu, vatandaşlık haklarının kısıtlandığını söylemek mümkün olmadığı halde “Kürt sorunu” tanımlamasındaki ısrar neden?

Varılmak istenen hedef, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında Kürt asıllı olanların diğer vatandaşlara verilen haklardan yararlandırılmadığı, onların kültürel, ekonomik ve siyasi açıdan ezildiği, diğer vatandaşlar ile aralarına konulan görünmez duvarlar ile izole edildiği gibi tezleri kabul ettirmektir. Böylece, bu etnik unsuru temsil edenlerin(!) kısa veya uzun vadede bağımsızlık talep etmesini de meşru ve haklı göstermeye çalışmaktır.

ABD Başkanı Bush, 05 Kasım’da (2007) Başbakan Erdoğan ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada “Türkiye ’Kürt sorunu’nun çözümü için adımlar atacak” demişti. İsveç’in Ankara Büyükelçisi Christer Asp ise, “AB’nin, PKK terörü problemine uzun vadeli siyasi bir çözümün getirilmesini görmek istediğini” ifade etti. “Türk hükümetinin terörle mücadele konusuyla ilgili siyasi çözüm bulma çabasının çok açık olduğunu” da kaydetti. (Nitekim 2009’da Oslo Müzakereleri başlatıldı.)

****

“Siyasi çözüm” isteyenlerin hedeflerinin özeti şöyle:

—Dağdakilerin taleplerini silahlarla değil, meşru zeminlerde dile getirebilmesi için PKK’ya (İmralı’daki başı dâhil) genel af ilan edilmesi. (Bu defa Bahçeli aftan ötesini dile getirdi. Teröristbaşını Meclis’e getirmeyi teklif etti.)

—Üniter devlet yapısından ikili bir federasyon yapısına geçiş. İki federe ortağın kurduğu bir federasyon yapısını anayasal garanti altına almak.

—Kuzey Irak’ta kurulmuş bulunan Barzani yönetiminin Türkiye tarafından tanınması; Kerkük’ün Barzani yönetimine devrinin onaylanması. (Bu aşama artık bittiği için şimdi PYD/YPG devletinin tanınması talep edilecek.)

PKK, “ezilen Kürt halkının temsilcisi” falan değil, ABD, AB ve İsrail’in büyük projesi içinde kendine düşen görevi yerine getiren bir piyondur. Şimdi projenin bu aşamasında PKK piyonunun tasfiye edilip edilmeyeceği tartışılıyor.(Aslında o zaman da PKK tasfiye edilmeyecek devletleşecekti. Yani Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde kurulacak federe devleti yönetecekti.)

O sıralarda Başbakan olan R.T. Erdoğan “Kürt sorununu ‘demokratik cumhuriyet’ anlayışı içinde çözeceğiz” diyordu.

“Birinci çözüm süreci” tam da böyle bir “siyasi çözüm” için yürütüldü. Bereket ki sonuç alamadılar. Öcalan üzerinden yapılan çağrı da “siyasi çözüm” adı altındaki konuşulanlar da bugün de aynı planın devrede olduğunu göstermekte.

********************************

Bahçeli İle Erdoğan Arasında Uyumsuzluk mu Var?

Devlet Bahçeli’nin “Öcalan açılımı” karşısında Erdoğan’ın kısmen sessiz kalması ve akabinde bazı belediyelere kayyım atanması üzerine medyada bu soru sorulmaya başlandı.

Buna benzer yorumlarda bulunan gazeteci ve siyasetçilerin gelişmeleri sadece iç politika yönüyle değerlendirdiğini görüyorum.

Oysaki Devlet Bahçeli bir gece rüya gördü de ertesi günü “Öcalan PKK’yı lağvetsin biz de O’nu affedelim” demiş olamaz. Zaten Öcalan’ın PKK’yı tasfiye etmeye gücünün yetmeyeceğini Bahçeli bilir. PKK’yı sadece ve isterse ABD tasfiye edebilir.

Bence Bahçeli’ye bu çıkışı yaptıran faktörler şunlardır: a) Suriye ve Ortadoğu’da olanlar, bir ABD/İsrail projesi olan PYD/YPG devletini tanıma ve destek verme yönündeki baskılar… b) Erdoğan’ı tekrar Cumhurbaşkanı seçtirebilmek ve “Kürt Sorununa siyasal çözüm” için gerekli yeni anayasanın kabul ettirilmesi.

Bahçeli’nin çıkışına sebep olan bu faktörler aynen Erdoğan için de geçerlidir.

Ancak ya aralarında bir görev dağılımı yaptılar, biri iyi polisi diğeri kötü polisi oynuyor… ya da Erdoğan çok büyük bir oy kaybı daha yaşamaktan korkuyor. Yani yoğurdu üfleyerek yemeye çalışıyor.