14.4 C
Kocaeli
Pazartesi, Mayıs 12, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 7

Yüzde 2 İçin Yüzde 70’i Karşısına Almak

Area Araştırma Şirketinin, Türkiye geneli için yaptığı 2025 Nisan ayı anketinde, “Kendinizi hangi sosyo- politik kimlikle tanımlarsınız” sorusuna tek bir cevap verilmesi istenmiş. Verilen cevapların oranları (%) şöyle çıkmış:

Atatürkçü: 32,7         Türk Milliyetçisi: 30,3          Muhafazakar: 12,4     Sosyal Demokrat: 9,8 Ülkücü : 4,7              İslamcı: 4,0                             Sosyalist: 3,5              Kürt Milliyetçisi : 2,4

Area Şirketinin sahibi ve sözcüsü Murat Karan’a “Kürt Milliyetçisi” olarak gözüken yüzde 2,4 nüfus “ayrılıkçı Kürtler” olarak değerlendirilebilir mi? diye sordum. O da Türkiye’de DEM oyları daha da yüksek olsa da ayrılıkçı yani Türkiye’den ayrılarak bağımsız Kürdistan isteyenlerin oranının yüzde 2 civarında olduğunu söyledi.

Atatürkçü, Türk Milliyetçisi ve Ülkücü olduğunu söyleyenlerin hepsinin aslında Türk Milliyetçisi olduğu açıktır. Çünkü en büyük Türk Milliyetçisi Atatürk’tür ve bütün milliyetçiler aslında Atatürkçüdür. Ülkücü kimliğini öne koyanların da Türk Milliyetçisi misiniz? diye sorulsa kesinlikle “evet” diyeceğinden eminim.

Hatta ikinci bir cevap seçeneği sunulsa idi, kendisini Muhafazakar ve Sosyal Demokrat olarak tanımlayanların içinde de Türk Milliyetçisi veya Atatürkçü özelliklerini taşıyanlar görülecektir. İslamcı, Sosyalist ve Kürt Milliyetçisi olanlar içinde Atatürkçü ve Türk Milliyetçisi olmayı kabul eden pek çıkmayabilir.

Biz sadece doğrudan kendini Atatürkçü, Türk Milliyetçisi ve Ülkücü olarak tanımlayanların toplamına bakalım. Bu üç grubun toplamı: yüzde 67,7 ediyor.

******************************

Türkiye’nin Türkleri ve Kürtleri Homojen Bir Millettir

Dünyadaki 208 devletin içinde çok az bir kısmı etnik açıdan homojendir. Diğerlerinde hakim olan etnik bir grup nüfusun yüzde 50-90 arasında nüfusa sahiptir. Devletlerin yaklaşık yüzde 30’unda ise en büyük etnik grup toplam nüfusun yarısından az nüfusa sahiptir.

Area Araştırmasına göre, “Aile çevrenizde Türkçe dışında konuşulan herhangi bir ana dil var mı? Varsa Nedir?” sorusuna Kürtçe ve Zazaca cevabını verenlerin oranı yüzde 16,5 olduğu görülüyor. Sadece Türkçe diyenlerin oranı ise yüzde 79,9 olmuş.

Ancak araştırmalar gösteriyor ki, son yıllarda, Türk vatandaşlarının %99’u Türkçe konuşmaktadır. (%93’ü ana dili olarak Türkçe, %6’sı ise ana dili Kürtçe olup ikinci dili olarak Türkçe konuşmaktadır.) Türk nüfusunun yalnızca %1’i hiçbir düzeyde Türkçe konuşmuyor.

Ayrıca DEM seçmeni olan vatandaşlarımızın doğum ve evlenmeden ölüme kadar uyguladıkları ritüelleri, kültür ve inanç değerleri, Türk Milliyetçisi olan vatandaşlarımızla dahi tam bir benzerlik içindedir.

Hayatı yaşama tarzı, kültürü, ahlakı, milli duyguları ve inançları bakımından da T.C. vatandaşları en homojen topluluklardan biridir. Türkiye’nin Türkleri ve Kürtleri düğünü, cenazesi, mutfak kültürü, ahlak anlayışları ve milli refleksleri vd. tam bir benzerlik arz eder.

Türkiye etnik bir mozaik değildir. Türkiye’nin Türkleri ve Kürtleri sosyolojik olarak homojen bir millettir.

Türkiye dünyanın en gelişmiş ülkelerinin çoğundan daha homojen bir etnik dağılıma sahiptir.

******************************

Ayrılıkçılara Destek Verenler

“Ayrılıkçı Kürtlerin” PKK terör örgütü ve liderine sempati ve saygı duyduğu biliniyor. Genellikle yüzde 10 civarında oy alan bir siyasi geleneği temsil eden DEM’e oy verenlerin sadece dörtte biri veya beşte biri ayrılıkçı. (Area’nın son anketinde DEM’in oyu: yüzde 8,6) DEM’e oy veren yüzde 6-8 mertebesindeki vatandaşlarımızın oy verme saikleri ayrılıkçılardan farklı sebeplere dayanıyor.

DEM seçmeninin önemli bir kısmı başta İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana gibi büyük şehirlerde yaşıyor veya akrabaları buralarda. Türkiye Kürtlerinin yoğun oldukları bölgede ayrı bir devletçik kurması halinde, Türkiye’nin şehirlerine pasaportla gitmek durumunda kalacağını, Türkiye’nin yönetiminde Kürtlerin söz sahibi olamayacaklarını görüyor olabilirler. Türk- Kürt evlenmelerinden doğan akrabalıklarda yaratacağı travma apayrı bir sorun olacaktır.

DEM seçmenlerinin çoğunluğu Türkiye’ye kültürel ve duygusal aidiyetleri yanında bunların da farkında olduğu için ayrılıkçı değildir.

****

Peki, Teröristbaşı Öcalan ile sürdürülen müzakere sürecinde tarafların beklentisi nedir?

Projenin başlatıcısı olan AKP ve MHP ”Terörsüz Türkiye” istediklerini söylüyor. “Bunun karşılığında herhangi bir konuda pazarlık yok” mesajı veriyorlar.

Fakat kapı arkasında konuşulanları ve PKK tarafının taleplerini DEM yetkilileri, Kandil ve Suriye’deki uzantılarının açıklamasından öğreniyoruz.

Teröristbaşının, hapisteki ve dağdaki teröristlerin affından başlayıp Anayasa’da Türk Kimliğinin yanında Kürt ve Arapların kurucu unsur olarak kabulü, Eğitim dilinin Türkçe olması şartının kaldırılması gibi hepsi ayrılıkçıların dile getirdiği talepler gündemde. “Ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütün” olmaktan çıkarılarak, Türkiye’nin kolayca bölünebilecek bir federasyona dönüştürülmesi isteniyor.

Peki, bu projeyi yürüten AKP kendi tabanındaki ve MHP kendi tabanının tamamını oluşturan Atatürkçü/ Türk Milliyetçilerine fikrini sordu mu?

Bu arada CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve ekibi ile Ekrem İmamoğlu da DEM ve Sırrı Süreyya Önder övgüleri yapmakta.

AKP/ MHP/ DEM Projesine destek veren CHP, Atatürkçü/ Milliyetçi/ Ulusalcı kitlesine sorarak mı bu kararı verdi?

CHP’li olmadığı halde, iktidarın hukuksuzluklarına karşı çıktığı için Ekrem İmamoğlu’nu destekleyen, iktidara tepki olarak CHP’nin mitinglerine katılan Atatürkçü/ Milliyetçileri küstürmek pahasına bu tavır doğru mudur?

Yaklaşık yüzde 70’lik Atatürkçü/ Türk Milliyetçisi seçmen havuzundan aldıkları oyları kaybetmek pahasına yüzde 2 ayrılıkçı PKK/DEM’liyi memnun etmeye çalışmanın politik mantığını anlamak kolay değil.

Ne, Ne İçin

Devletin kurumları ne içindir?

Devletin saat gibi çalışmasını sağlamak için. Bu kurumlar, personel sayısı, bütçe ve iş yükü bakımından özel sektör kurumlarının çoğundan büyüktür. Hatta mukayese edilemeyecek kadar büyüktür. Bu hâl, kurumları yönetmekle görevlendirilen insanları yorar. Devlette üst düzey bürokrat olmak, insanın hayatının önemli bir kısmını alır götürür. Zor iştir. Bu zorluklara rağmen enerjisini koruyan, işlerin daha çabuk ve daha verimli yapılmasını sağlayan bürokratlar ülkenin gerçek kahramanlarıdır.

Devletin kurumları ne içindir?

Bana ve arkadaşlarıma iyi bir gelir ve prestijli bir makam sağlamak içindir. Fakat asıl güzelliği, bana verdiği siyasi güçtür. Devlet kurumlarının ciddi bütçeleri vardır. O bütçeyi harcama yetkisini ele geçirince benim gücüm tavan yapar. Tek yapmam gereken, beyefendinin arzularını dikkatle izleyip onun taleplerini hızla yerine getirmektir. Yani laf dinlemektir. O beni buralara tayin ettiği için mutlaka altıma tayin etmek isteyeceği yakınları, o yakınlarının da yakınları olacaktır. O kadar. Yoksa bu kurumlar çok eskiden beri var. Zaten kendi kendine çalışır. Benim fazladan bir şey yapmam gerekmez. İşte bürokratın iyisi, bizimkilere iş ve yetki sağlayan, muhalefetin hainlerini kapıdan içeri sokmayandır. Siyasi açıdan nötr olanlar, işleri yürütmeye devam edebilir. Arkadaşlarımızın tayin edilecekleri makamları işgal etmemek, arkadaşlarımızın terfi yolunu tıkamamak kaydıyla.

İstatistik ne içindir?

İstatistikler, bizim yani yönetimin, yöneticilerin başarı karnesidir. Hedeflerimize ne kadar yaklaştığımızın veya yaklaşamadığımızın göstergeleridir. Takdirin ve tenkidin asıl belirleyicisi istatistik olmalıdır. İstatistikler, bir dizi sebep-sonuç zincirinin son noktasını açıklar. Hani hikâyedeki berber koltuğunda oturan müşterinin saçının beyaz mı, siyah mı olduğunu gösteren istatistiklerdir. Yöneticilerin asıl görevi devletin daha iyi, daha verimli ve daha etkili işlemesini sağlamaktır. Ne demişler, “Ölçemediğinizi iyileştiremezsiniz.” İşte istatistik bu ölçme işidir. Dolayısıyla iyileştirmenin, dolayısıyla yönetimin dayanağıdır. Gece sürüşünde yolu aydınlatan farlar gibidir istatistik. Karanlıkta yol alamazsınız. İstatistikler doğru söylemek zorundadır. Yalan söyleyen istatistiklerle kaza mukadderdir.

İstatistik ne içindir?

İstatistikler, bizim yani yönetimin, yöneticilerin haklı olduğunun ispat vasıtasıdır. Seçim vaatlerimizi nasıl yerine getirdiğimizi dosta, düşmana istatistikler gösterir. Onun için istatistikleri temin eden bürokratların, en sadık arkadaşlarımız arasından seçilmesi elzemdir. İstatistik nasıl yapılır? Önce, şuurlu bir arkadaşımız, sonucun ne çıkması gerektiğini iyi bilir. O bilgiye dayanarak, çıkması gereken o sonucu eşeleyip çıkarır. Rakamlar iktidarımızın dayanağıdır. Rakamlar, matematiğin veya istatistiğin değil siyasetin asıl işidir. Onun için öyle uzmanın muzmanın inisiyatifine bırakılamaz. En iyisi şu prosedürdür: Ne çıkması gerektiğine hâkim bir bilinç ve ustalıkla ölçmeler yapılır. Sonuçlar hesaplanıp raporlar hazırlanır ve makama sunulur. Makam, sonuçlar üzerinde takdir yetkisini kullanır, yanlış çıkan sonuçları düzeltir ve iade eder. Bütün bu dikkatli süzmeden, filtrelemeden sonra rakamlar yayımlanır. Sonuçlara nasıl varıldığı katiyen açıklanmaz. Onlar hem devlet sırrı hem ticari sır, velhasıl sır içinde sırdır. Hem size ne yav?

Kanunlar ne içindir?

Adalet mülkün temelidir; yani devletin temelidir. İşte kanunlar, bu adaleti sağlamak içindir. Mülkü sağlam tutmak içindir. Kanunlar vatandaşların kendilerini güvende hissetmesi, birbirlerine ve içinde yaşadıkları topluma güvenmesi içindir. Ancak insanların kendilerini güvende hissettiği toplumlar, ekonomi, fikir ve bilim alanlarında yükselebilir. Kanunların sağladığı güvenin olmadığı bir cemiyette ne sağlıklı düşünce ne de sağlıklı üretim ve ticaret mümkündür. İşte bu yüzden adalet mülkün de toplumun da temelidir.

Kanunlar ne içindir?

Kanunlar, hain muhaliflere haddini bildirmek içindir. Ortalıkta tek muhalif kalmayana kadar kanunlar hızla ve acımadan işlemeli, çatlak sesleri susturmalıdır. Fakat susturma işlevinden daha da önemlisi, çatlak düşünceleri önlemektir. Potansiyel çatlak düşünce sahipleri, benzer düşünceleri dillendirenlere karşı kanunun gücünü görünce, o çirkin düşünceleri düşünmekten vazgeçer. İşte adalet bu yüzden mülkün temelidir. Kanunların gereğince, hızla, acımaksızın işlediği mülkte muhalefet olmaz. Muhalefet yaşadıkça iktidarımıza rahat uyku yoktur. Muhalefetin yok edildiği mülk sapasağlam sürüp gider. Buna “birlik ve beraberlik” denir. Birlik ve beraberliğe karşı olanlar şüphesiz haindir. Kanunlar işte bu hainleri yok etmek içindir.

Türk Kültür Diliyle Donanımlı Birey

Bugünler Ortadoğu coğrafyasında savaş adı altında çocukları kadınları sivilleri öldüren bir katliam yaşanıyor. İsrail Filistin arasında katliam devam ediyor. İnsanlık çukurlara gömülmüş. Savaşın çevre ülkelere sıçramasını teşvik edenler de pusuda bekliyor…

Bu içler acısı vahşi manzarayı seyrederken daha önce yazdığım bir makaleyi siz mümtaz okurlarımızla paylaşma gereğini hissettim.

*

Türklerin Anadolu coğrafyasını yurt edinmesiyle başlayan Anadolu toprakları tarihi boyunca medeniyetlere beşik olmuş, sevgi, insanlık, hoşgörü zirve yapmış, kendi kültür kodlarımız ise; Ahmet Yesevi’nin önderliğinde Horasan Erenleri, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayram Veli, Taptuk Emre, Sarı Saltuk, Somuncu Baba gibi sevgiyi bayraklaştıran, Anadolu’yu İslamlaştıran kültür elçileri ve düşünce üreten manevi önderler olarak insanlığa ışık olmuşlardır..

*

Asırlarca savaşlara rağmen terörizm mevcut olmamıştır. Neyazık ki son otuz yılı aşkındır terör belasıyla iç içeyiz.

*

Birey; birilerinin kulu olmaktan kurtulmuş sadece vicdanının sesine kulak veren, toplumsal yararı bireysel yarardan üstün tutabilen kişidir.

*

Birey; talimatlarla vicdan arasında kalırsa vicdanını devreye sokar kişidir. Bu anlayışı düstur edinebilmektir.

Dolayısıyla birey olma, insan olmanın olmazsa olmazıdır.

*

Demokrasi; insanoğlunun aklıyla ulaşabildiği ideal bir yönetim tarzıdır. Başka bir ifadeyle halkın yönetime direk ya da temsili katılımıdır.

*

Demokrasilerde sağlıklı işleyiş ise toplumu oluşturan insanların “birey” olup olmadıklarıyla direk ilintili bir konudur.

*

Doğu toplumlarında demokrasi serüvenlerinin bir türlü kurumsallaşamamasının nedeni de insanların yığından bireye geçişte ortaya çıkan ” kültürel gecikmeyle” ilgili durumdur.

*

” Demokrasiyi içselleştireceğiz” ifadesinin nedeni de demokrasi kültürü olmadan demokrasinin kurumsallaşamayacağı gerçeğinden kaynaklanmaktadır.

*

Atatürk’le başlayan Milletleşme sürecimizi tamamlamalıyız.” Derken milli iradeyi cemaat – tarikat ve aşiret esaretinden kurtarmayı hedeflemeliyiz.

*

 Zira fikri hür vicdanı hür bireylerden oluşan toplum ancak Türk medeniyetinin temel taşlarını döşeyebilir.

*

 Hedeflediği Kızılelma Türk’ün aydınlanma çağıdır. Bu çağın temel parametreleri demokrasi, birey olma, sivilleşme hesap verebilirlik, liyakat ve en önemlisi hukukun üstünlüğüdür. Birey böylesi şartlarda ancak özgür olabilir.

*

 Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ” ise kuvvetler ayrılığı dediğimiz Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin Türk milleti adına kontrol- denge mekanizması içinde çalışması idealidir.

*

Evet, demokrasi kültürü bir günde gerçekleşmiyor. Bunun için bir süreç gerekmektedir. Ne kadar çok çabalarsak hedefe daha çabuk ulaşırız. Bu süreçte yanlışlar, hatalar ve yanlış anlamalarda olacaktır. Ancak bıkmadan usanmadan bu çabaya devam etmek gerekir. Bu çabayı filozofun felsefe nedir sorusuna – “yolda olmaktır. ” Cevabı herhalde en iyi açıklamadır. Bizler hep yolda olacağız. Türk’ün Kızılelmamsı olan demokrasi ve birey olma mücadelemizi vereceğiz.

*

Bilim, düşünce ve sanat insanları doğruları söylemekten korkmaz ve bildiklerini sonuna kadar savunabilme cesareti gösterirlerse;

Hâkimi, savcısı, avukatı; siyasete eklemlenmeden sadece ve sadece adalet üzere olurlarsa;

*

Kamu kaynaklarını kullananlar, haktan- hukuktan ayrılmaksızın, tercihlerini milletten yana kullanırlarsa;

*

Seçilmişler her attıkları adımda, seçmen benden hesap sorar anlayışıyla hareket ederse;

*

Okumak, öğrenmek bir ibadet haline gelmişse;

*

İnsanlar birbirlerinin yaşam tercihlerini sorgulamak yerine, kendileriyle meşgul oluyorlarsa;

*

Şekilci anlayışın yerini, ahlak ve bilgi temelli bir dindarlık almışsa;

İşte oradadır huzur… Oradadır başarı… Oradadır insanlık… Oradadır İslam…

*

Bunlar yoksa

Küçük çocuklara dahi tecavüz edilir; sokakta, çarşıda, evde kadınlar da öldürülür;

Farklı yaşayan, farklı giyinen, farklı konuşan öteki ilan edilir; olmadı tekfir edilir.

*

Böylece, ilim ve irfanın yerini örümcek tutmuş beyinlerin tekrarladıkları teraneler alır ve ortaya garabet çıkar.

Bakın cehenneme dönmüş coğrafyalara, nerede insanlık?

Kaçacak Delik Aranıyor

 Kırmızı önünde her sâbit sâniye,

En az bir hafta iskontodur ömürden.

Otobüsün bütün konforu demirden;

Battıkça koltuğa batıyor raptiye.

 Lânet olsun! Sen kıstırılmış bir kaçaksın.

Her yolbaşı bir kurşun izliyor seni..

Menzil menzil akrepler gözlüyor seni..

Sanırım kendi kendini sokacaksın!

 Ölümden değil de yaşamaktan korku,

Hangi tavrın isyanına bir gölgedir?

Ve bir tavuk ömrü kaç yasak bölgedir;

Ne toprağın üstünün altından farkı?

 Yetti artık, kellemi kestiriyorum!

Ya bu son sabahtır ya da son gece;

Her şeyi verdim, kendim için sadece

Kibar bir cellâdım olsun istiyorum!

Proje Okullar, 4+4+4 Gibi Bir Projedir

Her siyasi iktidar, eğitimi kendi zihniyetine göre yönlendirmek, yeni nesilleri kendi zihniyetinde yetiştirmek istemiştir. 2012 yılında 4+4+4 sistemine geçilmesi,  bütün liselerin Anadolu Lisesine dönüştürülmesi, Anadolu Lisesine sınavla öğretmen atamasının kaldırılması, öğretmen atamalarında mülakat yapılması, aynı politikanın bir sonucudur.

Milli Eğitim Bakanlığı, 2014 yılı başında “yurt içinde ve dışında yerli veya yabancı kurum ve kuruluşlarla veya başka ülkelerle işbirliği anlaşmaları çerçevesinde kurulan ve ulusal veya uluslararası proje yürüten okul ve kurumlar ile belirli eğitim reformu ve programları uygulayan okulların Proje Okulu olarak belirlendiğini ve bu kapsamdaki okullara yönetici ve öğretmen atamalarının Valiliklerce değil, Bakanlıkça yapılacağını belirtmiştir.

Başlangıçta 44 okul “Proje Okulu” olarak seçilmiş, bu sayı kısa zamanda

155’e ulaşmıştır. Bugün Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde lise düzeyinde 2153 Proje Okulu var. Proje Okulları toplam liselerin yüzde 20’sini oluşturuyor.

Proje Okulu kapsamına alınan okullar, başlangıçta, eğitim kalitelerinin daha da artacağını düşünerek, çok sevindiler. Bu kapsama alınmayan okullar da, bu kapsama alınmaları için birbirleriyle yarışa girdiler. Fakat ben başından beri Proje Okullar uygulamasına sıcak bakmadım.

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan “Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumları Yönetmeliği” 1 Eylül 2016 gün ve 29818 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Proje Okullara öğretmen atama hususu 18 Ekim 2024 tarihinde kabul edilen Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 22. Maddesine de eklenmiştir.

Bu yönetmelik yürürlüğe girdikten sonra iki husus dikkatimi çekti. Birinci husus, Proje Okul olarak seçilen okullarla ilgilidir. Seçilen okullar; merkezi lise giriş sınavında yüksek puan alan öğrencilerin girdiği ve akademik başarısı yüksekokullardı. Ayrıca Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan,  kendine özgü kurumsal kültürü oluşmuş tarihi okullar da Proje Okul kapsamına alınmıştı. İkinci dikkatimi çeken husus,

Bakanlığın diğer okullara model olarak seçtiği bu okullara öğretmen atama şekli olmuştur. O tarihe kadar bütün okullarda öğretmenler Valiliklerce Öğretmen Atama Yönetmeliğine göre atanıyordu. Bu yönetmeliğe göre öğretmenler, kendi istekleriyle ve hizmet yılı, eğitim, başarıları ve performansına göre oluşturulan puanla atanıyordu.

Proje Okulları Yönetmeliği ile bu okullara öğretmen atama yetkisi doğrudan doğruya Bakanlığa verildi. Başka hiçbir kriter yoktu. Bu da atamaların tamamen keyfi olarak yapılacak demekti. Bunun da anlamı, mevcut Öğretmen Atama Yönetmeliği ile kadrosu istenildiği gibi dizayn edilemeyen okullarda, Bakanlığın hiçbir kriter gözetilmeden yapılacak atamalarla kadrolaşma yapabilmesi demekti.

2016 yılında Proje Okullar Yönetmeliği kabul edildikten sonra, Proje Okulu seçilen okullarda 8 yılını dolduran bütün öğretmenler zorunlu olarak rotasyona tabi tutuldu. İlk olarak 2016 yılında özellikle

Tarihi okullardaki yöneticilerin ve öğretmenlerin yüzde 80’i 90’ı değiştirilmiştir. Bu uygulama bu okullarda sadece kadrolaşmaya yol açmamış, kurumun hafızasını sıfırlamış, kurum kültürüne büyük zarar vermiştir. Fakat geçmiş yıllarda bu uygulamalar Öğretim yılı sonunda okulların tatilde olduğu dönemde meydana geldiği için tepkiler, bu yılki kadar büyük olmamıştır. Bu yıl, bir zamanlama hatası yapılarak ikinci dönem başlarken başvurular alınmış,  Nisan ayı başında sonuç açıklanmış, uygulamasının Haziran ayı sonunda yapılacağı bildirilmiştir. Öğretim yılının ortasında böyle bir uygulama yapılması, eğitime atılan bir bomba gibidir. Ataması yapılan veya 8 yılı dolduğu halde atanabileği Proje Okulu bulunmadığı bildirilen öğretmen, kesinlikle verimli bir eğitim hizmeti veremez. Öğrenciler de bu öğretmenlerin derslerine konsantre olması mümkün değildir.

Proje Okullar uygulaması,

4+4+4 Eğitim sistemi gibi bir projedir. Bu projeler birbirinin devamıdır.

Bakanlığın bu yılki uygulamasının yararı şu olmuştur; Türk kamuoyu, çeşitli haksızlıkları bünyesinde bulunduran Proje Okulları Yönetmeliğinin farkına varmıştır. Öğrencilerin okullarına ve öğretmenlerine sahip çıkması her türlü takdirin üzerindedir. Konu bu tepkiler nedeniyle siyasi platforma ve yargıya taşınmış. İnşallah olumlu bir sonuca ulaşılır.

İnsan, Bir Ayna

     Allah, insanı pek çok enva’ / nev’ler yerinde pek çok kabiliyetleri olan bir nev’ / bir tür olarak yaratmış. Yani bütün hayvan nev’ilerinin çeşitli dereceleri kadar, bir tek nev’ olan insan ile; o vazifeleri gördürmek dilemiş. İnsanların kabiliyetlerine, hissiyat ve duygularına yaratılıştan bir  sınır bırakmamış. Fıtrî bir kayıt koymamış, serbest bırakmış. Diğer hayvanların kabiliyet ve hisleri mahdut ve sınırlıdır. Fıtrî / yaratılıştan gelen bir kayıt altındadır. Halbuki insanın her istidat ve kabiliyeti, sayısız alanda dolaşır gibi, sonsuzdur. Çünkü insan, kâinatın yaratıcısının isimlerinin nihayetsiz tecellilerine / üzerinde görünmelerine bir ayna olduğu için, istidat ve kabiliyetleri nihayetsizdir.

İnsan ve Âhiret

     Ey insan! Mezaristana göçtüğün zaman: “Eyvah! Malım harâb oldu. Çalışmam boşa gitti. Şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdim!” Deme. Feryat edip ümitsiz olma. Çünkü herşeyin; muhafaza edilip korunuyor. Her amelin yazılmış. Her hizmetin kaydedilmiştir. Hizmetinin mükâfât ve ödülünü Allah verecektir. Çünkü her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek güçtedir. Yüce güç ve celâl sahibi olan Allah; seni, yer altında geçici olarak durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sana ki, hizmetini ve vazîfeni bitirdin. Zahmetin bitti. Rahata ve rahmete gidiyorsun. Zahmetin bitti. Hizmet meşakkati sona erdi. Artık ücret almaya gidiyorsun.

     Çünkü, cennet ehli olan bir insan, özellikle bütün duyguları, manevî hisleri ile kulluk etmiş.  Cennetin lezzetlerini hak etmiş ise; her duygusunu memnun edecek, her cihâzâtını okşayacak, her  letaif ve duygularından herbirini zevklendirecek bir tarzda; Cennetin her bir nev’, tür ve çeşidinden her güzelliği gösterecek tarzda birer kıyafet; insana ve eşine Allah tarafından giydirilecek.

     Çünkü insan vücûdu, tavırdan tavra geçtikçe, acîp / şaşılacak ve muntazam değişiklikler geçiriyor. Nutfe / bir damla sudan alakaya / ana rahmi duvarına tutunmuş, asılı bir hücre topluluğuna. Alakadan mudgaya / dişle çiğnenmiş ete benzeyen bir cenine. Mudgadan kemik ve ete. Bundan da yeni bir yaratılışa geçirilerek; insan suretini alması; gayet ince düstur ve prensiplere bağlıdır. O tavırların herbirinin, öyle hususî kanunları, öyle belirli nizamları ve öyle düzgün hareketleri vardır ki; cam gibi, altında bir kasıt, bir irade, bir tercih ve bir hikmetin; gaye ve amacın parıltılarını gösterir.

     Acabâ hiç mümkün müdür ki: Bu derece nihayetsiz bir kudret ve kuşatıcı bir hikmet ile rububiyet / terbiye ve idare ediciliği ile, zerrelerden tâ gezegenlere kadar, bütün varlığı hükmü altında tutarak, intizam ve mîzan / ölçü dairesinde döndüren celâl sahibi ve san’atkâr olan Yüce Allah; tekrar dirilmeyi yapmasın veya yapamasın! Nitekim birçok âyet; hikmetli, yüksek bir amaç için olan İlk Dirilme’yi, insana gösteriyor. Haşir ve kıyametteki İkinci Diriliş için de, misaller vererek, onu akıldan uzak görmeyi gideriyor.

Mükâfât ve Mücâzât

     Hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfâtı / ödülü ve isyan edenlere mücâzâtı / cezâsı bulunmasın. Elbette mutlak, sınırsız rububiyet sahibi olup, herşeyin Rabbi olmak mertebesinde olan ebedî bir saltanatın; o saltanata imanla bağlanan ve itaatle ferman ve emirlerini yerine getirenlere mükâfâtı / ödülü olacak. Ve o izzetli saltanatı, küfür ve isyanla inkâr edenlere karşı da, mücâzâtı / cezalandırması bulunacak. Şüphesiz lâyık olanlara verilecek mükâfâtlar ve mücâzât / cezalandırmalar; o rahmet, cemal / güzellik sahibi, o izzet ve celâlli olan sultanın şan, şeref ve yüceliğine uygun bir tarz ve şekilde olacaktır.

Söz

Söz odur ve ona derler ki: Hakk olup, Hakk’tan gelir. Hak der. Hakikat ve hikmeti gösterir.

Günümüz Geçmişin Uzantısıdır!

“Günün anlam ve önemine binaen “Terörsüz Türkiye” diyenlerin okumasına ve düşünmesine takdim ederim!”

Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığına inananlardanım. Bu sebeple etrafıma “ne olup gidiyor” diye hep dikkatli bakarım.

Görevini tamamlayıp ülkesine dönen son İngiliz Büyükelçi Richard Moore, gitmeden önce FOX Tv’de İsmail Küçükkaya’nın programına sefire hanımla birlikte katılıp bir söyleşi yaptı ve Türkler’de gördüğü en önemli handikapların “fazla gururlu olmaları ile komplo teorilerine düşkünlük” olarak açıkladı.

Yani keşke fazla gururlu ve komplo teorilerine düşkün olmasaydınız demeye getirdi! Ya da ben söylenilenleri, böyle okudum.

Şöyle bir düşündüm iyi ki, gururluyuz da ve işin perde arkasında ne var diye çok şüpheliyiz de, binlerce yıldır milli varlığımız ile devlet yapımızı koruyoruz dedim.

İngiliz Büyükelçi aslında bize “İngiliz Kurnazlığı” ile bu sizi var eden güzel ve önemli hasletlerinizi terk edin de, sizi kolay yutalım demek istiyor ama ne yapalım ki, ben ve bana benzer birileri de bunu gurur yaparak ve bir komplo teorisi üreterek yemiyor…

Son günlerde gazeteci Murat Yetkin’in “Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı” adlı eseri neşredildi. En azından onun yazdıkları ile pek çok komplo teorisinin aslında gerçek olduğunu ve nerelerde hazırlandığını bir kez daha öğrenmek fırsatımız oldu.

Aslında Erol Mütercimler’in de, komplo teorilerine ilişkin yazdıklarını belirtmek isterim.

Murat Yetkin; ‘Komplo teorisi’ olduğu söylenerek müstehzi bir gülüşle bir kenara itilen bazı gelişmelerin arkasında gerçekten de, bir ya da birden fazla komplonun bulunabileceği gerçeğini, o komploları kuran kişilerin, kuruluşların isimleriyle, tarih örgüleri içinde bulabileceksiniz.” diyor.

Murat Yetkin, bunları 2017’de yazmış. Dönelim 1970’li yılların gençlik hareketi önderlerinden ve CHP Milletvekilliği de yapmış olan Süleyman Genç’in 1978’de “Bıçağın Sırtındaki Türkiye” kitabında yazdıklarına yani 40 yıl öncesine; “D.Vise ve B. Ross; CIA’yı şöyle tanımlamaktadır ‘Bugün ABD’de iki hükümet var; biri görünen diğeri görünmeyen. Birinci hükümet, yurttaşların gazetelerden, çocukların yurttaşlık bilgisi kitaplarından öğrendikleri hükümettir. İkincisi ise soğuk savaşta ABD’nin politikasını yürüten, birbiri içine geçmiş, gizli mekanizmadır. Bu ikincisi istihbarat toplar, casusluk yapar ve bütün dünyada gizli hareketler planlar ve bu planları uygular.”

Yine farklı bir kaynağa bakacak olursak Mehmet Bilgin kaleme aldığı “Teşkilat-ı Mahsusa’nın Kafkasya Misyonu ve Operasyonları” adlı kitabında “… ‘Doksanüç Harbi’ olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı aslında Osmanlı’ya karşı İngiltere ve Rusya’nın önceden tasarlamış olduğunu, Osmanlı’nın savaş sonucu Balkanlarda ve Doğu Anadolu’da toprak kaybederken, İngilizlerin hiç kurşun atmadan Osmanlı’dan Kıbrıs’ı aldığını gördük. Önceden planlanmış bu işbirliğinin temelinde Kafkasya Petrollerinin işletilmesi ve Avrupa’ya sevk edilmesi olduğuna…” şüphe yok demektedir.

Bu kere aynı Kıbrıs’ta Türkiye, İngiltere’nin çağrısı ile 1959 yılında garantör ülke yapılmıştır. Demek İngiliz politikaları dün aldığını bir müddet sonra iade eden ve bizler tarafından bir türlü anlaşılamayan bir hüviyete sahiptir.

Yine elimde 52 yıl önce Selahattin Salışık tarafından yazılmış bulunan “Türk Yunan İlişkileri Tarihi ve Etnik’i Eterya” adlı kitap var. Orada da, İngiltere’nin; Yunanistan’ın kuruluşu, Türk topraklarının işgali ve Ege’deki adaların kaybındaki rolü belgelere dayanılarak anlatılmış. Ve Türk-Yunan sorunlarının bugünde Türkiye’nin aleyhine aynen sürdüğünü görmek oldukça düşündürücü…

İngiltere, verdiğimiz birkaç örnekte bile hep baş rolde! Sayın Büyükelçi isterse, Avam Kamarası’nda alenen Türklük aleyhine yapılan konuşmaları da burada sayabiliriz. Yani komplo teorilerine bile gerek yok!

Hem daha 2006 yılında John Perkins tarafından yayımlanan ve adeta Türkiye’deki ekonomik gelişmelere ve krizlere de ışık tutan “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları”na gelemedik…

Peki Richard Moore, kendisi de doğru olmadığını bilmesine rağmen niye böyle konuşmuştur? Onunda cevabını Prof. Dr. Ümit Özdağ “Algı Yönetimi” adlı kitabında veriyor; “Algı yönetiminin en kısa tanımı, hedef insan veya toplumu, hedef alanın istediği şekliyle düşünmeye ikna etmek için etkilemektir… Algı yönetiminin amacı; insanların en güçlü organları olan beyinlerine nüfuz ederek onların dış dünyayı ‘istenilen şekilde’ algılamalarını ve böylece yargılarının da istenilen şekilde yönlenmesini sağlamaktır.”

Bilmem anlatabildim mi, Sayın Beşiktaşlı (!) Richard Moore?

Sizi bilmem ama ben, Türklük gurur ve şuuru içinde yaşamaktan, Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu bir vatandaşı olmaktan ayrıca da her şeyin arkasında bir bit yeniği aramaktan pek mutluyum. Size de şiddetle tavsiye ederim!

“Seçimi Kaybetse de Gitmez” Kaygısı

Adını köşemde anmak bile istemediğim, iktidar dalkavukluğu yapayım derken, zırva ve uç fikirlerle toplumsal fay hatlarını derinleştirmeye çalışan bir sözde gazeteciyi örnek vereceğim.

ROK kısaltmasıyla tanınan Rasim Ozan Kütahyalı her konuda uzman (!) bir televizyoncu, gazeteci, köşe yazarı, siyaset ve futbol yorumcusu, Nagehan Alçı’nın eski eşi. Eski çift, iktidara yakınlıkları sebebiyle tartışma konusu olmayı sürdürüyorlar. Eski eş Nagehan Alçı daha dengeli sözlerle “görevini” yapar. Fakat ROK lafının ölçüsü endazesi olmayan biridir.

Belki de “akıllı sözünü deliye söyletir” özdeyişindeki aranan delidir. “Aykırı ve uç ifadelerinin” kendisine hayli kazançlar sağladığı ortada. Bu kişi iktidarın milletin sinir uçlarına dokunan politikalarına zihinleri alıştırma görevini üstlenmiş gibi. Oldukça kazançlı olan görevinden de mutluluk duyduğu açık.

****

Son olarak, ROK (16 Nisan 2025 Çarşamba) “CHP’ye kayyum atanacağı ve kurultayın iptal edileceği” yönünde iddialarda bulundu. Borsada ciddi bir çalkalanma oldu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM), yorumcu Rasim Ozan Kütahyalı’nın ‘CHP’ye kayyım atanacak’ iddialarını derhal yalanladı.

Adalet Bakanı ise “bu iddiaların kamuoyunu yanıltmaya yönelik olduğunu” belirterek, “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturma başlattığını” duyurdu.

İktidar yandaşı bir “gazeteci” için soruşturma açılması ilginç. Bu soruşturmadan bir ceza çıkacağını sanmıyorum. Ama kamuoyuna “sadece muhalif gazeteciler değil, bakın bizim yanımızdakilere de soruşturma açıyoruz” mesajı verilmek istenmiş olabilir.

********************************

Padişah Koltuğunu CHP’ye Vermezler

Benim asıl merak ettiğim husus şu: ROK aşağıdaki cümleleri söylediği zaman harekete geçmeyen savcılar neden “CHP’ye kayyım atanacağı” haberi üzerine harekete geçti.

Bu adam son aylarda “Abdullah Öcalan gerekirse kısmi bir seçimle Şanlıurfa veya Diyarbakır milletvekili olarak Meclis’e girmeli” dedi. TCK’daki suçu ve suçluyu övmek suçundan daha ötesini yaptı. Ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü bir teröristi milletvekili olmalı diyerek 50 bin şehidimizin yakınlarının ve bundan daha fazla gazimizin duygularını, milletimizin büyük çoğunluğunun adalet duygularını rencide eden açıklaması için iktidardan çıt çıkmadı.

Haziran 2023 seçimlerinden bir ay kadar önce “Bugün yüzde 80’lik toplumsal zemine dayanan bir REJİM, dehşet güçlü bir DEVLET var, 2020’lerde kesinlikle iktidar yapısı bu. Tayyip Erdoğan bu DEVLET’in Başı olarak istemezse o koltuktan ayrılmayabilecek güçte” demişti.

Bu tezini daha da geliştirmiş olmalı ki geçen hafta şu ÇOK TEHLİKELİ lafları etti:

“Bugün cumhurbaşkanlığı koltuğu padişahlık koltuğudur. Padişahlık koltuğunu CHP’ye vermezler. Milis gücün mü var, istihbarat gücün mü var, ayrı polisin mi var, jandarman mı var ya da elinde silahlı mücadeleye hazır milyonların mı var? Hiçbiri yok, bırak devlet gücünü polisi, jandarmayı, istihbarat teşkilatını, orduyu geçtim, Tayyip Erdoğan’a ölümüne bağlı en az 20 milyon insan var. Geçen Devlet Bahçeli açıklama yaptı, ’15 Temmuz’da olandan çok daha kötü olur, ikaz ediyoruz’, dedi.”

Açık açık “Erdoğan seçimi kaybetse bile gitmez” mesajından ötesi de var bu cümlelerde. Türkiye’nin “demokratik hukuk devleti” olmadığı, “diktatörlük” olduğu iddiası var. Muhalifleri tehdit etme var. Bu sözlere önce iktidarın tepki göstermesi gerekirdi.

Bir muhalif söylese “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçundan” soruşturmalar açılmış olurdu.  Bu cümlelerden iktidarın rahatsız olmaması ilginç değil mi?

********************************

Geçiş Tatlı mı Olacak Kanlı mı?

Türkiye’nin bütün temel sorunlarını çözmede başarısız kalan iktidarın yapılacak ilk seçimi kaybedeceği inancı iyice kuvvetlendi. Ancak “bu geçiş nasıl olacak” konusunda farklı görüşler var.

Rasim Ozan Kütahyalı gibileri ciddiye almasak bile, toplumda “bunlar seçimi kaybetse de gitmez” endişesi taşıyan bir kesimin olduğu muhakkak. ROK gibi iktidar yanlısı bazı yorumcular bu algıyı beslemekte. İktidar kanadından da bu silahşorlara “dur!” diyen yok.

10 Nisan’da Mümtaz’er Türköne de “Geçiş süreci tatlı mı olacak, kanlı mı?” başlıklı bir yazı yazdı ve video çekti.

Bu başlık Necmettin Erbakan’ın “Refah Partisi iktidara gelecek, Adil Düzen kurulacak! O halde sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Tatlı mı olacak, kanlı mı?” cümlesinden mülhem.

Türköne “28 Şubat Süreci enerjisini ve gerekçesini, bu sözün yol açtığı fırtınalardan aldı” diyor.

Şimdi de “Muhalif kanatta genel kanaat, “sandıkla gelenin ‘seçimle gitmem’ diye ayak diremesi ile karşı karşıyayız. Muhalefete yönelik baskılama operasyonları bu şekilde algılanıyor.”

Fakat Mümtaz’er Türköne “ROK” gibi düşünmüyor. Geçiş döneminin kanlı olmayacağı konusunda çok iyimser.

“23 yıl iktidar dairesinin dışında kalanlar iyi sabrettiler ve dayandılar. Kimse çıkıp da Erbakan gibi tehdit savurmuyor.

Öncekinden farklı olarak şimdi yaşanan sorun, serbest ve adil seçimlerle, eşit rekabetle iktidarın belirlenmesi sorunu.

Kanlı bir değişim ihtimali hiç yok. Burası Türkiye: Halk desteği azalan bir iktidarı hiçbir güç ayakta tutamaz” diyor.

Benim de temennim ve kanaatim bu yönde. AKP nasıl yerel seçimlerde kaybettiği belediyeleri muhalefete suhuletle devrettiyse, genel seçimlerde de kaybedince iktidarı da tatlılıkla devredecektir. Gerçi bu belediyelerin bir kısmını devlet gücünü kullanarak, belediye başkanlarını tutuklayarak, yerlerine kayyım atayarak geri almaya çalışsa da millet bu hukuksuzluklara destek vermiyor.

AKP’nin içine sinmese de hesap sorulmasından korksa da belki tatlı olmayacak ama kansız bir şekilde geçiş sağlanacaktır.

Uçurtmalı Şiir

Yok başka hiçbir umarın

En granit kayanın en ortasında

Balta girmemiş karanlıklarında kıpırtısız

Ya ölmektir kurtuluşun

Yada şiir tutunmak

O en gergin tele şöyle bir dokun

Son tınıyla tel kopsun

Ayak sesleri duyulsun ölümün

Her yanın her yönün çıkmaz

Nereye baksan yok

Hiç bile her şey sayılır o bulunduğun yerde

Kurtarırsa kurtarır ancak

Yine şiire tutunmak.

Aziz Nesin

Yıllar önce bu şiiri ilk okuduğumda, hayatın sancısından kurtulmanın tek yolunun şiir olduğuna inanmıştım. Ne doğru bir karar vermişim. Liseye başladığım şiirli yıllarım zoru hep kolay kıldı. Her yaşanana şiir gözüyle baktığımda ki ölümde dahil, nasıl bir dayanma gücü, sabır, şükür ve  her şeyin insana dair olduğunu çok iyi öğrenmiştim.

Ne yaşıyorsak hep insana dair yaşıyoruz, olumlu ya da olumsuz. Aziz Nesin’in işaret ettiği şiir ile kurtuluş tanımına aynen katılıyorum.

‘’Şiir bir yaşama biçimi değildir, bütün yaşamlar şiirin bir biçimidir’’ diyor Fazıl Hüsnü Dağlarca

Bütün yaşamlar şiirin bir biçimiyse eğer, kurtuluşu yine kendi içinde buluyor insan. Neler olup bittiğini anlamak, farkına varmak, görmek, hissetmek, acı, özlem gibi duyguların hepsi şiire dâhildir.

Kendi adıma ben şiiri zeytin tanelerine ve çörek otuna benzetiyorum. Zeytin bereketli ve en uzun ömürlü meyve. Duası olan ‘’zeytine ve incire ant olsun’’ diyerek insanı en güzel şekilde yaratıldığından bahsediyor. Zeytin dalı da barışı simgeliyor.

Çörek otu, bir ölüme çare olamamış bir bitki. Zeytine ve çörek otuna şiiri benzetiyor olmam içindeki tüm nisan uçurtmalarının hepsini havalandırıyor.

Düşünün ki şiir şimdi ipi kopmuş bir uçurtma, rüzgâr oradan oraya savuruyor. Kim bilebilir ki bir başka memlekette yaşayan her hangi bir çocuğun eline düşmeyeceğini.

Şiirden uçurtma, adı mavi. Mavi gökyüzünde, deniz istikametinde tellere takılmadan yol alıyor. Bazen yağmura tutuluyor bazen rüzgara ama durmuyor. Üstünde şiir yazılı, hangi çocuğun eline geçerse o şiiri okuyacak.

Dünya uçurtmayla balonken

Kırmızı ve mavi tayfın bütün renkleri

Sana zehir zindan edenleri, bağışlayacak mısın yüreğim…Gülten Akın

Uçurtmaların ipi kopunca kendi yaşamlarını izliyorlar diyor Rıfat Ilgaz.

Bizim de süslü uçurtmalarımız vardı

Alıp başını gitmediler mi?

Gözümüzden bile esirgedik

Hangi birinin ipi kaldı elimizde……

Şiir de böyle tıpkı uçurtma gibi, ne hissediyorsanız onu yazıyorsunuz, salıyorsunuz gökyüzüne, rüzgârın yön vermesiyle uçup gidiyor.

Kalbim uçurtma şenliğine gün sayan çocuk

Ne havalanıyorsa gökyüzüne, kalbimden havalanıyor….

zeytin kelimeler

Kalbimden havalanan kuşlar, şiir, uçurtma, rüzgâr, yağmur hepsi de birbirinden değerli. Hepsi bir birine zincirin halkaları gibi bağlı.

İnsan diyorum, içindeki havalanan rüzgârdan üşüyen, ondan ürperen ki buna rağmen asla uçurtma uçurmaktan hiç vazgeçmeyen, göçüp giden kuşları inatla bekleyen, tüm duyguları da şiire yükleyip yola düşen bir varlık.

‘’Kuşlar unutkan olur gene gelecekler’’ Diyen Yaşar Kemal yanlış söylemiş olamaz, gene gelecekler diyorsa kesin gelirler.

‘’Kuş ölür, sen uçuşu hatırla ‘’ Diyen Fürüğ Ferruhzad… Kim vurdu ya gitti aşkımız, faaili meçhul değilse nefsi müdafaadır diyor.

Denizin bittiği yerde başlayan, göğün mavisine inanırdım. Bir de ensemde ki dövmeye, kuş ölür sen uçuşu hatırla…

Kuşları hatırlatan uçurtma, uçurtmayı hatırlatan rüzgâr, rüzgârı hatırlan yağmur, yağmuru hatırlatan şiir.

 İçine içine yürüdüğüm özlemli yolların çıkışı hep şiire. Zeytin kelimeler, çörek otuyla döküle döküle, dağıla dağıla savrulup duran bir uçurtmaya dönüşmesi mucize değil.

Kulağına fısıldadım uçurtmanın. Sen gideceğin yeri biliyorsun.

Git bul kara gözlü çocukları ve benim yerime kara gözlü çocukların uçurtmalı ellerinden öp.

Uçurtma, dönüp sordu

Hepsi bu kadar mı diyeceklerinin

Yok dedim, yolda gördüğün bütün kuşlara da şunu söyle ‘’ eğer kuşları sevmeye talip olduysam, günü gelince uçup gidecekleri gerçeğini çoktan kabullenmişimdir’’ yeter ki kuşlar yasına gitmesin.

Rüşvet, Şike, İrtikap

Hiç rüşvet verdiniz veya aldınız mı, diye sorsam bana kızar mısınız? İçiniz titredi, değil mi? Belki de “evet” dediniz ve yüzünüz kızardı. Ben, verdim, alacak pozisyonda zaten hiç bulunmadım. Bu ülkede rüşvet almaya veya vermeye konu olmayan kaç kişi var?

Rüşvet, ülkemizin acı, ama çirkin gerçeği. Alan da veren de aynı derecede suçlu, günahkâr. “Şike” ve “irtikap”ı da buna ekleyebiliriz.

Rüşvet, yaptırılmak istenen bir işe yasadışı kolaylık sağlaması için ilgili görevliye ya da görevlilere el altından verilen para, mal ve benzeri şeyler.

 Spor terimi olan şike ise mecaz anlamıyla bir çıkar karşılığı, anlaşarak bir iş yapma, danışıklı dövüş, demek.

 İrtikapta ise kötü iş yapma, kötülük yapma, yiyicilik, yalan söyleme, hile yapma anlamı var. Türk Ceza Kanunu‘nda, verilen kamusal görevin çıkar sağlama amacıyla kullanılması üzerine oluşan suçu ifade eder. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda “Yüz kızartıcı suçlar” kapsamında görülen bu fiili işleyen kişiler, devlet memuru olamazlar ve işledikleri bu suç, adli sicil kayıtlarında da uzunca bir süre görünür.

İnternet üzerinde çevrimiçi bir sohbete katıldım. Kapıkule sınır kapısında rüşvet alırken yakalanan otuz sekiz kişi üzerine konuşuluyordu. Bir zamanlar aktif görevde bulunan gümrük müdüründen “Bunlar, gümrüklerdeki olağan işler, maalesef bu önlenemiyor, zaten alının para, mevcut kişilere paylaştırıldığında büyük bir rakam değil.” cümlelerini duyunca hem utandım hem öfkelendim.

Değer verdiğim bir büyüğümüzden dinlemiştim. Bir eğitim kurumunda üst düzey yönetici olduğu bir dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesine gitmiş. “Belediyede benden rüşvet istediler, vermedim; sonra alt kattaki mescide indim, namaz sonunda sağıma selam verdim ki benden az önce rüşvet isteyen adam bana doğru selam veriyor.” diye anlatmıştı. Ben de bu tabloyu ironik bir olay olarak çok yerde anlattığımı hatırlıyorum. Rüşvetin, demek ki dini, imanı yok. Rüşvet, bir ahlak sorunudur.

Rüşvet, şike, irtikap; birbirine anlamca yakın üç kelime. Üçünün de temelinde ahlaksızlık var. Sonuç, haksız kazanç.  Bu üç virüs, toplumun her alanında kendini hissettiriyor; insanın bulunduğu her yerde, yaşadığı her dönemde, neşterle temizlenmediği taktirde, o bünyeyi kemiriyor, çürütüyor. Üçü de oldukça masum gerekçelerle meydanda at oynatır, alan da veren de fetvasını bulur, kılıfına uydurur; pembe yalana sığınır. Rüşvetin ilki rahatsız eder vicdanları, daha sonra hak haline gelir, ilk günah gibi. Önü alınmazsa rüşvet, şike, irtikap hayat tarzı haline gelir kişilerde, olağan ilişki biçimi görülür toplumda. Bir arkadaşımın, Kazakistan’da, götürdükleri Kur’an-ı Kerim’i dağıtmak için müftüye rüşvet vermek zorunda kalmalarını trajik bir hadise olarak hatırlıyorum.

Rüşvet, şike, irtikap; ahlaki çöküntünün diğer adıdır. Çöküntü, çürümüşlüğe; çürümüşlük, yıkıma yol açar. Sonuç, sosyal enkaz. Orada hakkaniyetten, adaletten söz edilemez. Güçlüler her zaman işini yürütür, yolunu bulur; aşılamayacak engelleri aşar. Sosyal dengeden bahsedilemez rüşvetin yaygın olduğu toplumlarda. Vicdanlar yaralı, ilişkiler samimiyetsiz, kafalar farklı çalışır. Değerler sistemi altüsttür. Yalancılık, yalakalık, dalkavukluk en belirgin özelliğidir o toplumu oluşturan kişilerin. Bu öyle bir çarktır ki dahil olanları öğütür, kendine yem yapar; bulaşmak istemeyenleri de parçalayıp sistem dışına atar, yaşama hakkından mahrum eder.

Rüşvetin, irtikabın yaygın olduğu tapu, askeriye, emniyet gibi bürokratik alanlardan eskisi kadar pis kokular gelmiyor burnumuza. Ancak sağlıkta hala bir kokuşmuşluk mevcut. Hatır gönül işleri, adam kayırmalar maalesef insanımızı yaralıyor. Adliye sisteminde de bir sancının varlığını işitiyoruz, okuyoruz. Maliyede ve ihale sisteminde, doğrudan rüşvet olmasa da irtikabın yaygın olduğunu işin içindekiler söylüyor. Ben de bir kez rüşvet teklifiyle karşılaştım; ancak yaşadığım çirkinliği anlatabileceğim yetkililere bir türlü ulaşamadım. Bu da ayrı bir dert.

Futboldaki şikeden söz etmeyeceğim. Bunu sağır sultan bile duymuştur, biliyordur. Hangisi olursa olsun, rüşvetin en fazla yaygın olduğu kurumlar, belediyeler. Vatandaşlar, belediyelerdeki bu çirkin ilişkileri içselleştirmiş, kanıksamış görünüyor; işin raconu kabul ediyor. Belediyeler siyasi temelli kurumlar olduğu için, toplum, olaylara siyasi gözle bakıyor, kendi siyasi düşüncesine yakın olan bir belediyedeki rüşvet ve irtikabı “benim hırsızım senin hırsızından daha iyidir” düşüncesiyle savunur hale geliyor. Hırsızlığı savunmak adına meydanlara çıkıyor, yürüyüşlere katılıyor, sloganlar atıyor. Hırsızların piyonu olmak, onlar tarafından kullanılmak bana çok traji-komik geliyor. Ülkemiz, maalesef bugünleri de gördü. “Tencere dibin kara, seninki benden kara.” ahlakıyla bir toplum hiçbir zaman ileri gidemez, medeni olamaz, huzur bulamaz. Ey Türk siyaseti, sende çok şey gördük, lakin hırsızlıkları perdelemek için de bu kadar fütursuzca kullanıldığına şahit olacak mıydık?

Rüşvet, şike, irtikap adlı yüz kızartıcı aşağılık ilişkiler, dünyanın pek çok ülkesinde yaşanıyor. Bunu duyuyoruz. Ancak, onların bu tür ilişkilere konu olan kişileri ağır şekilde cezalandırdıklarını da biliyoruz. Ülkemizdeki adli ve idari sistem sözü edilen ilişkileri yok etme konusunda, sanırım, yeterli değil. Yetkin kişilerin aldıkları cebine, yaptıkları yanına kalıyor inancı egemen. Kişilerin, hallettiği işin büyüklüğü, etkisine aldığı alanın genişliği kadar pay sahibi olduklarını duyuyoruz. Duyduklarımızın yarısı yalan olsa dahi diğer yarısı, tefessüh etmiş bu toplumun ıslahı için bir gerekçedir. Rüşvet ve benzeri haksız kazançlara fırsat veren idari sistem mümkünse mutlaka ıslah edilmeli, değilse temelden değiştirilmelidir. Bir denetim mekanizması kurulmalı; sonuç alıcı, etkili kanunlar çıkarılmalı, “Şeriatın kestiği parmak acımaz.” mottosuyla yeni bir düzen inşasına gidilmelidir.

Rüşvet veren de alan da yanacaktır. Buna inancımız tamdır. Peki, rüşvet, şike ve irtikaba fırsat verenlerin, payandalık edenlerin yeri neresidir?