12.8 C
Kocaeli
Pazar, Kasım 9, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 32

T.B.M. Meclisi Başkanlık Seçim Sonuçlarına Yaptığım KRİMİNAL ve BALİSTİK Analizlerim İle Ön Görülerim Hk’ da

08 Ekim 2008 yılında Saadet Partisi saflarında yer alırken bir gazetecinin sorduğu ” AKP’ ye geçeceğiniz söyleniyor, doğru mu ” sorusuna ” AKP’ ye geçeceğime Saadet’ te çaycı olurum ” şeklinde cevap veren Numan Kurtulmuş Yeniden T.B.M.Meclisine başkan seçilmiş. Hayırlı olsun.

Özellikle Ankara kulislerinden ve daha birçok kanallardan tarafıma intikal eden bazı duyum ve istihbari bilgilere göre uzun süreden beri bazı lobilerin ve de yine bazı perde arkası güçlerin çok kurnazca planladıkları Sayın Numan Kurtulmuş’ u R. T. Erdoğan sonrası; yerine hazırladıkları konusundaki uygulamalarının ilk basamakları böylece atlatılmış ve geçilmiş olduğunu çok kuvvetle ön görenlerdenim.

Anılan bu kapsamda; AKP’ ye geçeceğime; Saadet’ te çaycı olurum ” diyen bir siyasi figürün tekrar T. B. M. Meclisi başkanlığına seçilmesi çerçevesinde önümüzdeki siyasi saha kapsamında AKP’ de çok ciddi kırılmaların, hoşnutsuzluğun ve bölünmelerin koşarak geleceğini şimdiden dikkatinize sunuyorum.

Maalesef ve ne hazindir ki ülkemizin genel siyasi sahasındaki bazı hastalıkların kesinlikle ilaçla tedavilerinin mümkün olamayacağının acı örneklerinden sadece bir tanesi bu…

Ya CHP’ deki Ekrem İmamoğlu’nun kontrol ve güdümündeki kiralık Özgür Özel Genel başkanlığına ne söylemeli?

Sonuç olarak; ülkemizdeki siyasi sahada mevcut ve kronik halini almış hastalıkların ilaçla tedavilerinin mümkün olmadığını, olamayacağını ve kesinlikle ameliyata ve organ nakline ihtiyaç duyulduğunun kesinlikle olmazsa olmaz olduğu gerçeğini göz ardı etmemeliyiz.

Mevcut bu siyasi atmosferde ülkemizin dünya ölçeğinde arzu edilen öncelikli ekonomik ve iktisadi alan olmak üzere; her saha ve alandaki gerçek yerli ve milli üretim ekonomisine hâkim kılınmasının çooooook… ama çoooook zorluklarla karşılaşacağını Asil, Aziz ve Yüce TÜRK Milletinin bilgisine sunuyorum.

(Numan Kurtulmuş’ un tekrar T. B. M. Meclisi başkanlığına seçilmesi biz ülke severleri, devlet yanlılarını çok ama çok üzmüştür. Dilerim ve arzu ederim ki Sayın Kurtulmuş ülke yararına çok güzel çalışmalara imza atarak bizleri yanıltır. Anılan bu operasyonun perde arkasını; bazı lobilerin, baronların desteği ile R.T. Erdoğan sonrası yerine getirilmesi çok yüksek ihtimalle Numan Kurtulmuş olarak okuyorum)

ÇARE; çakma değil; gerçek anlamda tarafsız, yansız bir yargının mevcudiyetinde dünya normlarını içeren gerçek HUKUK DEVLETİ’nin ülkemizin her saha ve alanına hâkim kılınması ile yine her saha ve alanda üreten bir TÜRKİYE’nin varlığıdır.

NOT: Bilimsel veriler gerçeğinden hareketle; bir ülkenin Ekonomisini 100 (Yüz) olarak kabul edersek bunun % 45′ nin Siyasi istikrar ile İç’ te ve Dış’ ta piyasalara güveni teşkil eder.

YA ÜLKEMİZDE?

Yanlış Ata Binmek

Cuma namazını kılıp camiden çıkmıştık. Kapı önünde birkaç arkadaşla sohbet ederken elinde broşür olduğu halde dokuz yaşlarında bir çocuk yanımıza geldi. Broşürde can çekişen siyasi partilerden birinin olağan il kongresi dolayasıyla genel başkanlarının şehrimize gelip kongrede konuşma yapacağı bilgisi yer alıyordu. Broşürü almak istemedim, çocuk ısrarla vermek istedi. Broşüre bakarak “Bir sen eksiktin, siyasi partinin başı olup onu yönetmen için önce kardeşlerin arasındaki miras meselesini hakkaniyetle çözmelisin, erkek sıfatıyla gasp etmemelisin.” dedim. Bu sözlerimi duyan az uzağımdaki birileri, baktım, bana taktir anlamında baş parmağı işareti yapıyor. Kendince “bravo” diyor.

Sohbet arkadaşlarımdan onu tanıyanlar varmış. Niye böyle işaret yaptın, diye sordum ona. Doğru söylüyorsun, dedi. “Ülkemizde bir hizmet aracı olması gereken siyaset, rant amacıyla yapılıyor.” dedim. Sözlerimi beğenen beyefendi bu defa, “Baksana memleketi ne hale getirdiler, kendileri milyonları götürdüler, fakir fukarayı düşünen yok.” diye söze girdi. “Sen kendi gözlüğünle baktığın için öyle görüyorsun, bir de karşı taraftan bakarsan memleket güllük gülistanlık.” deyince kendisini desteklemediğim sonucuna vardı, bana hemen “sen iktidarın adamısın” yaftasını yapıştırdı.

Konunun, iktidar tarafında ya da karşısında olmakla ilgili olmadığını, taktığımız siyasi at gözlüklerinin bizi ne kadar ön yargılı yaptığını, ayrıştırdığını, bu tarafgirliğin aklımızı ve beynimizi fazlasıyla iğdiş ettiğini, bundan kurtulmamız gerektiğini anlatmaya çalıştım. Ancak pek başarılı olamadım. Kendisi konuşmaya başladı. “Bak, ben bu adamlar yüzünden müteahhitliği bıraktım, falan partinin il yönetimindeyim ve ildeki kurucusuyum.” dedi. Bana göre konu anlaşılmıştı, bu beyefendiyle sohbete devam etmenin bir faydası olmayacaktı.

Sohbeti nezaketle sonlandırıp beyefendinin bulunduğu gruptan arkadaşımla ayrıldık.

Pek hoş olmayan bu olay üzerine emekli eğitimci ve güngörmüş insan, değerli dostumla hem bir süre yürüyüş hem de durum değerlendirmesi yaptık. “Türkiye’de, maalesef, siyaset asli kulvarından uzak; hizmet aracı değil rant aracı, dolayasıyla partiler birer menfaat şebekesine veya ideoloji bataklığına, proje çetesine dönüşmüş durumda.  Camiler bir araya gelme, ayni yürek ve inançta buluşma yeridir; bir ayrışmaya yol açma ihtimali yüksek olduğu için siyasetin hiçbir malzemesi ve söylemi caminin dış kapısından içeriye girememelidir, sokulmamalıdır, bu yola tevessül edenler kınanmalı, dışlanmalıdır. Yıllar önce diyanet işleri başkanı, birtakım dini şebekelerinin baskısı üzerine istifa etmek zorunda kalınca “Başkanlıktaki nöbet süremizi tamamladık.” diyerek kırıp dökmeden, kendine yakışan bilim ve din adamlığı olgunluğuyla, izzet ü ikbal ile görevinden ayrılmıştı. Bu örnek davranışı hiç unutmam, her uygun ortamda anlatırım. Devletteki her türlü makam, bir nöbettir, hizmet sürecidir. Henüz kültür ve ahlak olarak bunu içselleştirmiş değiliz. Başkanlığa seçilen bir daha inmiyor, koltuğa oturan bir daha kalkmıyor. Ya döneceği yeri beğenmiyor ya da kendisine efendi yaptığı nefsi buna izin vermiyor.” dedim.

Değerli dostum Ahmet Bey’in, “Biz, dinamik toplumuz, devleti dolayısıyla politikayı önemsiyoruz, seviyoruz, yönetimin yaptıklarına ilgisiz kalamıyoruz, bu bizim iyi tarafımız. Ancak bunda çok zaman ileriye gidiyoruz, iyi bilmediğimiz konularda ahkam kesiyoruz, yapılan hizmetlerin kıymetini bilmiyor, dedikodusunu yapıyoruz. Bir türlü bastıramadığımız kıskançlık duygusuna bir de at gözlüğü taktığımızda kendi yanlışlarımızı doğru, başkalarının yaptığı güzellikleri kötü veya yanlış diye anlatıyoruz, savunuyoruz. Bu bir ahlak eksikliğidir” değerlendirmesine ben de temsil görevi üstlenenlerle ve onlara bu görevi verenlerle ilgili eklemeler yaptım:

“At, sahibine göre kişner; her toplum layık olduğu şekilde yönetilir, sözleri toplumsal hafızanın cümleye dökülmüş ifadeleridir. Biz, neysek başımızdaki de odur. Dün beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızın bir süre sonra bir nedenle muhalifi oluyoruz. Ya onlarda ya bizde bir kusur var. Onlarda eleştirdiğimiz her şey bizde var, onu görmüyoruz. Bir gün aynı makama gelsek biz da aynı davranışta bulanabileceğimizin eleştirisini yapamıyoruz. Bu bir samimiyetsizliktir. Herkesin, özellikle bir partinin lideri, bir toplumun öncüsü, bir cemaatin kanaat önderi olacak kişilerin, iyi ahlak testinden geçmesi gerekiyor. Kendisiyle, ailesiyle, çevresiyle barışık olmayanlar, liderliğe, öncü ve kanaat önderi olmaya talip olmamalılar. Toplum; ailesini yönetmeyi, miras meselesinde adil olmayı becerememiş insanlara pirim vermemelidir. Küçük şey diye bir şey yoktur, küçük sorunları halledemeyenler, büyük sorunlar altında ezilmeye mahkumdurlar. Öncü durumdaki insanların ezilmesi; ona gönül verenlerin, hayal kırıklığına yol açar, mağduriyeti sonucunu doğurur.”

Konu; memleket, millet olunca, duygu ve düşünceler de samimiyetle yoğrulunca sohbet bereketleniyor, acı veren meseleler lezzet verici kıvama ulaşıyor.

            Her şeyin bir sonu var; sohbete veda etsek de henüz ayaktayız.

            İyi Bayramlar…

Eylemsiz Söylem Neye Yarar?

“Üstüne alınan varsın alınsın! Bizim için memleket önemli…”

Günümüzde Türkiye ve Türk Milleti tarihin görüp göreceği ender bir sınavdan geçiyor!

İç ve dış gelişmelerden bunu anlıyoruz…

Batı’nın “Türksüz Türkiye” projesi hayata geçirilmek üzere gün sayıyor.

Etnikçilik almış başını gitmiş!

Sadece bölücü Kürtler mi? Hayır diğer etnik mikro ırkçılarda kendi hesaplarını bölücü Kürtler üzerinden görmeye çalışıyor.

Ortak hedefleri, milli üniter yapıyı yıkmak ve ülke üzerindeki birleştirici kimlik olan Türklüğü yok etmek. Bunun için Batı ile işbirliği yapıyorlar.

Halbuki bu ülkenin halkı onca yapılan psikolojik saldırıya rağmen halen kendini %85 oranında Türk olarak görüyor. Bunu nereden mi, biliyorum? Geçen gün bir kamuoyu araştırmacısının paralı müşterileri için yaptığı özel sunumu izledim de oradan biliyorum!

Türk Milleti öyle veya böyle açıkça ifade etmese de, tehlikenin farkına varmıştır. Ancak suskundur! Küçük bir bölümü ise yazarak çizerek, arkadaş ortamında konuşarak ya da sosyal medyada bunu ifade etmektedir.

Türk Milleti suskun kaldıkça ve bazılarımız sınırlı çerçevede konuştukça ya da yazdıkça başımıza gelecek olanları önlemek mümkün, olmayacaktır!

Yapılacak iş bir strateji ortaya koymaktır. Bu strateji kapsamında:

Bir, Türk Milleti olabildiğince sesini yükseltmeli ve ülkenin tek sahibi olduğunu ifâde etmelidir.

İki, yazan çizen ve fikir beyan, eden arkadaşlar netice almak için toplumu somut bir hedefe yönlendirmelidir.

Üçüncüsü ise Türk Milleti başına örülen çorabın müsebbiblerinin siyasetçiler olduğunu görmeli ve kendisi, uygun göreceği bir yerde toplanarak siyaseten bir çözüm üretmelidir.

Bunun dışında davrananlar ne yazık ki, ihanetin ortağı durumuna düşeceklerdir.

Kimden ki, “ben (biz) siyaset üstüyüm “ diye bir çözümsüzlük önerisi duyarsınız o da bizi uçurumun kenarına götürenlerin ortağıdır. Buna mazeret ve bahane üretenlerde dahildir. Artık yersiz bahanelere tahammül kalmamıştır.

Bunlarla beraber vatansever ya da milliyetçi görünümlü kriptolar sizi aldatmasın yanıltmasın! Kazım Karabekir Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı sonlarında herkesin giydiğinden bahsettiği “mintan” bugün yine bazı insanların üzerindedir!

Biliniz ki, sorun siyasidir ve çözüm de siyasetten geçmektedir.

Ancak konuşup konuşup bir şey yapmayanlar, hedef göstermeyenler, söylemlerini eyleme dönüştürmeyenler tarih önünde en az hainler kadar sorumlu gösterileceklerdir. Çünkü tarih çok acımasızdır!

Vakit çok daralmıştır! Zaman geçirmeksizin söylemlerimizi eyleme dönüştürme yani siyasallaşma sürecine girmek zorundayız.

İyi düşünün ama hızlı hareket edin!

Unutmayın “korkunun ecele hiçbir faydası yok”… Sakın ola ki, bir şey olmaz demeyin tedbirinizi alın… Tarih bize ders olma niteliğinde yüzlerce olay ile dolu, dönüp onlara bir bakın!

Son sözüm de “Siz, hiç düşünmez misiniz?” olsun.

Asil, Aziz ve Yüce TÜRK Milletine KURBAN Bayramı (2025) Mesajım!

Tüm dostlarımın (Asker + Sivil dâhil) beni seven / sevmeyen her kesin, her kesimin… KURBAN BAYRAMLARINI en içten dilek ve temennilerimle kutlarken;

İçte ve dışta ülkemizin yaşamış olduğu fiili durumları, iler ki zaman süreçlerinde yaşanması muhtemel olay ve gelişmelerin çok iyi KRİMİNAL ve BALİSTİK çözüm ile analizlerini yaparak, ülke çıkarlarımız ile ülkeler arası mütekabiliyet esaslarının göz ardı edilmediği,

Küresel güçlerin ve küresel sermayenin güdümünde / kontrolünde değil;

Vatanımızın coğrafi konumu, stratejik, jeopolitik, jeostratejik durumu ile dünyadaki en hassas bölgede bulunması çerçevesinde; başta komşu ülkeler ile ilişkiler olmak üzere; TÜRK Cumhuriyetleri ile ilişkiler, İslam coğrafyası, Orta doğudaki hassasiyetler, İsrail’ in hedef olarak benimsediği Fırat ve Dicle’ yi de kapsayan büyük İsrail devleti projesinin her daim yürürlükte olduğunun bilinciyle çok dikkatli diplomatik temaslara ve uygulamalara karşı donanımlı bir Türkiye.

İktidarı ile muhalefeti ile; siyasi ranta yönelik her mikrofonu ele geçirenlerin bol keseden, içi boş altı çizilmemiş hamaset içerikli (sadece tribün ve seçmene yönelik) nutuklar atmak yerine; devlet ciddiyetinin hâkim olduğu, kendisine yapılan haksız söz, söylem ve eylemelere konuşmadan, karşı ülkeleri uyandırmadan anında misli ile karşılık verecek iradesi sağlam devlet yöneticilerin hakim olduğu bir Türkiye özlemimin gerçekleştiği,

Ülkemizdeki ekonomik verilerin sosyal adalet kavramı içerisinde uygulama alanı bulduğu; Ülke katmanlarına oran itibarıyla hakça paylaşımın sağlandığı, yasama, yürütme ve yargı erklerinin tam bağımsız hareket alanı bulabildiği;

Siyasi iradelerin her kese, her kesime eşit ve adil davranıldığı; Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin bir birlerinin alanlarına tecavüz etmediği gerçek HUKUK DEVLETİ’nin kayıtsız ve şartsız ülke geneline hâkim kılındığı bir TÜRKİYE özlem ve arzumuzun gerçekleştiği.

Rahmetli ATATÜRK’ ün  ” Efendiler bir ülke yalnız kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlayamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz”  söz, söylem ve açılımını pozitif yaklaşımlarla çok iyi analiz yapabilen, İlimi, bilimi, aklı ve mantığı öncelik kabul eden;

Uluslararası camiada sözü dinlenir, dikkate alınır bir ülke konumuna süratle kavuşmamız dileği ile…

Hak, hukuk ve adaletin tüm kurum ve kuralları ile işlediği / uygulandığı, devlet otoritesinin vatanın her karışında tam sağlandığı / kabul ettirildiği (lafla değil) demokrasinin, sosyal adaletin ve çakma değil; gerçek milliyetçiliğin  (her üç mevhumun ilmi açıklamaları, sayfamda bulunan çalışmalarımda mevcuttur) ilmi manada, bilimsel anlamda insan odaklı olarak uygulandığı, feodal yapıların (ağalık, şıhlık, şehlik düzeni) tek adamlık, despotik, faşist yönetimleri çağrıştıran kapalı rejim benzeri diktatöryal yönetimlerin acilen yok edildiği bir TÜRKİYEM özlemi ile.

Anılan bu bayram nedeniyle; başta ülkemizdeki tüm insanlarımız ile Müslüman TÜRK âleminin ve de Emevi, İngiliz müslümanlarının asla değil;

Yüce Kitabımız KURAN’ ı baz alan gerçek anlamda tüm dünya Müslümanlığının sağlıklı, huzur dolu, savaşlardan uzak, küresel ve emperyal güçlere yem olmadığı daha bir çok bayramları neşe içerisinde karşılamaları, yaşamaları ümidimi muhafaza ederek, sömürünün, vahşi kapitalizmin kökünün kazındığı, bölücü, yıkıcı, kışkırtıcı olmadığı sürece; insan hak ve hürriyetlerinin asla kısıtlanmadığı / ihlal edilmediği bir yeni dünyanın hayata geçirilmesi için her ülke yöneticisinin aklını başına alarak bu fani dünyada insanlığa hizmet etmelerini öncelikle bir insan olarak,

Yüce Türk Milletinin bir ferdi olarak;

Yukarıda açıklamaya çalıştığım tüm bu pozitif özlemlerimin gerçekleşmesi kapsamında.

Ailelerinizle birlikte; önümüzdeki yaşam süreçlerinizde sağlıklı, mutlu ve huzur dolu daha nice KURBAN Bayramlarını kutlamanız, karşılamanız ve yaşamanız dileğimle…

MAKRO MİLLİYETÇİLİK gömleğini üzerinde taşımayan; bölgecilik, hemşericilik, bölücülük, yıkıcılık, kışkırtıcılık yapmayan, vatanına, milletine, T.C. Devletine ihanet etmeyen… her kese, her kesime en içten Selam ve Saygılarımı Sunarım.

Sonuç olarak; daha birçok bayramlara… El – Ele…Gönül – Gönüle…ekonomik, sosyal, siyasal anlamda; tam bağımsız bir büyük TÜRKİYE Özlemi ile.

Aydınlar Ocağı Bir Rüzgârdı, Esti Geçti

Kocaeli Aydınlar Ocağı, İyi Parti’de siyasete başladığım dönemde varlığından haberdar olduğum bir organizasyondu. 2018 seçimlerinde milletvekili aday adaylığı sürecimizde, Tugay Uluçevik’in konuşmacı olarak katıldığı yemekli bir organizasyona Av. Ruhittin Sönmez tarafından davet edilmiştik. Programın kalitesi üst düzeydeydi. O gün birisi bana Aydınlar Ocağı’nın başkanı olacağımı söyleseydi “Hadi canım sen de” der ve güler geçerdim. Ancak kader yolumuza öyle bir su serpti ki aklımıza bile gelmeyen güzellikler başımıza geldi.

Milletvekili aday adaylığı sürecinde o zamanlar Modern Kocaeli adlı internet gazetesinin sahibi olan sevgili Ferhat’la tanıştık. Daha doğrusu o beni buldu. Bir gün telefon etti ve görüşmek istediğini söyledi, yemeğe davet ettim ve bu vesileyle tanışmış olduk. Sonraki süreçte irtibatımız devam etti. Bir gün yine arayıp “Abi benim gazetemde köşe yazısı yazar mısın?” diye sordu. Ben de “yazarım” dedim. Bizim yazarlık macerası böylelikle başlamış oldu.

Bahar Abla’nın seçildiği 2018 Baro seçimleri için Adliye’ye gittiğimde Av. Ruhittin Sönmez ve Av. Naci Kara ile denk geldik. Ruhittin Bey beni göstererek Naci Ağabey’e “Gürkan Bey’in yazılarını mutlaka oku, çok farklı yazıyor” dedi. Sonra bana dönerek “Gel senin yazıları bizim Aydınlar Ocağı’nın sitesinde paylaşalım” teklifinde bulundu. Benim zaten canıma minnet. Yazıları Aydınlar Ocağı’na da göndermeye başladık.

Benim yazıların Aydınlar Ocağı sitesinde yayınlanmasından birkaç ay sonra (2019’un ilk aylarında) tanımadığım bir numaradan arandım. Telefonun diğer ucundaki isim Aydınlar Ocağı Başkanı Süleyman Pekin’di. “Siz çok aykırı yazıyorsunuz. Müsaitseniz sizinle tanışalım” dedi. Buluştuk, tanıştık, sohbet ettik. Süleyman Pekin Ağabey o ilk buluşmada hemen çantasından üye kayıt formunu çıkardı ve Aydınlar Ocağı üyeliğimiz bu şekilde başlamış oldu.

Aydınlar Ocağı serüvenimde Süleyman Pekin Ağabey’in yeri çok başkadır. Yazdığım çok yazıdan sonra tebrik eden, yazı hakkında yorumlarını ileten ve desteğini açıktan ifade eden kişi Süleyman Pekin olmuştur. Bununla da kalmayıp üyeliğimin üzerinden daha bir mevsim bile geçmeden birkaç ay sonra 2019 Mayıs’ındaki Kongre’de beni yönetim kuruluna almış ve görev dağılımında “Başkan Vekili” görevini vermiştir. 2019 güzünde Amasya’da düzenlenen Aydınlar Ocağı Şurası’na benim de katılmamı ve şurada bir sunum yapmamı sağlayan kişi Süleyman Pekin Ağabey’dir.

2023’de kongre zamanı yaklaştığı zaman, Süleyman Pekin Ağabey artık görevi bırakacağını ifade etti. Kendisine devam etmesi konusunda çok ısrar etsek de kabul etmedi. Türkiye’de herhangi bir kurumun başında yer alan insanların koltuklarını kaybetmemek için türlü türlü yollara başvurdukları hepinizin malumudur. Böyle bir ülkede Süleyman Pekin ağabeyin koltuğu adeta tekmelercesine bırakması hem takdir edilmesi gereken hem de diğer bütün organizasyonlar tarafından örnek alınması gereken bir davranıştır.

Süleyman Pekin ağabey başkanlığı bırakacağını ilan edince, bu defa başkanlık görevini bana teklif etti. O’ndan gelen bu teklifi reddedemezdim. Nitekim teklifi kabul ettik ve 2023 yılının Mayıs ayının 7’sinde Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanlığı görevini devraldık.

İki yıl süren vazifemiz boyunca seleflerimize layık olmaya çalıştık. Yönetim kurulumuzdaki her biri birbirinden değerli arkadaşlarımızla son derece iyi niyetli ve çalışkan bir şekilde aktif olarak faaliyetlerimizi sürdürdük. Gerek şehrimiz gerekse ülkemiz için ateşe gagasıyla su taşıyan serçe misali bir şeyler yapmaya gayret gösterdik.

Başkanlığım süresince başta Dr. İbrahim Kahraman olmak üzere, gerek adı Aydınlar Ocağı ile özdeşleşmiş bulunan Ahsen Okyar Ağabey’in, gerek Av. Ruhittin Sönmez’in gerekse Süleyman Pekin Ağabey’in hep desteklerini gördüm. Herhangi bir mevzuda ne zaman müracaat etsek onlar her zaman müracaat mahallinde bize yardım etmek için orada hazırlardı.

Yine iki yıllık başkanlık sürecinde yönetim kurulu üyesi arkadaşlarımızın hep desteğini gördüm. Gerek verdikleri fikirlerle gerekse vazifelerini bihakkın yerine getirmeleriyle daima omzumdaki yükü sırtımdan alan kişiler oldular. Her birinden Allah razı olsun. Cenab-ı Allah bahtlarını güzel, yollarını açık etsin.

Biz saltanatı 1922’de kaldırdık ancak aradan 100 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen maalesef zihinlerdeki saltanat algısını bir türlü yıkamadık. Bu ülkede koltuğa oturanın, oturan yerlerinin koltuğa yapışıp kalması olağan bir durum maalesef. Kocaeli Aydınlar Ocağı bu koltuk sevdasını yıkan en önemli kurumlardan biri. Kocaeli Aydınlar Ocağı’nda “azami iki dönem” kuralı yazılı olmayan ama titizlikle uygulanan kurallardan biridir. Bu nedenle 40’ıncı yılında 9’uncu başkanını seçmek gibi her organizasyona nasip olmayan bir başarıyı gerçekleştirmiştir. Bunu basit bir mevzu sanmayın, 40 yılda tek başkan gören çok yapı var bu ülkede. Biz de makamın, koltuğun ve unvanın terk edilebilir olduğunu gösterebilmek için ikinci dönemde aday olmamayı tercih ettik. En azından ikinci defa aday olmam konusunda çok ısrar olmasına rağmen bu ısrarları geri çevirmek durumunda kaldım.

Dün (31 Mayıs Cumartesi) gerçekleştirilen olağan kongrede aday olmadım ve görevi yönetim kurulumuzdan Prof.Dr. Tahir Serkan Irmak’a devrettim. Serkan Hoca jeofizik mühendisliği alanında akademik camiada dünya çapında tanınan bir isim. Mevcut yönetimi akademiden isimlerle güçlendirdi. Şampiyonlar Ligi kadrosu gibi bir yönetim oluşturdu. İnşallah harika işler yapacaklar.

Aydınlar Ocağı Başkanlığı hayatım boyunca gururla hatırlayacağım bir hatıra olacak. Bundan sonra bir üye olarak elimden geldiğince katkı sunmaya devam edeceğim inşallah. Bu 2 yıllık başkanlığım döneminde maddi ve manevi desteklerini gördüğüm herkese çok teşekkür ediyorum.

Haklarınızı helal ediniz…

Özel Körfez Marmara Hastanesi

“Hekimi kendine yakın ve iyi tut” Kutadgu-Bilig 1070

Körfez ilçemiz, İzmit’in batısında Derince ile Dilovası arasındadır. Halısı ile meşhur Hereke, kirazı ile meşhur Yarımca ve tütün tarımının çokluğundan adı Tütünçiftlik olmuş beldelerimizin olduğu bölgedir.

1960’lardan itibaren Petkim-Tüpraş-İgsaş- Yarımca Seramik gibi sanayi kuruluşlarımızın bu bölgeye gelmesi ile yoğun göç alarak hızla büyümüştür. 1963de Yarımca köyü belediye olmuş, 1970de Tütünçiftlik buraya bağlanmış, 1988de ise Körfez adını almıştır. 2008de Hereke ve Kirazlıyalı beldeleride buraya bağlanmıştır. Bu ilçemiz 100bini aşan nüfusu ile önemli bir sanayı-liman ve lojistik merkezidir.

Özel Körfez Marmara Hastanesi bu ilçenin ilk açılan özel hastanesi olup 1995de poliklinik şeklinde çalışan bir tıp merkezi olarak hizmete başlamıştır. .Poliklinik binası 99 depreminde tamamen yıkılmıştır. Fakat hemen aynı bölgeye yapılan 2 katlı bir prefabrik yapıda cerrahi tıp merkezi ruhsatı alınarak sağlık hizmeti vermeye devam etmiştir. 2006 yılında ise şu anki adresi olan Körfez Güney Mah. Albay Sokak No:7 deki binasında hastane olarak açılmıştır. Bu hastanenin 80 yatağı, 3 ameliyathane ve 1 doğum salonu mevcut olup acil ve poliklinikleri ile 7/24 çalışan bir sağlık kurumudur.

Bu hastane gurubu 2016 yılında Özel Derince Tıp Merkezini Denizciler Cad.No.13 de hizmete sokmuştur. Burası, İzmit merkezde Alemdar cad.No:49 daki Dr. Saim Toker ve Dr.Atilla Yüksel tarafından 2007 de açılan, KBB Tıp Merkezinin taşınması ile olmuştur (Daha fazla bilgiyi Tıp

Merkezlerimiz yazısında okuyacaksınız.) Dr Saim Toker 2021 de vefat edinceye kadar burada çalışmış olup Dr. Atilla Yüksel halen buranın KBB uzmanıdır. Ayrıca 2015 de kapanan Derincedeki Dr. Tahsin Özbek Hastanesinin hekimlerinden Gürbüz Pektaş(iç hast.), Harun Ceylan(genel cerrah), Erdoğan Kasnaklı (göz) gibi hekimliklerimiz burada çalışmaktadır. Yeni hekimler ile de kadrosunu güçlendiren bu kurum günde 300-400 hastaya bakan bir merkez olarak hizmet vermektedir. Kocaeli Tıp Fakültesi’nden 2005 de çocuk uzmanı olmuş olan Erdinç GÖZCÜ önce Konak hastanesinde çalışmış ve 2016 dan beri buranın ortağı ve hekimidir.

Buranın kuruluş ve yaşatılmasındaki etkin isimlere gelince:

Esener MAÇİL: 1964 Hereke doğumludur.Hereke’nin sevilen iş adamlarından olup 2004-2009 da Hereke belediye Başkanlığını da yapmıştır.1995 de kurulan tıp merkezinin ortağı olarak sağlık alanına girmiştir.99 depremi sonrası kurulan tıp merkezi ve 2006 da ki hastaneye dönüşümün öncü ismidir. Halen bu şirketin yönetim kurulu başkanıdır.

Dr.M.Kemal KAYA: Mecburi hizmetten Hereke SSK dispanserine 1982de gelmiş ve 2011 de emekli oluncaya kadar bu bölgede hekimlik yapmıştır. İlk kurulan polikliniğin kurucu ortağıdır. Deprem sonrası ortaklıktan ayrılmış ama 2022 ye kadar önce yarı zamanlı sonra tam gün burada hekimliğini

sürdürmüştür.40 yılı aşan bu sürede gariban babası bilinen vasfı ile de bölgede elinin değmediği aile yok

gibidir.

Dr. Fuat AYAR: Tıp merkezinin kurucu ortağı ve çalışan hekimlerinden olup 1989da Hereke sağlık ocağına gelmiştir. 2010 da ortaklıktan ayrılmış olup farklı alanlarda çalışmaları vardır.

İlk tıp merkezinin kurucu ortaklarından eczacı Özcan Akman ve iş insanı Refik Işık deprem sonrası ortaklıktan ayrılmışlardır. Deprem sonrası 2 yeni ortaktan Dr. Nejdet ALGAN 2010’da ortaklıktan ayrılmış; 95’te buraya gazete ilanı bilgisi ile gelip çalışmaya başlamış olan kadın doğum uzmanı Erkan AKTAŞ ise ortaklar arasına katılıp 2020ye kadar hekimliğini sürdürmüştür.

Diğer bir hekimi İsmail YILMAZ 2011 de buraya gelmiş ve sonra ortağı da olmuştur. Kendisi 1999da Kandıra devlet hastanesine mecburi hizmetten gelmiş olup sonra Kocaeli devlet Hastanesinde çalışmış ve İzmit’te muayenehane de açmıştır. 2011den beri burada çalışmaktadır.

Dr.Kazım ÇİMEN Kocaeli Tıp Fakültesi’nin ilk üroloji asistanlarından olup 2000de izmit SSK hastanesinde uzman olarak göreve başlamıştır. Ayrıca muayenehanesinde de hekimlik yapan, branşında başarılı ve aranan bir hekim olmuştur.2011de hastaneden emekli olup tam zamanlı olarak burada

çalışmaya başlamış ve ortak olmuştur. Halen buranın genel müdürlüğünü de yürütmektedir.

Hastanenin başhekimliğini Zeki EREN yapmaktadır. O ise 2003de Derince Hastanemize genel cerrah olarak gelmiş, 2006da körfez devlet hastanesinde başhekim vekilliğide yapmıştır.2011 den beri bu hastanenin kadrosunda olup aynı zamanda ortaklarındandır. Burası şehrimizin bilinen bu hekimleri yanında Ali Altıntaş (KBB),Süreyya Gündüz (ortopedi),Suat Çeşmeci (damar cerrahisi), Suzan Tanıdır (göz) gibi devlet hastanelerimizin sevilen hekimlerini de kadrosuna katmış ve bunlara yeni genç hekimleride ekleyerek güvenilir bir sağlık hizmeti verme imkanını sürdürmüştür.

Çoğu hekim olan ortakları ile Körfez ilçemize sağlık hizmeti veren bu kurumumuzun 60 a yakın hekimi, 400e yakın çalışanı vardır. Günde 1500 ü aşan ayaktan tedavi hizmeti ve ayda 500-600 müdahele,250-300 doğum işlemi yanında COVİD salgının da verdiği hizmetlerle de bölge insanının güvenerek gidip hizmet aldığı adreslerdendir.

Körfez Devlet Hastanesi(devam edecek)

Düşün Damlaları  (3)

     Yûnus Emre’nin “Ete kemiğe büründüm. Yûnus diye göründüm.” dediği gibi, Hz. Allah’ın isim ve sıfatları da taşa, toprağa, dal ve budağa, canlı cansız her varlığa bürünerek; Kâinat ve Tabiat diye teşekkül, tekevvün ve tecessüm ettirilip, maddî ve bedensel kılıflara sokularak; fizik âlemi olarak karşımıza çıkartılmış. Kâinat büyük bir insan, insan ise küçük bir kâinat. Çünkü insan büyüse büyüse kâinat şeklini, kâinat da küçülse küçülse insan şeklini alacağı; zihinler için, uzak bir ihtimal değil. Evet, insan küçük bir kâinat, kâinat ise büyük bir insan. Ancak kendini tanıyan insan, kâinatı tanıyabilir. Çünkü kâinatta olan maddî mânevî herşey, insanda mevcut. Bunun içindir ki, “Ey insan! Kendini tanı! Yoksa patlatırlar enseni!” sözü boşuna denmemiş. Yine “Ne ararsan; kendinde ara, kendinde bul!” sözü lâf olsun diye söylenmemiş. 

     İnsan beden ve rûhtan ibaret. Bedeniyle maddî dünyayı yani evreni, rûhuyla mânevî ve gaybî / herkes tarafından bilinmeyen ve görülmeyen mânâ âlemlerini temsîl eder. Daha doğrusu insan rûhu; İlâhî ve ulvî / yüksek mânâların; insanda temerküz ederek, onu merkez edinip, onda tezahür edip görünmesinden başka bir şey değil. Nitekim Halîfe-yi rûy-i zemindir. Yani yeryüzünün mümessili, onu Allah katında temsil eden seçkin ve azîz bir kuldur.

     Evet, Hz. Ali’nin mealen dediği gibi, “Ey insan kendini küçük görme! Sende âlemler tayyedilmiş / dürülmüştür. Tüm âlem sende temsil edilme mutluluk ve bahtiyarlığına ermiştir.”

     Evet, kâinat bir sadef, insan ise o sadefin içindeki inci hükmündedir. Aynı zamanda kâinat bir kelime, insan ise, o kelimenin asıl, tek ve yekta, biricik mânâ ve anlamıdır.

     Kelimeden asıl maksat, mânâ olduğu gibi, kâinatın yaratılmasından da yegâne maksat insandır.

     Çünkü, “Levlake levlake lema halaktü’l-eflake.” / “Sen olmasaydın, Sen olmasaydın; felekleri yaratmazdım.” sözüyle Hz. Muhammed’e hitap ediliyorsa da, her insan; O’nun şahsında kendisinin de, bu seslenişe muhatap olduğuna hükmedebilir.

     Ağaç meyvesi için dikilir. Dünya ağacı da, meyvesi olan insan için yaratılmıştır.

     Tabii insan da, âyette: “Cin ve insi ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zâriyat: 56) diye geçtiği gibi, Allah’a kulluk yapması için yaratılmıştır. Zira:

     “Allah Teâlâ insanı yarattı ve onu kâinata câmi (onu içinde bulunduran) bir nüsha, on sekiz bin âlemi içine alan âlem kitabına bir fihriste kıldı ve onun cevherinde isimlerden bir ismin tecelli ettiği her bir âlem için bir nümune bıraktı..Böylece insan, rûhuyla ve cismiyle gayp ve şehâdet âlemlerinin bir hülâsası hâline gelir, o âlemlerde tecelli eden, onda (insanda) tecelli eder.

     “Hamd ile insan Allah’ın kemâl sıfatlarının bir mazharı olur. ‘Ben gizli bir hazîne idim. Beni tanımaları için mahlûkatı yarattım.’ Kudsî hadisinin beyanında Muhyiddin İbni Arabî’nin şu ifadesi bunu teyit eder. ‘Mahlûkatı, onlarda cemâlimi müşâhede etmek (görmek) için yarattım.’ ” (Doç. Dr. Şadi Eren)

     Ey insan! Meğer sen neymişsin be?

x

     Müzik dinlemek ve bundan zevk almak için, müzisyen ve bestekâr olmak gerekmez.

     Kitap okumak için, ille de yazar olmak şart değil.

     Güzel bir resim tablosunu seyretmek için, ressam olmak mı lâzım?

     Maç seyretmek için, oyuncu olmak mı icap eder?  

x

     Kur’an’ın asıl maksatları, dört aslî unsurdur:

     Tevhîd: Allah’tan başka İlâh olmadığına inanmak.

     Nübüvvet: Allah’ın emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak. Bunun içindir ki, beşerde Nübüvvet zarurîdir.

     Haşir: Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları.

     Adalet ve İbadet: Adalet: Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek. Lâyık olduğu muameleyi yapmak.

     İbadet: Allah’ın emirlerini yerine getirmek. Nehiy / yasaklarından kaçınmak.

Çakışmayan Müfredatlar


Akıl ve nakil. İslam düşüncesi yazılıp çizilirken bu ikiliye sık sık temas edilir. Akıl mı nakil mi?

Akıl terimini anlam bakımından açıklamaya gerek yok herhâlde. Nakil ise bir yerden alıp başka bir yere götürmektir ya. Bu bağlamda temel kaynaklardan alıp şu anda tartışılan bir mesele için kullanmak anlamındadır. Birincide insan düşüncesinin ikincide dinin getirdiklerinin, problemi çözmede öncelik kazanacağı düşünülür.

Mesela denir ki: “Eşariye nakli, Mutezile aklı önceler. Çoğu itikat mektepleri nakle ağırlık verirken İmam Mâtürîdî akla ağırlık verir.” Bu deyişlerin arkasında da genellikle akla imkân tanımanın iyi bir şey olduğu düşüncesi vardır.

“Önceler” diyorum çünkü akıl da nakil de sınırları sıkı sıkıya çizilmiş, biri bittiğinde öbürünün başladığı alanlar değil. Gerçi nakil, Tanrı’nın ve Peygamber’in sözünden başlar ama bazen büyük insanların eserleri ve nakledilen sözleri de nakil hazinesine dâhil edilir. Kur’an’dan başka hadisi de yanılmaz kaynak kabul edenlere, Ehl-i Hadis denirken daha da genişletilerek, “Eseriye” adını da alabilir.

Yazılmışsa gerçektir

Bu hâl yalnız İslamiyet’e ait değil. Matbaa öncesinde kitaba ulaşmak zordur. Kitaplar çok pahalıdır. 15. Asırda Oxford Üniversitesi kütüphanesindeki kitapların her birinin bir malikâne değerinde olduğunu okuyoruz. Kitap kıymetli. Okur yazar çok az. Bu durumda bir şey yazılmışsa sırf o yüzden, yazıldığı için zor çözülüyor, zor anlaşılıyor diye neredeyse sihirli bir değer kazanıyor. Batı’da da Doğu’da da. Onun için Eseriye! Onun için birçok eser, kendinden önce yazılanları aynen tekrarlıyor veya onları yorumluyor. Almancada o zamanlardan kalma, aslında İncil’den gelen bir ifade var: Es steht gescrieben. “Öyle yazılmış”. İngilizcede de… Alın yazısı gibi kavramların kökeni de bu olmalı, yazının değeri ve okuyanın, hele yazanın azlığı.

Akıl mı nakil mi? Galiba sorunun böyle sorulması pek doğru değil. Şüphesiz her ikisine de ihtiyaç var. Akıl işlendikçe felsefeyi doğuruyor. Nakil dinin taşıyıcı sütunu. Felsefe felsefedir, din de din. Ya o ya öteki diye yaklaşmak anlamsız.

Bilgi nerede bulunur?

Asıl mesele, bilgiyi nasıl elde edeceğimiz. Aşkın bilgiyi, gizli bilgiyi, derin bilgiyi kastetmiyorum. Basbayağı dünyevi, süfli bilgiyi. Hani günlük ekmeğimizi edinmek için kullanacağımız bilgiyi. Atomlardan mikroplardan canlılara, toplumlara, yer yüzüne, gök yüzüne ait bilgiyi. Neyle? Ne akılla ne nakille. Bilgiye ulaşmanın üçüncü bir yolu var. Onu aslında yeni keşfettik. Ancak birkaç asır oldu, olmadı. Adına “bilim” diyoruz.

Felsefe, din ve bilim. Bunları birbirine karıştırmasak, birinden diğerini çıkarmaya (istihraç etmeye, istidlale) kalkışmasak. Birini, diğerini desteklemek için veya yermek için kullanmaya çalışmasak…

Tekrar olacak ama bir bilim adamının, Stephen Jay Gould’un bilim ve din ilişkisi için yaptığı tespit en sağlıklısı: NOMA. NOMA, İngilizce “Non Overlapping Magisteria” kelimelerinden türetilmiş bir kısaltma. Wikipedia’daki İngilizce maddeden tercüme edince şu çıkıyor: “Non-overlapping magisteria (NOMA), paleontolog Stephen Jay Gould tarafından savunulan, bilim ve dinin farklı araştırma alanlarını, gerçekleri ve değerleri temsil ettiği, her birinin “meşru bir magisterium veya öğretme yetkisi alanına” sahip olduğu ve iletişim “ağları” arasında fark bulunduğu ve iki alanın çakışmadığı görüşüdür.”

Uzun ve karmaşık geldiyse… “Din ve bilim, farklı müfredatlara sahiptir; farklı ve çakışmayan uzmanlıklardır.” diyebiliriz.

Bilim, felsefe, din

Ben bu ikiliye bir üçüncü müfredatı, aklı ve onun işlenmiş hâli felsefeyi de eklemek isterim. Bakınız, din yorumcuları ve felsefe bilimin alanına girmeye kalkınca ne oluyor:

“Dünyanın durduğu ve sükûn halinde bulunduğu ve onun hareketinin, ancak ona arız olan deprem ve benzeri olaylarla olduğu hususlarında birleşmişlerdir. Bu, Dehriyye’den, arzın sürekli olarak yukarıdan aşağıya doğru düştüğünü iddia edenlerin görüşlerine zıttır. Eğer durum böyle olsaydı ellerimizden fırlattığımız bir taşın, ebediyen arza düşmemesi gerekirdi; çünkü hafif olan, düşüş sırasında kendinden daha ağır olana aaw0 .” (Ebu Mansûr Abdulkaahir el-Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: s. 228; https://bit.ly/ElFark )

Neymiş? Dünya ne kendi etrafında ne de güneşin etrafında dönüyor. Ağır cisim de hafifinden hızlı düşüyor. Nereden biliyorsun? Aristo öyle dedi. Bu hususlarda “birleşenler” kim? Ehli Sünnet, müfessir ve muhaddisler. Yani nakil yorumcuları. Eğer dünya kendi etrafında veya güneş etrafında dönüyor derseniz kurtulan fırkadan (fırkai Naciye’den) olma şansınızı kaybedersiniz; kurtuluşunuz yoktur.

Yeni Anayasa Gizli

İktidarın sık sık anayasaları tutuyor. Onlar anayasada ne gibi değişiklikler yapmak istediklerini biliyor. Aslında başka bilenler de biliyor ama ezik halk bilmiyor. Üst kademelerin zihniyetine göre- çok demokratiktir onların zihniyeti- halkın böyle şeyleri bilmesine de gerek merek yoktur. Hele yeni anayasanın ortalıkta tartışılması yalnız gereksiz değil, muhataralıdır da. Halkın tartışmaması gereken şeyler vardır; tartışacağı şeyler de vardır ki bunlar berber dükkânlarına münhasırdır… Büyüklerimizin tartışacağı şeyler vardır, bunlar da özel mekânların duvarları arasında kalmak zorundadır. Hikmeti hükûmet, derin devlet bunu gerektirir.

Gel gör ki bu berber dükkânı ahalisinin kanaatleri ve oyları olmadan anayasa değiştirilemiyor. Belki ilk değişiklikte bu gerekliliğin etrafından dolaşmanın bir yolunu da yeni ve sivil anayasamıza koyarız.

Siz darbe anayasası mı istiyorsunuz?

Şimdi açmaz şu: Büyüklerimizin anayasa değişiklik ihtiyacı, her seferinde çok şiddetle tezahür ediyor. Mesela geçen iki seferde de öyle olmuştu. Fakat değişiklik gerekçesini seçmene açıklamaktan çekiniyorlar. “Anayasayı değiştirelim, öyle bir anayasa olsun ki ben her şeye kadir olayım ve kimse bana soru soramasın.” Hayır! Hiç böyle söylenir mi? Onun yerine mesela “Anayasayı değiştirelim, darbecileri yargılayabilelim.” deriz. Tabii asıl istediklerimizi de teklife koyarız ama onlardan pek bahsetmeyiz, hatta hiç bahsetmeyiz. Öyle bir hava estiririz ki ahali anayasayı sırf darbecileri yargılamak için değiştirmek istediğimizi zanneder. Sonra sorarız, “Siz darbecilerin yargılanmasını istemiyor musunuz?”.

Bu hâller gelip gelip gidiyor. Periyodik olarak tekrarlanıyor. Bakınız 14 yıl önce, ta 22 Ağustos 2011’de “Yeni Anayasa İsteyen Parmak Kaldırsın” başlıklı bir yazı yazmışım.  Şimdi baktım, 2022 yılında bir karar yazımda da aynı ankettenkarar yazımda da aynı anketten bahsetmişim. Ne yapayım, yeni anayasa iştiyakı hiç bitmiyor ki. Yanlış anlaşılmasın, seçmende değil, iktidarda hiç bitmiyor. O seçime giderken de yeni anayasa AKP’nin seçim vaatleri arasında önemli bir yer tutuyordu. “Halkımız artık darbe anayasasından kurtulmalı.”, “Toplum kesimlerinde yeni anayasa ihtiyacı kuvvetle dillendiriliyor.”, “Halkımıza sivil bir anayasa vaadimiz/ borcumuz var.”  Bu arada başka vaatler de yapıldı. Sonra seçim oldu. Seçimden sonra AKP kendi seçmeni arasında bir anket yaptı ve şu soruyu sordu: Ak Parti’nin seçim vaatleri arasında hangisi sizi en çok etkiledi. Bu vaatlerden hangisi bize oy vermenizi sağladı?

Oylanan 10 vaat vardı. “Kısa ve öz, demokratik ve çoğulcu yeni anayasa yapılacak.” En az oy alan vaatti.  45 puanla onuncu ve sonuncu gelmişti. Bir numarada “Milli Tank üretimi başlıyor. İlk Türk muharebe tankı ‘Altay’ için hazırlıklar son aşamaya geldi (232 puan)”, “Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceğiz. (208 puan)”, vs. vardı. Son baktığımda Ak Parti sitesinde bu anketi bulamadım. Kaldırılmış.

Oturup susun demokratik demokratik

Yerine getirilmeyen, hatta yerine getirmenin yanına bile yaklaşılmayan vaatlerden bahsetmek değil maksadım. Bunlara alışmamamız lazımdı ama alıştık. Aldatılmak hoşumuza gidiyor biraz galiba. “Oh ne güzel yine aldatıldık!” mı diyoruz ne. Bu sefer vurgulamak istediğim başka bir şey. Bu başka bir şey, her anayasa serenadında, her anayasa methiyesinde olmuş. Anayasanın neresinin nasıl değiştirileceği katiyen açıklanmıyor. Açıklanan gerekçeler gayet yuvarlak ve sık sık anlamsız laflar: Darbe anayasasına son! Zahir darbe anayasası olduğundan uymuyorlardı bugüne kadar. Vesayet gölgesi olmayan bir anayasa. Sivil anayasa. Demokratik anayasa… Daha ne kadar klişe, ne kadar “buzz word” denilen pırıltılı, cazip fakat anlamsız kelime varsa art arda sıralanıyor.

Peki ne? Ne demek ne? Madde falan mı istiyorsunuz? Ne yapacaksınız maddeleri! Maddeler teferruat.

Herkesin, DEM’in ve PKK’nın bile “benim” diyeceği bir anayasa. Vesayetten, 1924’ten ve Lozan’dan kurtulacağız.

Peki, neden açıklamıyoruz? Çünkü DEM’in “benim” diyeceği anayasayı açıklarsak kıyamet kopar. Bir daha oy moy alamayız… Devlet meseleleridir bunlar. Halk anlamaz.

Her şey açık açık konuşulmaz. Ne yani anayasayı da mı halk arasında tartışacağız. Demokratik dedik ya! Susun, demokratik demokratik oturun!