Dünya Dönüyor Sen Ne Dersen De
Geçen pazarki yazıma gelen yorumlara baktım… Okuyucularım sağ olsun, yorumlarını ilgiyle okuyorum ve bana yeni ilhamlar veriyorlar. Bir şey fark ettim. Sanki bilim bilgiye eşitmiş gibi bir kabul var. Daha beteri yer yer bilgiye de sadece mantıkla, akılla erişildiği yanlışına düşülüyor. Hâlbuki emin olunuz, bilimin baş düşmanı mantıksızlık değil, mantıktır.
Düşünün, Aristo, ağır cisim hafif cisimden hızlı düşer dedi diye asırlar boyu insanlar gerçekten öyle zannetti. Gayet mantıklı bir söz. Ve tamamen yanlış. Yine asırlar boyu insanlar gökyüzüne baktılar ve güneşin, ayın, her şeyin etraflarında döndüğüne inandılar. Eh mantık bunu icap ettirmez mi? Çıkın bakın gökyüzüne. Dönüyor mu dönmüyor mu?
Bazılarınca Sünniliğin temel kitaplarından sayılan El Fark Beynel Firak’ta Abdulkahir El Bağdadi ne buyuruyor (sayfa 228): “[Ehl-i Sünnet] Dünyanın durduğu ve sükûn hâlinde bulunduğu ve onun hareketinin, ancak ona arız olan deprem ve benzeri olaylarla olduğu hususlarında birleşmişlerdir. Bu, Dehriyye’den, arzın sürekli olarak yukarıdan aşağıya doğru düştüğünü iddia edenlerin görüşlerine zıttır. Eğer durum böyle olsaydı ellerimizden fırlattığımız bir taşın, ebediyyen arza düşmemesi gerekirdi; çünkü hafif olan, düşüş sırasında kendinden daha ağır olana yetişemez.” Bunlar eskidendi diyorsanız yenileri de var.
Madde acaiptir
İşte mantık böyle bir şey ve nedense hurafe ile de kolayca anlaşıyor.
Öğrencilerimi baştan sarsmak için… Hani tavuğun bacağını baştan ayırmak için, onlara şunu söylerim: “Siz maddenin şu özellikleri var sanırsınız:
Madde uzayda yer kaplar. (Hatta “madde”nin tarifi, “Uzayda yer kaplayan…” diye başlardı.)
Bir cisim aynı anda iki yerde bulunamaz.
Bir metre her yerde bir metredir.
Bir dakika her yerde bir dakikadır.
Hâlbuki bunların dördü de yanlıştır.”
Tek tek ele alayım. Madde temel tanecik dediğimiz nötron, proton, elektron, vs.’den oluşur. Bunlar en büyükleri. Bunları yapan daha da temel tanecikler var. Daha doğrusu bu saydıklarıma temel diyerek işe başlandı ve sonra temelin de temeli keşfedildi. Bunların çeşitli özellikleri var. Kütle gibi, elektrik yükü gibi, spin falan gibi. Fakat hiçbirinin hacim diye bir özelliği yok. Hacim bunların birbiriyle etkileşiminden doğan bir sonuç.
Kuantum mekaniğinde bir elektron aynı anda iki yerde, hatta her yerde bulunabiliyor!
1 dakika 700 yıl
Bu iki hikâye, atomların ve atom altının dünyasına, küçük evrene, mikro kâinata ait. Bir de yıldızların, galaksilerin evreni var: Büyük evren. Orada da Einstein’in bulduğu özel izafiyete göre ışık hızına yaklaşıldığında uzunluklar büzülüyor, zaman yavaşlıyor. Genel izafiyette kara deliklere yaklaşırsak da zaman yavaşlıyor. Samanyolu’nun merkezindeki Sagittarius A* kara deliğinin zaman ufkunun eşiğinde, geçireceğimiz bir dakika dünyada 700 yıla eşittir.
Evet öyledir. Ve madde materyalistlere bırakılamayacak kadar ciddi bir şeydir.
Bilim de mantığa hiç mi hiç bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.
O hâlde bilim, en sonunda gerçeği keşfedip ondan sonra da tatile çıkacak bir çaba değil. Hani geçen asırda çok moda olan söyleyişle varılacak bir yer değil bir yolculuktur. Fakat sarhoş, yalpalayan bir yolculuk değil. Evrene bakan, sonra tekrar bakan, sonra bir daha bir daha bakan ve her bakışında bir önceki görüşünü yanlışlayıp şimdi olan biteni daha iyi anlayan bir keşif sürecidir bilim.
Biraz Arabesk
Fizikokimyada sınır kanunları dediğimiz bir anlayış vardır. Lisede okuduğumuz ideal gaz kanunu, kimyaya başlarken anlatılan ideal çözelti kanunu hep belli yoğunlukta sistemler için geçerlidir. Düşük basınçlar, seyreltik çözeltiler için… Gazı biraz yoğunlaştırırsanız ideal gaz kanunu çalışmaz. Başka bir denklem kullanmaya başlarsınız. Daha da yoğunlaştırırsanız daha da başka bir denklem. Tıpkı bunun gibi Newton kanunları moleküller seviyesine kadar küçüklüklerde, gezegenler seviyesine kadar büyüklüklerde geçerlidir. Sınır kanunudur. Kuantum teorisinin ve izafiyet teorisinin sınırları var mıdır, nerededir, henüz bilmiyoruz.
Bu yüzdendir ki bilimde sözü üstüne söz söylenmeyecek, mutlak bilgiyi konuşan otoriteler yoktur. Bu yüzdendir ki Karl Raimond Popper’in, “Bilim yanlışlaya yanlışlaya ilerler.” sözü doğrudur. Ama büyük keşifler yapmış, evreni daha iyi, daha iyi anlamamızı sağlamış büyük bilim adamları vardır ve onlar da hata yapabilir. Hatasız insanlar tanıyorsanız hatalı yoldasınız.
Ne diyor şarkı: Dünya dönüyor, sen ne dersen de. Bir de: Hatasız kul olmaz.
Olmayan Kürt Sorunu Siyasilerin Oyunudur
Görüldüğü kadarıyla, Öcalan’’în mektubunda ‘’silahların bırakılması ve PKK’nın feshedilmesi’ ni, Binali Yıldırım’ın ifade ettiği gibi “Anayasa’daki vatandaşlık tanımının değiştirilmesine bağlanmıştır.
*
1000 yıldır bu topraklarda Türkler, Kürtler, Süryani, Abaza, Çerkez var. Vatandaşlık tanımı yeni anayasada gözden geçirilebilir. Erdoğan’ın tekrar Cumhurbaşkanı adaylığının yolu açılmalı, yeni anayasa bunu öngörmeli” deyiverdi, Binali Yıldırım.
Yıldırım’a göre ülkede ayrımcılık var gibi görünüyor ve bu konuda çalışma yapılabilir! Tek şartı var; Sn. Erdoğan’ın tekrar ve yeniden istediği müddetçe Cumhurbaşkanı olması!
*
Açıkça Türk milletine ve devletine tuzak kurulmuştur. Kamuoyunda yaratılan karmaşa ile milletin düşüncesi engellenip, geçim derdine düşürülen vatandaşın tepkisi yok edilmeye çalışılmaktadır. Siyaseti seçilenlerin asaleti veya rezaleti üzerinden bir sınıfa dönüştüren anlayışla, demokrasiye olan inançlar örselenmiştir.
*
TBMM çatısı altında bulunup ‘’KÜRT SORUNU’’ ifadesini kullananların yanında, basın ve televizyon ekranlarında da durmadan ‘’Kürt sorunu’’ vardır şeklinde salya dökenlerin tamamı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığını içine sindiremeyen milliyetsiz ve şahsiyetsiz kişilerdir. En hafif şekliyle bu gibilere söylenecek söz ‘’Hadi be oradan müstevli artığı yüzsüz kepaze’’ şeklinde olmalıdır.
*
Kürt diye adlandırılan vatandaşlarımız; tarih boyunca Türklerle iç içe, birlikte oldular, aynı kültür dilini kullandılar; tasada sevinçte birlikte oldular; birlikte imparatorluklar kurdular.
Cumhuriyet döneminde, hiçbir kanuni müeyyide ve engelle karşılaşmadan Cumhurbaşkanı- Başbakan- Bakan- Milletvekili- TBMM’de Başkan veya Başkan Vekili- Hariciyeci- General- Paşa- Prof- Rektör- İş adamı- İhracat ve ithalatçı olabilmelerinin yanında, vatanın her bölgesinden istedikleri arazileri sınırsız şekilde satın alabildiklerine ve de devletin kendilerine benimle aynı nüfus kâğıdını verdiğine göre,
‘’Kürt sorunu’’ndan bahsetmek ne büyük bir yüzsüzlük, ne büyük bir ihanet ve de ne azgın bir SEVR özlemidir!
*
Bu gün Güneydoğu’da devam eden ABD, İsrail ve Ermeni kaynaklı terör olaylarını ve HDP’lilerin şamatalarını olmayan bir Kürt sorununun neticesiymiş gibi görüp, yeni bir Anayasa yaparak bunu durdurabileceklerini zanneden zavallıların şu gerçeği bilmeleri gerekir ki;
Yapacağınız yeni Anayasa PKK’nın zaferi olacaktır!
Kürt sorununu çözmek için yapacak olduğunuz yeni Anayasa ile BÜYÜK İSRÂİL ve BÜYÜK ERMENİSTAN’A giden yolun kaldırım taşlarını döşemiş olacaksınız ve yarın ki kuşaklarca nefretle ve de büyük bir lânetle anılacaksınız!
*
PKK, küçücük bir kıl kurdundan ibaret olup, ABD- İSRÂİL- ERMENİ kuklasıdır. PKK’nın arkasında olan asıl düşman, Türkleri 1000 yıldır Anadolu’dan silip çıkartmak isteyen Batılı devletlerdir ki olmayan bir hayali Kürt sorununu akıllarınızca çözmek için yapacağınız yeni Anayasa, olsa olsa SEVR’İN güncellenmiş şekli olur. Sizler ise bu câni örgütün sözcülüğünü yapmış olursunuz!
PKK’nı arkasındaki sinsi düşmanı müttefik kabul ederek, onların desteği ve verecek oldukları istihbarı bilgilerle PKK’yı yok edeceğini söyleyenlerin kendileri de bir ABD projesidir.
*
TÜRK MİLLETİ!
Hiçbir siyâsi lidere ve partisine güvenip bel bağlama!
Sadece kendine güven çünkü sen kendine yetersin!
Aklını başına, imanını gönlüne kuşanıp, genlerindeki o cevheri harekete geçirdiğin an CİHAN SENİNDİR.
Atatürk’ün, Amasya Tamiminde söylediği gibi “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”
Gerçekleştirdiği ilke ve inkılâplarıyla ülkenin kurucusu Başbuğ M Kemal ATATÜRK ebedi istirahatgahı Anıtkabir’den ülkesini yönetmeye devam eden bir liderdir. Kendisine bütün gücünle sahip çık
Milliyetçilik Ve Muhafazakârlık Çelişir Mi?
Milliyetçilik ve muhafazakârlık birbirine ters kavramlar olmayıp zaman zaman iç içe ve birlikte düşünülmesi gereken kavramlardır. Milliyetçi çizgide olan bir kimsenin maddi ve manevi değerleri, eserleri, sosyal mirası koruyucu olması da beklenir. Muhafazakâr bir aydının milliyetçi olmadan neyi muhafaza edip koruyacağı da tartışmalıdır. Bir muhafazakârın hassas olduğu değerler; milliyetçinin de sahip çıkması gereken değerlerdir.
Ancak ülkemizde kendini muhafazakâr olarak tanımlayan bazılarının milliyetçiliğe karşı ve onu reddeder davranışları anlamsızdır. Bu bir çeşit davranış bozukluğudur. Milletleşmeyi, milli kimliği reddeden, Türk milletine mensubiyet duygusunu dışlayan bir kimse neyi ne ölçüde muhafaza edebilir? Milliyetçiliği reddeden muhafazakârın, muhafazakârlığı reddeden bir milliyetçinin fikir çizgisi henüz olgunlaşmamış kabul edilebilir. Sosyal değişme de gelişme şeklindeki olumlu bir değişmenin reddi; muhafazakârlığa ve milliyetçiliğe de zararı dokunur. Esas olan toplumun ihtiyaçlarına göre ve çağa göre değişmedir. Gelişme ileride toplumun beka sorununu doğurmayacak nefes alışlarıdır. Aslında sadece geçmişe takılıp kalmak onu taklit haline sokmak muhafazakârlık değildir. Muhafazakârlık Türk milletini diğer milletlerden ayıran kendine has özelliklerin korunarak yaşatılması ve canlı kılınmasıdır. Milletleşemeyen ve kalabalık halinde kalan toplumlarda muhafazakârlık ve milliyetçilik ortak iradesi de gelişemez. Bir toplumda değişme kadar muhafazakârlık fonksiyonuna da ihtiyaç vardır. Bir Fransız katolik ile İspanyol veya başka bir ülkenin katoliği aynı din dairesine mensup olmalarına rağmen yaşama tarzı (kültür) farklarına sahiptirler. Milletleşme ile millileşen kültür o kültürün mensuplarını milli menfaatler doğrultusunda hareket etmelerine yol açar. Diğer taraftan Türk, Yunan, Fransız, Alman muhafazakârları birbirinden kültürel farklar gösterirler. Bu bakımdan muhafazakârlık ve milliyetçilik milletlere göre değişebilir. Bunlar hiçbir ülkenin inhisarında da değildir. Değişme de sadece değişme olduğu için kabul edilmez. Olumlu bir değişme yani sosyal gelişme olabilmesi için toplum sosyal ve ekonomik açıdan ve zihniyette olumlu bir ortak seviyeye gelmelidir. Toplumları bekleyen tehlikelerden biri de körü körüne geçmişi taklittir.
Milliyetçilik ve ırkçılık da birbirinden farklıdır. Ancak bazı ideolojik çevreler milliyetçileri ırkçı olarak suçlama yanlışından medet umarlar. Milliyetçilik, kendi milliyeti dışındakileri aşağılamak, dışlamak değil; dünyayı eşit, adil, anlamlı ve istismar edilmeden paylaşabilecek şuur ve olgunluğa erişmedir. Gelişmiş ülkelerle işbirliği yapanlar bunların tersini milli topluma kabul ettirmeye çalışır. Milliyetçilik sadece duygu ve düşüncede kalan bir anlayış değildir; eylemle de ortaya konmalıdır. Ekonomiden dış politikaya ve sanata kadar… O bir tören malzemesi, ne dışa kapanma, ne de duygusallık değildir. Türk milliyetçisi öncelikle Türk milletine mensup olma şuurunu ve Türkçeyi paylaşmalıdır. Milliyetçilik bir ideoloji değil; o sürekli ülke yararına asırlar boyu devam eden yok edilememe şuurudur. Milliyetçilik kültürel değerlere bağlıdır. Irkçılık ise genetik ve biyolojik esaslara ve determinizme dayanır. Batıda milliyetçilikten korkulur. Bunlar sömürge tarihlerinde gayri insani ve gayri ahlaki istismarların sahibidirler. Bu durum halen devam ediyor. Güçlü olanlar işgalcilikle ve hediye toprak almakla uğraşıyor. Türkiye’de Türk’e karşı yapılan ırkçılık Anadolu’da yeni Sevrler açma yarışıdır. Egemenliklere ve bağımsızlıklara saygı ortadan kalkmıştır. İnsan hakları konuşulur ama istendiği zaman ortadan da kaldırılır. Milletleşemeyen etnisitelerin milliyetçiliği olamaz. Buna asabiyet denebilir. Milliyetçilik bizde Türk tarihi ile birlikte başlar. Batıda ise 1789 Fransız İhtilali, şehirliler gerçeği (burjuvazi) esas alınır. Tarihleri birbirine karıştırmamak gerekir. Kaşgarlı Mahmut’un Divan-u Lugat-i’t Türk adlı eseri 11.yüzyıl’dadır. Bu dönemde Göktürk Abideleri’nde taşlara Türk kazılmış ve Çin tehlikesine işaret edilmiştir. Milliyetçilik küreselleştirmeye, uydu yapmaya, liberal kapitalist sisteme ne derece yabancı ise sosyalist sisteme de o derece yabancıdır. Sosyalizm zümreci ve sınıf çatışmasını esas alır ve iç çatışmalarla aslında emperyalizme alan açar. Fert, zümre ve sınıf egemenliğini esas alan bir görüş toplumu bütünüyle kavrayamadığından toplumcu da sayılamaz. Atatürksüz milliyetçilik ve Atatürksüz Atatürkçülük bir çeşit siyasi soytarılık ve çelişkidir. Atatürk’ü güvendiği Türk Milletiyle beraber Milli Mücadeleye atılması, mandacı fikirlere karşı olmasındandır. Eğer yaşasaydı bize çifte standart uygulayan, aşağılayan, insan haklarını çiğneyen AB’ye karşı olur ve onlara doğru yolu gösterirdi. Bir Türk milliyetçisinin Batı düşmanı olmasına da gerek yoktur. Türk’e düşman olarak İslam’a dost olamazsınız. Bugün Ortadoğu’da olup bitenler bize çok şey öğretmiştir. Osmanlı’ya ihanet edenler Cumhuriyet Türkiye’sine de aynı şeyi yapmaktadır. Bozkurt işareti yaptı diye milli bir futbolcumuza maç sonrası yapılan saldırılar ciddi örnektir. Türk düşmanlığı ve bize karşı ırkçılık tarihi bir gerçektir.
Değerli ilim adamı rahmetli Erol Güngör milliyetçiliği de ırkçılıktan kesin olarak ayırmıştır. O’na göre, milliyetçilik bir kültür hareketi olarak ırkçılığı; halka dayanan bir hareket olmasıyla da otoriterliği reddeder. Eğer bugün yaşasaydı Hitler ve Stalin karışımı işgal ve saldırıları hayretle izlerdi.
Yine rahmetli Erol Güngör “milliyet farklarını hesaba almayan bir İslam düşüncesi, kaynağını İslam dininden ziyade, bazı siyasi durumlardan almaktadır. Bu manada İslamcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların maksadı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkedeki milliyetçi politikayı nötralize etmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açmaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslam davasının şampiyonu olarak görünürler” (Prof.Dr.Erol Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri, İstanbul 1981, sh.181). Aslında İslamcı ve sağcı, solcu, aşırı solcu görünüm altındaki bazılarının ayrılıkçı bazı hareketlerle iç içe olmaları sebepsiz değildir. Türkiye’de de Cumhuriyetin ve milli devletin kuruluş amacını ve Milli Mücadeleyi reddedenler, Atatürk düşmanlığına soyunanlar, Atatürk’ü “burjuva Kemal” olarak utanmadan isimlendirenler, rahmetli Güngör’ün işaret ettiği yanlışlardan hareket etmektedirler. Bunlar Allah’ın ipine değil; emperyal güçlerin iplerine sarılmayı kurtuluş zannederler. Milli Mücadeleye karşı hareketlerin ve Doğu’daki İngiliz güdümlü bazı isyanların temelinde bu husus yatmaktadır.
Bir milliyetçi ve muhafazakârın iktisadi görüşleri ile bir liberalin görüşleri de farklıdır. Liberal her şeyin kendi içinde zamanla dengeye varacağına inanır ve gerekli kamu müdahalelerini dışlar. Ferdi kutsallaştırır; toplumun fertlerden meydana geldiğini unutur görünür. Yani ağacı gören ormanı fark etmez. Fert mi, toplum mu şeklindeki kısır tartışma; milliyetçi ve muhafazakâr kamplaştırmasının bir başka örneğidir. Özgürlükler de ütopyalaştırılamaz; onların da yasal sınırları vardır.
Yazımızın sonunda tekrar muhafazakârlık kavramına dönersek; muhafazakârlık, bir milleti diğerinden ayıran, fark ettiren, kendi kimliğini veren maddi ve manevi değerlerin sistemli bir şekilde korunması ve korunarak geliştirilmesidir. Sadece geçmişe takılıp kalmak ve tutuculuk değildir. Zaten öyle bir döneme geldik ki tutucu olmak isteseniz de onu başaramazsınız. Müspet evrensel, kültürel ve teknolojik gelişmeleri dışlamak ve onları ülke yararına kullanamamak da muhafazakârlık değildir.
Hz. Ali’nin Vasiyeti
“Hz. Ali’nin Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’e yaptığı bir vasiyeti vardır ki, onun yüksek karakterini ve îmanının gücünü göstermesi açısından son derece önemlidir:
İkinize de Allah’tan çekinmenizi, dünya sizi arasa, istese bile, size onu aramamayı, istememeyi vasiyet ederim. Ona ait birşeyi elde edemediğiniz, elinizdekini yitirdiğiniz için de hayıflanmayın. Gerçeği söyleyin; âhiret ecri için iş görün. Zâlime düşman, mazlûma yardımcı olun.
İkinize, bütün çocuklarıma, aileme ve bu yazım kime ulaşırsa ona, Allah’tan çekinmeyi, işlerinizi düzene koymayı ve aranızı uzlaştırmayı vasiyet ederim. Allah’ın salât ve selâmı ona olsun dedenizden şöyle söylediğini duymuştum: ‘İki kişinin arasını bulmak bütün (nâfile) namazlardan, oruçlardan üstündür.’
Allah’tan korkun, Allah için yetimleri koruyun; onları aç bırakmayın ve sizler hayatta iken perişan olmalarına göz yummayın.
Allah için, Allah için komşularınızı görüp gözetin, çünkü onlar, Nebî’nizin vasiyetidir. O, komşular hakkında öylesine tavsiyelerde bulunmayı sürdürdü ki, onlara da mîrastan bir pay ayıracağız sandık.
Allah için, Allah için Kur’an’a uyun; onunla amel etmekte başkaları sizi geçmesin.
Allah için, Allah için namazı bırakmayın; çünkü namaz, dininizin direğidir.
Allah için, Allah için Rabbinizin evini (Kâbe’yi) ziyareti bırakmayın. Hayatta bulunduğunuz sürece o Evi boş bırakmayın; çünkü o Ev terkedilirse dininizin bir farzını terkettiğiniz için size ne Allah ne de halk iyi gözle bakar. (Yani bakmaz.)
Allah için, Allah için mallarınızla, canlarınızla, dillerinizle Allah yolunda cihâd edin.
Birbirinizi dolaşmanızı, görüp gözetmenizi, birbirinizin ihtiyacınızı gidermenizi, birbirinizden yüz çevirmemenizi, birbirinizden ayrılmamanızı vasiyet ediyorum.
İyiliği buyurmayı ve kötülükten sakındırmayı terketmeyin; yoksa başınıza aranızdaki kötüler geçer de sonra dua edersiniz, ama duanız kabul edilmez.
Ey Abdulmuttalib oğulları! Emîrü’l-Mü’minîn katledildi diye, müslümanların kanlarına girmenizi, öç almaya kalkmanızı kesinlikle istemem. Benim için yalnız benim katilimi öldürün. Bekleyin; onun bu vuruşu ile ölürsem, onun bana bir tek vuruşuna karşı siz de ona bir kere vurun ve şurasını-burasını keserek eziyete kalkışmayın; çünkü ben, Allah’ın salâtı ona ve soyuna olsun Resûlullah’tan şöyle söylediğini duydum: ‘Öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa eziyetten, işkenceden sakının!’
…Hz. Ali, özellikle kadılar (hâkimler) konusunda son derece hassastı ve onların halkın en seçkin kişileri arasından seçilmesini; işten sıkılmamaları gerektiğini; duruşmalara gelenlere iyi muamele etmelerini; doğruyu kabul ve teslim etme hususunda âdil olmalarını; delilleri titizlikle inceleyip gerçeğin belirmesi için sabırlı ve çok hassas davranmalarını; övgü ile şımarmamalarını ve son derece sağlam karaktere sahip olmalarını isterdi.
…Hayatının hiçbir safhasında, çıkarcılığın aracı kılınmış siyasetin; bayağı oyunlarına ayak uyduramıyacak kadar sağlam bir karaktere sahip, takvâ ikliminin tâcı Hz. Ali (k.v.) der ki:
‘Halka imam (önder) olan kişi, halka öğüt vermeden ve onları eğitmeden önce kendisini eğitmelidir. O, kendi kişiliğini diliyle ortaya koymadan önce, amelleri ve davranışları ile (kendini) gösterecektir. Kendisini eğiten, yetiştiren ve terbiye eden adam, halka (sadece) öğüt veren ve terbiye nutukları çeken adamdan daha şerefli ve (daha) değerlidir.’ ”
(İMAM ALİ, Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı)
Çevresel Sorunlar ve Ruh Kirlenmesi
Çevre sorunları, bir üretim ya da tüketim faaliyeti sonucunda sosyal ve özel çevredeki olumsuz etkilerdir. Daha geniş bir deyişle, evreni, tabiatı ve insanı maliyeti sıfır olan bir öz kaynak gibi görüp, onlardan sonuna kadar faydalanmayı tek amaç haline getirmiş ekonomimizin önlenemez sonucudur.
Havanın Pazar mekanizması içinde oluşmuş bir fiyatı olmadığından, iktisadi değeri de yok sayılıyor. Oysa önümüzdeki yıllarda havanın da maden cevheri gibi saflığı önem kazanacaktır. Ayrıca hava hayatın devam etmesinde vazgeçilemez bir yere sahiptir. Çünkü havasız hiçbir canlı hayatını sürdüremez.
Üretim ve buna dayalı olarak tüketimin her yıl belirli bir oranda artmasının sonucu, çevre kirlenmesine yol açan artıklar da hızla çoğalmaktadır.
Çevre kirlenmesi adı altında toplayabileceğimiz su, hava ve toprak kirlenmesini bir aysbergin deniz altında kalan görünmeyen kısmı ise, ruh kirlenmesidir. Çevre kirlenmesi, ruh kirlenmesinin su, hava ve toprak üzerindeki yansımasıdır. Gerçek kirlenme suyun altında görünmeyen ruh kirlenmesidir. Ruh Kirlenmesi, çevre kirlenmesi gibi somut biçimde algılanmadığı için, toplum ve kişiler ruh kirlenmesinin farkında değil. Oysa ruh kirlenmesi çevre kirlenmesinden çok daha tehlikelidir. Çevre kirlenmesi tabiatı tahrip ederken, ruh kirlenmesi insanı yok etmektedir. İnsanların bu yıkımın farkına varmaları uzun zaman alacaktır. Ruh kirlenmesi en yoğun bir biçimde, çağımız insanının değerlerinde kendini gösteriyor.
Günümüzde öyle bir insan tipi ortaya çıktı ki, bu insan elle tutamadığı, gözle göremediği değerlere hiç ilgi göstermiyor. Ayrıca bu insanın elle tutulur nesneleri ele geçirmek için giriştiği yarışta; ölçüsü ölçüsüzlük, ahlakı ahlaksızlık, değeri değersizlik, erdemi erdemsizliktir. Söz konusu insanın tutum ve davranışlarını belirleyen tek öğe: Ekonomik çıkar sağlamak ve ele geçirilen ekonomik zenginliği büyütmek. Onun için çevre ve insanı hiçbir sorumluluk duygusu taşımadan acımasızca tahrip etmektedir.
Kuraklıklar nedeniyle yaşanamaz hale gelen Türk’ün Anayurdu Orta Asya’dan başlayan göç dalgaları, bugün Türk milletinin sığındığı son liman olan Anadolu topraklarıdır. Ne var ki, Türk’ün son kalesi Anadolu, Orta Asya steplerinde olduğu gibi ‘ çöl haline gelme’ tehdidi ile karşı karşıyadır. Yaşadığı tarihi tecrübeler sonucu kâinattaki ahenk ve dengeyi korumakla görevli olması gereken Türk milleti ise çevreye karşı o ‘yaşadığı tarihi duyarlılığını’ neredeyse kaybetmiş haldedir. Dünya yıllardan beri ‘küresel ısınma felaketine’ karşı tedbir almak ile uğraşıyor. Türk milletini yönetenler ise başlarını gömdükleri kumların üzerinde oluşan ‘seraplar’ ile meşgul oluyor.
Devlet adabı ve yönetiminden, içinde bulunduğu Türk Tarihi ve kültüründen habersiz, her şeye ticari kafa ile bakmanın vahim sonuçlarından biri de yapılaşma ve bayındırlık adı altında ülkenin ekolojik dengelerini bozmaktır.
*
‘Gönül’ bahçelerimizin hassas noktalarında filiz veren bir ‘gonca gül’ gibidir vatan. Birileri ‘canını’ ortaya koyar onun uğruna; ‘maniler’, ‘türküler’ üretir, ‘şiirler’’, ‘destanlar’ yazar ardından;’ incinir’ korkusu ile ‘dokunmaya’ dahi kıyamaz gönül insanları.
Ama ‘içinde bulunduğu tarih ve kültürden mahrum, her şeye ticari zihniyetle bakan birileri’ gelir, doymak bilmeyen egolarıyla bozgunculuk peşinde koşarlar. Ülkenin gelir kaynaklarını ele geçirmek için kan akıtan yozlaşmış bu yaratıklar, hem doğayı alabildiğine tahrip ederler, onu doyumsuzca tuttuğu gibi ta ‘kökünden’ koparmaya çalışırlar.
Evet, bu aymazlık devam ederse, bir zamanlar dörtnala koşan atlarımızla ‘Asya steplerini’ terk edip, ‘dört iklimin’ aynı anda bir arada yaşandığı ‘Anadolu sığınağını’ çölleştirmiş olabiliriz.
Gerçek o ki, aslında tahrip edilen yalnızca tabiat değil, tabiatla beraber ruhtur. Dünyada ruh kirlenmesinin önüne geçmeden, çevre kirlenmesinin önünü almak mümkün değildir. Bütün insanlığın büyük bir ruh temizliğine ihtiyacı vardır. Ruhlar seküler kültürün değerleriyle değil kutsal kültürün değerleriyle temizlenir.
Zira kâinattaki ahenk ve dengeyi korumakla görevli insan, ne yazık ki bu görevini yerine getirme şuurundan mahrum olduğunda, kâinatın dengesini bozacak yanlış faaliyetlere girerek kendi hüsranlı sonunu da 0hazırlamış olacaktır.
Ahlaksız Ve Vicdansız Siyaset
ABD’nin çılgın başkanı Donald Trump sosyal medyada Gazze ile ilgili bir video paylaştı. Yapay zeka ile üretilmiş bu videoda Trump’ın, İsrail bombardımanlarıyla harabeye dönmüş olan Gazze’nin yerine tasarladığı, Gazze planı gösteriliyor.
Videoda Gazze’nin savaş yıkıntıları yerine lüks gökdelenler, pırıltılı gece kulüpleri ve yatların demirlediği bir sahil şeridine dönüşümü gösteriliyor. Trump’ın altın heykelleri, Trump ve İsrail Başbakanı Netanyahu’nun plajda keyif yaptığı sahneler, dansözler ve keyifle bir şeyler yiyen Elon Musk dikkat çekiyor.
Videoda “Trump sizi özgürleştirecek. Artık tünel yok, artık korku yok. Trump’ın Gazze’si sonunda burada” sözleri yer alıyor.
Trump zaten daha önce Gazzelilerden arındırılmış bir Gazze” tasavvurunu açıklamıştı. Bunun için 2 milyondan fazla Filistinli vatanlarından başka ülkelere sürgün edilecekti. Boşaltılacak Gazze’de Riviera benzeri bir turistik tatil beldesi yaratılacaktı.
Bu plan insanlık, uluslararası hukuk ve hukukun evrensel ilkeleri bakımından utanç verici ve tehlikeli bir düşünce.
Çünkü dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir ülkedeki bir bölgeye gücü yetenin el koyabildiği bir dönemin başlaması anlamına geliyor. Bu eylem dünyanın güven ve istikrarını yok edebilecek bir yolculuğun ilk adımı olabilir.
Trump’ın Gazze videosu bir insanlık ayıbı. Yaptığı iğrenç çıkışın çirkinliğinin farkında bile olmayan, utanmazlığın ve yüzsüzlüğün bir göstergesi.
2 milyondan fazla insanı on binlerce şehit verdiği vatanlarından sürüp, ortaya çıkacak “kupon arazinin” rantına göz dikmiş ABD’nin emlak kralı başkanının ahlak ve vicdan seviyesini gösteriyor.
Adalet, ahlak ve vicdandan yoksun bir siyasetin menzilinde sadece kaos, çatışmalar, kan ve gözyaşı olabilecektir. Dünyayı sıkıntılı bir gelecek bekliyor.
********************************
İç Politikada Da Adalet, Ahlak Ve Vicdan Şart
ABD Başkanı Trump’ın dünyanın en büyük emperyal gücü olmanın pervasızlığıyla hukuku ve insanlığı ayaklar altına almasının bir tehlikesi de örnek alınma riskidir.
Diğer ülkelerde de otoriter eğilimleri olan yöneticiler Trump’a özenirlerse daha ahlaksız ve vicdansız bir yönetim anlayışına kayabilirler.
Çünkü herkesi endişelendiren davranışlarına rağmen Trump’a dünyanın hiçbir ülkesinden henüz bir tepki gösterilmiş değil. Korkunun yarattığı saygı gösterileri karşısında Trump daha bir pervasız, daha bir aykırı ve daha da özgüvenli hale gelmekte.
Trump gibi olan veya Trump özentisine girebilecek liderlerin de sevgi ve saygıya dayanan liderlik yerine korkuya dayanan bir liderlik yapmaya kalkışması ülkeler için bir felaket olur.
ABD gibi kuvvetler ayrılığının son derece sert uygulandığı bir ülkede, Trump türü, ahlak ve vicdan ölçüsünden uzak otoriter bir yönetimin egemen olabilmesi ilginçtir.
Şüphesiz kuvvetler ayrılığının olmadığı veya çok yumuşak uygulandığı ülkelerde, denge ve denetim sistemleri daha zayıf olduğundan, otoriter eğilimli liderler çok daha adaletsiz, ahlaksız ve vicdansız davranabilecektir.
Mesela yasama, yürütme ve yargı organlarına tam hakim durumda olan Rusya Devlet Başkanı Putin gibi Çin Devlet Başkanı Şi Cinping gibi liderlerin adaletsiz, ahlaksız ve vicdansız uygulamalarına bakınız.
Bu ülkelerde en zenginler bir gece kayboluveriyor veya aniden ölüveriyor. Mülkiyet hakkı güvende değil, istenen kişilerin servetlerine çökülebiliyor. Rejimin tehlikeli gördüğü muhalifler hapislerde çürüyor. Ama devlet başkanları ömür boyu koltuklarında oturuyor.
Bereket Türkiye henüz bu seviyede değil.
Ancak “kuvvetler birliğinin” olduğu yani yasama, yürütme ve yargıya tek adamın hakim olduğu ve çok uzun süreli aynı kişinin yönettiği bütün ülkelerde olduğu gibi otoriterleşme eğilimi ciddi risk oluşturuyor.
Çünkü Lord Acton’ın 1885’te yazdığı, “güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar” kuralını doğrulayan uygulamalar yaygınlaşmakta.
“Yargının siyaseti dizayn aracı olarak kullanılması”, siyasi rakiplerini hapse atma veya siyasi yasaklı hale getirme anlamına gelen son uygulamalar endişe verici.
Kamu vicdanında karşılık bulmayan soruşturmalar, tutuklamalar ve mahkumiyet hükümleri adalete güven oranını düşürmeye devam ediyor.
****
“Mevcut Cumhurbaşkanlığı rejiminin ülkeyi felakete götürdüğünü” anlatarak muhalefet partilerinden seçilen milletvekillerinin AKP’ye transferleri “siyasi ahlak” bakımından çürümenin işareti.
Transfer edenin de transfer olanın da, seçmen iradesine ve kendi teşkilatlarına saygısızlığının ve demokrasiye olan inançsızlıklarının birer göstergesi. Bu uygulamaların giderek halkımızda “seçimin de bir anlamı yok” kanaatinin yerleşmesine yol açacağı kanaatindeyim. (Belki de bunu istiyorlardır.)
****
Ülkenin en önemli sorunu olan ekonomiyi konuşamıyoruz. Çocukların okullarına aç gidip, aç döndüğünü, ocaklarda aş değil dert piştiğini dile getiremiyoruz. Eskiden fitre ve zekat veren emeklilerin ve asgari ücretlilerin neden fitre ve zekata muhtaç hale geldiğini tartışamıyoruz. Tam bir “Beka Sorunu” olan bu gerçekler yerine sahte gündemlerle oyalanıyoruz.
Otoriterleşme yolunda frenleri boşalmış bir araç gibi devam etmek istemeyiz. Bunun için “kuvvetler ayrılığı”, “kurumların işletilmesi ve kuralların herkese eşit olarak uygulanması” için çalışmalıyız. “Denge ve denetim sistemlerinin” çalıştığı bir devlet yapılanmasını talep etmek zorundayız.
Bu hem bizim için ve hem de ülkeyi yönetenler için en doğru, en ahlaki ve en vicdani olan yoldur.
Hakikat Çekirdekleri (2)
– “Sivrisineğin gözünü halk eden (yaratan), Güneşi dahi o halk etmiştir.”
x
– “Pirenin midesini tanzim eden (düzenleyen), Manzume-i Şemsiye’yi (Güneş sistemini) de o tanzim etmiştir.”
(Çünkü, kâinatta / evrende; kilit – anahtar uyumu vardır. Yani biri kendi başına bir kilit yapsa, diğer biri de ondan habersiz bir anahtar yapsa. Yapılanlar bir araya getirildikte, aralarında uyum olmadığı için, bir şeye yaramadıkları gibi, kâinatta her şey birbiriyle uyumludur. Zira bir elden çıkmış çiftlerin Yaratanı / Yapanı birdir.)
x
– “Kâinatın telifinde (yazılmasında, kaleme alınmasında, yani yaratılmasında) öyle bir i’câz (mu’cizeli oluş) var ki, bütün esbab-ı tabiiye (tabiattaki sebepler), farz-ı muhal olarak (yani olmayacak bir şey; olacakmış gibi düşünülse, varsayılsa), muktedir (gücü yeten, iktidar sahibi) birer fâil-i muhtar (dilediğini yapmakta serbest) olsalar, yine kemal-i acz (tam bir âcizlik) ile o i’câza karşı secde ederek ‘Seni her türlü noksandan tenzih eder (uzak tutar)ız. Senin bize verdiğinden başka bizim hiçbir kudretimiz yoktur. Muhakkak ki Sen çok yüce olan Azîz ve her şeyi hikmetle (bir gaye ve amaç için) yapan Hakîm (hikmet sahibi)sin.’ diyeceklerdir. ”
x
– “Bir şeyin vücudu, bütün eczası (cüz’ ve parçaları)nın vücuduna vabeste (bağlı)dır. Ademi (yokluğu) ise, bir cüz’ü (bir parçası)nın ademiyle olduğundan, zayıf adam, iktidarını göstermek için tahrip taraftarı oluyor, müspet yerine menfîce hareket ediyor.”
x
– “Desâtir-i hikmet (hikmet düsturları, prensipleri), nevâmis-i hükümetle (hükümetin kanunları ve yasaları ile); kavânîn-i hak (hak ve hakikat kanunları), revâbıt-ı kuvvet (kuvvet bağlarıy)la imtizac etmez (kaynaşmaz)sa, cumhûr-u avâm (halk tabakasın)da müsmir (semereli ve yararlı) olamaz.”
x
– “Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını (din, vatan, millet, aile gibi değerleri koruma duygu ve gayretini) giymiş; cihada bağy (azgınlık, isyan) ismi takılmış; esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdâd (zıtlar), suretlerini mübadele (değiş – tokuş) etmişler.”
x
– “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır.”
x
– “Aç canavara karşı tahabbüb (sevgi gösterme, muhabbet etme); merhametini değil, iştihasını açar; hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.”
x
– “Zaman gösterdi ki, Cennet ucuz değil; Cehennem dahi lüzumsuz değil.”
x
– “Dünyaca havas (önde gelen, üst tabaka, seçkin) tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu (alçak gönüllülük sebebi) ve mahviyet (tevazu olması gerekir) iken, tahakküm ve tekebbüre (kibirlenme ve büyüklenmeye) sebep olmuştur. Fukaranın (fakirlerin) aczi, avâmın (halkın ilim ve irfanca alt tabakasının) fakrı; sebeb-i merhamet (merhamet sebebi) ve ihsan(ı gerektirir) iken, esaret ve mahkûmiyetlerine müncer (sebep) olmuştur.”
x
– “Bir şeyde mehasin (güzellik ve iyilikler) ve şeref hâsıl oldukça, havassa (önde gelenlere) peşkeş eder (başkasının malını başka birine verir)ler. Seyyiat (kötülükler) olsa, avâma (halka) taksim eder (paylaştırır)lar.”
x
(Alıntılar: HAKİKAT ÇEKİRDEKLERİ – I’den.)
Karanlığın Perdesi Açılmadan
Dışarıda kar yağıyor iki gündür; hem de beyaz. Lapa lapa, hem de dingin. Kuşlar, son uçuşlarını yaptı, görünmüyorlar artık. Sincap da uğramıyor bahçemize, kim bilir hangi kuytuda sessiz?
Birkaç çocuk, beyaz iklimi teneffüs ederek dünyanın en masum toplarını attı birbirine sabahın erken saatinde. Altı kişiydiler; üçü kız, üçü erkek. Bay Nun da içinde hiç ölmeyen çocuğun canlanmasıyla, onların heyecanına ortak oldu sıcak odasından. Siz Bay N deyin isterseniz, ben Nadim diyeyim yaşlı çocuğun adına.
Eğlenceli savaş bitince kardan adam yapmaya gelmişti sıra. Yuvarladılar, bir şeye benzemedi kar kütlesi. Üç kız, “Kardan kız, bu.” dedi. Üç erkek itiraz etti: “Madem kardan adam yapıyoruz, erkek olsun.” Anlaşamadılar. “En iyisi cinsiyetsiz olsun.” dediler.
Bay Nadim, açtı camı, seslendi çocuklara: “Ne yaparsanız yapın, sakın cinsiyetsiz olmasın. Cinsiyetsizlik, fıtratı zorlamaktır, varlığa haksızlıktır.” dedi. Bu söz, dikkatini çekti çocukların. Ne demekti cinsiyetsizlik? Niteliksizlik demekti. Yaşı fazla olan ikisi, kahkaha attı bu lafa. Cinsiyetsizliğin argosunu söyledi. Yüzü kızardı küçük kız ve erkeklerin. Kızlardan biri daha zeki çıktı. “Ben kız olmasını istemiyorum; kızlar öyle ortalık yerde dolaşmaz, onun bunun oyuncağı olmaz. Madem yaptığımız kardan adam, erkek olsun.” dedi. İş, tatlıya bağlandı.
Nadim Bey, duygudaş olmuştu çocuklarla. “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” İlahi buyruğu zonkladı beyninde.
Evlerden çatal, kaşık, bıçak getirildi, fazlalıklar kazındı; gövdesi ve kolları meydana çıktı kardan adamın. Bir leğen bulundu, harika bir şapkaya sahipti artık kardan adam. Burun için havuç, göz için kömür tedarik edildi. İçlerinden biri de dedesinin protez dişlerini getirmişti. Kaşlar çizildi. “Güç bende.” diyen bir delikanlı çıktı ortaya. Ceketin düğmeleri için ağaç dalları ve yaprakları en doğal malzemeydi. Görenlerin beğenisini kazanacak, hatıralarına konu olacak mükemmel bir kardan adam ete kemiğe bürünmüştü.
Çocuklar, etrafında döndüler, ona kartopu attılar, kardan adamla fotoğraf çekinip eğlendiler. Mahallenin oyun ve eğlence odağı olmanın gururunu duydu kardan adam.
Nadim Bey, dışarıdaki her aksiyona tebessüm ediyordu. İçindeki çocuğu bastıramıyor; ancak ayakları gitmiyordu. Bağdat sokaklarında, sıcak yaz gününde “Bütün sermayesi eriyen bu adamdan buz alan yok mu?” diyerek satış yapan biçareyi görünce saçını başını yolan Cüneyd-i Bağdadi’yi hatırladı.
Hani adamın biri, sıcakta buz satıyormuş. Kızgın güneş, aynı zamanda buzu eritiyormuş. Adamın çaresizliğini gören Bağdadi, kendine bu manzaradan ders çıkarmış. “Buz gibi eriyen zaman sermayemizi saniye saniye tükettiğimizin farkında değiliz.” diye dövünmeye başlamış.
Vakit, öğle olmuştu. Güneş, tepeden yüzünü göstermiş, gün sonu ayrılığına hazırlanıyordu. Kardan adamın boyu kısalmış, kamburu çıkmış, yüz hatları bozulmuştu, şapkası, en fiyakalı haliyle “Ben buradayım.” diyordu. Gözlerden biri kör olmuş, burnu sarkmış, kulakları düşmüştü. Ne oluyordu böyle? Bunca emek, bunca ümit boşa mı gidecekti?
Bay N, açtı perdeyi, içi cız etti. Yerde renkli bir bulaşık leğeni, birkaç odun parçası ve ayak izleri. O yaşadı, sekiz saat, ben yaşadım altmış sekiz yıl. Yıl ve saat… Sonuç aynı.
Nadim Bey, İsmiyle müsemma bir iklimde buldu kendisini. Telafisi mümkün olmayan “pişmanlık”tı onu kuşatan atmosferin adı. Kitap’ı açmış, Mü’ninun suresi 113, 114, 115. ayetlerle karşılaşmıştı. Sanki şimşek gözünde çakmış, güneş bedenini yakmış, buz dağları beynini dondurmuştu:
“Onlar da bir gün veya bir günden daha az bir süre kaldık; istersen sayanlara sor.” diye cevap verecekler. Allah şöyle buyuracak: “Doğrusu siz, çok az bir süre kaldınız. Keşke bunu vaktiyle bilseydiniz! Allah (CC): “Yoksa bizim sizi boşuna yarattığımızı, sonunda bizim huzurumuza geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” diyecek.
Kardan adamın ömür sermayesi karanlığa kavuştu. Nadim Bey, şimdilik ayakta, huzura geri döndürülmeyeceğini sananlardan olmamanın hafifliği içinde. Karanlığın perdesi açılmadan…
HÜDAPAR ve KÜRT Çalıştayı
15 – 16 Şubat günlerinde Diyarbakır’da düzenlenen “Kürt Meselesine İnsani Çözüm” başlığı altında HÜDAPAR tarafından düzenlenen iki günlük toplantıya çok sayıda bildik konuşmacıların yanında kendine münhasır yazar ve düşünürlerin de katıldıklarını öğrenmiş bulunuyoruz.
Esas konuya geçmeden önce HÜDAPAR’ı kısaca tanıyacak olursak; HÜDAPAR, 1979 yılında Diyarbakır – Batman merkezli alanda kurulan Hizbullah kanlı terör örgütünün devamı bir partidir. Hizbullah’ı biz, “Domuz Bağı” ile Gonca Kuriş’i katleden, bazı gazetecileri ve Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan cinayetleri olmak üzere birçok faili meçhul cinayetlerin sorumlusu olarak tanıyoruz. Bu örgüt 90’lı yıllarda PKK’ya karşı da bazı eylemler yaptığından “Böcek yiyen Böcekler” namı ile de anılmışsa da sonradan anlaşılmıştır ki o da PKK gibi Kürtçü, kanlı bir terör örgütüdür. 19 Aralık 2012 Yılında kurulan HÜDAPAR, hunharca işlediği bunca cinayetlere rağmen Hizbullah’ı terör örgütü olarak kabul etmemektedir.
HÜDAPAR’ın “Kürt Meselesine İnsani Çözüm” başlığı altında iki günlük çalıştayına tabir caizse hıyarım var diyene tuzluğu ile koşan ne kadar Sorosçu, 2. Cumhuriyetçi, FETÖ’cü Türk düşmanı varsa bu toplantıda onların isimlerini görüyoruz. Bu toplantıya katılanlar, bu çalıştayı fırsat bilerek Türk Devletine, cumhuriyete, üniter devlet yapısına ve Mustafa Kemal Atatürk’e zehirlerini kusmuşlardır.
15 Maddelik sonuç bildirgesinin yayınlandığı 2 günlük çalıştayın içeriğinde, Türkiye Cumhuriyetinin temeline adeta dinamit konulmuştur. Türk Devleti: “Ankara’nın huzuru Diyarbakır’dan geçer” denilerek tehditler savrulmuştur. “100 yıllık çözüm bekleyişi” denilerek içlerinde besledikleri karanlık ve kötü niyetli fikirlerini açık açık deşifre etmişlerdir.
Şeyh Said ve Seyid Rızanın posterleriyle donatılmış salonda ayrıca Türk devletine isyan etmiş, kan dökmüş bu isyan hareketinden dolayı Kerkük ve Musul’u kaybetmiş olmamıza rağmen bu eşkıya bozuntusu Şeyh Said’ten devlet özür dilemeliymiş, küstahlığa bakar mısınız?
Bu Kürt Çalıştay gurubunun içinde gerçekten Kürtleri düşünen birisi var mıydı, eğer varsa hiç düşünmüş müdür bilemiyorum: “yaşadığımız bu ülkede Türkler hangi haklara sahipse ben de o hakları kullanıyor muyum, Irak, İran ve Suriye’de yaşayan Kürtlerle benim Türkiye deki durumum hakkında ne gibi farklılıklar var” diye acaba bir muhakeme yapmış mıdır? Eğer yaptıysa görecektir ki; böyle bir toplantı İran’da yapılsaydı katılımcıların çoğu idam edilirdi. Suriye’de ise Kürtlerin kimlikleri yok, vatandaş olarak dahi sayılmıyorlar.
Ana dilde eğitim isteniyor. Amerika, İngiltere, Kanada, Almanya gibi birçok ülkede de dilleri ve milliyetleri ayrı topluluklar var. Bu ülkelerin hangisinde ana dilde eğitim uygulaması var gösteremezler. Böyle bir uygulama bir zamanlar TİTO Yugoslavya’sında vardı TİTO öldükten sonran Yugoslavya’nın kaç parçaya bölündüğünü 80’li, 90’lı yıllarda hep birlikte görmüş olduk.
İşin garip tarafı kendilerini yerli ve milli olarak niteleyen, her defasında beka meselesini gündeme getiren iktidar ve onun küçük ortağından bu toplantı için hiçbir tepki gelmedi. DEM Partisini kapatmadığı için Anayasa Mahkemesinin kapatılmasını dahi isteyen Devlet Bahçeli ve partisinden de bir tepki gelmedi.
Tepkinin gelmediği diğer taraf ise; ekonomiden, siyasetten, toplumsal olaylardan bahsedenler için hassas duyarlılık gösteren, soruşturma açan savcılıklar sanki Türkiye’de böyle bir toplantı hiç yapılmamış, böyle konuşmalar olmamış gibi sessiz kalınması oldukça ilginçtir.