4.8 C
Kocaeli
Salı, Mayıs 13, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 15

Ramazan Duası

Allah’ım, en son dinin olan İslam’la ve dünya tarihinin iki büyük medeniyetinden birini insanlık âlemine hediye eden Türk Milleti’nden olmakla şereflendirdin bizi. Dünya’da İslam’ı dün de bugün de en iyi şekilde yaşayan ve Ramazan Ayı’nı en güzel biçimde idrak eden Türkiye’de yaşamayı nasip ettin. Bunların kıymetini bilenlerden eyle bizi.

Türk olmaktan utananlara ve “geçmişiyle hesaplaşma” bahanesiyle Türkleri kendi tarihinden utanan insanlar yapma gayretinde olanlara fırsat verme. Hele hele bu gayreti İslami gerekçelere dayandırmaya çalışan münafıkların çalışmalarının boşa çıkmasını nasip eyle.

Dünyanın birçok yerinde Müslüman denince akla Türk, Türk deyince Müslüman olmak gelir. İkisini birbirine rakip kavramlar gibi gösterenlere aman verme Allah’ım. Ya Rab İslam’ı Türksüz, Türk’ü İslamsız bırakma.

Biliyoruz ve iman ediyoruz ki “üstünlük sadece takvadadır.” Ancak bize bildirdiğin gibi “birbirimizi tanıyıp sahip çıkmamız için milletlere, sülâlelere ayırdın. (49/ EL-HUCURÂT -13)

Şanlı Peygamberimizin ifadesiyle, “kişi kavmini sevmekle kınanamaz. Kişinin kavmini sevmesi asabiyet/ırkçılık sayılmaz. Asabiyet/ ırkçılık, kişinin kavminin yaptığı zulmüne yardımcı olmasıdır.” (bk. Ahmed b. Hanbel, 4/107; Mecmau’z-zevaid, 6/244)

Veda Hutbesinde Hazreti Peygamberin “ayaklarımın altında” dediği asabiyeti, kucaklayıcı ve kapsayıcı Türk/Atatürk Milliyetçiliği ile aynı manada kullanarak, “her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum” şeklinde yorumlayanlara iz’an, irfan ve şuur nasip eyle. Biliyoruz ki Peygamberimizin “asabiye” dediği kabilecilik, puta tapma, tefecilik, fitnecilik gibi “cahiliye âdetleridir.” Bizleri ırkçılıktan uzak bir milliyetçilikle tanıştıran devletimizin kurucularına düşman etmeye çalışanlara doğru yolu göster Ya Rabbi.

Ya Rab, Tarihimizden ırkçılık çıkarmaya çalışarak iç ve dış düşman artırmaya ve var olan düşmanlara koz vermeye çalışanları tesirsiz bırak.

Ramazan kardeşlik ayı. Müslümanların ortak değerler etrafında birleştiği, tokun aça, zenginin fakire empati (duygudaşlık) yaptığı ve imkanların paylaşıldığı bir zaman dilimi.

Müslüman kardeşlerimizin sadece midevi ihtiyaçları için değil, ruhi ve sosyal ihtiyaçları için de duygudaşlık yapabilmemizi nasip eyle.

Müslümanlar arasında bile, Türk olan Müslümanları göz ardı etmek, Türk olmayan Müslümanların dertleriyle hemdert olmak gibi bir hastalığa duçar olanlar var. Bunlar kendilerini Müslüman saymasalar mesele yok. Ama adı Müslüman olanların Müslüman- Türk olana alakasızlığı hatta hasımlığı asabiyet/ırkçılık yapmamak değil, Türk düşmanlığı üzerine inşa edilmiş bir asabiyedir. Müslüman Türk’ün yar ve yardımcısı sen ol Yarabbi.

Nüfusun bir yarısını, diğer yarısına rakip ve hasım etme gayretlerini, Milleti parçalara ayırmaya çalışanların heveslerini boşa çıkar Yarabbi.

Mehter ile Onuncu Yıl Marşını,

Sünni ile Alevi’yi, Cami ile Cem Evini,

Türk ile Kürt, Çerkez, Arap, vs diye sayılan etnisiteleri, Osmanlı ile Türk’ü,

Birbirinin alternatifi ve rakibi göstererek yeni çatışma alanları yaratanları ıslah eyle. Islah olmuyorlarsa tesirsiz hale getir Yarabbi.

Camide içki içmedik diyenlere, siz Camide içki içtiniz; Camiye sığınan yaralılara tedavi hizmetleri yapanları “Camiyi kalkışma hareketinin lojistik merkezi yaptınız” diyerek İslam dışına itmeye çalışanlar, İslam’a hizmet ettiklerini sanıyorlar. Ötekileştiren, dışlayan ve başkalaştıranların hizmetinden İslam’ı koru Allah’ım.

Allah’ın Resulü “aklı olmayanın dini de yoktur” buyurdu. Esasen aklı olmayanın cezai ehliyeti de yoktur. Hazreti Peygamber zamanının uygulamasında sahabe, vahiy haricinde, peygamberden duyduklarına bile kendi aklı ile yorum yapıyordu ve buna Allah Resulü saygı göstermekte idi. Bugün Müslümandan kendi aklını ve iradesini birilerine devretmesi tavsiye ediliyor. Bugün Müslümanlar liderine, başkanına, şeyhine, patronuna, hocaefendisine bırakın itirazı, kendi fikrini bile söyleyemiyor. Sahabenin Peygambere tavrını gösterebilen kalmadı.

Allah’ım Müslümanlara aklını kullanma ve iradelerine sahip çıkma şuuru ver. “Allah ile aldatanlara” iradesini teslim edenlerden olmaktan bizleri muhafaza eyle.

Allah’ım, ülkemizin bir kısmında egemenliği yani Müslüman kardeşlerimizin bir bölümünü yönetme hakkını eli kanlı terör örgütüne bırakma çabaları var. Dinsiz ve cani örgüt, bölgede yaşayan inançlı Kürt kardeşlerimizin meşru temsilcisi gibi göstermeye çalışılıyor. Terör karşısında tam bir acizlik ve yenilmiş psikolojisi altında, “analar ağlamasın” gerekçesiyle örgütün cani lideri ile birlikte yürütülen süreçle, bu dinsiz narkoterör örgütüne teslim edilmeye çalışılan vatan topraklarımızı ve bölgede yaşayan kardeşlerimizi bu akıbetten muhafaza eyle.

Irak’ta Suriye’de, Mısır’da emperyalizmin kanlı senaryolarının kurbanı olan Müslümanlara, Türkistan’da, Balkanlarda ve dünyanın diğer bölgelerinde hep mazlum ve mağdur olan kardeşlerimize yardım eyle. Zalimlerin ve zulme yardımcı olanların hesabını boz Allah’ım.

“Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet.” Günde kırk defa Fatiha suresindeki bu duayı okuyarak ibadet ettiği halde, bazı ülkeleri ve kişileri kadir-i mutlak görenleri doğru yola döndür Allah’ım.

“Allah’ım! Faydasız ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olmayan duadan sana sığınırız.”

Yarabbi, Ramazan Ayını huzur, bereket ve bilinçlenme ayı olarak idrak etmemizi nasip eyle.

Not: Bu duayı 08.07.2013 tarihinde yazmıştım. Herhangi bir güncelleme ihtiyacı duymadan, bu Ramazan ayında da, duamızın kabulü niyetiyle, yeniden yayınlamak istedim.

  Kıbrıs’a Dikkat…

    Neredeyse 8 yıldan beri uykuda olan/uyutulan Kıbrıs konusu ne olduysa yeniden gündem olmaya hazırlanıyor!

   2017 yılında Rum tarafının Crans Montana görüşmelerinde masadan kaçmasıyla neticelenen Kıbrıs müzakere süreci 17-18 Mart 2025 tarihleri arasında Cenevre’de yapılacak beşli görüşme ile bir kez daha haber başlıkları arasında yerini alacak.

    Türkiye, İngiltere, Yunanistan, Kıbrıs Türk Yönetimi, Kıbrıs Rum Yönetiminin temsilcileri BM genel sekreterinin gözetiminde yeniden bir araya gelecekler.  Yani 1968’den beri devam edip de hiçbir sonuç alınamayan yeni bir müzakere sürecinin başlaması için hazırlık yapılacak.

    Eller sıkılacak, gözler süzülecek, çaylar içilecek, yemekler yenecek. Ama iş çözüm adımlarına geldiğinde atılacak her adım için Rum tarafı yeni bir taviz isteyecek…

   Bir defa şu gerçekleri yeniden hatırlatalım:

  • Rum tarafı sonu ‘’Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’’ olan bir çözüm şeklinin dışında hiçbir öneriye evet demiyor. Kıbrıs Türk tarafı ise bunun tam tersini istiyor. Kıbrıs Türk Halkının egemenliğinin uluslararası alanda kabul edildiği yan yana yaşayan iki ayrı egemen devlet yapısında ısrarcı. Çünkü Rumlarla aynı devlet çatısı altında iç, içe yaşandığında neleri yaşayacağını çok iyi biliyor.
  • Bundan önce yaşanan her müzakere sürecinde Türk tarafına azınlık haklarından bir fazlasını dahi vermek istemeyen Rum tarafı ise; bu hukuksuzluğunu devam ettirmekte kararlı…
  • Yukarıdaki iki gerçeğin dışında en önemli konu da; Türk askerinin adadan bir an önce ayrılması ile ilgili Rum dayatması. Gerekçeleri ise AB ülkesi olan bir devlet için başka bir ülkenin garantör olması kabul edilemez. Bu nedenle de adada bulunan yabancı askerler derhal adayı terk etmelidir. BM ile AB’nin de görüşü bu yönde. Kaldı ki, BM Güvenlik Konseyi almış olduğu kararlar ile Türkiye’yi adada hala işgalci olarak tanımlıyor. Bu iki yapı da, 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs Türklerinin adada neler yaşadığını, Rumlar tarafından bir gecede nasıl yok edilmek istendiğini bilmiyorlarmış gibi hareket etmeye devam ediyorlar.
  • BM ve AB 2004 yılında oylanan Annan planında Kıbrıs Türk tarafına oynadıkları oyunu da gözden kaçırıp, Rum tarafını hala adanın yasal hükümet temsilcisi olarak tanıyorlar. Kıbrıs Türk Halkına yıllardan beri uygulanan insanlık dışı ambargolara da sessizler. Bu insanlık ayıbının devamına göz yumuyorlar.
  • Bugüne değin yapılan Kıbrıs müzakerelerinin hepsinde çözüm için atılan her adım, Rum görüşmeciler tarafından baltalandı. Çünkü Rumlar sonu Enosis olmayan hiçbir adıma olumlu yaklaşmadılar. Bundan sonra da yaklaşmayacaklar…

   Yukarıda sıraladığım gerçekler Kıbrıs konusuyla ilgili görüşmeler sürecinde öne çıkan en önemli konu başlıklarıdır.

   Bunların dışında ‘’toprak düzenlemeleri-mülkiyet-ekonomi-garantiler-güç paylaşımı’’ gibi her toplantıda konu olan başlıklar da ilavesi…

  Bu yazım aracılığı ile soruyorum:

   Sonucu olmayacak bir toplantı neden yapılır ki?

   Bugüne değin yapılan Kıbrıs müzakerelerinin hangisinden bir sonuç çıktı ki?

   Sırf barışı istemeyen taraf ben gözükmeyeyim diye böyle bir toplantıya neden gidilir ki?

   Adada yaşayan Türkiye kökenlilerin güneye geçmesine dahi izin vermeyen Rum yöneticiler Cenevre’de yapılacak genişletilmiş toplantıda ne söyleyecek neleri dile getirecek ki?

   Kıbrıs Türk tarafının turizm alanındaki başarılarını engellemek için her çareye başvuran, adalı Türklerin yaşam mücadelesini her alanda engelleyen Rum tarafı Cenevre’de nasıl bir adım atacak ki?

  Adayı ABD’nin uydusu haline getirebilmek için türlü anlaşmalarla Amerikan askerlerine kucak açan, her geçen gün biraz daha silahlanan Rum tarafı, adanın barış içinde yaşaması için nasıl bir yol izleyecek ki?

  Ada çevresinde bulunan zengin hidrokarbon yatakları için kurgulamadığı Bizans oyunu kalmayan, bu enerji yataklarının peşindeki devletlerle yeni, yeni anlaşmalar imzalayan Rum tarafı, Türk tarafı ile bu zenginlikleri paylaşabilecek mi?

  Rum tarafı adada yaşamı kolaylaştırabilecek hangi konuda bugüne değin Türk tarafı ile iş birliği yaptı ki? Bundan sonra da yapacak!

  Kıbrıs adasında adalıların ortak yaşayabilmesi için hangi konuya baksak sonu hüsran. Çünkü Rum tarafı adanın sahibi biziz, biz ne kadarına müsaade edersek Türk tarafı o kadarı ile yetinecek diyor. Bunun dışında hiçbir şey söylemiyorlar.

   Yahu Kıbrıs’ta yaşayan Türkler sizin emrinizde çalışan köleleriniz mi? Siz hala 1974 öncesinin rüyasını mı görüyorsunuz?

  Uyanın artık bu rüyadan! 

  Değişmez/değiştirilemez bir yapıyı yeniden ters yüz etmek de neyin nesi?

  Aradan 50 yıl geçti. Gerçeği görmeniz, anlamanız için bir 50 yıl daha mı geçmeli?

  Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulu, 42 yıldan beri yaşayan ayrı bir devlet vardır. Adı KKTC’dir. Bu devlet Kıbrıs Türk Halkının Yaşadığı yerdir. Türkiye de tüm gücü ile bu devletin yanında, yanı başındadır.

  Rum tarafı eğer Kıbrıs’ta çözüm istiyorsa; çözümün bu devleti tanımaktan geçtiğini bilmelidir. Yok, hala türlü oyunlarla Enosis’i gerçekleştirebileceğini sanıyorsa, bu rüya bile değil sadece hayalden ibaret olup, işbirlikçileri de bunu böyle bellemelidir.

Pe Ke Ke Barış Demokrasi Hukuk

Ağzım açık seyrediyorum. PKK’nın “önderi” Abdullah Öcalan barış çağrısı yapıyor. “Barış ve demokratik toplum çağrısı.” Zaten Apo, PKK, yani Pe-Ke-Ke deyince aklınıza ilk gelen nedir? Barış değil mi! Soyadından belli barışçılığı. Bir de demokrasi! PKK’yı bu işin ilmini bilenler “Stalinist örgüt” diye tanımlardı. Hani Apo’nun “reel sosyalizm” dediği ve ardından iç çekerek andığı zamanların Stalinizmi. Demek ki müteveffa Stalin de barış ve demokrasi yanlısıydı. Bu hedeflere varmak için on binler, hatta milyonları öldürmek gerekiyor. Stalin bir muhalifini, Troçki’yi baltayla öldürmüştü. Bundan mülhem olmalı PKK şark kurnazlığı yaparsa biz de “Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayız.” dedik.

PKK böyle, gelelim bizim iktidara. Bizim iktidar deyince de ilk aklınıza gelen nedir? Demokrasi ve hukuk değil mi? İllâ hukuk!

Böylelikle son aylarımız barış, demokrasi ve hukuk âşıklarının kucaklaşmasıyla geçti, geçiyor. Ben aklımın pek ermediği bu olay akışından kurtulup edebiyatla uğraşayım dedim. Burası Yeni Türkiye ve ben galiba çok eskiyim. Yine de insan aktüaliteden tam kopamıyor; edebiyat tarafında da aklıma 1984’ü karıştırmak geldi.

Sevgi Bakanlığı

1984’ün Okyanusya ülkesinde rejim, birçok yenilik getirmiştir. Yenilik hayranıdır. Ülkenin adı bile yenidir. Dil de yenileşmiştir; dilin adı Yenisöz gibi bir şeydir: Newspeak. Eh biz de Yeni Türkiye yapıyoruz ya. Yeni Türkiye yapıyoruz, aradan 4-5 yıl geçiyor, bir seçim süresi ve yeniden Yeni Türkiye yapıyoruz, sonra bir daha. İşte öyle bir şey… Orwell, bu yeni dili kitabının sonuna eklediği bir ekte anlatır. Yenisöz’de bir anlamın hem fiili hem de ismi varsa bu savurganlık sayılır ve isimle fiil tek kelimeyle ifade edilirmiş. Mesela “söz” hem konuşmak hem dil anlamına gelir. Düşün, hem düşünmek fiili hem de fikir demektir. Bakın 1984’e ne kadar yakınız. Bizde de fikir yerine “düşün” denmiyor mu? Orwell yazmış, biz yapmışız.

Ben en çok Okyanusya’nın bakanlıklarına ve bakanlıkların adlarına bayıldım. Mesela güvenlik işlerinin yürütüldüğü, eldeki bol hapishaneyi ve polis ordusunu idare eden bir bakanlık var. Romanın önde gelen karakterlerinden Winston, bu bakanlığın mimarisinin “en korkutucu” olduğunu söylüyor “Binanın tek penceresi yoktu… Resmî işiniz yoksa o binaya girmeniz imkânsızdı. Resmî işle bile dikenli tel dolu engellerden, çelik kapılardan ve gizlenmiş makineli tüfek yuvalarından geçilerek girilirdi. Binanın dış engellerine çıkan sokaklarda goril suratlı, siyah üniformalı gardiyanlar, ellerindeki mafsallı copları sallayarak volta atarlardı.” Bakanlığın adı ne biliyor musunuz, “Sevgi Bakanlığı”. Yenisöz’de her şey kısaltıldığı için Miniluv deniyor. Türkçede “Sevbak” olabilir. Diğer bazı bakanlıkların adları da şöyle: Minitrue, Minipax, ve Miniplenty. Sırasıyla Gerçek Bakanlığı (Gerbak), Barış Bakanlığı (Barbak) ve Bolluk Bakanlığı (Bolbak).

Cennete giden yol

Bakanlıkların görevlerini sayayım. Sevgi Bakanlığı, Sevbak anlaşıldı. Bir cins içişleri bakanlığı ama “reel sosyalizm”deki gibi. Barbak, Barış Bakanlığı, diğer ülkelerdeki Harp Bakanlığı’na karşılık geliyor. Gidişatı hissetmişsinizdir. Tersine bir dünya bu yeni dünya. Barış savaş demek, sevgi işkence… Bolluk Bakanlığı diğer ülkelerdeki maliye, ekonomi bakanlıklarına karşılık gelebilir. Mesela bizim ekonomi bakanlıkları ile TÜİK’i birleştirip Ucbak, Ucuzluk Bakanlığı yapabilirdi Orwell. Ya bizim Adalet Bakanlığı, o ülkede Adbak olurdu ve bence adı gayet uygundur, öylece kalırdı. Adbak ve Sevbak insanların hayatlarına en yakından dokunan iki bakanlık olur 1984’te.

Gerçek Bakanlığı, Gerbak’ı en sona bıraktım. Bu teşkilat, insanları nasıl bir cennette yaşadıklarına ikna etmekle görevli. Kahramanımız Wilson Smith de burada çalışıyor. Bu yeni ülke kurulmadan önce halkın nasıl kötü şartlarda yaşadığını, bu yeni düzenle birlikte hayatın nasıl çok daha iyi olduğunu, gelecekte de tam bir cennete dönüşeceğini anlatan metinler hazırlıyorlar.

Gerçek kontrolü

Geçmiş nasıl kötüydü, yeni rejim ne kadar iyi, gelecek nasıl cennet olacak… Formülü oturtmak için önce geçmişi ayarlamak gerekiyor. Görevli memurların imdadına Yenisöz ve partinin rehberliği yetişiyor: “Parti sloganı şöyle söylüyordu, ‘Geçmişi kontrol eden geleceği kontrol eder ve bugünü kontrol eden geçmişi kontrol eder.’ Anlamak zor. İsterseniz bir daha okuyun. Anlayacaksınız.” Orwell devam ediyor: “Ve geçmiş, doğası gereği değiştirilebilir olsa da, aslında hiç değiştirilmedi. Bugün gerçek olan ezelde de ebette de gerçekti. Aslında çok basit. Bütün yapmanız gereken, hafızanızı yenmek. Hafızanıza karşı bir dizi zafer kazanmak. Yenisöz’ün ‘Çiftdüşün’ünde bu kavramın adı, ‘Gerçek Kontrolü’”

İşte böyle sevgili okuyucularım. George Orwell’i, 1984’ü (Geleceğe Dönüş gibi değil mi?) bir tarafa bırakıp günümüze dönersek… Eskiden buzdolabı mı vardı? Ya televizyon? Yeni Türkiye bu! Pe Ke Ke barış, demokrasi ve hukuk ister. İktidar da demokraside ama illa hukukta ezelden ebede zirvedir. “Yok daha neler!” diyorsanız “Gerçek Kontrolü”nüzde bir bozukluk var demektir. Sevgi Bakanlığı sabaha karşı kapınızı çalmadan kendinizi düzeltin, hafızanızı yenin. Ağabey sizi gözetliyor!

Türk’e Karşı Irkçılık ve 66. Madde

Tarih boyu Türk gerçeği ile sorunu olan ve kavgasını sürdürmenin kendi varoluşlarıyla ve menfaatleriyle ilgili olduğuna inananlar bıkmadan ve usanmadan görevlerini yerine getirmeye çalışmışlardır. Amaç Türkiye’yi ve Türk Dünyasını engelleyebilmek, dağıtabilmek, hatta aralarında sorunlar çıkarabilmektir. Demokratikleşme tuzağı genelde bu amaçla kullanılan bir araçtır. Hiçbir ciddi ülke demokratikleşme ve daha iyi bütünleşme için çözülmeyi benimsemiş değildir. Kendi kendini inkâr marifet sayılmaktadır. Maalesef Türkiye’de ve dışarıda bazıları Türk olduğunun şuurunda değildir. 2025 model Damat Ferit’ler varlıklarını sürdürmektedirler. Milli Eğitim Bakanlığı’nın harcamaları ailelerin özel harcamaları, bir bakıma boşa gitmiştir. Çünkü diplomalı birçok insan Türk Dünyası gerçeğinden ve Türkiye’nin sosyal yapı özelliklerinden bihaberdir. Yabancılar Türkiye’yi daha iyi tanımaktadırlar. Eğitim ve öğretimde sorunlar bulunan, gerçekleri bir türlü ortaya koyamayan, koyduğu takdirde Dünya barışının ve istikrarın zedeleneceğini zanneden bir güruh ülkemizde mevcuttur. Ders kitaplarının bazıları suya sabuna dokunmadan içerde ve dışarda hoş gelecek nitelikte düzenlenmektedir. Adana’nın Kozan ilçesinde Ermeniler tarafından fırında yakılan Türkleri kaç kişi bilmektedir? Bu örnekler çoktur. Efendim biz Türklüğümüzü öne sürersek başkaları da başka şeyler söylerlermiş yanlışı zihinleri işgal etmiştir. Sen söylesen de söylemesen de onlar bildiğini okumaktadırlar. Balkanlar’da adam Türkoğlu Türk’tür ama nedense kendini Makedon hatta Sırp bile sayar. İçeride süresi belirli milliyetçi ve Atatürkçü görünümlü törenlerle tatmin olmaya çalışırız. Düşman 15 Temmuz’da elde edemediği işgal ve darbe tecrübesini terk etmemiş tersine bazılarıyla ittifaklar bile yapmıştır. İsrail ve İran bu işe hazır beklemektedir.

            Son yıllarda ekranlara bilgiç diye bazıları çıkarılarak çokkültürlülük propagandası yapılır. Çokkültürlülüğün ne olduğunu bilmeyenler tartıştırılır. Çokkültürlülük bir devletin zorlamalarla veya zorlamasız resmen vatandaşlarını ve farklı etniklikleri birbirine karşı hukuki ve siyasi anlamda ötekileştirmektir. Bir bakıma siyasi tanımadır ve onlara sen benden değilsin demektir. Dün yabancı kaynaklı nüfusu eriteceklerini düşünüp bu politikaya sarılan bazı Batılı ülkelerin bugün ise milli birlik ve bütünlüklerinin tehlikeye girmesinden şikâyetleri vardır.

Bir başka saldırı hedefi de 1982 Anayasası’nın 66. maddesiyle ilgilidir. Gizli ve açık Türkiye düşmanları ellerinden gelse bu maddeyi Anayasa’dan makaslayıp atacaklar. Madde biyolojik esaslara göre kimlik tayin etmek yerine, mensubiyet şuuruna ve kültürel değerlere göre bir tanım yapmaktadır. Bu madde sosyolojik ve antropolojik bir tanım getirmiyor. TC’ye vatandaşlık bağı ile bağlı olanları gereksiz bir takım ayrımlara gitmeden kavrayıcı, kucaklayıcı ve bütünleyici bir anlayış ile Türk kabul ediyor. Etnik veya mezhebe göre bir ayırım yapmaması yanlış mıdır? Türk olabilmek için birtakım kısıtlamalar mı getirmeliydi? Hukuki ve kültürel bir tanım yerine biyolojik esasların ele alındığı bazı Batılı ülkelerin anayasaları mı örnek alınmalıydı? Değiştirilen Alman anayasasında olduğu gibi… Bir kısım vatandaşlarımız haksız bir şekilde milli kimlik dışında mı tutulmalıydı? Milliyeti ve milli kimliği Türk olan bir vatandaşımızın mahalli sıfatları ve ana dili hiç uçup kaybolur mu? Osmanlı Devletimiz yıkıldıktan sonra Balkanlar’dan gelen soydaş ve dindaşlarımız ve anadili Türkçe olmayan bazı kardeşlerimiz verdikleri dilekçelere göre ayırım yapmadan kucaklanmış ve milli kimlik içinde yer almışlardır. Biz kimseyi zorla vatandaş yapmadık. Gelen ve Türk milletindeniz diyen herkesi biyolojik esaslara göre değerlendirmeden kabul etmişiz. Bu vatandaşlarımızın az bir kısmı Türkçe bilmemesine rağmen, çektikleri eziyetleri düşünerek onları bağrımıza basmışız. Hiç kimseyi de zorla vatandaşlıkta tutmuyoruz Çok arzulu ve istekli olanlar bir A4 kağıdı karşılığı vatandaşlıktan çıkabilir ve mesela ABD ve bazı diğer ülkelerin vatandaşı da olabilirler. Belki bunları çok seven ülkeler özerk bölgeler de yaratabilirler! Krallığını ilan eden Trump yaptığı bir açıklamada çokkültürlü ABD’de de Amerikanların olduğunu ve başka bir şeyin beyan edilemeyeceğini söylüyor. Aynı şey Fransa’da da ve Almanya’da yaşanan örneklerde de görülmektedir.    

            Rahmetli Mehmet Akif “Türk milletinin yok olmasıyla Allah’ın kendi dininin de adeta yok olacağını” söylemesi sebepsiz değildir. Rahmetli Yahya Kemal de Türk ordusunu kastederek “Galip et çünkü bu son ordusudur İslam’ın” demesi de uyarıcıdır. Uyardığınız kimseler milli kimliksizleştirme işlemine çeşitli şekillerde tâbi olmuşlarsa; afyonlanmışlarsa onları uyandırmak zordur ve mümkün de değildir. TC’yi kuranlar Türkler ve kendilerini Türk olarak hisseden, vatanına sahip çıkan, emperyalist işgalcileri kovmayı en önemli görev sayan, parasını pulunu ve canını bu kutsal dava için ortaya koyan haysiyetli ve şerefli insanlarımızdır. Bunlar Milli Mücadeleyi de zaferle sonuçlandıranlar ve yüce Atatürk’ün güvendiği vatandaşlarımızdır. Milli Mücadelenin zaferle sonuçlanmasını istemeyen, kurulacak devlete karşı olanlar ülkeyi terk ederek gönüllerindeki ülkelere gidip sığınanlar ve görev alanlar zaten Türkiye’de kalmamışlardır.

            Azerbaycan Cumhurbaşkanı rahmetli Ebulfeyz Eiçibey’in Türklüğe etnik taassuptan dolayı karşı çıkanlara, Türk’e karşı utanmadan ırkçılık yapanlara şöyle seslenmişti; “Türk değilim diyene karşı sakın ısrar etmeyin. Allah’ın bahşettiği şerefi istemeyen şerefsize biz zorla şeref verecek değiliz”. “Sen Türk olduğunu unutsan da; düşman asla unutmaz”.    

Kitap Yayıncılığı Nereye?

Kitap yayıncılığının geleceği müzmin merakımdır. Kitap sevgisinin, kitap yazarı olmanın ötesinde bir merak, çünkü 70’li yıllarda Töre-Devlet Yayınevi’nin yöneticisiydim ve Töre-Devlet başarılı bir yayıneviydi. Emine Işınsu’nun, Erol Güngör’ün, Necmettin Hacıeminoğlu’nun, Dündar Taşer’in, Abdurrahim Karakoç’un kitaplarını biz yayımladık; benim en çok satan Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi ile Taha Akyol’un Politikada Şiddet’i de hep Töre-Devlet’te çıktı. 1980 darbesinin öldürdüğü Töre-Devlet’i yakın zamanda bir grup genç diriltti. Hem yayıncılık yapıyor hem de aynı markayla kitapevleri kuruyorlar.

Ancak, merakımın başka sebepleri de var.

Okuma alışkanlığı ve dolayısıyla kitap sektörünün durumu, ülkenin kültür birikimin önde gelen bir göstergesi. Buna şüphe yok.

Booktok

Nihayet iletişim, toplumu toplum yapan temel unsur. Okuma da iletişimin taşıyıcı sütunlarından biri. Geçen yüz yılda iletişime, basılı malzemeden başka güçlü araçlar eklendi: Elektronik iletişim ve onun zirvesi internet.

İşte benim müzmin yayıncılık merakımın karmaşık topografyası. Kitap- gazete- televizyon- internet- sosyal medya ve bunların birbirini güçlendiren veya söndüren etkileri. Sonra bütün bu olan bitenin topluma, kültüre, genel zekâ seviyesine ve anlayışlara etkileri… 21. asır sosyolojisinin ve sosyal psikolojisinin ana konularından biri, bu etkileşim ve sürekli değişim olmalı.

New York Times’ta okuduğum şu hikâyeye bir bakın

İki yıl önce Jeneane O’Riley, yazdığı bir aşk romanını kendi bastırıyor. Hani şu kitap satış sitelerinin kendin yayımla sistemlerinden. Tanıtımını da TikTok üzerinden kendi yapıyor. TikTok’un BookTok isimli, edebiyat ve kitaplara odaklı bir alt topluluğu var. Birkaç gün sonra BookTok kullanıcıları kitap hakkındaki fikirlerini paylaşmaya başlıyor. Kitaptaki hikâye çok karmaşık. Bu karmaşıklıktan etkilenen birinin mesajı, sosyal medyada viral hâle geliyor ve altı milyon kişiye ulaşıyor. Kitap Amazon’da 1 numara oluyor. Yazarın TikTok’ta 52 bin takipçisi var.

Kitap medyası

Kendi kendine yayın yapan bir yazarın bu başarıya erişmesi bu günlere kadar kimsenin aklına bile gelmezdi. Şimdi Amerika’da kitapçı dükkânlarının BookTok ve diğer internet kanallarında meşhur olmuş kitaplar için bölümler ayırdığı görülüyor. Bizde de kitap fuarlarında, internette ünlenen genç insanların önlerinde uzayan imza kuyruklarından söz ediliyor. Nedense bazen de kötü bir şeymiş gibi küçümsenerek.

Bu, niçin geçen aylarda New York Times’ta haber oldu? Biden’in TikTok’u yasaklama kararından… Gerçi TikTok yegâne sosyal mecra değil ama yüzbinler mertebesine ulaşan BookTok takipçi topluluğunun sarsılmasından, dağılmasından endişe ediliyordu. Sosyal medya fenomenlerini izleyenler, yüz binlerin çok büyük sayılar olmadığını söyleyecektir ama iş öyle değil. Odaklanmış, hele edebiyat ve kitaba odaklanmış bir topluluk, entipüften paylaşımlarla fenomen olmuş topluluklardan çok daha etkili.

Biden kapattı Trump açtı

Biden, TikTok’u Çin menşeinden dolayı yasaklayacaktı. Mecranın sahibinin TikTok’u satmasını, yoksa ABD’de kapatacağını söyledi. 19 Ocak’ta da kapattı. ABD’nin 220-270 milyon arasında tahmin edilen TikTok kullanıcısı arasındaki bağlantı da koptu. Tabii bundan en çok rahatsızlık duyanlar arasında BookTok topluluğu vardı. Neyse ki Trump’ın yönetim koltuğuna oturur oturmaz ilk icraatlarından biri de Biden’in kapatma emrini askıya almak oldu. TikTok’a 75 gün mehil verdi. Biden’in kapatma gerekçesi, TikTok vasıtasıyla Çin’in ABD kamuoyunu etki altına alabileceği ve kullanıcıların davranışlarını takip edebileceği idi. Bu başka bir yazı konusu.

İnternet’in yayıncılığa etkisi, bu son BookTok topluluğundan ve onun etrafında gelişen hikâyeden ibaret değil. Yıllar önce tuhaflıklarıyla ünlü pazarlama gurusu Seth Godin, Fikir Virüsünü Salıvermek (Unleashing the Idea Virus) isimli bir kitap yazdı. Bizde 2004’te Rota Yayınevi’nden Fikir Virüsü başlığıyla çıkmış. Türk okuyucusu Godin’i daha ziyade ilk kitaplarından Mor İnek’le tanır. Godin kitap yayımlanmadan önce tamamını internete koydu. Her bölümün sonuna da “Bu kitabı çalın. Buradan indirin.” yazdı. Başka bir tanıtım yapmadı. Kitap nihayet basılı hâlde yayımlandığında Amazon sitesinde bir numaraya yükseldi. Bu internet korsanlığının basılı kitap satışını engellemediği, hatta arttırdığına dair ilk işaretlerden biriydi.

Teknoloji iletişimi de iletişimin mecralarından yayıncılığı da tahmini zor bir şekilde değiştirecek. Değiştiriyor da.

(Sonradan keşfettim. BookTok’u üç yıl önce Gülay Erdemli Karar okuyucusuna anlatmış: https://bit.ly/erdemli-booktok )

Dünya Kadınlar Günü

8 Mart 1857 tarihinde ABD nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.
26 – 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Martın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
*
Kadının hayatın her alanında olduğunu ve asla geri planda kalmayacağının ispatı olan Kadınlar Günü’nde onları mutlu etmek Türk insanının görevidir. Bizleri ihtiyacımız olduğunda desteklerini esirgemeyen, eğiten, yetiştiren, bizi biz yapma yolunda yüreklerindeki sevgi ve şefkati karşılıksız veren fedakâr kadınlarımız anamızdır; O kadın anadır!
*
Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle, Türk kadınını savaş cephelerinden tanıyan, fedakârlığını gören Başbuğ Atatürk’ün penceresinden Kadın Anamızı tanımak/ tanıtmak ve toplumumuzda yaşadığı sorunlarına çözüm getirmek, kadınımızı onurlandırmak üzerimize vacip ahlaki görevimizdir;
.
Son on yıllarda sıklıkla tanık olduğumuz kadına yönelik tacizlerin, tecavüzlerin, cinayetlerin yanı sıra bazı sözde akademik bilgiçlerin ‘’kadının yeri evidir, dış işlerde çalışmak değil otursun çocuğuna baksın, evinin işini yapsın, eşini memnun etsin’’ ucu açık söylemler Türk kadınına yapılacak esef verici davranışlardır saygısızlıktır kendi varlığını inkâr etmektir.
*
Kurtuluş savaşlarında Türk kadının yiğitçe, fedakârca ülkesinin düşman işgalinden kurtulması adına Türk askerinin her daim arkasında veya yanında olduğunu yaşayarak görmüş, kahraman kadrosuyla ülkemizin kurucusu Gazi Paşamızın kahraman Türk kadını üzerine sözlerinden bir alıntı sunalım:
*
‘’İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insαndαn mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir pαrçαsını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprαğα zincirlerle bağlı kαldıkçα öteki kısmı göklere yükselebilsin?
Kαdınlαrımız için asıl mücadele αlαnı, asıl zafer kαzαnılmαsı gereken αlαnı, biçim ve kılıktα bαşαrıdαn çok, ışıklı, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donαnmαktır. Ben muhterem hαnımlαrımızın Αvrupα kαdınlαrının αşαğısındα kαlmαyαcαk, aksine pek çok yönden onlɑrın üstüne çıkαcαk şekilde ışıklı, bilgi ve kültürle donαnαcαklαrındαn αslα şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olαnlαrdαnım.
*
Zαmαn ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev αdımlαrıylα yürüdükçe; hαyαtın, asrın bugünkü gereklerine göre evlat yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz. Αnαlαrın bugünkü evlαtlαrınα vereceği terbiye, eski devirlerdeki gibi basit değildir. Gerekli özellikleri tαşıyαn evlat yetiştirmek, pek çok özelliği şαhıslαrındα tαşımαlαrınα bağlıdır. Bu sebeple Kαdınlαrımız, hαttα erkeklerden dαhα çok aydın, dαhα çok feyizli, dαhα fαzlα bilgin olmαyα mecburdurlαr!
*
Αnαlαrın bugünkü evlαtlαrınα vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anαlαrı için gerekli vαsıflαrı tαşıyαn evlat yetiştirmek, evlαtlαrını bugünkü hαyαt için fααl bir uzuv haline koymαk pek çok yüksek vαsıflαrı tαşımαlαrınα bağlıdır. Onun için Kαdınlαrımız, hαttα erkeklerimizden çok aydın, dαhα çok feyizli, dαhα fαzlα bilgili olmαyα mecburdurlαr; eğer hαkikαten milletin αnαsı olmαk istiyorlαrsαnız
*
Bizim dinimiz hiç bir vakit kαdınlαrın erkeklerden geri kαlmαsını talep etmemiştir! Αllαh’ın emrettiği şey erkek ve kadın Müslümαnlαrın ilim ve İrfan edinmeleridir. Kadın ve erkek bu ilim ve irfanı αrαmαk ve nerede bulursα orαyα gitmek ve onunlα mücehhez olmαk mecburiyetindedir.
*
Tαrlαlαrdα erkeklerle birlikte çαlışαn, kαsαbαlαrdα pαzαr yerine giden, yumurta ve tavuğunu sαtαn, ondan sonrα kendisine gerekenleri bizzat satın αlαn, çαlışmαlαrının hepsinde kocαlαrınα yardımcı olɑn kαdınlαr!.. Ben bu kαdınlαr αrαsındα kocαlαrındαn dαhα iyi işten αnlαyαnlαrα ve hesap yαpαnlαrα rαstlαdım.
*
Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir milletinde Αnαdolu köylü kadınının üstünde kadın mesaisi zikretmek olαnαğı yoktur.
Kαdınlαrımız eğer milletin gerçek αnαsı olmαk istiyorlαrsα, erkeklerimizden çok dαhα aydın ve faziletli olmαyα çαlışmαlıdırlαr.
Milletin kαynαğı, toplumsαl hαyαtın temeli olαn kadın αncαk faziletli olursα görevini yerine getirebilir’’.
*
Fosilleşmiş beyinleriyle bedevi kültüründen beslenmiş bu bilgiçler’’ anası’’ hakkında ne düşünüyor dersiniz?
Kız çocuklarını toprağa gömen ‘’bedevi kafası’’ şimdide sen okuma çalışmana gerek yok diyor. Onüç yaşında başkalarının seçtiği kişilerle evlen istiyor. Senin çocuklarını karanlık saçan mekteplerde/ karanlık mahfillerde tecavüz edilmiş, kişiliği iğdiş edilmiş, beyni köleleştirilmiş, hurafeci inançlarla kendi hükümranlığına parya yapmayı düşünüyor.
*
Sen okursan senin çocuklarını eğip bükemezler, köleleştiremezler… Sen okursan, senin çocukların karanlık fikirlere karşı gelir, kişilik ve irade sahibi olur, okuyup öğrenmeye aç olur, bilim üretmek ve insanlığa katkı sağlamak, gelecek nesillere mutlu müreffeh ve adil bir dünya bırakmak onda vaz geçilmez bir amaç olur.
*
Kur’an okuyup anlayamasın diye Arapça okumasını tembihlerler. Okursan, okuyup anlarsan, iffetin kara çarşafın içinde olmadığını, insanın aklında şekillendiğini öğrenmenden korkarlar.
*
Türk kadını!… Sen okuyup münevver olursan, bunların hiç birini yapamazlar… Sen aydınlık geleceğin ışık kaynağı olursun, ‘’Türk Çağının Ana Rahmi’’ olursun.

Başbuğ Atatürk’ü Anlamak

Bal Mahmut hatıralarında anlatıyor;
Bir gün Kılıç Ali’nin evinde, Refik Koraltan, ‘’Paşam, dedi, itimat buyurun, Anadolu’nun en ücra köşesinde bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazar. Bu böyledir, paşam.’’
Atatürk şu cevabı verdi: ‘’Beyefendi, Anadolu’nun ücra köşesinde bir köylünün, bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazdığını ben de zatı âliniz kadar biliyorum. Amma benim kadar sizin de bilmenizi istediğim bir şey vardır ve o da şudur.
Orada bir çobanın bulunduğu yerin on dakika ilerisindeki bir köy imamı gelip o ismi oradan on dakikada siler. İsterse istediği bir başka ismi yazar. Bunu da sizin benim kadar bilmenizi isterim.’’
*
Vehhabi yöneticileri emirleri altına alan İngilizler, planlarını uygulamaya koymakta gecikmediler. Bu plana göre önce Sahabilerin mezarları, ardından İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in mezarını ortadan kaldırmak ve en sonunda da Kâbe’yi yıkmak. Bu sayede İslam dünyasını birleştiren bu dinin tüm izlerini silmek.
Yıllar sonra, bu konuyla ilgili belgeler tek tek ortaya çıkmaya başladı.2008 yılının son aylarında Türk kamuoyunda ortaya çıkartılmayan, daha doğrusu bazı çevreler tarafından saklanan bir belge konuşulmaya başlandı. Mustafa Kemal olmasaydı Hz. Muhammed’in mezarı yıkılır mıydı?
Vehhabilik’te mezar ziyareti günah sayıldığı için Suudiler bütün mezarları yıkmaya başlamışlar. Sıra Hz. Muhammed’in mezarına gelmiş. Ülkedekiler Mustafa Kemal Atatürk’ten yardım istemişler.
Prof. Dr. Nevzat Yalçındaş’a göre Mustafa Kemal, Vehhabilere sert bir nota vererek yıkımı durdurmuş. Ata’nın notası dışişleri arşivinde mevcut ve açıklanmaktan çekiniliyor.
Hocanın gündeme getirdiği bu konunun izlerini sürdüğümüzde, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına dinsiz diyen bazı çevrelerin iddialarına son verecek olan ve suratlarına şamar gibi inecek bu belgenin bir tanesi, İçişleri Bakanlığı Matbuat Umum Müdürlüğü başlıklı ve 20 Ağustos 1937 tarihini taşıyor.
Atatürk mirasının bütün nimetlerini nankörce, melunca, patlayasıya-çatlayasıya yiyen kanı bozuk, beyni uyuşuk dinci hainlere sunulur.
*

NİHAYET, DİYANET’TEN BİR SES YÜKSELDİ…
Din İşleri Yüksek Kurul Uzmanı Dr.Bünyamin Okumuş, “Atatürk’ü anlamaktan aciz, gafil ve hainleri kınıyorum” dedi. Okumuş ; “Burası, Atatürk’ün kurduğu bir kurumdur. Atatürk Diyanet’i, dinle ilgili doğru bilgiyi halka anlatsın diye kurmuş. Atatürk’e rahmet okumak vefa borcumuzdur, bu borcu ödemek de birinci vazifemizdir. Atatürk ölmez bir eser bırakmıştır” dedi. Din İşleri Yüksek Kurul Uzmanı Bünyamin Okumuş sözlerine şöyle devam etti: “Atatürk olmasa kulağınıza ezan mı okunurdu, yoksa bir kilisede vaftiz mi olurdunuz? Atatürk’ün hatıralarına ve heykellerine saldıran zavallılar, sizin yel değirmenlerine savaş açan Donkişot’tan ne farkınız var?”
Okumuş, sosyal medya paylaşımında da yaşanan gelişmelerle ilgili şu görüşlere yer verdi: “Atatürk bizim börkümüzdür, birliğimizdir, simgemizdir. Ona laf yok, baş giderse börk gider. Allah muhafaza, bir daha da geri gelmez. Atatürk’e tahammülsüzlük Türkiye’ye tahammülsüzlüktür. Atatürk alerjisinin gerekçesini nasıl okumalıyız? Vaazları ile milli birliğimizi yaralamaya hiç kimse cüret etmemelidir. Atatürk’e dil uzatanlar daha iyi Müslüman olduklarını mı sanıyorlar? Ey kendini bilmez akılsızlar, Atatürkümüzden ne istiyorsunuz? O tarih sahnesine çıkmasaydı, Türklüğün kıvancı, İslam’ın bekçisi olmasaydı doğdunuz zaman kulağınıza ezan mı okunur yoksa bir kilisede vaftiz mi olurdunuz?”

Varlık, İnsan ve Allah (c.c.)

     Bizzat şahit oluyoruz ki, bütün varlıkların, özellikle canlıların; çok çeşitli ihtiyaçları, pek farklı istek ve arzuları var. O istek, talep ve arzuları, o hacet ve ihtiyaçları; ummadığı, bilmediği ve elleri yetişmediği yerlerden münasip / uygun bir vakitte veriliyor. Muhtaç oldukları yardımlar, onlara tam zamanında yetiştiriliyor.

     Çünkü canlılar; kendi kendilerini ortaya koymadıkları gibi, ihtiyaçlarını da, bizzat kendileri hazırlamıyor, yetiştirmiyor ve hazırlamıyorlar. Zaten bunu yapacak ne akılları, ne de güçleri var.

     Evet, o sayısız istenilen şeylerin en küçüğünü bile yerine getirmeye, o muhtaçların ne kudreti var, ne de buna yetişecek elleri.

     Kendimize düşünerek bakarsak; zâhirde / görünen ve bâtında / görünmeyen hasse, duygu ve duyularımız ve onların levazımatı / ihtiyaç maddeleri gibi, elimizin yetişmediği ne kadar çok şeylere muhtacız!

     Bütün hayat sahiplerini, tüm canlıları kendimizle kıyaslar, karşılaştırırsak; bunların hepsi, birer birer;

     VÜCÛB-U VÂCİB’e / olmazsa olmaz, zorunlu varlık olan Allah’ın varlığına, şâhitlik ve tanıklıkta bulunuyor. Vahdetine / bir ve tek oluşuna işaret ediyor.

     Aynı zamanda hepsi; güneşin ziyası / ışığı, güneşi gösterdiği gibi, o hâl ve bu keyfiyet; gayb / görünmezlik perdesi arkasında bir

     VÂCİBÜ’L-VÜCÛD’u / varlığı zarurî ve zatî, kendisinden olan; varlığı, başkasının varlığına bağlı olmayan, kendinden olup, ezelî ve ebedî olan Allah’ı, bir

     VÂHİD-İ EHAD’i / bir olan ve birliği, her bir şeyde tecellî eden, ve o şeyde yansıyan Allah’ı,

     Hem de gayet / son derece

     KERÎM / cömert,

     RAHÎM / rahmeti, şefkati ve merhametiyle her şeyi kuşatan, 

     MÜREBBÎ / terbiye eden, yetiştiren, büyüten ve;

     MÜDEBBİR / ilmiyle her şeyin sonunu görüp, ona  göre hikmetle iş yapan ALLAH’ı;

     İşte bu ünvan, isim ve adlar içinde AKIL’a gösterir.

     Bu hikmetli / gayeli icraat ve faaliyetleri, basiretçe yapılan işleri, merhamet ve şefkati ne ile izah edebiliriz? Şüphesiz, bütün bunları sağır tabiat, kör kuvvet, sersem tesadüfle değil. Âciz, cansız sebeplerle hiç değil.

     Çünkü varlıklara; şekil ve kimliklerini kazanmalarında, nihayetsiz / sonsuz imkân yolları içinde; kararsız, şaşkın, şekilsiz bir sûrette iken, birden bire gayet / son derece muntazam / düzgün, hakîmane / gayeli; öyle bir kimlik veriliyor ki,

     Meselâ her insanın yüzünde göz, kaş, burun, ağız ve kulak gibi benzer uzuv, aza ve organlar var. Fakat her insandaki bu ortak uzuvların birbirine benziyen, fakat aynı zamanda üzerlerinde, birbirinden farklı özel ve hususî ayrıntıları, o küçük yüzde bulunuyor.

     Zâhir / görünen ve bâtın / gizli his ve duygularla, tam bir hikmetle donatıldıkları için, o yüz gayet parlak bir

     SİKKE-İ EHADİYET’i / Allah’ın birliğinin her bir şeyde bir mühür gibi göründüğünü, ispat eder. Her bir yüz, yüzer cihetle bir

     SÂNİ-İ HAKÎM / her şeyi sanat ve hikmetle yaratan Allah’ın vücûduna, varlığına şahadet / şâhit ve tanıklık edip, vahdetine / birliğine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin tamamında izhar ettikleri / belirttikleri o sikke / mühür ve işaretler; bütün varlıkların

     HÂLIK’ına / her şeyi yoktan var eden Allah’ına mahsus bir hatem / bir mühür ve bir damga olduğunu akıl gözümüze gösterir.   

     Acaba, taklîdi kabil olmayan, canlı cansız varlık sikkeleri / mühür ve işaretleri ve tamamındaki parlak

     SİKKE-İ SAMEDİYETİ / hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah’ın, bütün varlıkların kendisine muhtaç olduğunu gösteren mührünü, hangi tezgâha havale edebiliriz?