26.6 C
Kocaeli
Pazartesi, Eylül 22, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1293

Kocaeli İçin Çifte Bayram

Değerli okuyucular;


Kocaelililer için çifte bayram olacak.


1. nedeni hepimizce malum olan Ramazan bayramı. Bu vesile ile hepimizin Ramazan Bayramını tebrik ederim.


2.nedeni  ise Afet deposu arsası için Ankara Milli Emlak Genel  Müdürlüğünden ön tahsis yazısının gelmiş olması..


Artık yetki Özel İdarenin elinde. Bu yazı ile Uzunçiftlik Belediyesi  hudutları içinde, Sapanca yoluna cepheli  20.000 m2 alanlı  arazinin Özel İdare müdürlüğüne ön tahsisi yapılmış bulunmaktadır. Bu tahsis 3.5 yıldır kovaladığımız bir hayalin gerçekleşmesi anlamını taşımaktadır.


Artık burada gerekli imar tadilatları yapılarak alan, KOCAELİ AFET KOORDİNASYON VE LOJİSTİK MERKEZİ haline dönüştürülebilir.


Büyük Şehir Belediyesi tarafından burası Afet alanına dönüştürülmüştür.


Bu vesile ile Arsanın bulunması dahil olmak üzere alanın plan tadilatına kadar yardımını esirgemeyen Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Sayın İlyas Şeker’e teşekkürlerimi arz ederim. Bundan sonrada aynı desteğin devam edeceğine eminim.


Özel İdarece konunun takibinde de yardımını esirgemeyen İl Genel Meclis Başkanı Sayın Ali Ayaz’a da teşekkür ederim. Bundan sonra da desteği devam edecektir.


Yine bu konuda emeği gecen Sayın Kocaeli Valimiz başta olmak üzere sayın Kocaeli Defterdarımıza ve diğer daire müdürlerimize de teşekkür ederim.


Son olarak ta tahsisin çabuklaştırılması için danışmanı vasıtası ile konuyu Ankara da takip ettiren bir önceki Orman Bakanımız Sayın Osman Pepe’ye de teşekkür ederim.


İnanıyorum ki bu hayati konuda herkesin desteği devam edecektir.


Gelelim bu alanda neler yapılabilir düşüncesine;


Bu alan dörde bölünebilir.


1-İdari alan,


2-Haberleşme alanı,


3-Lojistik alanı,


4-Eğitim ve Tatbikat alanı


1-İdari alanda Afet koordinasyon ve yönetim merkezi toplantı odası olabilir. Koordinasyon Valisinin odası olabilir. Sekreterlik ve yazışma birimleri ve arşiv olabilir. Yardım dağıtma ve gelen yardımları kabul etme birimleri olabilir. Güvenlik birimleri olabilir. Temizlik birimleri olabilir. Afette görev yapacak personelin  yatma yerleri, Yemek pişirme yeri ve yemekhaneler olabilir. Şehir dışından gelecek yetkililerin ve yatma dinlenme yerleri olabilir.  Eğitim binaları olabilir.


2-Haberleşme alanında sabit haberleşme tesisleri ile hareketli haberleşme birimleri ve konusu haberleşme olan sivil toplum örgütlerinin konuşlanma yerleri olabilir.


3-Lojistik alanında ise Afette görev alacak resmi kurum ve sivil toplum örgütlerinin malzeme depoları olabilir. Ayrıca yurt içinden ve Yurt dışından gelecek yardımların depolanacağı açık ve kapalı alanları teşkil edilebilir. Bu alan içinde havadan ikmalin kolaylıkla sağlanabileceği Helikopter alanı bulunabilir.


4-Afet öncesinde afet eğitimlerinin verilebileceği ve tatbikatların yapılabileceği bir alan teşkil edilebilir. Bu alanlarda yeteri kadar duş ve tuvaletler tesis edilebilir. Çevre emniyeti için güvenlik kabinleri çevreye serpiştirilebilir.


Değerli okuyucular;


İnanın sevincimden bu düşüncelerimi de sizinle paylaşmak istedim. Artık bayram ertesi hızlı çalışma zamanı.İstanbul afeti geldim demeden biz bir an önce projemizi yapıp uygulamasını tamamlamalıyız.


Bu konuda Sayın Valimize ve Büyükşehir Belediye Başkanımıza çok iş düşüyor.
Kendisini bu konuda ziyaret ettiğimde “Arsa işini bitirin. Geri kalanında elimden geleni yapacağım.” demişti. Dediğini de yapacaktır.


Kızılay İzmit Şube Başkanı olarak bende elimden geleni azami ölçüde yapmaya devam edeceğim.


Kocaeli Basını, Sanayiciler, Tüccarlar, sivil toplum örgütleri sizde destek veriniz.


Bu proje A dan Z ye hepimizin projesidir ve aciliyeti vardır.


Bu vesile ile Kocaelililerin çifte bayramını tebrik ederim.

Bayramlık Kefen

Irak; üç beş damla kan, gözyaşı; üç beş damla su..


Öyle bir vahşete çattık ki dayanmak zor doğrusu.


Geldi neo barbarlık, söndü milyonla ocak!


Siz; zulüm yardakçıları, sizi kim kurtaracak?


Üstad’ şair böyle diyor. Ya dertli şair Akif ümmetin halini görünce ne demiş: ‘Yattım ağladım, kalktım ağladım.’ Ben de çevrimiçinde işlenen işkence ve vahşet resimlerini görünce; baktım ağladım, yumruklarımı sıktım ağladım. “Zalimler için yaşasın Cehennem!


Kendime kızdım. Sadece buğz, o da Irak iklimine girdikçe.. Sendika, eğitim, çoluk – çocuk; sorunlar bitmiyor. Irak’a ne kadar ırağım. Oysa Bosna’ya, Filistin’e, Çeçenistan’a, ta Doğu Türkistan’a kadar ulaşmıştı ruhum. Bu zâfiyet neremden kaynaklanıyor?


Zulüm mazeret kabul etmiyor ama. Zulme rıza zulümdür, diyor. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır, diyor. Zalime karşı koymak ibadettir, diyor. Müslümanlar bir bedenin uzuvları gibidir. Bir organ zarar görürse bütün vücut hasta olur, diyor.


Ramazan’da yedik içtik, Allah kabul etsin. Şimdi 10 günlük bayram ve bunlar aklımıza yine gelmeyecek. Oysa tarihin şahit olduğu en büyük katliamlardan biri yanı başımızda biz de vebal altına soka soka sürüyor.


Yarın, ahrette bizi bununla muaheze eder misin Allah’ım?İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de helak eder misin Allah’ım?


Yok, yok; sahabeler görse ‘bunlar Müslüman değil’ derler doğrudan bize. Bizim Müslümanlığımız sandık Müslümanlığı. Seçimden seçime vicdan yapıştırıcısı. Gayrı hissiz, tepkisiz ve cesaretsiz. Sünepe mi sünepe, korkak mı korkak, cahil mi cühela..


İsmet Özel, ‘Müslümanın kafirle cihad edenine Türk denir’ derdi. Gelsin görsün Türk Milleti nasıl 3 maymundan ödül alıyor. Allah cem-i cümlemizi ıslah etsin.


Rabbim bayramları ümmet için necat kılsın. Amerikan askerlerine kendi postallarını mezar kılsın. Rabbim zulmü bütün müştemilatıyla kahretsin. Bizim ülkemizi eşdeğer belalardan korusun.      


Onlar ölüyorken,


Siz orada yoktunuz!


Ben gözlerini gördüm


Ölmüş bir çocuğun.


Yıpranmış bir gazetede


Annesini yanına yatırmışlardı


Annesini ölü sanmıştım!


Sonra annesi kalktı


Ağlamıyordu!


Çünkü suyu çekilmişti kuyusunun


 


Bir gözü yoktu.


Annesi çocuğunu kucaklamak için eğildi


Bütün anneler eğildi!


Sonra bir ses duydum.


Korkunç bir ses duydum


Dişliler dönüyordu


Kadın bütün seslerden kesilmişti!


Çocuk ölüydü zaten


Siz orada yoktunuz!


Ama ben gördüm


Bir tankın geldiğini.


 


Çocuğun esmer alnında kırmızı, küçük bir delik vard


Annesi karasinekleri uzaklaştırmaya çalışıyordu


Bütün anneler çalışıyordu


Sonra tank hızlandı


Askerlerin kahkahalarını duydum


 


Annesi bomboş size bakıyordu


Tank gittikçe hızlandı


Anne kaç diye bağırdım


Hiçbir şey duymuyordu


Askerler kahkahalar atıyordu


 


Annesi kucağında ölü çocuğu


Coni’lerin tankına döndü


Sonra anlamsızca gülümsed


Tank çığlık attı


Altına bu masumları alırken


Oysa annesi hiç bağırmadı


 


Tankın geçip gittiğini gördüm


Şimdi öbür gözü de yoktu


O gülümseyişinden başka


Çocuğun annesi öldü


Bütün anneler öldü!


Siz orada yoktunuz


Bütün bunlar olurken


Felluce’de bir sabah..




Mustafa Burak SEZER’in şiiri

Bayramlık Nükteler

Hazreti Mevlana talebeleri ile gezerken sokakta birbirleriyle sarmaş dolaş olan köpekler görmüşler. Talebelerden biri, köpeklerin bu muhabbetli halini görünce “keşke insanlar da bu hayvanlardan örnek alsa da, kardeşliği öğrenseler” demiş.


Aynı davaya hizmet tutkusu ile bir araya geldiklerini söyleyen ve birbirlerine sevgi ve saygı ile hitap eden kişilerin, menfaat paylaşımı konusu gündeme gelince nasıl kanlı bıçaklı hale geldiğini görmüyor muyuz?


*********************


Abdülaziz zamanında iki kere sadrazamlık, 10 yıl kadar da dışişleri bakanlığı yapan Keçecizade Fuad Paşa hazırcevaplığıyla meşhurdur. Kendisine, Sultan Abdülaziz’in 1867’deki Avrupa seyahati esnasında soruyorlar “en güçlü devlet hangisidir?” diye. Fuad Paşa, “şüphesiz ki Devlet-i Aliye-i Osmaniye’dir. Çünkü yıllardır siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz ama bir türlü yıkılmıyor” şeklinde cevap verir.


Osmanlı Devletini yıkmayı sonunda başardık. Türkiye Cumhuriyeti için aynı testi yapmaya çalışmak akılsızlığa mı, ihanete mi işaret eder?


***********************


Fransız imparatoru III. Napolyon, bir gün opera salonuna girerken, Osmanlı sefiri (elçisi) Keçecizâde Fuad Paşa’nın ayağa kalkmadığını görür ve protokol nâzırı olan memura der ki: “Gidip sorun bakalım. Yoksa kendisini Kanunî’nin elçisi mi zannediyor?”


Bu suale Keçecizâde’nin cevabı şu şekilde olur:


“Hâşâ!.. Eğer ben Kanunî’nin sefiri olsa idim, sizin kralınız, benim olduğum yere, benden izin almadan girebilir miydi?


Geçmişteki kudretimizin farkında olan devlet adamlarına bugün ihtiyaç duyuyor muyuz?


***********************


Keçecizâde’nin Rusya’da bulunduğu sıralarda Rus Çarı, Keçecizâde Fuad Paşa’ya takılır:


– Paşa şu Girit’i bize satsanız!


– Hay hay, satalım ekselans


– Kaça satarsınız?


– Aldığımız fiyata!


Girit’in yirmi seneyi aşkın bir zamanda ve binlerce şehitle alındığını bilen Çar sararır…


Şehit kanlarının değerini bilen herhangi bir Türk, Annan planına kolayca evet diyebilir, “Güneydoğu Anadolu varsın Türkiye’den ayrılsın diyebilir miydi?


*************************


FUAT Paşa’nın babası Keçecizade İzzet Molla’nın dili oğlundan da sivriymiş…


Rumlardan Hançerli Bey, Hıristiyan olduğu halde Osmanlıcayı iyi bilir, özellikle hadisler hakkında derin bilgisi varmış.
Bir gün cahil bir Müslüman, İzzet Molla’ya Hançerli Bey için şöyle demiş:
“Madem İslamiyeti bu kadar biliyor, niye Müslüman olmuyor?”


İzzet Molla adama şöyle bir bakmış:
“Sen bu kadar cehaletinle niye Hıristiyan olmuyorsun?”
Bugün de, kimimiz TV’lerden seyrettiğimiz din bilginlerinin Müslümanlığını beğenmezken, kimimiz cehaletimizin farkında değiliz.


**********************


Pırıltılı bir zekâ ve yetenek isteyen nüktelerin gücünü küçümseyemeyiz. Hele TBMM’de ve TV’lerde seyrettiğimiz tatsız, yavan ve seviyesiz tartışmaları izledikten sonra.


************************


Mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik ediyor ve Bayram sevinci ile dolu günler diliyorum.

Bayram İslam Dünyası ve Biz

0

Allah(cc) sizin vücutlarınıza ve dış görünüşünüze bakmaz, lakin kalplerinize bakar.


Değerli müslümanlar bugün bayram. Cenab-ı Hak bu bayramı hak edenlerden eylesin. Bu bayramı islam dünyası ve tüm insanlık için hayırlara vesile kılsın.


Kan, zulüm, gözyaşı, anarşi ve terörün olmadığı tüm insanların bayramın engin coşkusunu yüreklerinde hissedeceği bayramlara kavuşalım. Evladını teröre kurban veren ananın kalbinden geçenleri bir duyabilsen Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Pakistan’da kolu bacağı farklı taraflara savrulan insanların ve onların yakınlarınında sevinebileceği bayramlar temennisiyle zalimin zulmünün olmadığı, mazlumun ahının yeri göğü tutmadığı Hz. Ömer’in adaletinin bütün dünyaya hakim olduğu müslim-gayrimüslim herkesin bayramdan nasipleneceği bayramlar özlemiyle yazıma başlamak istiyorum.


Allah’ı çokca zikrederek, emirlerine uyup yasaklarından uzak durarak bu kutlu zaman tünelinden geçip bayrama erişmiş bulunuyoruz. Coşku, heyecan, sevinç elbetteki orucunu tutanların ve zaruretten dolayı tutamayanların hakkıdır. Orucunu keyfi tutmayanlarda bu bayramda sevinç yerine burukluk olur çünkü sevinmeyi hak etmediler. Bayram dolayısıyla geriye dönüp ramazanda yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapamadıklarımızı gözden geçirip ramazanın ve geride kalan ömrümüzün bir muhasebesini yapalım.


Ramazan ayı boyunca oruçlarımızı tutup zekât ve fitrelerimizi verdik, cimrilik kirinden temizlenerek cömert olma vasfını kazandık. Cimrilik vasfına tekrar geri dönmeyelim cömertlik özelliğimizide kaybetmeyelim.


Toplumumuzun doğruluk, dürüstlük iş ahlakına evlerimize sevgi, saygı, barış ve huzura kimsesiz insanların selam, güleryüz, tatlı dil ve hoş sohbete ihtiyaç duyduğunu bilelim bunu kendimizden ve başkalarından esirgemeyelim.


Ramazan ayı boyunca Kuranlar okundu hatimler indirildi. İbadet, dua ve zikirle kalplerimizin pası silindi cilalandı. Cilalanan kalplerimizi günah damlalarıyla tekrar eski haline döndermeyelim. Ramazanda kazandığımız güzel hasletleri bayramdan sonra terk etmeyelim. Unutmayalım ki müslüman 365 gün 24 saat müslümandır. Allah’ın emir ve yasaklarından sorumludur. Sadece ramazan müslümanı olmak yeterli değildir.


İman ve ibadetlerde süreklilik esastır. Kuran-ı Kerim’de Ala suresi (14–15–16–17) gerçekten iyice temizlenen ve rabbinin ismini anarak ( bayram ) namazını kılan umduğuna erişmiştir. Siz dünya hayatını ahiretten üstün tutuyorsunuz. Oysa ahiret hayatı daha hayırlı ve süreklidir.


Bayramın gelmesi başka, bayramı hak etmek başkadır. Sizlerin bu bayramı hakettiğinize inanıyorum. Allah bayramı hak eden kullarından eylesin.


Müminler (Sizler) zaten güzel insanlarsınız kırmayan, üzmeyen, onaran, tamir eden, ayrıştırmayan, birleştiren barıştıran şairin dediği gibi;


Mümin hayra koşandır


Engelleri aşandır


Seller gibi taşandır.


Ramazan ayı boyunca açları doyurdunuz, çıplakları giydirdiniz, ihtiyaçları giderdiniz, nefislerinizi dizginlediniz, şeytanı çatlattınız, hayırlı işlerde yarış yaptınız, haramlardan uzak durdunuz. Elbetteki bayramı hak ettiniz. Güzel elbiseler giyip güzel ve hafif kokular sürünerek sabahın erken saatlerinde gelip camiyi doldurup ( cc ) ‘ın misafiri oldunuz. Günde beş defa babanız bile sizi evinde misafirliğe kabul etmezken Allah(cc) sizi her gün beş defa evinde, huzurunda sizin misafirliğinizi kabul edip sizi ağırlıyor. Ne kadar değerli varlık olduğunuzu bilin ve değerinizi koruyun.


Bir hadiste “Bayramlarınızı tekbirle süsleyiniz.” buyuruluyor. Sabahleyin evden camiye gitmek için çıkınca sessizce tekbir getirilmelidir. Ramazan ayı boyunca haramlardan, günahlardan uzak durmak bolca kuran okuyup zikir yapmak suretiyle kalbimizin pasını sildik cilalayıp nurlandırdık. Kalp Allah’ın nazargahıdır. Takvanın, ihlâsın, niyetin ve samimiyetin yeridir. Bir hadiste;


“Şüphesiz ki Allah(cc) sizin vücutlarınıza, dış görünüşlerinize bakmaz lakin kalplerinize bakar.”


Değerli müslümanlar Cenab-ı Hakk’ın nazargahını kirletmeyelim. İşlediğimiz her günah yapmadığımız her ibadet kalp üzerinde bir leke oluşturur. Eğer bu lekeler tövbe ile silinip yok edilmezse, kalp kararır ve katılaşır. Duygusuz ve duyarsız hale gelir. Allah’ın huzurunda hayırsız malın, evladın makam ve mevkinin faydası olmaz. Bize faydası olan tertemiz bir kalp ile O’nun huzuruna çıkabilmektir.


Kalp önemlidir. Kalp kırmamaya hele hele sudan sebeplerle kalp kırmamaya dikkat edelim kalbin tamiri olmaz. Haksız yere kalp kırmak Kâbe-i Muazzama’yı yıkmaktan daha kötüdür. Kabe’nin tamiri mümkündür. Yunus Emre bir beyitinde bu durumu ne güzel ifade ediyor.


Gönül çalabın tahtı


Çalab gönüle baktı


İki cihan bedbahtı


Kim gönül yıkar ise
Hayat yolu hep düz değildir. Bazen yokuşu vardır, bazen inişi vardır. Bazen sevinir bazen üzülürüz. Sevinirken sevindirelim ama üzülürken üzmemeye gayret edelim. İnsanlara hele hele müslümanlara daha çok değer verelim. Karşılaşınca musafaha yapıp halini hatırını soralım. İnsanlara karşı güleryüzlü tatlı sözlü olalım. İnsanlara karşı güleryüz ve tebessümün aynı zamanda sadaka olduğunu unutmayalım. Tatlı dilin birçok sıkıntıyı kırgınlık ve küskünlüğü halledeceğini de unutmayalım. Bir hadisi şerifte; “Mümin müminle karşılaştığı zaman ona selam verir. Elini tutat onunla musafaha yaparsa, ağacın yapraklarının dökülmesi gibi hataları dökülür.”


Birbirimizle ilgi alakayı sevgi ve muhabbeti kesmeyelim, gelmeyene gidelim. Her güzel işte ilk adımı biz atalım. Bayramlar birlik ve beraberliğimizin vesilesi olmalı, ayrılık gayrılıkların aramızda yeri olmamalı, kırgınlık ve küskünlüklerimiz üç günden fazla sürmemeli. Bir hadisi şerifte; “Birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize haset etmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz, birbirinizden alakayı kesmeyiniz.”


Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz. Bir müslümanın kardeşine üç günden fazla küs durması helal olmaz.


Bayramda, önce anne baba ve büyüklerimizi ziyaret edip hal hatır sorup ellerinden öpelim hayır dualarını alalım. Unutmayalım ki onların duaları Allah katında makbuldür. Yakınlarımızı, komşularımızı, dost ve arkadaşlarımızı unutmayalım onlarında bayramlarını kutlayalım. Çocukları, yetim ve öksüzleri sevindirelim.


Eve gelen çocuklara bir şeker değilde bir ytl verirsen daha çok sevindirmiş olursun. Şunu bilinki çocuklar şekere sevinmiyorlar size karşı ayıp olmasın diye onları alıyorlar.
Hastaneleri, evindeki hastaları, çocuk yuvalarını, barınma evlerini, huzur evini ziyaret edip hatırlarını soralım, kabristanda ki ölüleride unutmayalım. Ruhlarına Kuran okuyup, onlardan ibret alıp oraya hazırlanalım.  Son pişmanlık fayda vermez.


Bayram vesilesi ile İrak’ta ki, Filistin’de ki, Afganistan ve Pakistanda ki dünyanın her yerinde ki mazlum insanlar için dua etmeyi de unutmayalım.


Bu vesile ile bütün islam âleminin ramazan bayramını kutlar, hayırlara vesile olmasını niyaz ederim.


Bayramınız mübarek olsun. Gerçek bayramlarda buluşmak dileğiyle…

Bir Baskül, Bir Çocuk ve Dokuz Boğaz

0

Ramazan ayının bedenleri sakinleştirirken ruhları dirilttiği zamanı yaşadık öğrencilerimle dün akşam. Gölcük’te ikamet eden, örneği az olmayan yoksul bir aileden söz etmişlerdi bize. Öğrencilerimle paylaştım ailenin profilini. İnsanız, insanlık duygularımız bir kat daha artıyor bu ayda. Ziyaret edebileceğimizi, onlara yardım edebileceğimizi, geçmişte yaptığımızı gibi o aileyle bir iftar saatinde birlikte olabileceğimizi söyledim onlara. Ön bilgiden sonra pek heyecanlandılar. Temsilciler seçtik aralarından. Bir hafta içinde para topladılar, gıda aldılar, elbise temin ettiler aile için.


Heyecanlı hazırlık salı günü sona erdi. İftar saatinde ulaştık aileye. Yoksulluk diz boyu. Görünürde her şeyleri var; ama hiçbir şeyleri yok. Komşular kullanmadıkları koltuklarını getirmişler. Yerdeki halı ve kilim bilmem kimin hediyesi. Aile durumunu kabullenmiş görünüyor. Tam dokuz can yaşıyor bu evde. Evin erkeği, hanım, yaşlı anne ve görümce. Beş çocuk ailenin hem süsü hem kamburu. Baba, inşaat işçisiymiş. Kaza geçirmiş üç buçuk ay önce. On ay iş yapamayacakmış. Kazada sağ bacağı kırılmış. Nihayet kesilmekten kurtulmuş bacak. Ancak tedavisi hayli pahalıymış. Yüz yaşındaki annenin bedeni de çenesi de sağlam; ama yüreği yanık. Sık sık elektrik çarpması sonucu ölen yağız oğlunun duvardaki fotoğrafını gösterdi bana. Görümce zihinsel özürlü görünüyor, onlara göre meczup. Çocuklardan en küçüğü beyin özürlü. Sanki canlı ceset zavallı; yastık gibi, nereye koysan orada kalıyor. Biraz büyüğü İrem, dünya güzeli. Henüz okula gitmiyor. Biraz büyüğü erkek, geçen yıl geçemediği birinci sınıfı tekrarlıyormuş. Onun büyüğü erkek on dört yaşında ve okuldan geldikten sonra baskülünü alıp üç beş kuruş kazanmak için İzmit’teki üst geçide geliyormuş. İki numaralı kızları ise hem cilt hem beyin hastası. Birikmiş 1000 YTL su, 300 YTL elektrik borçları varmış.


Biri erkek, diğerleri kız beş öğrencimle gittik ziyarete. Yolda aldığımız iftarlıkları, evin hanımıyla, yüksünmeden sofra haline getirdi öğrencilerim. Bir hizmet yarışı içindeydiler. Ev halkını rahatsız edecek hiçbir davranışta bulunmadılar. Davranışlarındaki asalet, samimiyet, “Sonuçta hepimiz insanız, işte geldik işte gidiyoruz.” der gibiydi. Öyle ya, aile yoksullukla sınanıyorsa biz de varlıkla sınanıyorduk. Onlar sabırla kazanıyorsa biz de vererek, paylaşarak kazanıyorduk. Sabırsızlar ve cimriler hep kaybediyor. Üstünlük elbisede değil, şükretmekte. Şükretmenin içinde bir taraf için kanaat ve sabır, diğer taraf için cömertlik var.


Yemek yerken anlattı evin beyi. Dün akşam, yiyecek bir şey bulamamışlar, öylece geçirmişler öğünü. Bu cümleyi duyunca boğamızda düğümlendi yediklerim. Birkaç lokmadan sonra bitirdim yemeği. Yememiz için yaptıkları teşvik, oldukça candandı. Açgözlü nefis, birkaç lokmayla körlenmişti. Buna rağmen günlük hayatta niçin birbirimizi yeriz, anlayabilmiş değilim. O da bir imtihan.


Evin tek gelir kaynağı on dört yaşındaki yavrunun baskülle kazandığı kuruşlarmış. Okul çağında bir yavru, bir baskül ve onun geliriyle ayakta kalmaya çalışan dokuz can, dedim kendi kendime. Utandım, üzüldüm, kahrettim. Öğrencilerim ne düşündüler bilmiyorum; ama onların kirlenmemiş vicdanlarının yaralandığına, öfkeyle sessiz çığlık attığına eminim.


Öğrencilerim, getirdikleri bayram kıyafetlerini çıkardılar torbalardan tek tek. Her kıyafet, siparişle hazırlanmış gibiydi. Evin beyinden en küçük yavruya kadar denk düştü. Hele İrem, pek mutlu oldu bu işe. Evin kadını “Bayram gelmiş, neyime?” der gibiydi. O da haklı; böyle bir ortamda hem kadın hem anne olmak, zor meslek. 


İçtiğimiz birer bardak çaydan sonra izin istedik aileden. Evin yaşlı annesi, beyi, hanımefendisi içtenlikle dua etti yüzümüze karşı. Her şeyin güzellikler içinde, gönlümüzce olmasını dilediler. Dönüş sırasında, öğrencilerimden tek tek yorumlarını aldım. Burak, böyle bir organizasyona öncülük ettiğim için teşekkür ettikten sonra, duygularını anlatmakta zorlandığını söyledi. Elveda’ın, bu sakatlığına rağmen beyefendinin haline şükretmesi, “Bacağım yerine kafam da kırılabilirdi, gözüm de çıkabilirdi, yatalak da olabilirdim.” demesi dikkatini çekmiş. İki Zeynep de bu tür yardım faaliyetlerine devam etmek istediklerini söylediler. Burcu’nun “Üst geçitte insanları tartarak ailenin geçimini sağlayan çocuğu bulalım ve ona yardım edelim, ayrıca bu aileye tekrar gelelim.” önerisini diğer arkadaşları da onayladı. Ben de “Kurban Bayramı’nda gelebiliriz.” dedim.


Yardıma muhtaçlar yalnız bu ayda yok, her zaman var. Ramazan iklimi, onlara ulaşmamız için ortam hazırlıyor. Hayvani hislerimiz biraz daha köreliyor, iyilik melekelerimiz güçleniyor. Nefis zayıflıyor, inanç kavileşiyor. Keşke, yılın her ayı Ramazan olsa, diyor insan. Bu mümkün. Gelin şimdi bir iyilik hareketi başlatalım: “Yeryüzünde bir tane maddi ve manevi yoksul kalmayana kadar mücadele etmek, varlık nedenimdir.” diyelim.

Atatürk ve AB

Geçen hafta AB’ne sunulacak olan Ulusal Program 2008 üzerinde durmuş, programı genel çizgileriyle ele almış, çelişkileri ve hükümet politikası olarak sürdürülen yanlışları belirtmiştik. Aslında, her alanda ortaya çıkan bu yanlış ve çelişkiler, yönetenlerin kendi iradeleriyle yaptıkları yanlışlar değildir. Bu yanlışlar onlara yaptırılıyor. İktidar olmanın ve meşruiyeti dışarıda aramanın bir sonucudur bu.


Ulusal Programda dikkat çeken bir yanlış da; AB sürecinde Kıbrıs’a ve KKTC’ne bakıştadır. KKTC’ni hayali AB üyeliği süreci önünde engel görenler, aslında Türkiye’nin önündeki gerçek engeller olduklarını fark edemeyenlerdir. Bir taraftan Kıbrıs sorunu” Birleşmiş Milletler bünyesinde ele alınmalı denir; diğer taraftan, Ulusal Program 2008’de bu AB’ne havale edilmiş gözükür. Bu ne çelişkidir? Siz adamlara böyle cesaret verirseniz; AB yetkilisi zat da çıkar ve “tam üyelik ve müzakere süreci Kıbrıs’a bağlıdır” deyiverir. Milliyetçilik kimsenin tekelinde değil. Dış dayatmaların önünde eğilerek belki sağcı olunabiliyor; ama, milliyetçi olunamıyor.


Bize göre daha önce de belirttiğimiz gibi; gurur ve haysiyet kırıcı AB süreci Cumhuriyet’in kuruluş felsefesiyle taban tabana zıttır. Bu anlayış, dün de geçerli olsaydı; milli mücadele ile milli devlet ve Cumhuriyet’in kurulmasına da gerek olmazdı. Sömürgeciler de sömürgelerine medeniyet getirmiştir. Bunu ihmal etmemişlerdir. Ama, bu medeniyet milli bağımsızlığı reddeden, milli gurur ve haysiyeti kırıcı ve aşağılayıcı, hükümranlık haklarını reddeden medeniyet nimetine izinle kavuşmadır.


AB söz konusu olduğunda, Atatürk’ün milletimiz için belirlediği “çağdaş uygarlıkla bütünleşme” anlayışından, bazıları sömürgecilerin lütfettiği medeniyet nimetlerini anlıyor. Bu anlamda çağdaş uygarlıkla bütünleşme, uydu olmaktır; milli bağımsızlıktan ve hükümranlık haklarından vazgeçmektir. Bazılarımız bunu böyle anlar olduk. Bazıları soruyor: “Atatürk yaşasaydı; AB’ne karşı nasıl tavır alırdı?” Atatürk’ün beyanlarına bakarsanız; O’ndaki haysiyetli mili çizgi ve tarih şuuru, Brüksel’i veya Washington’u yeni kıble yapanlardan çok farklıdır. Atatürk dönemini 1930 modeli bir arabaya benzetenler ve dogma olarak ifade edenler, zihinlerindeki dogmalardan kurtulmalıdırlar. Bu dönem, modernleşmeye kapalılık değil; kendi değerlerini koruyarak gelişme yolunun açıldığı bir dönemdir. Atatürk döneminin çizgisi, milli bağımsızlık ve milli menfaatlerin evrensel çıkarlara peşkeş çekilmediği bir dönemdir. Pragmatik bakışın öne çıktığı, ideolojik kalıplardan uzaklaşıldığı, Türkiye’nin ihtiyaçlarına ve gerçeklerine göre devletçiliğin bile şekil aldığı bir dönemdir. Özel ve ferdi çalışmalar esas alınmakla beraber; genel ve yüksek çıkarların gerektirdiği işlerde, özellikle iktisadi alanda devletin aktif bir hale getirilmesi esastır. Atatürk döneminin modeli, iktisatta özel teşebbüsün ya da devletin tam egemenliği değildir. Ülke gerçekleri karşısında her ikisinin de birlikte yer almasıdır. 17 Şubat 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi ve 1929’a kadar süren daha ziyade liberal anlayışın yürümediği görüldükten sonra, I. ve II. Sanayi Plânları ile Türk ekonomisinde yapı değişikliğine gidilmek istenmiştir. (Özyurt, H., Atatürk Dönemi I. ve II. Sanayileşme Plânları ve Türk Ekonomisindeki Yapı Değişikliğine Etkileri / 1933-1938, Sosyoloji Konferansları Atatürk Özel Sayısı, İstanbul 1981, sh. 119-146)


Ulusal egemenliği iktisadi egemenlik olarak anlayan ve karma iktisat sözünü dile getiren İktisat Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un şu sözleri dikkat çekicidir: “Görünüşte ülke bizimdi. Fakat aslında, Türkiye iktisaden bizden çok yabancıların ülkesi, bir sömürgesiydi”. Atatürk’ün siyasi zaferlerin iktisadi zaferlerle tamamlanmamasının eksik kalacağı ifadesi de unutulmamalıdır.     İ. Ü. İktisat Fakültesi’nin kurulması fikri kendisinindir.


Prof. Dr. Afet İnan’a göre; Atatürk liberalizm konusunda çok kesin bir fikre sahiptir ve liberal rejime taraftar değildir. (Ülken, Y., Atatürk ve İktisat, Ankara 1981, sh. 55) Sosyalist sistemden de çok uzaktır. Bazılarının zannettiği gibi Atatürk’te dogma yoktur. “Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılamaz” diyen Atatürk, hiçbir piyasanın da başıboş olamayacağını ifade eder. (Aynı eser, sh. 53) “AB, çözülme yönünde toplumsal bir dönüşüm projesidir. AB’nin ulus-devlet ve üniter yapıya zarar vermemesi gerekir” şeklindeki beyanlar da konuyu yeterince kavrayamamaktır.

Maneviyatı Kullanmak

Memleketimizin insanı maneviyatına karşı hassastır. Aç kalır, sıkıntı çeker, ezilir fakat maneviyatına zarar gelecekse sesini çıkarmaz ve tahammül gösterir. Şayet bu konuda fedakarlık yapmak gerekirse de çekinmeden yapar.


Yaşadığımız bir çok ekonomik sıkıntıya rağmen Ülkemizin hala dimdik ayakta kalmasının sebebini Avrupalı yıllarca araştırıyor. Ulaşılan sonuç, Türk insanının yardımlaşma hasletinin yüksek olması olarak belirleniyor.


Bu kadar yüksek yardımlaşma duygusu insanımızın kişisel sıkıntılarını büyük ölçüde aşmasına sebep oluyor. Aynı zamanda devletimizin yetişemediği bazı konularda da devlete yardımcı oluyor.


Okulların bir kısmı, Camilerin tamamı bu yardımlaşma duygularıyla meydana geliyor.
Yardım derneklerinin fakir fukaraya yaptıkları yardımlar, insanlarımızın hamiyet duygularının eseridir.


Avrupalının gıpta ettiği, Türk insanının sahip olduğu bu duygular zaman zaman istismar edilmektedir.


Çok ortaklı kar payı ödeyen şirketler, Yurt dışında ve yurt içinde bir çok insanın paralarını topladılar. Faizin haram olduğunu bilen ve buna dikkat eden insanlarımız birikimini İslami görünümlü olan bu sermaye şirketlerine yatırdılar. Bu şirketler bir taraftan maneviyatı kullandıkları gibi, insanlara astronomik karlar vaat ederek ödemeyecekleri paraları topladılar.
Nitekim kel göründü. İnsanlarımız bir kez daha aldatıldı.


İmkanı olup ta bu imkanlarını fakir fukaraya ulaştırmak isteyen hamiyetli insanlar yardımı fakire ulaştıracak güvenilir aracılar aramaktadırlar. Bunda da gayet haklıdırlar. Yardımseverin hayrını, fitresini, zekatını, sadakasını onun adına fakire ulaştırma vaadinde bulunanlar bu görevlerini suistimal ettiklerinde, toplumda itimatsızlık meydana getirerek  bu asil duygulara büyük zarar vermektedirler.


Nitekim bu konuda son zamanlarda basına intikal eden olaylar yardımsever insanlarımızın kafasını karıştırmış, duygularını zedelemiştir.


Hükümetimiz yardıma aracılık eden kuruluşları sıkça denetlemelidir. Aralarında denetleme konusunda ayrıcalık olmamalıdır. Bazıları kayırılıp, bazıları denetleme bombardımanına tutulmamalıdır.


Ülkemizde insanlarımızın manevi hassasiyeti dolayısı ile kötü niyetli insanlar bu hassasiyeti alabildiğince kullanmakta, manevi duyguları sömürerek azami ölçüde çıkar elde etmektedirler.


Bu suretle insanlarımızın yardım duyguları zedelendiğinden, hasıl olan tereddütten fakire yardım konusunda samimi olarak aracılık eden dernek ve müesseselerde zarar görmektedir.


Mesela Türk Kızılayı 17 Ağustos depremini kullanarak kendisine bilinçlice yüklenen bir takım odaklardan zarar görmüştür. Bu zararı da ancak 7-8 yılda tamir edebilmiştir. O günkü eksikliklerin abartılarak kamu oyuna sergilenmesinin amacı daha sonra ortaya çıkmışsa da yaranın onarılması kolay olmamıştır.


Şimdilerde Almanya’da ortaya çıkan olayın Kızılay’a olumsuz bir etkisi olmamıştır. Çünkü  Türk Kızılayı halkımızın güvenini sarsmamaya azami özeni göstermektedir. Devlet tarafından denetlendiği gibi, kendi içinde oluşturduğu müfettişlerce de sıkça denetlenmektedir.


Halkımızın merhamet duygularını istismar ederek elde edilen paralar yanlış yollarda kullanıldığında  gizli kalmamakta, biraz geçte olsa kötü niyetler ortaya çıkmaktadır.


Dürüst olarak hizmet veren kuruluşların, adı ne olursa olsun, sayılarının artmasını arzularız.


Yargı yolu ile yanlışı kanıtlanmayan hiçbir kuruluşu burada töhmet altında bırakmayız.
Sözlerimiz mağdur olan insanların örnek teşkil ederek, diğer insanların yardım duygularını engellememesi içindir. Hükümetin bu konuda gecikmeden denetimlerini sıklaştırması içindir.


Zira bütün bunlardan sonuçta  fakir fukara zarar görür. Dolayısı ile Ülke zarar görür.


Değerli Okuyucular:


Mübarek Ramazan-ı Şerif hızla geçip gidiyor. Önümüzde Kadir gecemiz var. Sizlerinde bildiği gibi bu gece bin aydan daha hayırlı. Bu inanan insanlar için büyük bir şans.
Bu geceyi ihya etmek, Allah’a ve Onun son peygamberi olan Muhammet Mustafa (SAV) ya  inanan insanlara 82 yıllık ibadet sevabı kazandırıyor. Hiç bir dinde böyle bir avantaj yok. Bu gecenin kıymetini bilelim. Cenab-ı Mevla’dan sizleri ve bizleri nice Ramazan-ı Şerifler e sağlıkla, mutlulukla, huzurla ulaştırmasını diler, 27. geceye rastlayan Kadir Gecenizi şimdiden tebrik ederim.

Neden Çatışıyoruz?

Merkezi ABD’de bulunan araştırma kuruluşu, PEW’in (Nisan 2008 ayında yapılan) küresel eğilimler anketinin Türkiye sonuçları açıklandı. Türk toplumunun bir fotoğrafını çeken anketten birkaç sonuç üzerinde düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Ankete göre, Türkiye en dindar ülkeler sıralamasında Endonezya, Tanzanya, Ürdün, Pakistan, Nijerya ve Mısır’ın ardından 7. sırada. “Hayatımda dinin çok önemli yeri ve önemi var” diyenlerin oranı yüzde 94. Türk kadınlarının yüzde 87’si, Türk erkeklerinin yüzde 81’i “din çok önemli” görüşüne sahip imiş.

“Türkiye’de halkın yüzde 34’ü 5 vakit namaz kılıyor. Günde 1 kez dua edenlerin oranı yüzde 8. Sadece Cuma namazına gidenler yüzde 10. Hiç ibadet etmeyenler (namaz kılmayanlar) yüzde 20. Ramazan’ın tamamında oruç tutan Türklerin oranı yüzde 20. Çoğunda tutanlar yüzde 60. Birkaç gün tutanlar yüzde 9. Hiç tutmayanlar yüzde 9.”

Demek ki ülkemizde vatandaşlarımızdan her üç kişiden birisi İslam’ın namaz ve oruç ibadetleri ile ilgili emirlerini yerine getiriyor. Her beş kişiden biri hiç namaz kılmıyor ancak bunlardan bir kısmı oruç tutuyor.

Anket sonucu bildirilirken “hiç ibadet etmeyenler yüzde yirmi” diye bildirilmiş. Bu cümlede “hiç ibadet etmeyenler” yerine zannederim “hiç namaz kılmayanlar” yazılması gerekiyordu. Çünkü hiç oruç tutmayanlar yüzde dokuz ve oruç ta bir ibadet olduğuna göre hiç ibadet etmeyenler en fazla yüzde dokuz olacaktır. Bunlardan bir kısmı sağlık sebebiyle oruç tutamıyor olacağı için (Hac, zekât gibi diğer ibadetleri de dikkate almasak bile), iradi olarak hiç ibadet etmeyen oranı kesinlikle yüzde dokuzun altında olmalıdır.

Şimdi bu rakamlardan şu sonuçları çıkarmamız mümkündür:

Türk toplumunda gayrimüslim vatandaşlarımız ile inançsız olanlar çok küçük bir azınlık teşkil etmektedir. (Ancak demokratik Türkiye’de sayıları az veya çok bütün vatandaşların kişi hak ve özgürlükleri/inancını yaşama özgürlüğü korunmak durumundadır.)

İslam inancı çerçevesinde olanlar farklı siyasi görüşlere yayılmıştır. Her partinin seçmen tabanı, ibadet etme oranı farklı da olsa inançlıdır.

Başörtüsünü dinin bir emri olarak, hatta cihad duygusuyla savunan da, başörtülüleri kamusal alanda görmekten nefret edenler de özünde İslam inancına sahip, Allah’a inanan, az veya çok dua ve ibadet eden insanlardır.

İçki ve uyuşturucu kullanan, zina, faiz, gıybet gibi büyük günahları işleyenler ve hatta bunları alışkanlık haline getirenlerin bile çoğunda Allah inancı vardır. Hayatının zor ve sıkıntılı dönemlerinde yüce yaratıcıdan yardım dilemeyen yok denecek kadar azdır.

“Allah’tan başka ilah olmadığına, Hazreti Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna” inanan herkes Müslüman olduğuna göre, ibadetleri ve dış görünüşleri ne olursa olsun, hiç kimsenin diğerini daha az Müslüman kabul etme hakkı yoktur.

Kaldı ki Müslüman kimliğini öne çıkaranlar arasında gıybet, dedikodu, iftira, kul hakkı ve kamu malı yeme gibi büyük günahları işleyenler hiçte az değildir.

Kul hakkı hariç her türlü günahı affedebileceğini bizzat Yaratanımız bildirdiğine göre, “falanca kişi veya grup iyi Müslüman, falanca kişi veya grup kötü Müslüman’dır” deme hakkı hiç kimseye verilmemiştir.

Bütün bunlara rağmen yukarıda adı geçen anketin bir diğer verisine göre, Türkler arasında kendi ülkelerinde modernleşmeyi savunanlarla radikaller arasında çatışma olduğunu düşünenlerin oranı, uluslararasında açık ara birinci sırada olduğu görülmekte.

Geçtiğimiz yıl bu çatışmanın var olduğunu düşünen Türkler’in oranı yüzde 52 iken bu oran rekor artışla yüzde 68‘e yükselmiş.

Bu araştırma, daha önce de yazdığım, 2007 sonunda Tarhan Erdem başkanlığında KONDA araştırma şirketinin yaptığı anket sonuçlarıyla örtüşüyor. Anket “toplumun büyük çoğunluğunun (yüzde 96,8 ‘inin) “dindar”, en azından “inançlı” olduğunu gösteriyordu. İnançsızlık, ateistlikle birlikte yüzde 3 civarında kalıyor.

Tarhan Erdem, toplumumuzda iki aşırı uçtan bahsediyor, bunlardan biri “yobaz sayılabilecek” kesimdir, öbür aşırı uçta ise “bunların tam tersi tarafta bulunanlar” yer alıyor. Erdem, ikisinin toplamının “yüzde 10’u bulmadığını” da belirtiyor. (Milliyet, 9 Aralık 2007) Demek ki, “yobazlarla” “aşırı laikçilerin” toplamı yüzde onu bulmuyor!

Tarhan Erdem ayrıca Türkiye’de geniş muhafazakâr kesimin “kültürel değerlerine bağlı kalarak modernleşmek istediğini” vurguluyor.

Aslında Türkiye’de muhafazakâr kesim de Devletin ve hukukun laik olmasını istiyor, kadın-erkek eşitliğini savunuyor, sadece dini nikâhla yetinmiyor resmi nikâh yaptırıyor, laik miras hukukunu, ceza hukukunu, demokrasiyi benimsiyor… Türbanlılarda bu oranlar yüzde 90’ın üstündedir!

Özetle modernleşmeyi savunduklarını söyleyenler özünde dindar ve inançlı insanlar iken, dindarlığı ön plana çıkarılan insanlarımızın da laik ve modern hayatı benimsedikleri görülüyor.

Öyleyse modernleşmeyi savunanlar ile radikaller arasında var olduğu söylenen çatışmanın sebebi ne?

Anlaşılan her iki kesimden toplamı yüzde onu bulmayan gruba ait kendi inanç ve duygularının farkında olmayan birileri Türkiye’nin huzurunu bozuyor, ekonomik ve sosyal gelişmesini baltalıyor.

 

Denge-1

0

Müslüman Açısından Dünya Ahiret Dengesi


Bir insan için üç hayat vardır.



  1. Anne karnındaki hayat
  2.  Dünyadaki hayat
  3. Ahiret hayatı

Anne karnındaki hayatın dünya hayatı açısından çok büyük önemi vardır.


Dünya hayatının da ahiret hayatı açısından önemi büyüktür.


Çocuk anne rahminde iken anne sigara, alkol vb. zararlı alışkanlarından uzak durup sağlıklı beslenirse çocuk dünyaya bedenen sağlam gelir.


Baba kazandığı paranın helal olmasına eve getirdiği ekmeği helal parayla almaya, annede helal lokma yemeye dikkat ederse çocuk bedenen sağlam olduğu gibi ruhende, ahlakende sağlam ve dürüst olmuş olur.


Böyle dinine, devletine, vatanına milletine bağlı, anne-babasına saygılı topluma faydalı dürüst insanlar için  ‘’helal süt emmiş’’ tabiri kullanılır.


Helal süt helal lokmadan, helal lokma helal kazançtan elde edilir.


Bunun tersini düşünürsek anne hamilelik döneminde zararlı alışkanlıklardan sakınmazsa, baba kazandığı paranın kaynağını sorgulamazsa sofradaki ekmeğin mideye inen lokmanın helal yada haram olduğu düşünülmezse dünyaya gelen çocuk bedenen de ruhende sakat olur.


Bu tip insanlar dinine, devletine, vatanına, milletine, anasına, babasına, büyüğüne, küçüğüne saygı duymaz, bağlı olmaz. Bugün ülkemizde beş milyon civarında özürlü çocuk varsa burada annelerinin hiç suçu yok mu? Yüzbinlerce tinerci, kapkaççı, vurgun ve soygun işleri ile uğraşan küçük büyük insan varsa burada babaların hiç suçu yok mu?


Sofraya gelen ekmek haram yoldan elde edilirse çocuk anne karnında haram gıda ile beslenirse elbette dünya hayatı da haramla günahla yanlışlarla dolu geçecektir. Bu tip insanları ifade etmek içinde “sütü bozuk” tabiri kullanılır. Sütün bozuk olması çocuğun suçu değil, ona bozuk süt emziren annenin o sütün haram gıda ile oluşmasına sebep olan babanın suçudur. Süt durup dururken bozulmaz. Yemeğe katılan zehir insanın hayatını karartır. Süte katılan haramda insanın hem dünyasını hem de ahiretini karartır.


Dünya hayatının temeli anne karnında atılır. Bu temel sağlam atılırsa, o insanın dünya hayatı için büyük bir avantaj elde edilmiş olur.


Eğer bu temel çürükse o çocuk toplum için bir afet bir bela olur.                                


Ayeti kerimde                                                                                                       


Bilinki (ahiret kazancına yer vermeyen) dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir süstür. Aranızda bir öğünüştür, Mallarda ve çocuklarda bir çoğalıştır.


Bunun misali bitirdiği bitkiler ekincilerin hoşuna giden bir yağmur gibidir. Fakat o bitkiler kurur; derken sen onu sapsarı hale getirilmiş görürsün sonrada o bir çor çöp olur.  Ahirette çetin azap vardır. Allahtan bağışlanma ve hoşnutluk da vardır.


Dünya hayatından faydalanmak bir aldanış faydalanmasından başka bir şey değildir. Ebu Hureyreden rivayet edilen bir Hadisi Şerifte de


Şunu unutmayınız ki: Allah’ı zikretmeden onun rızasına uygun işler yapmadan öğrenici ve öğretici olmadan geçirilen bir dünya hayatı ve içindekiler lanetlenmiştir.


Dünya kelimesi yakınlık anlamına gelen ‘’edna’’kelimesinin muennesidir.


Dünya karşıtı olan ahirete göre çok yakındır.


Dünya hayatı gelip geçicidir. Ahiret hayatı ise süreklidir.


Dünya hayatı bir yol  (otoban) üzerindeki tünelin içinde kalınan zaman kadardır.


Bazen tünelin ağzından bakınca öbür tarafı gözükür.


Tüneller birbirine göre bazen kısa bazen de uzun olur.


Gittiğiniz yolun uzunluğuyla kıyasladığında tünelin mesafesi çok ama çok kısa kalır.


İşte dünya hayatı da bir tünel mesafesi kadardır.


Ebedi hayatın saadeti de, felaketi de işte bu zaman diliminde kazanılır. Dünya hayatını iki kategoride değerlendirmek gerekir;


Birincisi: İman-ibadet güzel ahlak ile geçirilen bir dünya hayatı ki anne rahminde iken alınan helal gıdanın oluşturduğu helal sütü emenler dünyada böyle bir hayat sürerler.


İkincisi: Birincide sayılanlardan tamamen uzak, nefsin esiri, şeytanın can dostu olmuş, ahireti unutup kalbi ve  kafası dünya sevgisi ve hırsı ile dolu bir dünya hayatı. Ayet ve hadislerde yasaklanan bu anlayıştaki bir dünya hayatıdır.


Dünya hayatı boşverilecek, önemsenmeyecek bir zaman dilimi değildir. Bilakis özellikle müslümanlar açısından çok önemlidir. Zira hadisi şerifte; “Dünya ahiretin tarlasıdır.” buyurulur. Bu tarlada ilkbaharda ne ekersen sonbaharda onu biçersin. Darı ektiğiniz tarlada mısır biçemezsiniz. Bu hayatta kötülük ekerseniz ahirette iyilik (sevap) biçemezsiniz. Doğum öncesi hayat ile dünya hayatı kıyaslandığı zaman anne karnında geçen zaman, dünyada ki zamana göre otobandaki tünel gibidir. Ancak dünyanın genişliğinden, lüks ve konforundan haberi olmayan insanoğlu orayı terk edip dünyaya gelmek istemezmiş.


Dünyaya gelip bu hayattaki rahatlığı cazibeyi gören bir insan önceki hayatına elbetteki dönmek istemez. Dünya hayatı ahiret hayatı ile kıyaslandığı zaman aynı özelliği gösterir.


Dünyada ki lüks ve konforu görüpte cennetteki nimetlerden haberi olmayan insan dünyadan ayrılmak istemez, ölüm ona acı ve ürpertici gelir. Ama ölüm kaçınılmazdır. Dünyada Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşayıpta ölünce cennete giden bir müslüman oradaki nimetleri köşkleri, sarayları, hurileri görünce dünyadaki nimetler ve güzelliklerin cennettekiler yanında bir kıymet ifade etmeyeceklerini anlayınca orayı bırakıp tekrar dünyaya dönmek istemez.  Dünya ile cennet kıyaslandığında cennet dünyaya göre kıyas kabul etmez.


Peygamberimiz (SAV) bir hadisi şerifinde;


“Dünya (ahiretteki makamlara göre) müminin zindanı, kâfirin cennetidir.“ Çünkü kafirin gördüğü göreceği bu dünyadaki güzelliklerdir. Ahiretteki yerini ise vardığında görür. 


Müslümanın dünya hayatı ile kâfirin dünya hayatı birbirinin aynısı olamaz. Müslüman söz ve fiiliyatında sadece dünyayı düşünerek hareket etmemeli, karar vermemeli bilakis dünyayı düşündüğü kadar ahireti de düşünmeli ona göre hareket etmelidir. Hak ve hukuka saygı gösterip helale harama dikkat etmelidir.


Maalesef bugün müslümanlar hak ve hukuka saygı yönünden gayri müslimlerden çok geridedir. İbrahim Ethem hazretleri bu durumu şöyle ifade ediyor.


Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden


Dünyada gitti dinde gitti elimizden.


Allah bizi böyle bir duruma düşmekten korusun.


Dengeyi iyi sağlayıpta dünyayı da ahireti de kaybetmeyelim.


Yoksa altı uçurum.   

Muhasebe

0

Dün gece yatmadan önce eşime “Acaba, Allah’ın kendisinden razı olduğu kullardan biri miyim?” diye sordum. “Sınavı kazandık, sınıfı geçtik mi acaba?” Eşim tuhafladı. “Bu da nereden çıktı?” der gibiydi. Son zamanda okuduklarım, yaşadıklarım, kim bilir, Ramazan ayının insanı saran havası sordurmuş olmalıdır bana bu soruyu.


Allah’ın kendisinden razı olduğu kul olmak, nasıl olunur? Soru kolay, cevabı zor. Buna “Evet.” diyebilmek bile yoruyor insanı. Bunun ölçüsü ne? Elinden, dilinden kimse zarar görmemeli. Herkes senden emin olmalı. Özün doğru, sözün kontrollü olmalı. Kötülüğün düşmanı, iyiliğin dostu olunmalı. Bir tefekkür ve sorgulama seansı olan bireysel ibadetler aksatılmamalı, başkalarını ilgilendiren her eylem, ibadet aşkıyla yapılmalı. İçinde kul hoşnutluğu, Allah’ın rızası gözetilmeyen her eylemden kaçınılmalı.


“Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.” demiş atalarımız. Aynadaki görüntümüzün düzgün olması için fikrimizin, zikrimizin düzgün olması gerekir. Güzel fikirler üretip güzel zikirler söylemeliyiz. Zikrimize ve işimize şahit olanlar yaşama sevinci duymalı, haz almalı bizden. Varlığımız onlar için zenginlik, yokluğumuz yoksulluk olmalı. Veren elin, alan elden üstün olacağı inancıyla vermeyi bilmeliyiz. Vermenin eksiltme değil, artırma nedeni olduğuna inanmalıyız. Verdiklerimizin reklâmını yapmamalı, kişilerden karşılığını beklememeliyiz. Karşılık beklenen her iyiliğin, iyilik olmaktan çıktığını, menfaat ilişkisine dönüştüğünü kabullenmeliyiz. İnsanlara diyet ödetmenin ahlaksızlığına düşmemeliyiz. İnsanlardan hiçbir beklentisi olmayan ancak insanlara hayat kaynağı olan güneş gibi olmalıyız. Karşılıksız vermenin örnekliğine kendimizi hazırlamalıyız. Isıtmak ve ışıtmak olmalı misyonumuz. 


Öldükten sonra hangi sorularla karşılaşacağımızı düşünüp bu sorulara rahatça cevap verebileceğimiz yaşam standardı geliştirmeliyiz. Evet, nedir bize yöneltilecek sorular? Kaçına eğilip bükülmeden, gönül rahatlığıyla cevap verebileceğiz? Orada toplanacak ürünlerin tohumlarını ekmeliyiz, fidelerini dikmeliyiz dünya tarlasına. Ekip dikmek yetmiyor, ayrıca bunları fitne, çıkar, bencillik, tamahkârlık gibi haşarattan koruyabilmeliyiz.


Bir iyilik hareketi başlatmalıyız dünya durdukça var olacak. İsmimizle değil, misyonumuzla yaşamalıyız  çağlar boyu. Bu misyonun tüzüğünü, yaratılış felsefemiz oluşturmalı. Ziya Paşa’nın işaret ettiği gibi dünyaya düzen verirken önündeki çukuru göremeyenlerden olmamalıyız. Günlük meşgalelerimiz, varlığımızı ayakta tutan eylem diye düşünülmeli, araçların kurbanı olup amacımızdan uzaklaşmamalıyız.


Şüphesiz zordur Allah’ın kendisinden razı olduğu kul olmak. Bu yolda size “mecnun” diyecekler, iftiralar atacaklar. Para teklif edecekler, kadın teklif edecekler. Bu durumda “Bir elime güneşi, bir elime ay’ı verseniz yine vazgeçmem davamdan.” deme kararlılığında olmalısınız. Yoksa her an bir çukura düşebilir, bütün birikiminizi tüketebilirsiniz. Kararlılıktır bu işin dönüm noktası. Bir kere karar verirseniz kolaydır gerisi.


Her devrim, diğerlerinden vazgeçmek, yeni bir tercihte bulunmaktır. Bu tercihin mevsimi yok. Ramazan ayı ve tutulan oruç bir başka tefekkür âlemine çekiyor kişiyi. Dış iklimden kurtararak kendimizi, yeni bir iklim yaşatmalıyız ruhumuza. Şimdi, ruhumuzda devrim mevsimi. Unutmayalım, devrimde aslolan, sürekliliktir.