12.9 C
Kocaeli
Pazar, Eylül 28, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1215

Doğu ve Güneydoğu’da asimilasyon süreci 400 yıldır devam ediyor

İnsanlar, dillerini, kültürlerini, adetlerini unutmuşlar.

Demografik yapı, geçen bu 400 yıl içinde, hep bir tarafın lehine gelişmiş.

Farklılıklar ortadan kaldırılıp, şimdiki mevcut duruma ulaşılıncaya kadar devem etmiş bu asimilasyon.

Dün Ankara’da Urfa İli ile ilgili bir rapor geçti elime.

1600 lü yıllarda Urfa’da bulunan aşiretlerin içinde 630 tanesi Türkmen Aşireti, 128 tanesi Kürt Aşireti. 8 tane de Arap Aşireti var aralarında.

Peki, şimdi kalan aşiretlerden kaçı Türk, bu aşiretlerin?

1600 lü yıllarda var olan Arap aşiretlerinin sayısı kadar mevcut mudur?

– Sanmıyorum.

Ya 93 Harbinden sonra Doğu ve Güneydoğu’da iskân edilen Balkan Göçmenleri’ne ne oldu?

Tamamı Batı’ya mı göç ettiler tekrar?

Balkanlar konusundaki araştırmaları ile ünlü Tarihçi-Yazar Yıldırım Ağanoğlu’nun Göç adlı eserinde, Osmanlı-Avusturya Savaşı’ndan başlayarak, Balkan Harbi sonrasında da devam eden göçler esnasında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yüz binlerce Balkan Göçmeni iskân edilmiş.

Dikkatimi çeken bir şey olmuştu.

Sadece Bitlis’e, 1200 aile iskân edilmiş o süreçte.

Bitlis’te Hizan Şıhı, Gavs Hazretleri’nin torunu, Eski Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı’ya sormuştum birlikte yaptığımız Bitlis ziyaretlerinin birinde.

– Nerelere yerleştiler, nerededir bu Balkan Göçmenleri? diye.

Cevabı çok açık ve yalındı.

– Hiç kimse kalmadı onlardan. Zira hepsi de Kürt oldular.

Yani diyor ki Gaydalı, Kürtleştirildiler onlar.

Bu Urfa’da ve Doğu’daki Türkmen Aşiretleri için de, o bölgeye iskân edilen Balkan Göçmenleri için de geçerli.

Yani asimilasyon gerçeği gün gibi ortada.

Asimilasyona uğrayıp Kürtleştirilen Türker var.

Toplumda koparılan yaygaranın aksine, Kürtçülerin bağırıp çağırmalarının aksine, asimilasyona uğrayan Kürtler değil, Türkler.

Gerçekten uğramamış olsalardı Türkler asimilasyona, bölgedeki demografik yapının, bugünün tam aksine bir durum seyredeceğini söylemek yanlış olmaz.

Eski Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’na sorun bakın, bugün kendisini Kürtçü Politikalara adayan, kökleri Türk olan ama asimile edilerek Kürtleştirilen kaç siyasetçi var.

Böyle bir araştırmaya asla yanaşmaz bu Kürtçü siyasetçiler. Zira ellerindeki sermaye kaybolur.

***

İsveç Parlamentosu’nun Ermeni Soykırımı’nı tanımasının ardından Büyükelçimiz Korutürk’ün geri çağrılması karşısında ne olacağını soran dostlarıma demiştim ki;

– Hiçbir şey olmaz. Tıpış tıpış geri gönderirler Büyükelçi’yi.

Dünkü açıklamalarına bakılırsa,  Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Stockholm Büyükelçisi Zergün Korutürk’ün en geç hafta başı İsveç’e geri döneceğini ifade etmiş.

Peki, biz neden çağırdık Büyükelçi’yi, şimdi neden gönderiyoruz?

İsveç Parlamentosu, verdiği kararı geri mi aldı ki Büyükelçi geri gidiyor?

-Tabii ki hayır.

İsveç, verdiği karardan dönmediği gibi, yapılan bu protestoyu kaile bile almadı.

Elinizdeki kozu her daim kullanırsanız, o koz, koz olmaktan çıkar, bu örnekte olduğu gibi.

Türk Dış Politikası, bu dönemde olduğu kadar, hiçbir dönem, bu kadar acemice manevralarla şahsiyetsizleştirilmemişti.

“Attığın taş, ürküttüğün kuşa değmeli” diye dilimize yerleşmiş bir söz var.

Değecek kuş yakalasak da bir gün, elimizde atacak taş kalmayacak acemi politikacılar sayesinde bu gidişle.

Bilmekle Başlıyor Anlamak

Yaşanan bir olaydan bahsetmek istiyorum: Hollanda’da yaşatan Türklerden biri dört yaşına gire kızını yuvaya vermek ister. Yuvaya götürmeden önce baba: “Bak kızım buradaki çocuklar Türkçe konuşmayı bilmez, sakın üzülme.” diye kızını uyarır. Okula geldiklerinde kız: “Bir çocuğa adın ne?” diye sorur. Çocuğun verdiği cevabı anlamayınca, çocuk: “Baba sen haklıymışsın; bunlar konuşmayı bilmiyor.” der ve durumu kabullenir. Akşam çocuk eve geldiğinde: “Baba, sana şaşıracağın bir şey söyleyeceğim, sadece çocuklar değil, öğretmen de konuşmayı bilmiyor.” diye şaşkınlığını ifade eder. Aradan bir hafta geçer. Yuvadaki günlerinin nasıl geçtiğini soran babasına çocuk bu defa: “Baba, herkes yavaş yavaş konuşmayı öğreniyor.” der. Sizce konuşmayı öğrenen kimdir?

Meşhur hikayedir. Bizim Türkler hac için Arabistan’a gittiklerinde: “Bu Arapların dilinden anlamak mümkün değil, bunların sadece ezanları Türkçe.” derlermiş. Arabistan’daki ezanın Türkçe olması ne demek?

Konuşmak, anlamak demektir. Anlaşılmayan konuşma, konuşma değil, bir gürültüdür. Anlamak da işitmek, idrak etmek, buna göre tepki vermek demektir. Tepkiye dönüşmeyen anlama da eksiktir. Tepki ise, anlaşılanın yankısıdır. Bu, idrak ve değerlendirme ile ortaya çıkar.

Hollanda’da yaşayan Türk çocuk gibi miyiz, yoksa ezanın hala Türkçe olduğunu iddia edenlerden miyiz? Öykücükteki çocuğumuz konuşulanları kendisi anlamaya başladığı için, diğerlerinin ve öğretmeninin konuşmayı öğrendiğini düşünüyor. Değişen, çevre değil, kendisi. Anlamak, kendini öğrenmeye açmakla başlar. Ne kadar öğrenirsen o kadar anlarsın. Geçen gün öğrencilerime: “Sözcük hazineniz geniş olsun, ne kadar kelime bilirseniz olayları, düşünceleri o kadar anlar ve meramınızı o kadar güçlü ifade edebilirsiniz. Dil, anlamakta ve anlatmakta bir güçtür, bir motordur. En büyük edebiyatçılar, sözcük hazinesi en geniş olanlardan çıkar.” demiştim.

Bilgiyle değer kazanıyor her şey. Bilgi açıyor, bütün kapıları. Bilgisizlik, insanı kör, sağır, dilsiz, elsiz ediyor. Bilgi sahibi değilseniz, anlayamıyorsunuz insanın dilini, eşyanın ruhunu, düşüncenin yüksekliğini, duygunun derinliğini. Bilgisiz insana, onu kuşatan her şey bir yük oluyor, onun altında eziliyor; ama o bunun farkında dahi olamıyor. Varsa bilginiz, doğa güzelliklerini bir sanat harikası, evreni fizik dehası, canlıyı biyoloji okyanusu olarak algılayabiliyorsunuz. Her şey sizin için bir ayet oluyor okunması, anlaşılması, yorumlanması gereken. Bırakın Samanyolu’ndaki mükemmel sistemi, kozmik alemdeki harika düzeni; bir sineğin kanadı bile kişiyi hayrete düşürmeye yetiyor. Bunun için bazen “Allah’ım, hayretimi artır!” diye dua etmek lazım. Anlayışımız, algılamamız, idrakiniz artsın ki hayretimiz gerçekleşsin. Her hayret basamağı, aynı zamanda idrak yükselişi, teslimiyet olgunluğudur.

Sınavları yaklaştığı halde hala çalışmayan, gününü gün eden öğrencilerime kanser hastalarını örnek veririm. “Hastaların sayılı günlerini doktorları genellikle bilir; ancak hasta her gün ölüme yaklaştığının pek farkında olmaz. Hasta yer, içer, güler. Doktorun, hastasına baktıkça içi yanmaktadır belki. Hastadan fazla o üzülür. Biz öğretmenler de çalışmayan sizlerin sonunu tahmin edebiliyoruz, karşılaşacağınız sonuca şimdiden üzülüyoruz. Siz niye bu kadar duyarsızsınız?” derim. Hastanın duyarsızlığının nedeni bilgisizlik, doktorun üzülmesinin sebebi bilgi sahibi olmasıdır. Duyarsızlık, bilgisizliğin meyvesidir.

Bilgi vitaminiyle beslenenler, insan olmanın mutluluğunu, hazzını daha fazla duyarlar. Bilgi güçtür, gıdadır. Bilgiyle beslenmeyen imanlar bile kağıttan yapılmış birer gemidir. Dirençten, kaptandan yoksun bir gemi, her an sürüklenmeye, karaya oturmaya, batmaya mahkumdur.

Şimdi bilgilenme zamanı. Bilgilenirseniz, ezanın Türkçe olmadığını siz de bilirsiniz.

 

Üzülme Dostum

Ne ekiyorsa insan daima onu biçer,
Kardeşini seçemez lakin dostunu seçer,
Muhteşem saltanatın bil ki sonunda göçer,
Üzülme sen haline, dostum bunlarda geçer.

Makam, mevki, koltuklar belki sana haz verir,
Ne kadar kazansan da hepsi sana az gelir,
Tonlarca malı olan daima çıplak göçer,
Üzülme sen haline, dostum bunlarda geçer.

Beterin beteri var, bu gününle mutlu ol,
Nasibin kadar gelir, bulamazsın başka yol,
Hiç yorulmaz sandığın vücudun bir gün göçer,
Üzülme sen haline, dostum bunlarda geçer.

Kimsenin dünyaya gelmek elinde değil,
Haksızlığa duvar ol, sen Yaratan’a eğil,
Zalim hükümdarlarda sarayda kalmaz göçer,
Üzülme sen haline, dostum bunlarda geçer.

İmrenme başkasına kim bilir ne derdi vardır,
Alem’e sığmam sanırsın girdiğin mezar dardır,
Zenginde fukarada Dünya’da kalmaz göçer,
Üzülme sen haline, dostum bunlarda geçer.

Şişmanoğlu bilir ki Dünya’da ömür azdır,
Bir gönül kazanmaksa duyulan büyük hazdır,
Binlerce yıl yaşayan peygamberlerde göçer,
Üzülme sen haline,  dostum bunlarda geçer.

Elektrikte Özelleştirme Açılımı

Türkiye’nin gündemi AKP’yi destekleyenlerce devamlı olarak saptırılıyor.
Ergenekon, balyoz, kürt açılımı, roman açılımı ve sanatçılarla buluşma, one minute tiyatrosu ve şimdi de 100 bin Ermeni’yi geri yollarım açıklaması.

Bunlar vatandaşın karnını doyurmuyor.

İşsizlik tarihi rekorlar kırıyor, esnaf kepenk indiriyor, fabrikalar kapanıyor bunları konuşan yok.

En önemlisi AKP iktidarı döneminde zenginlik el değiştirmiş durumda.

Ya yeni zenginler türedi ya da yabancı sermaye özelleştirmeler eliyle ülkeye el koydu.

AKP gidince biz bize kalacağız. Zengininin malı züğürtleşmiş Türk milletinin çenesini yoracak.

Artık ülkeyi yeniden döndürecek kamu işletmeleri de elimizde yok.

Kim ne anlatırsa anlatsın yabancıların kölesi haline geldik.

Bankaları sattığımızdan daha fazla bir para geçtiğimiz yıl bankaları satın alan yabancılar tarafından kar transferi olarak yurtdışına çıkarıldı.

Anlayacağımız o ki; ABD, AB ve küresel güçlerin teslim aldığı bir ülke haline getirildik.

Şimdi yargıya ve TSK’ya müdahale etmeye çalışılıyor. Onlar da nereye kadar dayanacak  merak konusu.

Yazılı ve görsel medyada işgal çoktan tamamlanmıştı. Bu medya Türk toplumunu istediği şekilde yönlendirerek efendilerine hizmet sunuyor.

İşsizlik ve ekonomi başta olmak üzere  sorunlar örtülüp gözden kaçırılırken, Türk Milletine ait değerler özelleştirme adı altında peşkeş çekilirken, sessiz işgalin medyası haline gelen gazete ve televizyonlar sus pus durumda.

Şimdi yeni bir özelleştirme peşkeşi daha sahneye konacak. Sekiz milyon aboneyi kapsayan elektrik dağıtımının özelleştirmesi  yapılmaya hazırlanıyor.

Epey karlı bir iş. Eminim onu da bir yıllık karı karşılığında satacaklar. Kime mi? elbette kendilerini iktidarda tutma sözünü verenlere.

Bütün açılımları bir kenara koyun. Zenginliğinizin gittiğini bir tarafa yazın. Bu gerçeği gelecekte daha net anlayacaksınız.

Evine ekmek götüremeyen, çocuğuna harçlık veremeyen, üniversiteyi bitirmesine rağmen iş bulamayıp babasından harçlık alan, ilaç parası bulamayan insanların gözü açılımı maçılımı göremez. Zaten görmüyorlar da…

Yapılan bütün kamu araştırmalarında birinci sorun işsizlik çıkıyor. Ülkeyi eline geçiren yabancı sermaye işsizimize iş bulmaz. Toplum menfaati için insanımızı istihdam etmez. Kamu yararını asla gözetmez. Bilelim bunları.

Bu AKP iktidarı halen elde avuçta kalan ve para getiren zenginliklerimizi üç beş kuruşa özelleştirme adı altında satmaya çalışıyor.

Küresel güçler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından ele geçirilen medyada bunlardan hiç bahsetmiyor.

Başbakan Erdoğan, Yılmaz Güney’le magazin şov yapacağına bize ülkenin ekonomik göstergelerini açıklasın.

Elektrik Dağıtım özelleştirmesinin nasıl yapılacağını öğrenelim. Bu iş kaç para kar getiriyor kaça satılacak bilelim. Esas bizim bu açılıma ihtiyacımız var.

Böyle giderse adalet ve kalkınma anlayışı, sadaka kültürünün gelişimi ile azık ve kömür anlayışına dönüşerek memlekette kazık kakacak.

Nihayet ülkenin zenginliklerini ele geçirenler ve onların işbirlikçileri; ele geçirdikleri zenginliklerin ufak bir bölümünü zekat adı altında bize karnımızı doyurmak için lütfedecekler.

Ey halkım; gördüğünüz her AKP’liye elektrik dağıtım özelleştirilmesinin kime peşkeş çekileceğini ve ekonominin gittiği yeri ve de muhakkak işsizlerin hesabını soralım, bakalım size karnınızı doyuracak hangi açılımdan bahsedecekler.

Bence her yol Washington’a çıkar diyecekler. Ne yapalım bunlar Amerikancı İslamcı…

 

Fındık Yetiştiriciliği

0

İklim İsteği: Fındığın iyi bir gelişme göstermesi ve bol ürün vermesi, nemli mutedil iklim bölgelerinde olmaktadır. Karadeniz kıyı bölgesi fındık yetiştiriciliği bakımından en uygun iklim özelliğine sahiptir. Yıllık ortalama sıcaklığın 13-16 C olduğu yörelerde fındık en uygun olarak yetişmektedir. Ayrıca bu yörelerin en düşük sıcaklığının -8,-10 C yi en yüksek sıcaklığında 36-37 C yi geçmemesi yıllık yağış toplamının 700 mm. üstünde olması ve yağışın aylara dağılımı dengeli olması gerekmektedir. Bunun yanında Haziran, Temmuz aylarındaki oransal nemde % 60 ın altına düşmemesi gerekmektedir. Kış aylarındaki şiddetli rüzgâr ve yağışlar tozlanmayı engellediği gibi ilkbaharda gelen uzun süreli sislerde fındıkta döllenmeyi olumsuz etkilemektedir.

Toprak İsteği: Fındık saçak köke sahip bir kültür bitkisi olduğundan kökleri fazla derine gitmeyip özellikle meyilli arazilerde 80 cm toprak derinliğine ulaşabilmektedir. Toprak istekleri bakımından fazla seçici olmamakla beraber besin maddelerince zengin tınlı-humuslu ve derin topraklarda iyi gelişme gösterir. Taşlı çakıllı, kumlu ve ağır topraklar ile taban suyunun yüksek olduğu yerlerde toprağın havalanması iyi olmadığından fındık kökleri besin maddelerinden yeterince faydalanamaz. Bundan dolayı ileriki yıllarda sararma ve kurumalar meydana gelir.

Dikim Zamanı: Fındık fidanlarının dikimleri, ekim ayından itibaren, ilkbaharda bitkilere su yürüyünceye kadar geçen zaman içinde yapılır. Dikim kışları ılık geçen yerlerde veya sahil kol ile orta kolun alt kısımlarında ekim, kasım aylarında, kışları soğuk ve sert geçen yerde veya orta kolun üst kısımları ile yüksek kolda soğuklar geçtikten sonra şubat mart aylarında yapılabilir. Erken dikilen fidanların köklerinde kış boyunca emici kökler meydana gelir. Bu kökler kış boyunca yağan yağmurlarla yumuşayan toprakla temasa geçerek fidanların daha iyi adapte olmasını sağlar. Bu fidanların yaz sıcaklığına daha fazla dayanır. Sonbaharda yapılan dikimin diğer bir avantacıda tutmayan fidanların yerine Şubat, Mart ayında yenileri dikilerek dikimlerin tamamlanmasıdır.

Gübreleme: Fidanların sağlıklı gelişmesi, bol ve kaliteli ürün verebilmesi için dikimden önce temel gübreleme yapılmalıdır. Toprağı organik maddece zenginleştirmek amacıyla dekara 3-5 ton çiftlik gübresi ve toprak analiz sonuçlarına göre tavsiye edilen miktarlarda kireç, fidan çukurları açılmadan önce bütün arazi yüzeyine homojen olarak dağıtılmalı ve derince çapalanmalıdır. Ayrıca temel gübreleme olarak dikimden önce fidan çukurlarına tavsiye edilen çeşit ve miktarlarda fosforlu ve potasyumlu gübreler karıştırılarak verilmelidir. Dikimden önce yapılan bu temel gübrelemeden sonra 5.yıla kadar her fidan başına 40 gr azotlu gübrenin yarısı Mart ayı başında diğer yarısı da Mayıs sonu Haziran ayı başında olmak üzere fidanların etrafına atılarak çapalanmalıdır.

 

Gel Vatandaş Gel, Yeni Anayasaya Gel!

Efenim, siz duble ve’li kısık ateşte az kavrulmuş Nevruz lâstiğinden atlarkene biz de boş durmadık netekim. Mimtazı, Nazo, D’altan kardeşler ve bendeniz (mâruz-ı çâker-i kemîneleri) Tophane‘li Yıldıray‘ın kahvehanesinde yeni anayasa taslağını okey‘ledik.

AB‘ilerimize selâm olsun misali 12 değiştirilemez madde tespit ettik. Diğer bütün maddeleri ‘Herkes için yaşamboyu spor‘ ilkesinden hareketle ayda bir değiştirme kararı aldık. Ahanda hizmeti halkımızın ayağına getiriyoruz:

1-) Devlet küçültüle küçültüle cebe sığdırılacak. Cep devlet or jeep goverment..

2-) AKP’nin iktidardan, Diyarbakırspor’un Süper Lig’den düşmesi yasaklanacak.

3-) Eskiden olduğu gibi ‘gâvura gâvur denmeyecek’ ama Türk’e Kürt, Lâz, Çerkez, Roman, Alevi, Pomak, Gürcü, Abaza vb. denecek yada denenecek.

4-) Ergenekon’un 1 numarasının Börteçine olduğu tüm ders kitaplarına işlenecek.

5-) Açılımda sınır tanınmayacak. Aşiret-aşiret, klan-klan; paso plân.

6-) Bundan böyle divanda, dergâhta, bargâhta ABD’nin sözünün üstüne söz söylenmeyecek.

7-) Ermenistan’la aramızda görüş mesafesini engelleyen Ağrı Dağı ortak konsorsiyuma ihale edilerek kaldırılacak ve yerine 72 tane 7 katlı Bâbil’in Asma Alışveriş Merkezleri inşa edilecek.

😎 Avrupa Birliği’ne girme kararlılığımız sonsuza kadar yinelenecek.

9-) Şehirlerin düşman işgalinden kurtuluşu, askerlik, nöbet, karakollar ve sınırlar tedavülden kaldırılacak.

10-) Recep Tayyip Erdoğan Ebedî – Millî Şef ilân edilecek, sürüden ayrılanlar kurt kapanına kapatılacak.

11-) Yunanlılarla bayrağımız, İsrail’le istihbaratımız, İngiltere’yle imanımız birleştirilecek.

12-) Genelkurmay Başkanı’nı TÜSİAD, Diyanet İşleri Başkanı’nı magazin gazetecileri, FB – GS – BJK Başkanlarını ise 4 yılda 1 sandıkta halkımız belirleyecektir.

Kanun-u Esasî ve Teşkilat-ı Esasiye’lerin biz cemâziye’l-evvelini biliriz.

1876, 1909, 1921, 24, 62, 80. Hadi kıvır erkeksen.

Mithat Paşa, Resneli Niyazi, A.Cevdet Paşa..

‘Mecelle’ senâike.. Velâ ilâhe…

 

Macaristan’da 1600 Yıllık Canlı Şahit – 2

Mondaki Kongur’la birkaç kez daha görüştüm. Sanırım ramazan ayının ortalarına doğru bir gün telefon edip hafta sonu ziyaret etmek istediğimi söyleyince;  

– İftardan bir saat önce gel dedi. 

Şaşırmıştım, çünkü ezan sesinin duyulmadığı Budapeşte’ de beni iftara çağırıyordu. Ramazan’ın geldiğini demek biliyordu. 

Zamanında evine gittim, beni yine o has misafirlerini aldığı odasına aldı. Biraz sonra içeriye çekik gözlü Orta Asyalı olduğu belli olan bir hanım içeriye girdi ve anlaşılabilir bir Türkçeyle 

– Hoş geldiniz dedi. Mondaki Kongur; 

– Karım, Ayça diyerek tanıştırdı. 

Hanımının Kazak Türkü olduğunu söyledi.  

– Elhamdülillah Müslümanız. Biz de oruçluyuz. 

Bunu duyduğumda, ezan sesinin dahi duyulmadığı, Ramazanın gelip gelmediğinin bile belli olmadığı, Müslüman dünyadan kilometrelerce uzakta, burada doğmuş, büyümüş birisinin, nasıl Müslüman olup oruçlu olduğunu görmekle, bu kez gerçekten ürperdim, şaşırdım, içim sevinçle doldu. 

İftarda Macarların Türklerin ana vatanı Orta Asya yemeklerini çağrıştıran, Macarlara has etli bir yemek ya da çorba olarak bilinen gulaş ve Kazak Türklerinin yemekleri vardı.  

İftardan sonra bana kısa hayat hikayesinden bahsetti. Babasının Kıpçak Türkü olduğunu söylediğini, okumak için Budapeşte’ye geldiğinde, o tarihlerde Rus işgali altında olan Macaristan’daki Rus askerlerinin içinde babasına benzeyenleri bulduğunu, onlardan Türkçe öğrenmeye çalıştığını anlattı. 

– Daha sonra da üniversitede Türkoloji bölümünü bitirdim. Zamanla Türk – İslam klasiklerini okudum. Hoca Ahmet Yesevi’yi tanıdım, İmam-ı Rabbani hazretlerini, İmam-ı Gazali hazretlerini okudum ve Müslüman oldum. O andan itibaren içim huzurla doldu ve bu huzuru hayatımın hiçbir anında tatmamış, yaşamamıştım. Bu sevinç ve huzurla tövbe ettim ve yeni bir sayfa açtım. Bu sayfayı asla ve asla kirletmeyeceğim. Çünkü vicdanımda o kadar huzurlu ve mutluyum ki, kelimelerle anlatılması hayatında bal tatmamış birine balın tadını, Isparta gülünü hiç koklamamışa onun kokusunu anlatmaktan kat be kat daha zordur…  

Sohbetimiz ilerledikçe onu daha çok sevdim, gerçekten takdir edilmeye layıktı… 

– Macaristan’da iki yüz bine yakın Kıpçak Türkü yaşıyor, onlara hem Türkçe  öğretmeye çalışıyoruz, hem de Türkçe öğrenenlere dinimizi anlatıyorum. 

– Ben ne yapabilirim? Nasıl yardım edebilirim? 

– Türkçe kitap temin edebilirseniz faydalı olur. 

Sohbet koyulaştıkça zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık, vakit hayli ilerlemişti. İzin isteyip kalktım. Yolda, bir Macar köyünde doğan, büyüyen bir aydının, cami ve ezan sesinin duyulmadığı, genç nesillerin fuhuş, ahlaksızlık bataklığında zamanı kokutarak, materyalist bir felsefede günü birlik yaşadıkları bir ortamda kendi gayretiyle hidayete ermesini, Allah ve Resulü’nün davasına koşmasını  anlattığı, hayat hikayesini gözümün önüne getiriyor ve Hocamın şu sözleri kulağımda çınlıyordu:

– Allah dilerse her şey olur! Biz buna iman etmişiz, gerisi vız gelir tırıs gider! 

Sabah olur olmaz doğrudan Türk Büyükelçiliğinin yolunu tutmuş ve hayli bir uğraşıdan sonra yetkili ile görüşebilme imkanı elde etmiştim. Kendimi bir kez daha tanıttıktan sonra kendisine bir neskafe söyleyip ne içeceğimi sorduğunda aldığı “niyetliyim” cevabı yüz ifadesinde biraz da olsa değişikliğe sebep oldu. Konuya girdim: 

– Macaristan’da iki yüz bine yakın Kıpçak Türkü yaşıyormuş, çoğunun evinde de Türk ve Macar bayrağı varmış. Bunlarla ilgilenmek gerekir diye düşünmüştüm. Bunun için rahatsız ettim. 

– Kim anlattı  bunları? 

– Bir üniversite hocası.  Mondaki Kongur. 

– Onu nerden tanıyorsunuz? O ırkçı, Turancıdır. Boş verin dinlemeğe değmez. 

Onların kazanılması  gerektiğini, bir ülkenin böyle bir lobiye sahip olmak için milyonlarca dolar harcayabileceğini, bu insanların ise Türkiye için bulunmaz bir nimet olduklarını, ayrıca soydaş olarak sahip çıkmamız gerektiğini söyledim. Ne anlatmaya çalıştıysam olmadı. 

Üzgün olarak ayrıldım. Bir tarafta doğduğunda papaz tarafından vaftiz edilen, Hıristiyan bir çevrede yetişen, çocukluğu, delikanlılığı ve yetişkinliğinde bizim kültürümüzle yakından muhatap olmamış bir Macar Türkü; Türkçe öğrenerek Türklüğü, Türk – İslam kültürünü tanıyor, İslamla şerefleniyor, Cuma namazı kılacak bir caminin olmadığı, minaresinden ezan sesinin duyulmadığı bu şehirde oruç tutuyorken, bizim dediğimiz aydınımız, yetkili bürokratımız umursamaz bir tavırla çayını yudumlarken aynı zamanda Türkçe öğretme ve Türklük konusunda bu Macar vatandaşı kadar şuur taşımıyordu.  

Daha sonra bu görüşmemi Mondaki Kongur’a anlattığımda; 

– Benimle konuşsaydın hiç gitme derdim. Bizim, biz de Türküz dememizden, Türkçe öğretmemizden galiba rahatsız oluyorlar. Halbuki dilini kaybedenler dinini de kaybeder. Ama en önemlisi ise devletini kaybeden, ileriki gelecek nesillerde hem dilini, hem dinini, namus, şeref ve haysiyetini velhasıl her şeyini kaybeder. Onların bu tavırları gelip geçer, Türk devleti yaşarsa su akar mecrasını bulur, yeter ki devlet milli olsun, bir olsun, bütün olsun, yaşasın. Onların hatalarını devlete mal etmek bizleri küstürür, azmimizi kırar, düşmanların ekmeğine yağ sürer. 

Ondaki Türklük  şuuru, İslamla şereflenmesi beni nasıl hayrete düşürdüyse, devlet şuuru da şaşırtmıştı. Yıllar sonra ülkesi işgal edilen, devleti yıkılan Irak’ta bir milyona yakın kadın ve kızın ırzına tecavüz edilmemiş miydi? İnsan olma şerefi ayaklar altına alınmamış mıydı? Bütün bunlar da demokrasi adına yapılmamış mıydı?  Ya Balkanların, Anadolu’nun işgalinde nice zulümler çektirmemişler miydi?  

Yaklaşık bir ay sonra birlikte bahsettiği köylere gittik. Mondaki Kongur tercümanlığımı yapıyordu. Köyün birinde yaşlı bir Macar kendilerinin Kıpçak Türkü olduğunu şöyle anlattı: 

-Bizim atamız ağaç  kovuğunda dünyaya gelmiş. Oğuz Han’a götürüp adını ne koyalım diye sormuşlar. O da Kıpçak koyun demiş. Orta Asya Türkçesinde Kıpçak ağaç kovuğu anlamına geliyormuş. Orta Asya’dan geldiğimizin yaşayan canlı bir şahidi de var.

– Nasıl yani? Bin altı yüz yıldır yaşayan canlı şahit olur mu? 

– Çağırayım da gör.

Seslendi ve iri bir köpek kuyruğunu sallayarak, sahibine minnet tavırlarıyla yanımıza geldi. Köpeğinin başını okşarken; 

– Biz anavatandan gelirken bu kangalı da getirmişiz. Bu kangal sadece Orta Asya’da, Anadolu’da ve burada bulunur. İşte bu bizim canlı şahidimizdir. 

Yaşlı Kıpçak Türkünün bu “canlı şahit” benzetmesi kırk yıl düşünülse akla gelmeyecek cinsden bir tanımlama idi ki, Anadolu insanının keskin zekasını hatırlatıyordu. 

Aradan geçen altı  aydan uzun zamandan sonra eşim ve kızım yanıma geleceklerdi. Avusturya’dan vize almışlar, fakat Macaristan konsolosluğu vize vermemişti. Bir akşam sohbet esnasında geçince Mondaki İstanbul konsolosunu aradı ve ertesi günü vizeyi verdiler. 

Bir ay kadar sonra eşim ve kızım geldiler. Mondaki’yi gıyaben tanıyorlardı, ben de o tarihten beri onu görmemiştim. Birlikte evine gittik. Kapıyı kısa boylu, çekik gözlü, köse, her halinden Orta Asya Türkü olduğu belli olan yaşlı birisi açtı. Mondaki Kongur’un arkadaşı olduğumu söyledim. Bir şeyler anlatmaya çalıştı, önce anlayamadım, tekrar edince bir hafta önce kalp krizinden vefat ettiğini anladım. İçeriye aldı, hanımı Ayça Hanım geldi, çok üzgün olduğu belli oluyordu. Biz de sanki yurttan kilometrelerce uzakta, burada en yakınlarımızdan birini kaybetmiş gibi üzüldük. Ruhuna Yasin ve Fatihalar okuduk.  

Vefat haberini Başbuğ’a bildirdim. Çok değerli bir insanımızı kaybettiğimizi, çok müteessir olduğunu belitti.

Kim derdi ki Foça’daki köpek çiftliğinde Macar kangalı ile karşılaşacaksın, bu hatıran tekrar gözünün önünden bir film şeridi gibi geçecek! Yaşlı Kıpçak Türkünün sözlerini bize köpekleri tanıtan teknisyene aktardığımda o da teyit etti.  

Oradan ayrıldığımızda hatıramı Hüseyin’e anlattım, birer Fatiha okuduk. Ondaki Türklük ve Müslümanlık şuurunun ve devlet anlayışının hafızama mermere kazınmış bir imza olarak hiç çıkmayacağını  bir kere daha gördüm…

 

Gül Diyarı

Zulmün vahşi dipçiği dağlıyorken bağrını
Vücuduna yükleyip bir devrin tüm kahrını
Dergah eyleyip o dem de Eyyüp sabrını
Yusufiye’lerde dert ettin Gül diyarını.

Mukaddes bildiğimize zulmettiler, İlahi!
İstiklal marşımızı tersten ezberlettiler, dahi!
Hükmü sakıt yaftanın ilmeğinde, vicahi!
Yusufiye’lerde serdettin Gül diyarını?

Tek pırpır’a içtima. sayıl! dön sola, sağa
Hafakanla vesvese nasıl sığar dimağa
Zincirlerle bağlanıp taştan soğuk yatağa
Yusufiye’lerde anlattın Gül diyarını.

Rabbim o vuslat hali ilham ile gizlemiş
Mazlum ki sonsuzluğun sahibini özlemiş
Son nefeste üşüyüp imanını süslemiş
Ruhunu teslim ile öğrettin Gül diyarını.

Sen ki, gül diyarına öyle büyük sevdası
Ömründeki mihneti,gönlündeki davası
Ardın sıra seninle memleketin duası
Anadolu tahtında ağlattın Gül ahyarını

Her yaprağı goncanın elbet senden hatıra
Ey Resulü Kibriya (SAV) sen gelirsin hatıra
Mehmet Akif merhumun koynundaki satıra
Taceddin’de nefes ver, bağışla Gül diyarını..  

Bir Düş Bir Gülüş: Zıp Zıp Zipe(2)

Bu projenin isminden bahsetmiştim “Bir Düş Bir Gülüş: Zıp Zıp Zipe” İnşallah o bölgedeki çocuklarımız rüzgar gülü(Zipe) ile oynanan bu güzel oyunu tekrar oynarlar.(Zıp Zıp Zipe) Ellerinde taş veya yol aralarında oynadıkları barikatlı oyunlar yerine, yine eskisi gibi rüzgar gülünü ellerine alarak herkesi kıskandıracak şekilde,  şen, masum, çocukça koşarak oyunlarını oynarlar. Her çocuk çocukluğunu yaşamak ister. Bunun da yolu çocuklarımızın kendi yaşına uygun çocuk oyunlarını oynayacak, spor ve diğer etkinlikleri yapacak ortamların hazırlanması gerekmektedir. Bu da yetmez onların tekrar bu oyunları oynayacak bir ruh haline gelmesi için çeşitli programların, çeşitli amaca uygun bilimsel ve yerel çalışmaların yapılması çözüme bizi yaklaştırır.

Yöneticilere düşende bu ortamın hazırlanmasıdır. En azında artık bundan sonra her türlü suistimalden uzak, çocuklarımızın çeşitli simsarlar tarafından kullanılmadığı, çocukluklarını çocuk gibi yaşamalarını sağlayacak ortamların hazırlanması gerekir diye düşünüyorum. Bu kötü ortamların kaldırılarak yeni ve yaşanabilir ortamlar haline getirilmesinde herkese büyük görevler düşmektedir. Bu bağlamda hakikaten kılı kırk yararak konunun uzmanları tarafından ve proje gurubunun katkılarının da alındığı içine insan sevgisi, coşkusu, heyecanını da katarak, hazırlanan projeyi çok önemsiyorum.

Proje ekibinin projeye olan güvenleri, inançları bu projenin en önemli özelliklerinden biri bence. Projenin tamamını burada yayımlıyorum. Belki bu ve buna benzer çalışmalar yapmak isteyenlere metodoloji olarak bir katkı yapabilir.. Ben buradan Proje ekibine (Kerim Ağacanoğlu, Firdevs Aksoy, Zeynep Başer, Muhammed Ümit Çiftci, Recep Çiftci, Mustafa Kuşcu, Gökhan Övenç, Gülsünay Uysal), yöneticilerine (İdris Ağacanoğlu, A.Tarık Çelenk, Murat Sofuoğlu, Ayşegül Elif Aslantepe) ve diğer katkı koyan herkese; popülist yaklaşımdan uzak, çözüme odaklı, bilimsel,yapısal bir proje ve metodoloji hazırladıkları için kutlamak isterim.

Ati(Ati Gençlik ve Spor Deneği) ile Ekopolitik’in geliştirdiği çözüm planı 3 fazlı. Prof. Dr. Vamık Volkan “taş-atan çocuklar” cümlesinin kullanılmasını istemedi. Çıkış felsefesi olarak  bakıldığında “…..Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde son 30 yıldır yaşanan şiddet ortamı ile beraber toplumsal yaşamın neredeyse tüm alanlarında ciddi problemler ortaya çıkmıştır. Bu problemlerden bölge insanlarının geneli etkilenmekle beraber en çok etkilenen kesim arasında kadınlar, gençler ve çocuklar yer almaktadır.  Bölgedeki sorunların bir sonucu olarak çocukların ve gençlerin son yıllarda şiddet olayları ve sonraki yargı süreçleri ile gündeme gelmeleri mevcut durumun vahameti açısından dikkat çekici bir konu haline gelmiştir. Söz konusu sorun Kamuoyunda hukuki ve siyasi boyutları ile yerini almış olsa da mevcut durumun farklı boyutlarla da değerlendirilmesi ve sorunun çözümü noktasında ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarla ele alınması kaçınılmaz bir hal almıştır.(Ati-Ekopolitik)

Bu düşüncemizin bir ürünü olarak da çocukların kendilerini şiddetle ifade etmeye iten sebeplerin teşhis edilerek uzun vadede ortadan kaldırılması; kısa vadede de çocukların bu sebeplerden en az etkilenmelerinin sağlanması gerektiğine inanıyoruz. Bunları gerçekleştirebilmek için, önce geniş çaplı bir veri toplanması, ardından değişik disiplinlerden uzmanların bu verileri kendi disiplinleri açısından değerlendirmeleriyle sorunun teşhis edilmesi ve nihayetinde teşhise uygun çözüm yollarının belirlenmesi şeklinde basamaklandırılabilecek üç fazlı bir çözümün hayata geçirilmesini planlıyoruz. Sorunu kökenlerine inerek çözmeyi hedefleyen Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Derneği (Ekopolitik) ile Hakkari Ati Spor ve Gençlik Kulübü Derneği 3 Fazlı Çözüm planı vasıtasıyla çözüme katkıda bulunabilecek her birey ve kurumu inisiyatif almaya davet ediyor.(Ati-Ekopolitik).

Bu arada 1. Yazıyı yazarken (http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1474 ) Proje ekibi Hakkari’de idi. Todays Zamanda 15 Mart 2010 tarihinde Yonca Poyraz Doğan’ın Ekopolitik Koordinatörü A.Tarık Çelenk’le yapılan “Bir Araya Getirilebildikleri Takdirde Düşmanlar Dost Olabilirler” temalı söyleşide çıkan Proje ekibine ait birkaç paragrafta yazıp, linkini vereceğim ilgilenen arkadaşlar bakabilir.

 “…..4-14 yaş arasındaki Hakkarili çocuklarla görüşen Gülsünay Uysal ve Ayşegül Elif Aslantepe bizlerle tecrübelerini paylaştılar.

Hakkari’de nereleri ziyaret ettiniz?

Uysal: Çocukların şiddet içeren eylemlerde yer aldığı Bağlar köyüne gittik. Çocukların resmini çekmek istediğimizde büyük bir tepkiyle karşılaştık, hatta bize taş atmaya bile yeltendiler. Fakat grup rehberimizin onlara asıl niyetimizden bahsetmesinden sonra, bizi sıcak karşıladılar. Korkmalarının sebebi, çektiğimiz fotoğrafları polise vereceğimizi düşünmeleriydi. Bir güven sorunu vardı ortada. Orada yaklaşık 20 çocuk bulunuyordu ve bunların hiçbirinin oynayacak bir şeyi yok, bir futbol topu bile.

Peki neler konuştunuz?

Aslantepe: Bize oyun oynayacak yerlerinin olmadığını söylediler. Gerekli oyun alanları oluşturulduğu takdirde oynayıp oynamayacaklarını sorduğumuzda, çok mutlu olacaklarını ve mutlaka oyun alanlarını kullanacaklarını söylediler. Kürtçe kitaplar okuyabilmek de çocukların istekleri arasında.

Başka neler yaşadınız?

Uysal: Biz çocuklarla yakınlaşmaya çalışırken, yanımızdan bir polis aracı geçti ve aniden havaya birkaç el ateş açtı. Polis aracının gitmesinden sonra çocukların yanına gittik ve yerdeki kovanlar gözümüze çarptı. Böyle bir olayla karşı karşıya kalmak bizi derinden etkiledi. Her ne için olursa olsun çocuklara ateş açmak kabul edilebilir bir şey değil. Çocuklara bu şekilde muamele edilirse, onları kaybedebiliriz.

Aslantepe: Çocukların bulunduğu sokaktan geçerken gereksiz yere ateş açıldı.

“Ne yaptığın ne olduğundan daha önemlidir” …………….

 (http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=4646&pid=905) , (http://www.todayszaman.com/tz-web/news-204346-8-ekopolitiks-celenk-says-enemies-can-become-friends-if-brought-together.html)

ÇÖZÜM PLANI

FAZ 1

Veri Toplanması

Çocuklarımızı şiddete iten sorunlarla ilgili kalıcı bir çözüme gidilmesi için geçmişe dönük bir yol haritasının çıkarılması sorunlara teşhis koymak ve sorunların çözümü için hangi metot ve araçların kullanılacağını belirlemek açısından gereklidir. Bunun için aşağıda sıralanacak yerel kurum ve şahısların işbirliği ile sorun analizinin temelini oluşturacak verilerin toplanması planlanmaktadır.

Psikologlar Tarafından Yapılacak Saha Çalışması

Psikiyatrist Dr. Ayla Yazıcı’nın süpervizyonunda oluşturulacak 10 kişilik psikolog ekibinin Hakkari çapında seçilecek 50 aile ile ayda bir, toplam bir sene görüşmesi; bu sayede şehirde ikamet eden ailelerdeki temel dinamikleri, çocukların sorunlarını, risk faktörlerini, müdahale alanlarını ve henüz tam anlamıyla ortaya çıkmamış ya da henüz kamuoyunun dikkatini çekmeyen sorunları tespit etmesi amaçlanmaktadır.

Odak Grup Çalışmaları

Bu çalışmada Katılımcı Eylem Metoduyla (Participatory Action Research) çocuklar ve gençlerle yarı planlanmış mülakatlar/sohbetler yapılarak çocukların kendilerini ifade etmeleri sağlanıp, soruna bakış açıları, rahatsızlık duydukları konular, hayal ettikleri şehir ve ortama ilişkin ayrıntılı bilgiler elde edilmesi planlanmaktadır.

Hakkari Emniyet Müdürlüğü:

Hakkâri Emniyet müdürlüğünden alınacak yıllara göre kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile haklarında işlem yapılan çocuk sayılarına dair verilerin karşılaştırılması planlanmaktadır. Yıllara göre olay sayıları karşılaştırılarak dikkat çekici artış ve azalmaları tetikleyen faktörler üzerine daha geniş araştırmalar inşa edilecektir.

Hakkari Devlet Hastanesi

Hakkâri Devlet Hastanesi Psikiyatri Servisinden Travma Sonra Bozukluk teşhisi konulmuş çocukların yıllara göre dağılımını gösteren istatistikler talep edilerek yine dikkat çekici artış ve azalmalar üzerinden durumu tetikleyen faktörlerin tespiti amaçlanmaktadır.

Muhtarlar ve Okul Aile Birlikleri Toplantıları

Çocukların hem okul hem de mahalli yaşantıları hem de onları etkileyecek olaylar hakkında en çok bilgi sahibi olan iki grup olan muhtarlar ve Okul Aile Birliklerinden kendi aralarında bir araya gelecekleri toplantılarda konuya ilişkin gözlem, tespitlerini ve muhtemel çözüm önerilerini iletecekleri toplantıların organize edilmesi planlanmaktadır. Bu sayede güçlü yerel bağlantıların kurulması, bölgesel hassasiyetlerin korunması, soruna ilişkin “sorunla iç içe” olan yerel insanlardan bilgi alınması ve bölgenin sorunun çözümünde inisiyatif alması amaçlanmaktadır.

Sivil Toplum Kuruluşları

Şimdiye kadar konu üzerinde çalışmalar yapmış, çocuklar ve ailelerle görüşmüş yerel Sivil Toplum kuruluşlarıyla bilgi paylaşımına ve eylemde işbirliğine gidilmesi düşünülmektedir.

Kanaat Önderleri

Konu ile ilgili fikirlerine danışılabilecek yerel ve ulusal kanaat önderleri ile bağlantıya geçilerek farklı kesimden insanların sorun ile ilgili tespit ve çözüm önerilerinin alınması.

Anket

Çocuklar ve aileleri arasında konunun uzmanları tarafından hazırlanmış, çocukların ve ailelerinin sorunlara bakışını, onları tetikleyen faktörleri ve hali hazırdaki psikolojik durumlarını ölçecek anketlerle çocukların sorunlara bakış açılarının ve algılarının öğrenilmesi planlanmaktadır.

 

 

FAZ 2

Teşhis

Faz 1 ile birlikte toplanılan verilerin değerlendirilmesi geçmiş ve güncele dönük bir sorun profili ortaya çıkarılması ve sorunun çözümüne yönelik girişimlerin başlatılması için Prof. Dr. Vamık Volkan,  Murat Belge, Vedat Bilgin, Ayşe Betül Çelik, Ferhat Kentel, Dr. Ayla Yazıcı ve Mesut Yeğen’den müteşekkil bir ulusal (Ek 1: Danışma Kurulu özgeçmişleri) ve 12 yerel kanaat önderi, kamu görevlisi ve uzmanlardan oluşan bir yerel danışma kurulu oluşturulmuştur.

  • Psikiyatrist, Psikolog, Sosyolog, Siyaset Bilimci, Eğitimcilerden oluşan ulusal danışma kurulu ve yerel kanaat önderleri, kamu görevlileri ve uzmanların işbirliği ile Faz 1’de toplanan veriler ışığında sorun teşhisinin yapılıp, durumun mevcut haritasının çıkarılması;
  • Sorunun çözümü için aciliyet arz eden grup ve konu başlıklarının belirlenmesi;
  • Normalleşme araç ve metotlarının tespiti;
  • Sorunu farklı açılardan kuşatan somut çözüm önerilerinin ortaya konması;
  • Ortak bir çözüm ve eylem planının hazırlanıp hem kamuoyuna hem de karar vericilere sunulması planlanmaktadır.

FAZ 3

Eylem Planı

Bu aşama Faz 2’de ortaya çıkarılan çözüm önerilerinin hayata geçirilmesi noktasında atılacak somut adımları kapsamaktadır. Danışma kurulunun sunduğu çözüm planının projelendirilmesi ve farklı projelerle sorunun holistik bir yaklaşımla çözülmesi amaçlanmaktadır.  Sorunları kuşatma adına projelerin hedef kitlesi olarak şu an için belirlenen 4 grup vardır. Projelerin çocuklar, gençler, kadınlara ve eğitimcilere yoğunlaşması beklenmektedir. Bu kapsamda muhtemel proje başlıklarının şunlar olması beklenmektedir:

Çok Kültürlü Ortamlarda Eğitimcilere Çatışma Yönetimi Becerisi kazandıracak Eğitim Programı:

Bu proje ile Eğitimcilerin çocuklarla ilgili problemlere farkındalıkla ve çözüm odaklı yaklaşmasının sağlanması ve çok kültürlü ortamlarda yaşanabilecek iletişim kazalarının en alt düzeye çekilmesi bu sayede çocukların okuldan ayrılma gibi sorunlarının minimuma indirilmesi amaçlanmaktadır.

Çocuklar için Yaşam Merkezi Projesi:

Çocukların enerjilerini ve yaratıcılıklarını Bilim, kültür, spor ve sanat alanlarında değerlendirmelerini, böylece çeşitli becerilerinin inkişaf etmesi ve geliştirilmesi projenin ana hedeflerindendir.

Kardeş Okullar Projesi

Hakkâri’deki ilk ve orta dereceli okullar ile İstanbul başta olmak üzere diğer illerimizdeki okulların kardeş okul ilan edilerek farklı illerdeki öğrenciler ve velileri arasında dostluk köprüleri oluşturulması ve Hakkâri’deki okulların maddi imkânsızlıklarının azaltılması amaçlanmaktadır.

Kadınlar için Eğitim ve Üretim Merkezi Projesi

Kadınların sosyal ve ekonomik yönden güçlendirilmesi amacı doğrultusunda bölge kadınlarının üretebilecekleri pazarlama potansiyeli olan ürünlerin pazar bağlantılarının kurulması, kadınların ürettikleri ürünlerin satılabilmesi için altyapı kurulması ve kadınlara yönelik mesleki beceri alanlarda eğitimlerini verilmesi hedeflenmektedir.

 

Gençler İçin Meslek Edindirme Kursları

Bölgedeki iş gücü ihtiyaçları doğrultusunda Ticaret Odaları ve Üniversiteler ile işbirliği halinde istihdam garantili meslek edindirme kursları açılarak çocukların rol modelleri olan bölge gençliğinin en büyük problemlerinden biri olan işsizlik sorunun çözümüne katkıda bulunulması planlanmaktadır.

Ek 1: Danışma Kurulu Özgeçmişleri

Prof. Dr. Vamık Volkan:

1932 yılında Kıbrıs’ta doğdu. Kıbrıs İslam Lisesi’nde okudu; son sınıftayken çıkan isyanla adı değişen Kıbrıs Türk Lisesi’ni bitirdi. Türkiye’ye geldi, Ankara Tıp Fakültesi’nden 1956’da mezun oldu. Türk vatandaşı olamadığı için çalışma şartları zordu.

1957’de ABD’ye, Şikago’ya gitti. Üç ay sonra babasından gelen mektupta, en yakın arkadaşının Kıbrıs’ta bir eczanede milliyetçi Rumlar tarafından öldürüldüğünü anlatan gazete kupürü çıktı. 10 yıl Türkiye ve Kıbrıs’a gelemedi.

2002’ye kadar tam 45 sene Virginia Üniversitesi’nde ders verdi. 18 yıl Virginia Üniversitesi hastanelerinden birinde başhekimlik yaptı. 2002’den bu yana da Virginia Üniversitesi’nde Psikiyatri Bölümü’nde emeritus profesör olarak çalışmalarına devam etmektedir. Prof. Volkan, 2005’te Finlandiya Kuopio Üniversitesi’nden, 2006’da da Ankara Üniversitesi’nden fahri doktora almıştır. 1987 yılında Mind and Human Interaction adlı bilimsel derginin kuruculuğunu yapmış ve 2003 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür.

Prof. Volkan’ın politik psikoloji üzerine çalışma ve projelerinden bazıları şunlardır:

  • 1979 ile 1986 yılları arasında üst derecedeki İsrail ve Arap temsilcileri arasında gayri resmi diplomatik toplantılarda bulundu ve bu projenin son üç yılında bu toplantıları idare etti.
  • 1987’de Virginia Üniversitesi’nde Mind and Human Interaction Merkezi’ni kurdu. Bu merkezin üyeleri psikanalistler, psikiyatrisiler ve psikologların yanında emekli yüksek seviyeli diplomatlar, tarih profesörleri ve diğerleriydi. Reagan ve Gorbachev Soğuk Savaş’ı bitirmeye çalışırken merkezin bir projesi olarak Prof. Volkan iki yıl Amerikalılar ve Sovyetler arasında gayri resmi diyaloglar açtı. Sözkonusu süreçte Sovyetler Birliği Duma’sı Prof. Volkan’ın merkezi ile resmi bir anlaşma yaptı.
  • Sovyetler Birliği çöktükten sonra Rusya ve Baltık ülkelerinin birbirlerinden ayrıldıktan sonra barışçıl ilişkilere girmeleri için Prof. Volkan Ruslar ve Baltık ülkeleri (bilhassa Estonya ) arasındaki gayri resmi diyalogları altı buçuk sene idare etti.
  • Daha sonra uzun yıllar süren projelerde Sırplar ile Hırvatlar, Gürcüler ile Güney Osetleri diyaloglarla bir araya getirdi. Komünizm çöktükten sonra Arnavutluk’ta ve işgal bittikten sonra Kuveyt’te ortaya çıkan toplum psikolojilerini inceledi.
  • 10 sene eski Cumhurbaşkanı Jimmy Carter’ın başkanlığındaki ve birçok tanınmış dünya liderlerin üye olduğu Uluslararası Görüşmeler Ağı (International Negotiation Network) üyesi olarak çalıştı.
  • Türk-Ermeni Uyuşma Komisyonu’nda Türk heyetinin bir üyesi olarak görev yaptı.
  • Son üç yıldır Volkan ve Eski Kuzey İrlanda Parlamento Başkanı Lord John Alderdice (Türkiye’den, Bahçeşehir Ü. Rektörü Deniz Ü. Arıboğan ve Ankara Politik Psikoloji Cemiyeti şefi Prof. Abdülkadir Çevik’in de katıldıkları) Batı ve İslam dünyalarının temsilcilerini bir araya getiren çalışmalar yapıyor ve iki dünya için sözkonusu edilen ayrımların temelindeki hisler ve varolan algılamalar üzerinde çalışıyor.

Prof. Volkan 49 kitap çalışması yaptı ve 400’ü aşkın bilimsel makale yayınladı. Ayrıca psikopolitik teoriler ve dünyanın sorunlu birçok yerinde barış için yaptığı çalışmalar nedeniyle 2005-2008 yılları arasında dört kez peşpeşe Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Prof. Volkan, aynı zamanda American College of Psychoanalysts’in başkanıdır.

Murat Belge

1943 yılında Ankara’da doğdu. İşadamı ve milletvekili Burhan Belge’nin oğlu, yazar ve diplomat Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun yeğenidir. 1966’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. Faulkner ve Joyce’den başarılı çeviriler yaptı. 12 Mart döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974’te üniversiteye döndü. Doktora tezi Christopher Caudwell üzerinedir. Halkın Dostları (1970) ve Birikim (1975) dergilerinin kurucuları arasında yer aldı. Bu dergilerde sosyalist teori ve siyasete ilişkin yazılar yazdı. Fransız düşünürü Althusser’in görüşlerini savundu. 1980’de doçent oldu. 1981’de YÖK yasasının çıkmasından sonra üniversiteden ayrıldı. Demokrat ve Cumhuriyet gazetelerinde yazılar yazdı. 1983’te Yeni Gündem dergisinin ve İletişim Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlendi. İletişim’in kısa sürede Türkiye’nin en başarılı ve güvenilir yayınevlerinden biri haline gelmesinde öncü rolü oynadı. Yeni Gündem dergisinde bir dönem Sadık Özben takma adıyla mizah yazıları yazdı. Ayrıca İstanbul’un tarihi bölgelerinde düzenlediği kültür turlarıyla tanındı; yemek ve mutfak kültürü ve geziye ilişkin kitaplar, gezi rehberleri ve popüler tarih kitapları yazdı. Belge halen, bir dönem uluslararası başkanlığını yaptığı Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin Türkiye şubesi yöneticisi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nin Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü başkanıdır. Halen Taraf gazetesinde yazılarına devam etmektedir.

Vedat Bilgin

Vedat Bilgin, 1954 yılında Bayburt’ta doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bayburt’ta tamamlamıştır. 1974-1980 Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesinde yüksek öğretimini yapmış olup, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde Master ve Doktora programını tamamlamıştır. 2000 yılında Başbakanlık Baş danışmanlığı yapmış olan Bilgin, halen Gazi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesinde öğretim üyeliği ve MHP MKYK üyeliği görevini sürdürmektedir.

Ayşe Betül Çelik

SUNY Binghamton’dan Siyaset Bilimi doktorasına sahip olan Betül Çelik, Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi ile aynı fakültenin Uyuşmazlık Analizi ve Çözümü yüksek lisans programında öğretim üyesidir.

 

Ferhat Kentel

İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan Doç. Dr. Ferhat Kentel, 1965’te Ankara’da doğdu. 1981’de ODTÜ’de İşletmecilik lisans eğitimini tamamladıktan sonra 1983’te Ankara Üniversitesi SBF’den yüksek lisans ve 1989’da Paris, EHESS’ten Sosyoloji doktora derecesi aldı. Fransa’da çeşitli dönemlerde misafir öğretim üyesi ve araştırmacı olarak bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli kitap ve dergilerde modernite, yeni sosyal hareketler, din, İslami hareketler, aydınlar, etnik cemaatler üzerine makaleleri yayınlanmaktadır.

Dr. Ayla Yazıcı

Ayla Yazıcı Türk Psikiyatri Derneğinin Başkanı olup, Avrupa Psikiyatri Derneğine Türkiye’den üye olan 16 Psikiyatrist’ten biridir. Kendisi halen Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesinde görev yapmaktadır.

Mesut Yeğen

Mesut Yeğen 1964’te Siverek’te doğdu. Ankara Atatürk Lisesi’nden mezun oldu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans, Essex Üniversitesi (İngiltere) Sosyoloji Bölümü’nden doktora derecesini aldı. Halen ODTÜ sosyoloji bölümünde öğretim üyesidir ve Mürekkep dergisi yayın… kurulunda yer almaktadır.

Aklımızın bir ucunda kalması için, Türkiye 1990 yılında imzaladığı Çocuk Hakları Sözleşmesinin 54 maddeden bazıları; (www.ihb.gov.tr )

Madde 12

1.Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar.

Madde 13

1.Çocuk, düşüncesini özgürce açıklama hakkına sahiptir; bu hak, ülke sınırlarına bağlı olmaksızın; yazılı, sözlü, basılı, sanatsal biçimde veya çocuğun seçeceği başka bir araçla her türlü haber ve düşüncelerin araştırılması, elde edilmesi ve verilmesi özgürlüğünü içerir.

Madde 14

1. Taraf Devletler, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkına saygı gösterirler.

Madde 15
1. Taraf Devletler, çocuğun dernek kurma ve barış içinde toplanma özgürlüklerine ilişkin haklarını kabul ederler.

Madde 16

1.Hiçbir çocuğun özel yaşantısına, aile, konut ve iletişimine keyfi ya da haksız bir biçimde müdahale yapılamayacağı gibi, onur ve itibarına da haksız olarak saldırılamaz.

Madde 20

1.Geçici ve sürekli olarak aile çevresinden yoksun kalan veya kendi yararına olarak bu ortamda bırakılması kabul edilmeyen her çocuk, Devletten özel koruma ve yardım görme hakkına sahip olacaktır.

Madde 23

1.Taraf Devletler zihinsel ya da bedensel özürlü çocukların saygınlıklarını güvence altına alan, özgüvenlerini geliştiren ve toplumsal yaşama etkin biçimde katılmalarını kolaylaştıran şartlar altında eksiksiz bir yaşama sahip olmalarını kabul ederler.

Madde 24

1.Taraf Devletler, çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.

Madde 27

1.Taraf Devletler, her çocuğun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat seviyesine hakkı olduğunu kabul ederler.

Madde 28

1.Taraf Devletler, çocuğun eğitim hakkını kabul ederler.

Madde 31

1.Taraf Devletler çocuğun dinlenme, boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlence (etkinliklerinde) bulunma ve kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar.

Madde 33

1.Taraf Devletler, çocuğun, ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul ederler.

Madde 34

Taraf Devletler, çocuğu, her türlü cinsel sömürüye ve cinsel suistimale karşı koruma güvencesi verirler.

Hakkari'de bir okul

Hakkari’de bir okul

Hakkari'den bir görünüm

Hakkari’den bir görünüm

Önceden di

Bir zamanlar yar sevmek,

Hem suyudu hemi ekmek.

Aşk uğrunda çile çekmek,

Öncedendi önceden.

 

Seven aşık bahtiyardı,

Taştan yastıkta yatardı.

Dünyayı pula satardı,

Öncedendi önceden.

 

Çetleşmeler hiç olmazdı,

Her sevgili mektup yazdı.

Nameler, ne güzel hazdı,

Öncedendi önceden.

 

Sevgilerde vefa vardı,

Ömür boyu hep yaşardı.

Hem, bir yastıkta kocardı,

Öncedendi önceden.

 

Herkes sevgiyle bakardı,

Gönülleri aşk yakardı.

Yıllar su gibi akardı,

Öncedendi önceden.

 

Bir çırpıda aşk bitmezdi,

Sevenlere hiç yetmezdi.

Üzülen yar, kin gütmezdi,

Öncedendi önceden.

 

Gurbetteki  özlenirdi,              

Gece gündüz gözlenirdi.                    

Yürekte aşk közlerdi,

Öncedendi önceden.

 

Seven kalpler uyumazdı,

Daldan dala da uçmazdı.

Hemencecik unutmazdı,

Öncedendi önceden.

 

Sevgililer pek kibardı,

Birbirine saygı vardı.

Kabalıklar büyük ardı,

Öncedendi önceden.

 

Çirkin aşık yok, derdiler,

Sevilenler güzeldiler.

Kayboldular birer birer

Öncedendi önceden.

 

Sevgilerde lezzet vardı,

Buram buram kokarlardı.

Şimdi gönüller karardı,

Öncedendi önceden.

 

Gözler ağlardı önceden,

Buse alırsa goncadan.

Kalpler yanardı  inceden,

Öncedendi önceden.

 

Tatmaz olduk özlemleri,

Sulandırdık sevgileri.

Artık kalmadı değeri,

Öncedendi önceden.

 

Sevgililer gitti bir bir,

Ne nağme kaldı, ne şiir.

Gönüllerde bitti sihir,

Öncedendi önceden.

 

Onlar bindi bulutlara,

Uçup gitti uzaklara.

Sevdalarda bitti kara,

Öncedendi önceden.

 

Ruhlar ayrıldılar tenden,

Robotlarla doldu evren.

Sevmeye kalmadı neden,

Öncedendi önceden.