14.4 C
Kocaeli
Pazartesi, Eylül 29, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1188

Soru-Cevaplarla Referandumda Neden “Evet”, Neden “Hayır”?

0

Giriş: 12 Eylül günü Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi ile ilgili olarak Halk oylaması yapılacaktır. “Neye” ve “ne için” oy verileceğini, hangi maddede “neyin” ifade edildiğini, bu maddelerin halkımıza “neler getirdiğini ya da getirmediğini” bilen seçmen sayısının çok olduğunu hiç sanmıyorum. Bu konuya yoğunlaşmış eli kalem tutan bir münevver olarak konuyu detaylı farklı yönlerden inceleyip sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.

Yaklaşım şekli: Konuyu iyi bilen hukukçulardan, bürokratlardan, sosyal bilimcilerden, pasif politikacılardan, yazar ve akademisyenlerden, konu ile doğrudan ya da dolaylı ilgili olan görevlilerden, sade vatandaşlardan soru-cevap bağlamında görüşler aldım. Bu farklı meslek gruplarından başka konuyla çok ilgilenmeyen daha çok siyasi parti liderlerinin söylemlerine ve çevreden gelen telkinlere göre fikir oluşturan vatandaşlardan; küçük esnafın, küçük memurun, işçinin ne düşündüğünü öğrenmek için rasgele seçilmiş kişilerden, konu hakkında ne bildiklerini ve neden ne için “evet” ya da “hayır” diyeceklerini öğrenmeye çalıştım.

Anayasal değişikliği iyi anlamak için bazı hatırlatmalardan sonra sorgulamalar yaparak konuyu irdeledim; verilen cevaplarına bağlı olarak bu insanların kararlarını da sordum.

Vatandaşlardan edindiğim ana fikir şöyle; öncelikle bu anayasal değişiklik halkın dışında oluşmuş bir olay olduğu, seçmenden saklanan bir şeylerin olduğu, değişikliğin amacının görünenden farklı olduğu, işin içine inandırıcı olmayan “cunta” söylemlerle basite indirgendiği algısı… 

**

Yöntem: Hal böyle anlaşılmakla birlikte konuya bazı sorularla yaklaşımda bulunarak irdelemeye çalışalım. Önce konu hakkında bazı hatırlatmalar yapıldı, onun üzerine sorgu cümlesi geldi. Verilen cevaplar özetlenerek verildi. Bazı sorular “genel” kapsamlı idi ve hedef kitledeki kişilere göre değişik oldu. Cevaplardan sonra kararları soruldu, verilen açık ya da kapalı yanıt aynen yansıtıldı.

**

Sorular-cevaplar ve kararlar…

Hatırlatma: Anayasa değişikliğinin hayat standartlarımızı değiştirmek için yapıldığı, ‘herkes için daha çok demokrasi, herkese daha çok hürriyet’ geleceğini söylüyor siyasi irade.

Soru: (genel) 12 Eylül’de oylayacağımız Anayasa değişiklikleri, hayat şartlarımızı iyileştirecek hükümler içeriyor mu? Cevap: (Görüştüğüm hukukçular ve akademisyenlerin verdiği yanıt tek kelime oldu: “Hayır”… Kararınız: “Hayır”

**

Hatırlatma: 2009 yılına ait işsizlik sorunu ve ekonomik krizle artan sefalet hakkında gerekli bilgi Çalışma Bakanlığından alındı. İşsizlik aile 1.600 bin ve toplumdaki işsizlik yüzde rakamı %33. Ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç böyle bir işsizlik rakamı telaffuz edilmediğini yetkililer ifade ettiler.

Soru: (işçiler ve hukukçulara) Peki ala, “bu değişiklik maddelerinde işsizlere iş bulma konusunda bir yenilik, hüküm getiriyor mu?” Cevap: “Hayır, yok.” Kararınız: “Hayır”

**
Hatırlatma: Hangi siyasi parti iktidara geldiyse emekli memura, emekli işçiye “hayat standartlarını yükseltecek” vaatlerde bulundular. Mevcut siyasi iktidar da bu vaatleri tekrarladı. Tam da fırsatı gelmişken, emekliler için kalıcı bir Anayasa hükmü konulabilirdi.

Soru: Peki, şimdi emekli vatandaşa soralım; “Anayasa değişikliğinde, açlık sınırında yaşayan siz emekliler için birazcıcık ferahlatıcı bir hüküm var mıdır?” Cevap: “Kesinlikle yok.”  Kararınız: “Hayır!”

**

Hatırlatma: Siyasi iktidar 2002’de şu vaatleri yapmıştı; ‘ÖTV’yi ve KDV’yi indireceğiz, küçük esnafı, çiftçiyi ezdirmeyeceğiz’ demişti. Sonra, ürünü para etmeyen çiftçiye hiç de nazik olmayan ifadeler kullanılmıştı. Şimdi bir fırsat çıktı; mademki anayasa değişikliği yapılıyor, tarım kesiminde çalışan insanlar, küçük esnaf ve çiftçi için olumlu bir madde konulabilirdi. Bir beklenti içindeki çiftçi ve esnafa soruldu.

Soru: “Anayasa değişikliği; siz tarım kesiminde çalışan çiftçiye, siz üreticiye, siz küçük esnafa iyileştirici bir hüküm, madde var mıdır?” Cevap: “Avukatımıza sorduk; asla öyle bir şey yok.” Kararınız: “Kararsızım, Hayır, Sandık başında..”

**

Hatırlatma: İktidara gelen her iktidar, “Türkiye Büyük Devlettir, bölgesinde lider devlettir, zengin ülkedir” İlginçtir bunun aksini gösteren rakamlar ortaya konuldukça, halk “imdat” diye bağırdıkça iktidardakiler kızdılar, kükrediler, öfkelendiler. Tam sırasıydı bu Anayasa değişiklikle gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek için bir madde koyabilirlerdi. Varoşlarda ayakkabısız kışı geçiren üç çocuklu asgari ücretli bir işçiye, bir memura soralım:

Soru: “Türkiye’deki milli gelirin fert başına dağılımından memnun musun? Değilseniz, Anayasa değişikliği bu gelir dağılımındaki adaletsizliği giderecek bir madde ya da hüküm taşıyor mu? Yoksulun daha da yoksullaşmasını engelleyecek bir hüküm var mı?” Cevap: “Tabii ki gelir dağılımından memnun değilim; bu iktidarda zenginler daha çok zengin oldu, bir de sonradan görme yeni zenginler türedi. Biz yoksullar daha da yoksullaştık. Çocuğuma kış günü bir kara lastik bile alamıyorum.” Kararınız: “Ümitsizim, herhalde “Hayır” diyeceğim”

**

Hatırlatma: Bu günkü siyasi iktidar, halk arasında “üstünler” ve “üstün olmayanlar” , “seçkinler” ve “düşkünler”, “seçilmişler” ve “atanmışlar” diye ayırımcılık yaptığını hatırlayalım. Büyük bir iddia ile ‘üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçiyoruz’ dediler. Bakıyorsunuz güya yerilen-aşağılanan hayali “üstünler” dedikleri meğer kendileriymiş üstünler,  seçkinler ve de seçilmişler… Her haliyle iktidarda devletin nimetlerine konmuşlar, onu paylaşıyorlar, zenginleşiyorlar. Mademki “hukukun üstünlüğüne geçiyoruz” diyorsunuz, o zaman herkesi hukuken eşit kılacak, hukukun herkese dokunur olmasını sağlayacak bir fırsat doğmuştu; Anayasa değişikliğine mebusların “dokunulmazlık” zırhını kaldıracak bir madde konulması gerekirdi. Şimdi bu soru öncelikli olarak hukukçuları ilgilendirdiğine göre onlara soralım; bir serbest avukat, bir kamu avukatı, bir de hâkimden oluşan üçlü hukuk insanın görüşleri;

Soru: “Anayasa değişikliği kapsamında, milletvekili dokunulmazlığını kaldıran bir madde hükmü konulmuş mu? Hukuk açısında dokunulmazlık ne demektir?” Cevap: “Şaka mı yapıyorsunuz beyefendi? Başkası değil de bu iktidar dokunulmazlık zırhını çıkaracak öyle mi? Bu hiçbir zaman mümkün değil, olmayacaktır da… Değişiklik paketinde bu konunun yanından bile geçilmemiş!” Kararınız: “Söylemlerimizde belli değil mi?”

**
Hatırlatma: Bazı politikacılar iktidara geldiklerinde, çocuklarının ABD de “hayırsever” vatandaşların-arkadaşların verdiği bursla okuduğunu, iskân ruhsatı olmayan kaçak yapı statüsünde gecekonduda oturduklarına dair beyanlarını, basından çıkan haberleri kimse unutmamıştır herhalde. İktidarları sırasında bazı politikacıların henüz 20-25 yaşları arasındaki çocuklarının çok zengin olduklarını, gemilere sahip olduklarını, mücevher dükkânları olduğuna dair haberler de basında manşet olmuştu. Zabit kâtibi, nüfus memuru, mahalle muhtarı gibi vatandaşlar bu konuda ne düşünürler merak edildi ve soruldu:

Soru: “Siz gibi sade vatandaşın çocukları belki politikacıların çocukları kadar  ‘ticari deha’ olmayabilirler; hiç olmazsa evlerine bir ekmek götürecek kadar bir işleri, bakkal dükkânları olmalarını istersiniz değil mi? Şimdi, oy vereceğiniz bu Anayasa değişikliklerinde, sizin ve siz gibilerin çocuklarını de “zengin” edecek bir madde, hüküm var mıdır?” Cevap: “Nereden bilelim Beyim? Ama bizim arzuhalciye sorduk; hani o dava dilekçeleri yazıyor ya kasabada… O da avukata sormuş, “yok” demiş. Kararınız: “Sandık başında kararımı vereceğim, ama arkadaşlar ‘Hayır’ vermekten yanalar.”

**

Hatırlatma: Meclisteki çok zengin politikacılar, sırası geldikçe zenginliklerinin çocuklarına yaptıkları ‘düğünde takılan altınlarla’ sağladıklarını ifade ediyorlar. Bunun doğruluğunu bilemeyiz, ancak aynı şekilde çocuklarının düğününü yapan okul müdürlerinden, daire başkanlarından, komiserlerden oluşan bir grubun da aynı şekilde zengin olup olmadıklarını sorgulamak için şu soru yöneltildi:

Soru: “..Bey siz de çocuk evlendirdiniz, epey takılar olmuştur, bu takılarla araba mı, yoksa ev mi aldınız?  Cevap: Hiç bir şey diyemiyorum. Bu konuları konuşmak bana “yasak”. Dinleniyoruz mutlaka, ekmeğime mesleğime zarar verirler!.. Kararınız: Sandık başında…

Bir soru daha: “Duymuşsunuzdur, maliyeden, adliyeden, belediyeden bazı adamlar yolsuzluk yapmış (naylon fatura, evrakta tahrifat vs), suç işlemişler, fakat milletvekili oldukları için “dokunulmazlıkları” varmış. Yani hukuk bunlara dokunmuyor. Siz bu işe ne diyorsunuz, referandumda ne düşünüyorsunuz? Cevap: “No comment-yorum yok…” Kararınız: “Susmak, şimdilik…”

**

Soru: (Genel bir soru) Bu Anayasa değişikliği, TBMM nin kanun kaçaklarının sığınma yeri olmaktan kurtaracak mı? Cevap: “Nerede o günler… Hak getire… Kim ayağına balta ile vurur ki bunlar vursun beyim!?…” Kararınız: “13 Eylül günü duyarsınız..”

**
Hatırlatma: Siyasi iktidar mensupları ve onların medyadaki uzantıları olan “köşe kapıcıları” ile “ekran bülbülleri” çok kullandıkları ‘demokrasi’ kelimesinin anlamını bilirsiniz; kısaca halkın kendini idare etmesi demektir. Meclise bakıldığında halkı temsil eden bir oran yok. %10 seçim barajı var. İktidardakiler demokrasinin aksine davranışlarda bulunuyorlar. Görünen manzara, parası olan, gücü olan, genel başkana kul-köle olan, iç ve dış destek alanlar Meclise giriyorlar. Konuyla ilgili görüşü olan emekli hâkim, savcı ve validen oluşan pasif bürokratlara soruldu.

Soru: “Anayasa değişikliğinde, gerçek manada halkın iradesinin meclise yansımasını sağlayan maddeler ve hükümler, örneğin baraj konusunu işleyen değişiklik, var mı?” Cevap: “Niye olsun ki? Halk sadece önüne konulan listeyi seçiyor. Parti başkanları kimi istiyorsa halk da ona oy veriyor. Yani parti başkanı diktası var. Halk nereden temsil edilecek? ” Kararınız: “Görüş belirtmeyelim, kararımızı sandık başında vereceyiz…”

**
Hatırlatma: Siyasi irade “açılım” ismi altında terör örgütüne büyük tavizler verdi. ‘Habur Şenliği’ yapılmasını sağladılar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti bölük pörçük edilmeye çalışılıyor. Buna pek ses çıkarılmıyor. Halk arasında çok tehlikeli “etnik” ayrışmanın başlamasına bu “açılımlar” sebep oldu, gidişat kötü…

Soru: (genel bir soru) “Din ve ırk ayırımına dayalı bir siyasetin yapılmasından yana mısınız? Oy vereceğimiz Anayasa değişikliği, din ve etnik mensubiyete dayalı bir siyaset yapmayı engelleyen maddeler veya hükümler var mıdır? Cevap: “Hiç sanmıyoruz. Öyle olsaydı DBP oylamada “Hayır” derdi. Demediğine göre demek ki böyle bir engelleme yok…” Kararınız: “Dayım, dedem, amcam bu vatan için can verdiler; İstiklal Savaşında, Çanakkale’de, Doğu cephesinde. Şimdi böyle bir durumda bana ne görev düşer? Onu siz düşünün artık…”

**
Hatırlatma: Siyasi irade yaptığı Anayasa değişikliğinin bir maddesinde şunu iddia ediyor ‘kişisel verilerin güvence altına alınması’ maddesidir. Bu madde ile ilgili görüşler alındı.

Soru: (Genel soru) “Bu değişiklikle; Türk milletini ırk-din, inanan-inanmayan, laikler-laik olmayanlar, seçkinler-ötekiler, seçilmişler-atanmışlar, mezhep-tarikat ve farklı inançlarına göre fişleyen; özel hayatlarını kameralara, filmlere, disketlere kaydeden ve bu bilgileri siyasi iktidarların emrine veren yasalar vatandaşın mahremiyetini sizce koruyacak mı?” Cevap: “Aaaa… Daha de neler! Öyle bir madde de mi varmış!?” Kararınız: “Bunu bilmiyordum, kesinlikle “hayır” olacak…”

**

Hatırlatma: Bilirsiniz; gerçekten demokrasinin olduğu ülkelerde, kişinin özel hayatına müdahale etmek, dinlemek, özel yaşamını filmlere almak o ülkedeki siyasi iktidarın istifasını beraberinde getirir. ABD, İngiltere, Japonya, Avrupa da bazı ülkeler… Hukukçulara soralım;

Soru: “Bu iktidar döneminde kişilerin telefonları dinlendi, kayıt altına alındı. Şimdi, getirilen bu Anayasa değişikliği, hukuk dışı bu özel hayata müdahaleyi engelleyen madde veya hükümler var mıdır?” Cevap: “Hayır, yok.” Kararınız: “Hukukça…”

**
Hatırlatma: Ülkesine bir ömür boyu hizmet eden bilim insanları, subaylar, aydınlar, gazeteciler, gecenin bir kör saatinde kapıları çalındı “karakola buyur” edildi. Ardından varsayımlara dayalı olarak tutuklanıp cezaevlerinde yargılanmadan, suçları belli olmadan yıllarca tutuldular. “Bu nasıl bir adalet” diye sabrı taşan insanların bir kısmı hastanelere ölümle, bir kısmı da kahırlarında onursuzca davranışlarla pençeleşerek ölüme doğru yol almaktalar. Devletin tüm kurumları sinmiş, kimse ne fikir beyan ediyor ne de düşündüğünü yazıyor. Birkaç tane “serdengeçti” tek başına mücadele vermeye çalışıyor. Ülkede alenen bir korku atmosferi var. Düşünebilenler korku içinde susmaktalar… Davalı-davacı vatandaşların serbest avukatına soralım:

Soru: “Bu anayasa değişikliği bu korku atmosferini ortada kaldıracak hükümler içeriyor mu?” Cevap: “Hayır, aksine ilerde korku terörü estirecek, siyasi iradelere imkânlar sağlayacak Yüksek yargıda politik yapılandırmaya yol açan hükümler var. O zaman daha çok korku olacak.” Kararınız: “…AK partili olmama rağmen destek veremeyeceğim, mesleğim adına, yeminim adına “hayır” diyeceğim…”

**
Hatırlatma: Her gün gelen şehit cenazeleri artık kanıksandı. Hükümet yetkilileri artık cenazelere tepki alırlar korkusuyla katılmıyorlar; adeta “vaka-i adiye” oldu şehir cenazeleri. ‘Kürt açılımı’ adı altında “ırkçı bölücülük” legal hale geldi. Şimdi de Türk bayrağının yanına renkli bir şeyi, terör örgütü bayrağı olarak, asmak istiyorlar, “37.Kürt İsyanı” ilanı gündemde. Vatandaşlara soralım:

Soru: “Anayasa değişikliğinde buna karşı bir önlem var mıdır? İktidarın tavrı olumlu mu?” Cevap: “Aksine, bundan sonra, daha önce Anayasa Mahkemesinden geçirilmesi mümkün olmayan yasaları geçirtmek için, Anayasa Mahkemesinin üye sayısını ve yapısını değiştiren hükümler var. Değişikliğin esas amacı budur, diğer maddeler kamuflajdır, zaten yıkıcı olan, mutlaka “hayır” denmesi gereken bu maddelerdir.” Kararınız: “Kesinlikle “hayır”

**
Hatırlatma: Tarıma kotalar koyarak çiftçiyi, köylüyü, istediği ürünü ekmelerine engel oldular. Üretici tamamen mağdur edildi. Vatandaşı toprağından koparıldı. Ziraat oda başkanına ve çiftçi temsilcisine soralım;

Soru: “Çiftçiyi mağdur eden bu çarpıklığa çözüm olacak bir değişiklik var mı bu Anayasa değişiklik metninde?” Cevap: “Nerede… Mahıv ettiler mahıv…” Kararınız: “Halimizden belli olmuyor mu?…”

**

Hatırlatma: Hakları gasp edilen işçiler grev ya da eylem yaptıklarında Hükümet yetkilileri şöyle diyor; ‘ayaklar baş olmamalı.’ Bu anlayış şunu hatırlatıyor; işçiler “ayak” olarak algılanıyor ve ona göre muamele yapılıyor. İşçi sendika temsilcilerine soralım;

Soru: “İşçi emeğini sömüren sistem engellenecek mi? Anayasa değişikliğinde bu konuda bir madde var mı?” Cevap: “Sendika hukuk bürosundan, işçilerin menfaatine tek bir madde hükmü yoktur dediler. Bu duruma göre bir karar vermek gerekiyor.” Kararınız: Düşünüyoruz…

**
Hatırlatma: Hükümet bu Anayasa değişikliğiyle memurlara ‘toplu sözleşme hakkı’ verildiğini iddia ediyorlar. Hâlbuki memurların zaten toplu sözleşme hakları var, fakat grev hakları yok. Toplumun büyük bir kitlesini oluşturan memurlar “devletin nikâhlı memuru” olarak kabul edilir. Hükümetler onları siyasi amaçları için kullanıyorlar. Sosyal hak olarak eğer “toplu sözleşme” hakkı varsa bunun grev hakkının da olması gerekir. AB ülkelerinde grev hakkı olmayan memur yoktur. Anayasa değişikliğinde var olan bir şey tekrarlanmış fakat olmayan grevden bahsedilmemiş. Grev hakkı veren bir madde olabilirdi. Konunun muhatapları memur sendika temsilcilerine soralım;

Soru: “Bugüne kadar uygulanmakta olan sözleşmeli işçi / sözleşmeli memur haksızlığını ortadan kaldıran bir Anayasa değişikliği var mı? Memurlara Grev hakkı veriliyor mu?” Cevap: “Asla öyle bir grev hakkı yok, adı bile geçmiyor. Sözleşmeli işçi-memur konusu ise hiç gündeme getirilmiyor. Geldiğinde de 3C, 4C statülerini gösteriyorlar.” Kararınız: (Farklı cevaplar veriliyor.) Tabii ki “hayır”, “evet” de olabilir, “kararsızım” diyenler gibi.

**

Hatırlatma: Pamuk ve tütün tarlalarında, fındık bahçelerinde ucuza çalıştırılan çocukların, kadınların sefalet içinde ve sigortasız oldukları biliniyor. Bu konuda iyileştirici bir Anayasa maddesi konulabilirdi. İşçi temsilcileri ve tarım kooperatif başkanına soralım;

Soru: “Çeşitli işletmelerde ya da tarım alanlarında kaçak çalıştırılan kadınların, kızların, çocukların emek sömürüsünü durduracak, sigortalı ve sendikalı hale getirecek bir hüküm var mı bu Anayasa değişikliğinde?” Cevap: “Hayır, yok.” Kararınız: “Bilmiyoruz, daha vakit var.”

**

Hatırlatma: Bilindiği gibi bu hükümet, evlenmemiş kız çocukların babalarının üzerinden sağlık kurumu güvencesinden yararlanmaları yasaklandı. Çok fazla mağdur olan insan var. Ev kızlarına soralım;

Soru: “Evlenmeyen siz genç kızların bu mağduriyetlerini gideren bir değişiklik var mı?” Cevap: “Sigortadan birilerine sorduk. Değişiklik paketinde yok.” Kararınız: “Çaresiziz… Daha belli değil.”

**

Hatırlatma: Sosyal devlet demek vatandaşını her yönüyle koruyan ve kollayan devlet demektir. Sosyal demokrat örgüt ya da insan ise, sosyal ve toplumsal konulara öncelik tanıyan, uygulama programlarını, hedef ve amaçlarını toplumun istem ve ihtiyaçlarına göre düzenleyen, çalışan toplumcu örgütler ya da kişileri tanımlar. Mevcut iktidar da şöyle bir ifade kullanıyor; ‘en sosyal demokrat biziz’ diye. Öyleyse, toplumun mağdur belli kesimlerine en azından bazı haklar verecek programları ve uygulamaları beklenir.

Soru: “Anayasa değişiklik paketinde toplumun bu mağdur kesimlerine iyileştirici değişiklik var mı?” Cevap: “Hayır yok.” Kararınız: “Düşüneceğiz”

**
Hatırlatma: Mevcut hükümet; “herkesin yargıya başvurma hakkı olduğunu” iddia ediyorlar. Hâlbuki Devlet birimlerinde çalışan insanlardan bu hak ellerinden alındı. Hem yargıya başvurma hakkını elinden alacaksın hem de memura toplu sözleşme hakkı veriyorum diye övüneceksin. Bu bir çelişkidir.

Soru: “Toplu sözleşme hakkı verilmeyen memur yargıya başvurabilecek mi? Grev hakkı da olmadığına göre bu toplu sözleşme hakkının ne anlamı vardır?” Cevap: “Maalesef durum öyle…” Kararınız: “Hem evet, hem hayır…”

**

Hatırlatma: İlginçtir, her siyasi parti, iktidara gelmeden YÖK karşıtı beyanlarda bulunuyor. YÖK üstelik 1982 Anayasasının temel kurumlarından. Bu hükümet de iktidara gelince YÖK’ü kaldıracaklarını söylediler. Fakat YÖK tamamen ellerine geçince vazgeçtiler. Muhatabı olan akademisyenlere soralım;

Soru: “Düşman gibi gördükleri YÖK’ü kaldıran bir yasa maddesi var mı bu değişiklik paketinde? Cevap: “Niye olsun ki? Tüm YÖK organlarını işgal ettiler. Tüm üniversitelere şartsız “biat” edecek kişileri rektör yaptılar, biat etmeyenleri de değiştiriyorlar. Niye YÖK kaldırılsın ki?” Kararınız: “Susma hakkımı kullanıyorum…”

**
Hatırlatma: Mevcut iktidar “eğitim reformundan” bahsediyordu. Okumayan çocuklar, dershanelerin kapısında oluşan kuyruklar, parası olan ve olmayan ayırımı.. Eşit fırsatın verilmemesi gibi sorunlar var.

Soru: Anayasa değişikliği eğitimde hem “sorun” hem de “çare” gibi görünen dershaneleri tamamen ortadan kaldıracak ya da geliştirecek bir hüküm var mı? Cevap: “Hiç konu bile edilmemiş…” Kararınız: “Yorum yok…”

**
Hatırlatma: Mahkemeye düşen vatandaşın ömrü bitiyor fakat davası bitmiyor. Mahkemeler dosya deposuna dönmüştür. Adli reform yapılması gerekiyor. İktidar da “yargı reformu olacak” dedi. Anayasa değişikliğinde sadece Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısını değiştiren maddeler var.

Soru: “Anayasa değişikliğinde mahkemelerde süren davaların sonuçlanması için bir madde hükmü var mı?” Cevap: “Hayır, yok.” Kararınız: “Yorum yok…”

**
Hatırlatma: ‘Yargı bağımsızlaşacak’ diyorlar. Anayasa mahkemesine tayin edilen yargıçların politik mülahazalar gereğince yapılmayacağına dair bir işaret yok. YAŞ arifesinde yargının nasıl siyasallaştığını Türk Milleti şahit oldu. Yargı, hem yasamanın hem de yürütmenin üzerinde olan bir güçtür. Çünkü yasama da, yürütme de yanlış yapabilir (Avrupa’daki sivil dikta rejimleri örneği). Bu yanlışları “Türk Milleti adına” denetleyen yüksek yargıdır. Eğer Anayasa mahkemesi siyasi iktidarın (hangi parti olursa olsun hiç fark etmez) kontrolünde, işgalinde olursa, yasama ve yürütmenin yapacağı yanlışların önüne geçilemez.

Soru: “Bu değişikliğin esas amacının yüksek yargının yapısını değiştirmek ve kendi ideolojisine uygun taraflı yargıçları tayin etmek ve bundan sonra, anayasanın “değişmesi teklif dahi edilemez olan” maddeler de dahil, istediği kararları meclisten çıkarmak ve böylece Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini yok etmek olduğu iddia ediliyor. Siz bu görüşe katılır mısınız?” Cevap: “Kararsızım. Bu konuda şüphelerim var. Eğer demokratik bir anayasa isteniyorsa neden %10 barajını kaldırmıyorlar, neden dokunulmazlıkları kaldırmıyorlar, neden öncelikli olarak yüksek yargıyı hedef aldılar? Bunları düşündükçe bu teklifin samimiyetsiz olduğu kanaati hâsıl oluyor. Ve daha önce AKP ye oy vermiş olan bir seçmen olarak bu sefer çok tereddüdüm vardır.” Kararınız: “Herhalde hayır olacak”

**
Hatırlatma: Bir ülkede yargı bağımsız ve tarafsız değilse devletin çatısı çöker. Tüm Batı ülkelerinde yargı bağımsızdır, siyasi irade asla yargıya etki yapamaz… Türkiye’de bağımsız kalabilmek için direnen yargı, demokrasinin temeli olan kuvvetler ayrılığının vazgeçilmez unsurudur. 3Y dediğimiz yasama, yürütme ve yargı bir devletin varlık sebeplerindendir. Yasma ve yürütme politik mevkileri kapsadığından, politik ve popülist nedenlerle yanlış yapma ihtimali çok yüksektir. O takdirde tüm halk kesimleri zara uğrar. Bunu engellemek için anayasamız kuvvetler ayrılığı prensibine dayalı olarak hazırlanmıştır. Yasama ve yürütmenin görevlerini denetleyecek olan bağımsız yargıdır.

Soru: “Bu değişikliğin amacının, başbakanın ve cumhurbaşkanının emrinde olacak bir yapıyı sağlamak için olduğu iddia ediliyor ve böylece sivil diktanın kurulacağı dillendirilmektedir. Bu görüşlere katılıyor musunuz?” Cevap: “Söylediklerinizin büyük bir kısmına katılıyorum. Fakat sivil diktaya Türk Milleti müsaade etmez.. Gerektiğinde millet topyekûn olarak hürriyetine sahip çıkar.” Kararınız: “Demokrasi için, hürriyet için, cumhuriyet için Hayır”

**

Özetle;

Bu mini diyalogun ana fikri nedir diye sorguladığımızda, durum şöyle özetlenebilir: Sunulan Anayasa değişiklik paketinin içine “kadına pozitif ayrıcalık”, “engellilere avantajlar”, “Anayasa mahkemesine kişisel başvuru” gibi kamuflajlar dikkat çekicidir. Aslında seçmenin büyük bir kesimi, bu kamuflajın ilk ikisinin normal yasalarda var olduğunu ve halen uygulanan hükümler olmasına karşın göz boyama, aldatma-aldatmaca ile kamufle edilmiş bir tekrar olduğunun farkındalar. İktidarın esas amacı, Anayasa mahkemesi ile HSYK yapısını değiştirmek ve bundan sonra istedikleri yasaları Meclisten geçirtmeyi sağlamaktır. Yargı siyasal iradenin emrine girerse denetim görevini yapmayacağına göre, “dikensiz gül bahçesi” destekli sivil baskı rejimi hedeflendiğinin farkındalar. Fakat kafaları oldukça karışık olan beyan sahipleri de çok. Oy kullanacak her kesimdeki insanlarımız bir “korku” içindeler, açık olarak fikrini beyan etmekten çekiniyorlar.

Sonuç

Herkesin kendine sorması gereken bir soru vardır; “biz neyi oyluyoruz?” diye. Oy kullansın kullanmasın… Hiç kimse kendini de başkasını da aldatmasın; oylanan Anayasa değişikliği filan değildir; AKP’nin icraatlarıdır; PKK terörüdür, AB ve ABD nin Türkiye üzerindeki emelleridir… Emperyalistlerle iş birliği yapanların gafilce oynadıkları rollerinin oylanmasıdır… Türkiye’nin birliği ve bütünlüğüdür; Türkiye’nin geleceğidir, cumhuriyetin bekasıdır. Bunun böyle olduğunu iktidar da muhalefet de biliyor. Milletin kararını bekleyelim, sonucu görelim… Ülkemin geleceği için büyük endişelerim var; Tanrıdan dileğim endişelerimin hiç birinin gerçekleşmemesidir…

Özgür kalmak için, adalet içinde yaşamak için, Türkiye Cumhuriyetini bağımsız ve demokrat bir ülke olması için oylama yapılacaktır. Ülkemiz büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Bunun farkına varalım artık. Başını kuma gömen medya patronları, sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve sağduyusuna her zaman güvenilen aziz Türk Milleti, tehlikenin farkına varalım; ülkemize, cumhuriyetimize, devletimize sahip çıkalım… 12 Eylül günü sandık başına gidip demokratik gücümüz olan HAYIR oyumuzu kullanalım.

Siyaset ve Dostluk Üzerine

0

Geçen hafta yazdığım “Yüksek Yargı İle Kavganın Ekonomik Sebepleri” başlıklı yazıma çok ciddi tepkiler aldım. Referandumun asıl sebebi olan “Yüksek Yargının yapısını ve işlevini değiştirmeye” matuf Anayasa Değişiklik paketi hakkında, AKP ile Yüksek Yargı arasındaki kavganın sebeplerini araştıran ikinci yazımdı bu. Bu yazıda kavganın ekonomik sebeplerini oluşturabileceğine dair, iddia edilen gerekçeleri ve somut örnekleri dile getirmiştim. “Gerçek Hedef Neden Yüksek Yargı?” başlıklı ilk yazımda ise kavganın siyasi ve hukuki sebeplerini sorgulamıştım.

Ülkenin değerli varlıkları çok uzun süreli işletme imtiyazları ve özelleştirmeler aracılığıyla uluslararası sermayeye ve bunlarla ortak olan yandaşlara veriliyordu. Bu servet nakli operasyonuna karşı çıkan ve yapılan işlemlerin önemli bir kısmını engelleyen Anayasa Mahkemesi ve Danıştay‘ın, engel olmaktan çıkarılmasının hedeflenmiş olabileceğini ifade etmiştik.

Anayasa Mahkemesinin ve HSYK’nın yapısını değiştiren maddelerle, (YÖK’te yaşandığı gibi) bu Mahkeme ve HSYK’da Hükümete yakın üyelerin çoğunluğu alması sağlanacaktı. HSYK üyelerinin çoğunluğunun hükümete yakın üyelerden oluşturulması ile bir süre sonra Danıştay ve Yargıtay üyeleri de bu vasıfta üyelerden oluşacaktı. (Bu işlem biraz zaman alabilir.)

Danıştay‘ın özelleştirme ve imtiyazlarda yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarını alırken kullandığı “yerindelik denetimini” yapamaz hale getiren Anayasa değişikliğine, halkoylamasında “evet” denilirse Danıştay (13 Eylülden itibaren) engel olmaktan çıkarılmış olacaktı.

Bu iddialar benim icadım değildi. Medyada ve sanal ortamda tartışılan, ancak liderlerin boy- soy, havuzlu villa, işçi- memur emeklisi olmak gibi söz dalaşları arasında yeterince ön plana çıkmayan konulardı. Türkiye’nin geleceğinde çok önemli bir dönemeç olacağı ifade edilen bir halkoylamasında, gerçek sebepler üzerinde zihinsel egzersiz yapmanın faydalı olacağını düşünmüştüm.

Bir kısım dostlar ve okuyuculardan “meselenin tam bamtelini” gündeme getirdiğim ve “seviyeli bir üslupla, somut iddiaları dile getirerek tartışmaya açtığım” için coşkulu tebrikler aldım. Buna karşılık AKP kanadından çok yakın bir kardeşim ummadığım bir tepki verdi. Bu arkadaşım nedense “yazımdan üzülmüş“, böyle bir yazıyı “bana yakıştıramamış.

Ortak değerlere sahip olduğum arkadaşlarımdan farklı partilerde milletvekili, Belediye Başkanı veya diğer görevlere seçilenler oldu ve halen var. Bu arkadaşlarımla ilişkilerimizde şimdiye kadar hep ortak değerlerimiz eksenindeki duygu birliğimiz esas oldu. (Ortak değerlerimiz: vatanın ve milletin birliği, bütünlüğü ile maddi ve manevi değerlerimizin korunması ve yüceltilmesi.) Herkesin kendi bulunduğu yerde bu değerlere hizmet etmesinin uygun ve doğru olacağını düşünürüm.

Benim ortak değerler olarak nitelendirdiğim alanda, yapılmasını gerekli gördüğüm icraatı yapmayan ve hatta bazen bu değerlere ihanet eden siyasi partide görev alan arkadaşlarımın, hala bu görevlerde kalmasına olumsuz bir tepki de göstermem.

Çünkü parti disiplini, lider sultası gibi sebeplerle parti içinde sesinizi yükseltmeniz çoğu zaman mümkün olmaz.

Çünkü inanırım ki ortak değerlere bağlı olduğumuz kardeşlerimiz ellerindeki imkânları kullanarak sınırlı da olsa hizmet etmeye çalışır. Ve bir gün gelir, Türkiye için hayati önemi haiz bir konuda, gerekirse şahsi ikbal kaygısını bir yana bırakarak, milli menfaatler uğruna yiğitçe mücadele eder ve hatta gerekirse içinde bulunduğu organizasyona karşı çıkar.

Bir gün bu hizmeti yapabilir düşüncesiyle, müthiş bir inanç kredisi açtığım bu kardeşlerimin hiçbir zaman şahıslarına yönelik tenkitte bulunmadım. Çoğu zaman bu kardeşlerim için “artık bu konuda olsun sesini çıkarsa” diye içten içe isyan ettiğim durumlarda, partisinin bence yanlış kararlarına itiraz eden bırakın gür bir sesi, cılız bir itirazlarını bile görmedim. Bu durumlarda bile “bir gün beklediğimiz hizmeti yapabilir” ümidiyle, onlara niye diye sormadım.

Yazılarımda şahıslara ve parti liderlerine yönelik saldırı ve hakarette bulunmamaya özen gösteriyorum. Olayları analiz edip, değerlerim ve kutsallarım süzgecinden geçirerek yorumlar yapmaya çalışıyorum.

Partilerin, liderlerinin ve kanaat önderlerinin kutsallaştırılmasının hür iradeli ve akıl baliğ olmuş insanların, köleliği kabul etmeleri anlamına geldiğini düşünürüm. Bu halin Kuran’ın birçok ayetlerinde ifade edilen “akıl ediniz“, “düşünesiniz” emirlerine de aykırı olduğunu bilirim.

AKP içinde görev yapan arkadaşlarımdan hiçbiri benim bu idealist duygularımı bildikleri için, zaman zaman partilerinin icraatına yönelik ağır tenkitlerin de yer aldığı yazılarıma bugüne kadar bir sitemde dahi bulunmamıştı.

Demek ki bu partimiz içindeki referandum sonuçlarına dair gergin bekleyiş ve endişe benim kardeşlerimi bile etkiler hale gelmiş.

Demokrasiyi, insan haklarını, özgürlüğü geliştirmek için yaptığınızı söylediğiniz Anayasa değişikliklerini halkoyuna sunacaksınız. Ancak bu konuda endişelerini ve fikirlerini paylaşanlar sizi üzecek veya kızdıracak. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Oysaki referandumun maksadı halkın sesini duymak, görüşünü sormak değil miydi?

Görüşlerimiz eksik bilgi veya muhakeme hatasından dolayı yanlışsa, bunu düzeltmeye çalışmak ve sizce doğru olana inanmamız için ikna etmeye çalışmak sizin göreviniz değil mi?

Milletin emaneten verdiği görevler geçicidir. Bugün siyaset yapan sevgili dostlar, bir gün gelecek sizin de siyasi hayatınız bitecek.

Kapınızı çalanların çok azaldığı o dönemlerde bile, bizleri yani eski idealist duygularını muhafaza edip, milletimizin dertlerini beyninde zehirli kıymık gibi taşıyanları yanınızda görmek istiyorsanız..

Lütfen milleti için düşünmekten, bazı gelişmelerden endişelenmekten başka kusuru(!) olmayan kardeşlerinize saygı duyunuz.

Attığınız her adımda değerlerimizin neresinde kaldığınızı hesap ediniz. Çocuklarınıza, torunlarınıza gururla anlatacağınız hizmetler üretmeye çalışınız.

Açık Sözlü Bir Başbakan

Memleketimizin başında çok açık sözlü ve içi dışı bir, bir başbakan var.

Bu sebeple başımıza gelecek olanları çok önceden ve samimiyetle bize haber veriyor.

Daha ne yapsın bu adam?

12 Eylül’de oylanacak olan Anayasa değişikliklerinin ona yetmeyeceğini, aslında yapılacak büyük değişikliklerin 2011 Temmuz seçimlerinden sonra gerçekleştirileceğini söylüyor. Zaten “demokrasi bizim için bir araç” diyende o değilmiydi? Her halde 12 Eylül Referandumu da esas amaca giden bir araç. Gerçi  büyük değişikliklerin neler olacağını belirtmiyor ama yine de büyük değişikliklerin müjdesini şimdiden veriyor.

Başbakan RTE, bu güne kadar her söylediğini göstere göstere yapmıştır. Toplumun dev olarak gördüğü sanal kuleler, onun bu cesareti karşısında devrilivermiştir. Direnenler ise bellidir. Bu sebeple Başbakanın tavırlarına bakarak 12 Eylül’de “bu millet”in mi yoksa Türk Milletinin mi var olduğu görülecektir. Başbakan bütün bunları göz önüne alarak bildiği yolda pervasızca  gitmektedir.

Sümala’da milli devletin kurucusu  Atatürk’ün adının bile anılmadığı buna karşılık papaz efendinin padişahlara dua ettiği ayin sonrasında bile “ayin yapıldı da ne oldu” diye konuşan  hoşgörülü Müslüman bir başbakanımız var. 

Bu kadar açık ve net konuşan bir insana “helal olsun” denmez de ne denir?

Biz de size bu anayasa değişiklikleri bir denemedir, Türk Milletinin vereceği cevaba göre, devletin ve milletin bekası tartışmaya açılacak onun için bu anayasa değişikliklerinin gizli şifreleri var, bunları iyi okuyun deyip duruyorduk ve Allah razı olsun başbakan çıktı bizim yapamadığımızı yaptı ve 2011 seçimlerinden sonra büyük anayasa değişikliklerine hazırlandığını açıkladı.

Bu değişikliklerin ne olduğu konusundaki tahminimiz şudur; Türk Milletinin devlet üzerindeki hakimiyeti sona erdirilecektir.

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in bir bez parçasını, Ay yıldızlı bayrağın yanına dikme yolu anayasal olarak açılacaktır. Hatta başka bez parçaları da demokratik özerklik adına Türkiye semalarında dalgalandırılabilir. Ne de olsa 36 etnik parçayız…

Bunun belirtileri bölücübaşı hain Öcalan’dan gelmektedir. PKK, Anayasa değişikliklerinin 12 Eylül’de yapılacak referandum sonucu doğuracağı ortamı görmek için 20 Eylül’e kadar sözde bir ateşkes ilan etmiştir. Niçin 20 Eylül’e kadar?

Aynı PKK ve PKK’nın siyasal yandaşları, Güneydoğu’daki çatışma ortamına müdahale için Birleşmiş Milletleri Türkiye’ye çağırmaktadır. Burada çağırılan sadece gözlemciler değildir. Birleşmiş Milletlerin ordusu olan ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda, İsrail gibi müttefik güçlerin askerleri  tıpkı Irak’ta olduğu gibi Türkiye’ye davet edilmektedir. Aynı şeyi yarın öbür gün Postus Rumları, Trakya Bulgarları, Yahudiler, Süryaniler, Yezidiler için isteyeceklerdir. Bu sinyaller yazılı ve görsel basında mevcuttur.

Bu nedenle BDP, Öcalan’ın emriyle Anayasa değişiklerine hayır ya da sandığı boykot yerine beklemeye geçmiştir. Ancak bölücülerin 12 Eylül’de “evet” diyecekleri ilk günden beri bellidir. PKK – AKP işbirliği gün gibi ortadadır. Başbakanın BDP’yi, CHP ve MHP ile aynı havuzda göstermesi bir aldatmadan ibarettir. Evet’i çıkartmasının zor olduğunu bilen Başbakan, ilk önce MHP tabanına yönelmiş ve oradan istediğini alamayınca PKK ve kamuoyu şirketleri ile yandaş ve satılmış basını devreye sokmuştur diye düşünüyorum.

Bu gelişmelere eklenecek en önemli olaylardan biri de Obama’nın, Erdoğan’a Türk Ordusunun PKK’ya karşı kullandığı silahların satışında kongrede sıkıntıyla karşılaşacakları uyarısında bulunmasıdır. Bu aslında tipik bir Amerikan politikasıdır. Olaylar, Amerika’nın ülkemiz konusundaki iştahının, kabarma noktası açısından azami düzeye ulaştığını göstermektedir.

Başbakanımız medyadaki karteli de kırdıklarını ifade ederek, serbest piyasa ekonomisine ve bunu yönlendiren demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne de ne kadar saygı gösterdiklerini açık yüreklilikle ifade etmiştir. Kimse ona, senin görevlerin arasında medyadaki karteli kırmak da varmıydı? diye sormuyor. Karteli kırılmış medyada süt dökmüş kedi gibi başbakanın dizinde oturuyor. Çünkü devletten alınacak ihale ve kapatılacak özelleştirmelere sırada bekliyor.

Yandaş medya ve satılmış medya Türkiye’nin başına gelecekleri her ne kadar Türk Milletinden gizlemeye çalışsa da, gerçekleri bir bir afişe eden başbakanımız sayesinde Türk Milleti inşallah uyanır diyorum.

Ve bir soru sorarak bitiriyorum. Sözde Türk aydınları neredesiniz? Bulunduğunuz fare deliğini bildirin de halinizi hatırınızı sorup, şu mübarek ramazan ayında açlığınızı giderelim

HSYK (Hakimler Savcılar ve Yüksek Kurulu) hakkında 12 Eylül Halk Oylamasına esas olacak şekilde durum analizi

HSYK önemli bir kurum dolayısı ile HSYK nedir ne değildir. Süreç nasıl gelmiştir bir bakmak lazım. Özellikle Anayasa değişikliği konusunda ciddi fırtınalar kopartılan bir kurum. Zaman zaman kendini yürütmenin üzerinde gören bir kurum olarak da görmekteyiz. Dolayası ile kurumla ilgili genel bir bakış açısıyla bakmaya çalışalım.

Bir soru ile başlayayım aslında yargının esas yaptığı iş diğer kuvvetler (yasama, yürütme) arasında ne yapmaktır sizce? Yasamanın veya yürütmenin üstüne mi çıkmaktır. Yoksa ikisi arasında bir denge unsuru mu olmaktır? Bu sorulara cevap ararken, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun kendi sitesinden görev ve yetkilerine bir bakalım.

HÂKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU’NUN GÖREV VE YETKİLERİ  

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 159. maddesinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun görev ve yetkileri belirtilmiştir.

Anayasa Madde 159 – Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.

Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabii üyesidir. Kurulun üç asil ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler. Kurul, seçimle gelen asıl üyeleri arasından bir başkanvekili seçer.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; adli ve idari yargı hakim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar. Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin veya bir hâkimin veya savcının kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar. Ayrıca Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.

Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.

 http://www.hsyk.gov.tr/gorevveyetkiler.htm

Biz konuyu daha iyi anlamak için HSYK üyeleri nasıl seçiliyor?. Danıştay üyeleri nasıl seçiliyor? Yargıtay üyeleri nasıl seçiliyor? Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı nasıl seçiliyor. Bunlar bir bakalım

HSYK ÜYELERİ NASIL SEÇİLİYOR?

HSYK’nın  üye sayısı 7’dir. Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabii üyesidir. Yargıtay 3 asil ve 3 yedek üyesini, Danıştay 2 asıl ve 2 yedek üyesi kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri 3’er aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler. Kurul, seçimle gelen asıl üyeleri arasından bir başkanvekili seçer.

DANIŞTAY ÜYELERİ NASIL SEÇİLİYOR?

Danıştay üyelerinin dörtte üçü, birinci sınıf idarî yargı hâkim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; dörtte biri, nitelikleri kanunda belirtilen görevliler arasından Cumhurbaşkanı; tarafından seçilir.

YARGITAY ÜYELERİ NASIL SEÇİLİYOR?

Yargıtay üyeleri, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile birinci sınıfa ayrılmış, adli yargı hakim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından ve gizli oyla seçilir.  

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI NASIL SEÇİLİR?

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcı vekili, Yargıtay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından gizli oyla belirleyeceği beşer aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından dört yıl için seçilirler. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.

Görüldüğü üzere, Yargıtay, Danıştay ve HSYK üyeleri birbirlerini seçiyor.

Burada kapalı bir sistem var. Birbirini besleyen bir yapı.

Avrupa’da HSYK’nın durumu nedir derseniz Avrupa’nın bazı ülkelerinde (Almanya, İngiltere ve Avusturya’da) HSYK benzeri bir kurum yok. Diğerlerinde Daha çok parlamento seçiyor.

Türkiye’deki serüven aslında önemli. 1961 anayasası yeni bir hukuk düzeni oluşturdu. Devletin temel kurumları (yasama, yargı ve yürütme) “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” anlayışından soyutlanarak egemenliğin kaynağı olan halktan ve onun seçtiği yapıdan yalıtıldı. Sadece gücünü anayasadan alan bürokratik bir yapı oluşturuldu.

1961 Anayasasına göre belirleyici güç Anayasa mahkemesi ve Yüksek Hakimler Kurulu oldu.1982 anayasasında Yüksek Hakimler Kurulu yerini Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu aldı. HSYK ile ilgili yazılabilecek çok şey var ancak konuyu dağıtmamak için halk oylaması yapılacak Anaysa değişikliğinde olan HSYK’nın durumuna bir bakalım.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmi iki(22) asıl ve on iki(12)yedek üyeden oluşur; üç daire halinde çalışır.

Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir.(2)

Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk, dallarında görev yapan öğretim üyeleri, ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca(4),

 üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca(3,3)

 iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca,(2,2)

 bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından,(1,1)

yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca,(7,4)

üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca,(3,2)

dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.

Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde yapılır. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl üyenin yedeği tarafından kalan süre tamamlanır.

Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.

Kurulun, Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyeleri, görevlerinin devamı süresince; kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamazlar veya Kurul tarafından başka bir göreve atanamaz ve seçilemezler.

Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir.

Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz.

Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer.

Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir.

Son söz olarak eğer HSYK değişikliğini siyasi görenler için söylüyorum. Önceki sizce daha az siyasi mi? Daha az seçkinci bir yapımı? Daha az manipüle edilebilecek bir yapı mı?

Kişisel yorumlara gerek bırakmadan Mukayeseli tabloyu tekrar koyuyorum incelemeniz için

Daha önce yazımda yazdığım gibi; Kaygı, korku, niyet okuma, halkı küçük görme (halk için halka rağmen; anayasa değişikliklerini halk anlayamaz gibi) politikaları ve komplo teorileri üzerine oluşturulan seçim kampanyaları bizim gibi ülkelerin kaderi olmamalı. Halkımız, gerçek anlamda hiçbir duygusal argümana itibar etmeden bu değişikliğin kendisine, ülkesine ve geleceğine neler kazandıracağını iyice tarttıktan sonra, bireysel tercihini bizzat kendisi yaparak karar vermelidir. (http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1778 )

Sol sütundaki kırmızı ile yazılı bölümler, teklifte yer almayan/iptal edilmiş olan ibare ve/veya cümleleri; sağ sütunda mavi ile yazılı bölümler, mevcut anayasada yer almayan ilave edilmiş ibare ve/veya cümleleri; fonunda sarı renk ile gölgelendirilen ve bold olan ibareler ise Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği bölümleri göstermektedir.

 

III. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu

MADDE 159. – Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.

Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler. Kurul, seçimle gelen asıl üyeleri arasından bir başkanvekili seçer.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar. Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin veya bir hâkimin veya savcının kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar. Ayrıca Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.

Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.

Kurulun görevlerini yerine getirmesi, seçim ve çalışma usulleriyle itirazların Kurul bünyesinde incelenmesi esasları kanunla düzenlenir.

Adalet Bakanlığının merkez kuruluşunda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıların muvafakatlarını alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.

Adalet Bakanı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ilk toplantısında onaya sunulmak üzere, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde hizmetin aksamaması için hâkim ve savcıları geçici yetki ile görevlendirebilir.

III. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu

MADDE 159. – Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmiiki asıl ve oniki yedek üyeden oluşur; üç daire halinde çalışır.

Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.

Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde yapılır. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl üyenin yedeği tarafından kalan süre tamamlanır.

Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; ancak bir aday için oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.

Kurulun, Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyeleri, görevlerinin devamı süresince; kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamazlar veya Kurul tarafından başka bir göreve atanamaz ve seçilemezler.

Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir. Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz. Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir.

Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı

Amerika ve Anayasa’ya destek

0

Ramazan’ın en önemli fazileti, nefsi ıslah etmek.

Komşusu aç iken, tok yatanların, aç olan komşusunun hal-i pür mealini anlamasına katkıda bulunmak.

İnananlar arasındaki dayanışma, yardımlaşma duygusunu pekiştirmek.

O yüzden fitrenin, zekâtın verilmesi noktasında, Ramazan Ayı tercih edilir genellikle.

Geleneklerimizde, kardeşlerin, akrabaların, dostların, birbirlerini iftar sofralarında ağırlaması, bu vesile ile dayanışmanın ve birlikteliğin pekişmesine katkı sağlamak gibi güzel adetlerimiz de var.

Bunların hepsi de, sizlerin de benim de, bildiğimiz, imkânlarımız ölçüsünde de yerine getirmeye çalıştığımız İslam‘ın güzellikleri.

Ama Müslüman olmayan kalabalıklara İftar Daveti verilmesini bir türlü anlayabilmiş değilim ben.

Adamın dini kendine.

Ona ne benim Ramazanımdan.

Ben inancımı yerine getirmek için, tüm gün oruç tutup iftarımı açarken, az evvel buzlu viskisini yudumlamış bir adamın, o iftar sofrasında ne işi var, anlayamıyorum halen.

Müslüman Ülkelerin Misyon Şefleri’nin davet edildiği bir İftar Daveti değil kastım.

Papazın, Hahamın katıldığı iftarı da anlayamıyorum.

Bu minvalde değerlendirdiğimde, Başbakan’ın yabancı Misyon’a verdiği iftarın anlamını da çözebilmiş değilim.

Yalnız Başbakan Erdoğan değil, hafızam beni yanıltmıyorsa, Erdoğan’dan evvelki Başbakanların da sürdürdüğü bir gelenekti bu.

Başbakan’ın verdiği dün geceki iftarın, diğer zamanlarda verilen iftarlardan bir farkı vardı.

Başbakan, yabancı ülke Büyükelçileri’nden, bu referandumda oylanacak olan Anayasa değişikliği için, destek istedi.

Neden böyle bir destek isteme gereği duydu Başbakan, anlayabilen varsa beri gelsin.

Bu Büyükelçiler, referandumda oy kullanacaklar da, ben mi bilmiyorum yoksa!

Bir ülkenin kendi vatandaşları ile karşılıklı yaptığı bir akit olan Anayasa’nın değişikliği konusunda, yabancı Büyükelçiler, nasıl bir destek sunarlar?

Amerikan Büyükelçisi’nin, “Bu Anayasa değişikliği, Türkiye’nin iyiliğinedir” demesi, Türk Vatandaşı’nda nasıl bir etki uyandırır, anlatır mısınız bana!

Bir Amerikan Başkanı, kalkıp Türk Büyükelçisi’nden, Temsilciler Meclisi’ne getirdiği veya referandumda halkın oyuna sunduğu Anayasa değişiklikleri konusunda, destek ister mi?

İsterse, bu yardımı istenen ülkenin, o ülke üzerinde hükümranlığı olduğu kanaatini oluşturmaz mı?

Bizi, Türk vatandaşlarını, Amerika veya diğer ülkelerin Büyükelçileri, bu Anayasa değişikliğine ‘evet’ oyu vermemiz konusunda, nasıl ikna edecekler?

‘Evet’ kampanyası için, Başbakan’ın vekâlet verdiği, bu ülkelerin Büyükelçileri’nin, Türkiye üzerindeki hükümranlığını, res’en Başbakan kabul etse dahi, Türk Halkı‘nın kabul etmeyeceğini, Başbakan bilmiyor mu?

 

Albüm

0

Bilal Bey, pencereye dönük bir halde oturmuş, bekleyişin sabırsızlığını, salona göz gezdirmekle hafifletiyordu. Bu sırada kapı nazikçe vuruldu. Temiz ve şık giyimli bir uşak yavaşça içeri süzüldü. Elinde gümüş bir tepsi içinde, Çin işi porselen çaydanlık ve demlik vardı.

“Zahmet ettiniz.”

“Ne zahmeti efendim, vazifemiz.” dedi nazikçe ve tepsiyi yanındaki sehpanın üstüne bırakarak, yavaşça Bilal Bey’in önüne çekti. Karşısında saygılı bir şekilde durarak:

“Bir emriniz var mı?”

Hayır, teşekkür ederim.”

“Biraz demlensin. Bey telefon etti. Yarım saate kadar gelecekmiş…” dedi ve usulce çıktı gitti odadan.

Çay demlene dursun; Bilal Bey düşünmeye başladı. Selim Bey’le bir hafta önce tanışmıştı. Bir otobüs yolculuğunda yan yana düşmüşlerdi. İstanbul’dan Ankara’ya dönüyordu. İyi anlaşmıştılar… Selim Bey, kırk beş yaşlarında, şakaklarına kır düşmüş orta boylu, sıhhatli bir adamdı. Alnında ve yüzünde derin kırışıklıklar vardı. Bunlar, bir keder ve endişenin izleriydi sanki.

Halbuki, görünüşte, üzerine üzüntü ve gam kondurulacak biri değildi. Hayatta muvaffak olmuş başarılı bir ihracatçıydı. İş için sık sık Avrupa’ya gitmesi gerekiyormuş… Her gittiği şehirde, işlerini yoluna koyduktan sonra, boynunda fotoğraf makinesi, altında arabası, koskoca şehirde, o köşe senin, bu köşe benim; gezip tozmadığı ve tabii fotoğrafını çekmediği bir yer bırakmazmış! Nitekim, oraları, ballandıra ballandıra anlatmıştı otobüste, yol boyunca…

Böylece, o yolculuk; nasıl da çabucak geçmişti anlıyamamıştı bir türlü Bilal Bey!… Görüşmek üzere ayrılmışlardı birbirlerinden. Selim Bey iyi bir adam, hoş bir insandı. Fakat, sebebini bilmediği bir huzursuzluğun da pençesinde kıvranmaktaydı. Neydi acaba onu huzursuz eden şey?  Niçin tedirgindi?  Oysa, varlıklı bir kimseydi. Üstelik, istikbal yani gelecek endişesi  de yoktu. Yüksek tahsilini İstanbul’da yapmış, İktisat fakültesini bitirmiş, iş hayatına atılmış, kısa zamanda başarılı bir iş adamı olmuştu.

Yol boyunca hep o konuşmuş, adeta kendisine konuşma fırsatı vermemişti. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde; ne yaptığını, nereye gittiğini, hatta, neler yiyip içtiğini bile anlatmaktan kendini alamamıştı!…

O’nun bu coşkun hali durulmadan söze girmeyi ise Bilal Bey, doğru bulmamıştı. Zaten Bilal Bey, oldum olası, düşünmeyi tercih eder, mecbur olmadıkça hiç konuşmazdı.

Bu arada farkında olmadan, üç dört bardak çay içmişti bile. Kalktı, vitrinin yana gitti ve daha yakından kitapları incelemeye başladı. Zaten kendini bildi bileli, kitapları çok severdi. Gördüğü kitapların yazarlarını ve ne hakkında yazıldıklarını, hep öğrenmek isterdi. Dikkatini, ilk önce en alt raftaki, renk renk kitaplar çekti. Hepsi de gayet zarif ve itinalı şekilde ciltlenmişlerdi. Baştaki bordo renklisini merakla aldı eline ve hemen yerine geçti. Tekrar çayını koydu, şekerini attı, büyük bir merakla ve ağır ağır aldığı kitabın sayfaları çevirmeye başladı.

Bir de ne görsün! Meğer kitap sandığı bir albüm değil miymiş?… Sayfalarını bir bir çevirmeğe başladı. Bu, Selim Bey’in küçüklüğünden beri, bütün yıllarını safha safha resimleyişi idi. Çoğu renkli olup, dikkatle albüme yerleştirilmişlerdi. Bu albüm, Selim Bey’in hayat tarihçesinden başka bir şey değildi! Gerçi, az çok her evde bir aile albümü olurdu ama; böylesine resme düşkünlüğü, herkeste görmek mümkün değildi.

Baktı sayfalar çevrilmekle bitmiyor, beşer onar atlayarak ve şöyle bir göz atarak geçiştirdi.

Çünkü onun asıl merakı kitaplardı. Bu sefer lacivert renkli cildi aldı eline. Fakat o da ne? O da albümdü! Yine yüzlerce fotoğrafı barındırıyordu içinde… Ona da şöyle bir göz attı. Yalnız son sayfasına yazılmış; birkaç alıntı mısrayı okumaktan kendini alamadı

     “Söyleyin bana, Flora, güzel Roma’lı kız
                 Nerde ve hangi ülkede şimdi?
                 Nerde o, bir başka alem güzeli olan
                 Ve ırmakların, göllerin üzerinden
                 Ses alınca konuşmaya başlayan Echo
                 Ama nerede o eski karlar şimdi?”

“Bu parça, Selim Bey’in iç dünyasına ışık tutuyor.” diye mırıldanarak, onu da koydu yerine. Yanındaki sarı cildi aldı bu sefer eline. Allah Allah! O da albümdü! Onu da bıraktı yerine. Yanındaki kırmızı cilde el attı. Hayret, o da albümdü! “Binlerce resim!” dedi. Bakmakla, bitecek gibi değildi!. Onu da koydu yerine.

Son bir ümitle, bir başka kitaba el attı. Heyhat, o da albümdü! Böylece, kitap sanarak eline aldığı, yüzlerce sayfalık ciltlerin içinde, binlerce  fotoğraf bulunan albümler olduğunu anlayınca; artık diğerlerine bakmaktan vazgeçti. Gidip koltuğuna oturdu. Bir süre, bu binlerce fotoğrafa duyulan ihtiyacın sebeplerini düşünmeye başlamıştı ki, yavaşça kapı vuruldu:

“Ooo kimler gelmiş!” diyen Selim Bey, gülerek içeri girdi. “Kusura bakma beklettim.” dedi.
“Zararı yok.”
“Canınız sıkılmadı ya?”
“Yooo hayır, güzel bir eviniz, enteresan antik eşyalarınız ve güzel kitaplarınız; pardon albümleriniz var!”
“Demek albümlere baktınız?”
“Evet ama, kitap niyetine…”
“Alt raf, sadece albümlere ayrılmıştır. Kitaplar üst raftadır. Demek sen alt rafa el atmışsın!”
“Albüm olduklarını bilmiyordum! Özür dilerim.”
“Ne özrü canım, zaten bakılsın diye koydum oraya… Eee nasıl buldun onları?”
“Nasıl mı? Bakmakla bitecek gibi değil, Allah aşkına bu kadar fotoğraf çok değil mi? Hayret ettim doğrusu. Ailenin her anını tespit etmişsin!”
“Bu, bana babamdan miras kaldı! Rahmetli babam da çok düşkündü resimlere! Nitekim, çocukluğumun her anını fotoğraflamış!…Ben, kendi fotoğraflarımı seyrede seyrede büyüdüm desem yeridir. Kendimi bildim bileli, bu sefer, ben devam ettirdim bu tutkuyu! Zira, babam  alırdı eline albümü, saatlerce bakar dururdu! Bakarken de geçerdi  kendinden… Maziye sığınır, hatıralarıyla baş başa kalırdı sık sık… Öyle ki, rahmetliyi yatağında ölü bulduğumuzda; elinde, yine albüm vardı ve parmakları sayfalar arasında, öylece ruhunu teslim etmişti!” derken Selim Bey, hüzünlenmişti! Bir ara, dalan gözlerini tekrar Bilal Bey’e dikerek, şöyle sürdürdü konuşmasını:

 “Düşünüyorum da azizim, yaşayan ölüyor! Ölen ise aramızdan kaybolup gidiyor! Olacak oluyor!…” Durdu, derin bir iç geçirerek tamamladı sözlerini:

“İşte bunun için, denildiği gibi ben de diyorum ki: Geçmiş beni çekiyor, hal korkutuyor! Çünkü gelecek ölümdür!… Her yapılana acıyor, bütün yaşamışlara ağlıyorum! Elimden gelse zamanı durdurur, saati işlemekten alıkoyardım! Ama o yürüyor, ilerliyor, geçiyor ve yarının yokluğu adına benliğimden her saniye bir parça alıyor ve ben bir daha yaşayamayacağım!…
İşte bu yüzden teselliyi albümün sayfalarına sığınmakta buluyorum!”

Bilal Bey, ölüm gerçeğini hal edemeyenlerin, hayatlarını nasıl bir cendere içinde geçirdiklerini bir kere daha, üzülerek gördü.

 

“Kör Ve Sağır Olmak” ve Terör

0

Aydınlar Ocağı”nın her yıl 30 Ağustos’ta geleneksel olarak düzenlediği “Şehitleri Anma Günü” bu yıl yasaklandığı için yapılamıyor. Edirnekapı Şehitliği’nde düzenlediğimiz vatandaşlarımızı ve şehit ailelerini biraraya getirdiğimiz toplantıya herhalde demokratikleşme adına yasak geldi. Terör örgütü yandaşlarının her türlü gösteri ve şiddete dönük eylemi demokratikleşme ve ülkeyi çorbaya çeviren açılım adına yetkililerce seyredilirken; Aydınlar Ocağı’nın toplantısının yasaklanması üzücü ve düşündürücüdür. 

 Ülkede sürekli garip şeyler oluyor. Her bir açılımdan sonra nereye varacağız sorusu akla geliyor.  En son 15 Ağustos tarihinde ibadet yeri olmayan sadece manastır olarak isimlendirilen Sümela, 88 yıl sonra törenle ibadete açılıyor. Misyonerliğin yasa değişikliği ile önünü açmakla kalmıyor; bizzat teşvik ediyoruz. Sonra da Osmanlı’dan örnekler veriyoruz. Aynı günlerde Yunanistan’da Türk mezarları tahrip ediliyor, dönem dönem seçilmiş müftüler hapse atılıyor, vakıflara el konuyor, camiler yerle bir ediliyor. Batı Trakya Türkleri vatandaşlıktan atılıyor. Biz aynen Ermenistan ile yakınlaşmada olduğu gibi tek taraflı mütekabiliyet esasını hesap etmeden bir de Yunan-Rum açılımı yapıyoruz. MHP Trabzon milletvekili Süleyman Yunusoğlu ile arkadaşlarını, haklı tepki gösteren ve henüz hassasiyetini kaybetmemiş Trabzonlulara saygı duyuyorum. Eğer konu sadece tanıtma ve turizm geliri açısından düşünülüyorsa; gelenlerin başka türlü ihtiyaçlarını da karşılamak gerekir. Bildiğim Trabzon buna uygun bir şehir değildir.

Anlayamadığım bir nokta da, ülkeyi yönetenlerin Batılı ülkeleri “kör ve sağır” olmakla suçlamaları ve bu ülkelerden yakınmalarıdır. Yabancı diplomatlara verilen her yemekte bu dile getirilir. Herhalde nezaketten olacak yabancı diplomatlar şu soruları sormazlar:

Siz gerçekten dış etkilerden bağımsız olarak terörle mücadele etmek istiyormusunuz? Bu işi izinle yapıyorsanız bizden neden şikayetçi oluyorsunuz? 

4 Temmuz 2003’de Süleymaniye’de başınıza çuval geçirilirken neden gerekli tepkiyi göstermediniz? Nota verilsin diyenlere Başbakanınız bu müzik notası mı diye sormadı mı?

Cumhurbaşkanınız  “büyük devletler özür dilemez” demedi mi? 

Terörle mücadelede istihbarat esas olduğuna göre, Irak’ın Kuzeyindeki askeri unsurlarınızı neden dış emirle geri çektiniz? İstihbarat unsurlarınızı Ergenekon ve Balyozlarla neden deşifre ettiniz?

Kuzey Irak’a karadan girmemek için Dubai’de 1 milyar dolarlık anlaşmayı yapmak için biz mi sizi zorladık? 

TBMM’den çıkardığınız PKK kamplarına müdahale tezkeresi sonrası askere neden yetki vermediniz? Irak’a karadan girmemek, Barzani’yle iyi ilişkiler kurmak ve Kürt sorununa siyasi çözüm bulmak şartı ile hava operasyonları yapmıyor musunuz? 

Herhalde vatandaşımız halk oylamasının arka planının yavaş yavaş fark etmeye çalışıyor. Asıl gayenin değişiklikten çok; Türk devlet yapısını egemen dış güçlerin isteğine göre şekillendirilmesi olduğunu ergeç görecek. Bundan dolayı kurumlar tanınmaz hale getirilmekte, başkalaştırılmakta, engel görünenler ise yıpratılmaktadır.  Bir bakıma Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye sayısının büyük çoğunluğu eğer iktidar yanlısı olsa idi; ne değişikliğe, ne de halk oylamasına ihtiyaç kalmayacaktı. Bunun adı hukuk devletinden parti devletine geçmek ve demokrasiyi rafa kaldırmaktır. Halâ uyanmayıp; 12 Eylül’e takılı kalanlar son yıllarda gerçekleşen 12 Eylülleri ve sivil darbeleri artık fark etsinler. Aksi takdirde, Aziz Nesin’in yaptığı bazı tespit ve haksız iddialar geçerli hale gelebilir.   

“Efendim, solcular hayır diyormuş; biz de mi hayır diyeceğiz?” diyenler, bu iktidarın dünün aşırı sol, bugün devşirilmiş ve liberalleştirilmiş çevre ve şahıslarla neden bu ölçüde işbirliği yaptığını da açıklamalıdırlar. Bu son derece önemli ve anahtar bir sorudur. 

Vatandaşın tuttuğu partiye göre rey vermesi son derece yanlıştır. Son günlerde herkes ülkücü oldu. İşe yarayanlar hemen ekrana çıkarılıyor ve ellerine okumaları için kâğıt tutuşturuluyor. Bu sıfat, değişik şekillerde kullanır hale geldi. Bizim bildiğimiz ülkücülük; son derece karakterli, fedakâr ve vefakâr, samimi, idealist ve satın alınamayan bir çizgidir.

Kurucu İktidarın Anayasası

0

Anayasa mahkemesi, Anayasa’ya göre yürürlüğe girmeyen “5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun’un” iptalini, görüştü, karara bağladı. Gerekçeli kararını da 1 Ağustos 2010 tarihinde açıkladı. Hukuk tekniği ve usulü bakımından, olmayan, yasalaşmayan, yürürlüğe girmeyen bir kanun taslağının görüşülmüş olması kendi içinde önemli bir mantıksal çelişkidir. Olmayan bir şeyin Anayasaya uygunluğu ve uygunsuzluğu da böylece tartışılmış oldu. Malum hukuk normlarına göre, 5982 sayılı kanun, aslında şu haliyle bir taslaktır. Halk oylamasından sonra ya kanunlaşacaktır, ya da ret edilecektir.

Bu garip durumu Anayasa Mahkemesi üyesi Engin Yıldırım ilgili karara koyduğu şerhle açıklamışlar. Bir taslağın yargılanması sürecini hep birlikte yaşadık. Bu durum bir niyetin ve fikrin yargılanmasına benzemektedir. Yargının en üst makamı neden böyle bir çelişkinin altına imza atar? Konunun sembollerle, ikonlarla, ideolojik değerler ve göstergelerle yakın bir ilgisi var. Bu yazıda Mahkemenin başvurduğu ikonların başında gelen ve ilgili kararda üyelerin sık sık atıfta bulundukları “kurucu iktidar” kavramı üstünde duracağım.

Kurucu İktidar, Anayasayı hazırlayan iktidar olarak tanımlanır. Bu iktidarın en önemli özelliği ise devrimle, ihtilalla, cebir ve şiddet kullanarak yönetime gelmiş olmasıdır. Siyaset bilimi kitaplarında bilimsel bir değerlendirme değişkeni olarak yer alan kurucu iktidar kavramı, son zamanlarda yargı kararlarında sıkça rastlanan bir esas oldu.  Anayasaların kurucu iktidarlarca hazırlandığı iddiasını destekleyen birçok örnek olmakla birlikte, bu durumun genel bir kural olduğunu söylemek zordur. İhtilal yaparak veya şiddet kullanarak iktidara gelenlerin kendi durumlarını meşrulaştırmak için yeni bir Anayasa hazırladıkları doğrudur. Ancak bu durum Anayasa değişikliklerinin kurucu iktidara göre şekillenmesi zorunluluğunu getirmez. Bu durum bütün Anayasa metinlerinde de belirtilir, açıkça bir kural olarak yürürlüğe konur.

Türkiye’de Anayasa mahkemesi daha önce birçok kararını kurucu iktidar kavramına dayandırarak aldı. Ancak bilindiği gibi, Anayasa’da böyle bir kavram yoktur. Buna rağmen ilgili mahkeme, kanunda açıkça yazılı olan mevzuata atıf yapacağına niçin kurucu iktidar kavramına atıf yapmaktadır? Bu durum kurucu iktidar kavramının muğlaklığı, ideolojik olarak esnetilebilirliği ve bir metafor olarak, işlev görme özelliğinden kaynaklanmaktadır. Böylece, kurucu iktidar kavramı, rasyonel ve sözleşme temelli olduğu varsayılan kanunları, bilimsel olarak varlığı ortaya konamayacak olan bir değere ve kavrama yani bir ideolojiye dayandırmaktadır. Kurucu iktidar kavramının metafor olma özelliği de tam olarak burada ortaya çıkmaktadır.

Mesela Türkiye açısından konuyu açıklayacak olsak, mevcut Anayasa’nın kurucu iktidarının hangi iktidar olduğunu ortaya koymak çok zordur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iktidarı, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetidir. Bu iktidar ise 23 Nisan 1920’de kuruldu. 1921 de ise Teşkilatı Esasiye Kanunu adıyla Cumhuriyet’in Anayasası’nın ilk şekli hazırlandı ve yürürlüğe kondu. Cumhuriyet 1923’te ilan edildiğinde mevcut olan Teşkilatı Esasiye Kanununa yeni maddeler eklenmiş oldu. Daha sonra 1924 yılında Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, ayrıntılandırıldı ve bazı maddeleri de değiştirildi.  Bir Anayasa metni olarak tanzim edildi.

1961 Anayasasını hazırlayanlar cebir yoluyla iktidara geldiler. Atatürk’ün hazırladığı Anayasayı yürürlükten kaldırdılar. Daha sonra 1982 de iktidarı şiddet ve cebir kullanarak ele geçirenler halen üzerinde demokratik tartışmaların yapıldığı mevcut Anayasayı hazırladılar. Anayasa, Cumhuriyetimiz kurulduğundan bu yana iki defa cebir yoluyla yürürlükten kaldırılmıştır. Bir defa da cebir kullanılmadan yeniden yazılarak yürürlüğe konmuştur. 27 Mayıs ve 12 Eylül Darbeleri cebir ve şiddet kullanarak yeni bir anayasa hazırlamışlardır. 1924 Anayasası ise Büyük Millet Meclisi’nin kararı ile hazırlanarak yürürlüğe girmiştir.

Bu üç Anayasayı göz önünde bulundurursak, bunlardan hangisi kurucu iktidarın hazırladığı Anayasadır? Ders kitaplarımızda, bütün tarihi metinlerimizde Cumhuriyet’in 1923 kurulduğu, Cumhuriyet’in ilk anayasasının ise, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na bağlı olarak hazırlanan 1924 Anayasa’sı olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu Anayasa ise bizzat Mustafa Kemal’in girişimi ile daha sonra birçok kere Büyük Millet Meclisi’nin kararı ile değiştirildi. Hatta bu Anayasaya göre Anayasa mahkemesi diye bir kuruluş ta yoktur. Bilindiği gibi, Anayasa mahkemesi ilk defa 1961 Anayasası ile kurulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iktidarı eğer Atatürk ve arkadaşları ise, Anayasa Mahkemesi gibi bir kuruluşun varlığı bile önemli bir sorun olarak karşımıza çıkar. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iktidarının hazırladığı 1924 Anayasası’na göre Anayasa Mahkemesi diye bir kuruluş yoktur. Ancak mahkeme üyelerinin gerekçeli kararda yaptıkları atıflara bakılırsa Cumhuriyet’in kurucu iktidarına değil, daha çok yürürlükten kaldırılan 1961 Anayasasına ve 1982 Anayasasına bağlı kalınarak yine ilgili mahkemece yapılan içtihatlara atıflar yaptıkları görülmektedir. 

Bu durum, kurucu iktidar kavramını kendi içinde sorunlu bir konuma getirmektedir. Çünkü her üç Anayasa’nın biri birlerini nakzeden, inkâr eden ve yürürlükten kaldıran maddeleri ve yönleri vardır. Mahkemenin birçok üyesinin içtihatlarına ve bazı kararlarına bakılırsa karar alırlarken, daha çok 1961 Anayasasına göre içtihat yaptıkları anlaşılmaktadır. Hâlbuki bu üyeler meşruiyetlerini 1982 Anayasası’ndan almaktadır. Onların böyle davranmalarını sağlayan ise, bir metafora dönüştürülen kurucu iktidar kavramıdır. Böylece rasyonel, bilimsel, akılcı, uzlaşım ve sözleşmeye dayalı olduğu varsayılan bir hukuki metin köken olarak, muhayyel bir metafora dönüştürülmüş olmaktadır.

 

 

“Evet”çilerin Listesini Açıklıyorum

İktidar partisinin gözü sulu güçlü adamı ve başbakan yardımcımız Bülent Arınç, evet oylarının %60’ı  bulacağını tahmin ettiğini medyanın amiral gemisi olduğu söylenilen Hürriyet Gazetesinde, eskilerin sekiz sütuna manşet dediği boyda açıkladı. Herhalde işadamı kisvesi gazeteciliklerinden önde giden Doğan ailesi de devlet kasasından Çalık’a hediye edilen Sabah-ATV grubu gibi “evet”çiler kervanına katılmış durumda.

Her ne kadar “AKP’yi eleştirenlerin kanı bozuk” diyen AKP’li milletvekilleri olsa da; herkesin bir tahminde bulunmak ve düşüncelerini ifade etmek hakkı vardır. Hem de düşüncelerimizi, “40 yıl onlar bizi fişledi şimdi biz fişliyoruz” diyen AKP’li vekillerin varlığına ve fişlenme ihtimalimize rağmen ifade etmekte bir beis görmüyorum. Biz AKP’lilerin özgürlükçü yapılarını ve yeni anayasa taleplerini yukarıda belirttiğim düşüncelerinden dolayı yakınen biliyoruz.

Türkiye İstatistik Kurumunun 2008 yılı Yoksulluk Çalışması raporuna göre ülkemizde 374.000 kişi açtır. Yine 2006 yılı rakamlarına göre nüfusumuzun 18 milyonu yoksuldur. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı ve AKP’den 22.dönem milletvekili Aziz Akgül, yaptıkları çalışmada 1.000.000 insanımızın aç ve 18.000.000’dan fazla insanımızın da yoksul olduğunu belirtiyor. Ankara Ticaret Odasının yaptığı bir diğer istatistiğe göre de Türkiye nüfusunun %15.4’ü açlık sınırında ve %74’ü de yoksulluk sınırının altında. Bu yıllardan sonra teğet geçen ekonomik krizin yarattığı tahribatı da sizin takdirlerinize bırakıyorum.

Türkiye’nin en büyük memur sendikası olan Türk Kamu-Sen; Mayıs 2010 ayı için tek kişinin yoksulluk sınırını 1.472.- TL, dört kişilik bir ailenin asgari geçim sınırını da 2.955.- TL olarak açıkladı. Acaba bu paraları kazanan kaç insanımız var?

Türkiye İstatistik Kurumunun araştırmasına göre Mayıs 2010 tarihi itibarı ile ülkemizdeki işsiz sayısı 3.071.000 kişidir. Genç nüfusta işsizlik oranı ise %21.2’dir. İşsizlik tarihi rekorlar kırmaktadır. İşsizler iktidar kapısında “iş,iş,iş” diyerek medet ummaktadır. Ve AKP yandaşlarının işe alındığını gördüklerinde onlarda kapağı bu zümreye atmaktadır.

Bu çaresiz bırakılmış insanlar, devlet gücüne el açar hale getirilmiştir. Birilerinin çıkıp bunların karnını doyurması gerekir. Yoksa bunlar açlıklarından ölürler. Aç ve yardıma muhtaçlar arasında bile AKP’li olan olmayan ayrımı yapılmaktadır.

Bu karın doyurma işi yıllardır AKP’li belediyeler ile 8 yılı tamamlamak üzere olan AKP iktidarından sonra da devlet bünyesinde kurulu sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarınca yapılmakta ve bu insanların karınlarının doyurulması ile övünülmektedir.

AJP’nin 2009 yılının mart ayında yapılan mahalli seçimlerde aldığı oy 15.513.354’dür. Oran itibarı ile %38.83’dür.

Bu göstermektedir ki; AKP ilk önce yoksullaştırdığı ve aç bıraktığı sonra da beslediği insanların oyu ile iktidarda durmaktadır.

Aç, yoksul ve işsiz insanların tavlanması erzak, kömür, eğitim yardımı, buzdolabı ve çamaşır makinesi dağıtımı ile referandum öncesinde olduğu gibi her seçim öncesinde polis, maliye, diyanet ve milli eğitimde büyük memur alımı yapmak şeklinde gerçekleşmektedir. Devlet halen en büyük işveren konumundadır. İnsanımız da  çaresizlik içinde desteğini, bahsettiğimiz konulardaki yardım sözünü alacağı oya göre sektirmeden yerine getiren, AKP’ye vermektedir. Rakamlar bize bunu göstermektedir.

Son örneği ise referandum öncesi bu sıcaklarda kömür yardımı yapılmasının, DSP milletvekili Hasan Macit tarafından Yüksek Seçim Kuruluna ve ilgili Cumhuriyet Savcılığına suç duyuruları ile yansıtılmasıdır.

Türk Milleti inançlı bir millettir. Başına gelen her şeyin nihayetinde Allah’ın takdiri ile gerçekleştiğini bilir. Ancak zaman zaman eşeğini sağlam kazığa bağlamayı unuttuğundan başına gelenlerin kendi kusurundan kaynaklandığını anlayamaz. Anladığında da büyük bedeller ödemiş olur. Bu bağlamda Türk Milletinin sosyal hayatında, cemaat ve tarikatların önemli bir yeri vardır.

Cemaat ve tarikatlar sadece Türkiye topraklarında değil bütün Türk coğrafyasında hatta dünyanın dört bir köşesinde faaliyet göstermişler ve göstermektedirler. Osmanlı Türk İmparatorluğu ve öncesindeki Anadolu Selçuklu, Büyük Selçuklu başta olmak üzere diğer Türk devletleri de cemaat ve tarikatları desteklemiş ve ülkelerini yönetirken onlardan faydalanmıştır.

Ancak  cemaat ve tarikatların, devlet ve toplum hayatındaki etkisi, Türk düşmanlarınca keşfedilmiş bu cemaat ve tarikatlar bunlar tarafından ele geçirilmiştir.

Fakirleşen, aç ve yoksul bırakılan halk, sorunlarına çözüm bulamayınca her zaman olduğu gibi Allah’a yönelmiş ve karşısında ele geçirilmiş cemaat ve tarikat yapılarını bulmuştur.

Bu cemaat ve tarikat yapıları halkın her sorunu ile ilgilenmiş ve daima onun yanında yer almıştır. Halbuki bu görev devlete düşmektedir. Devlet tarafından bırakılan boşluk, maalesef bunlar tarafından doldurulmuştur.

Türk düşmanlarının yıllardır ilmik ilmik dokuyarak meydana getirdiği bu tabloda cemaat ve tarikat yapıları, dış güçlerce, AKP iktidarı etrafında birleştirilmiştir. Aç, yoksul ve işsiz insanlar; cemaat ve tarikatlardan icazet alarak yaşamlarını sürdürebilir halde tutmayı ancak böyle başarmışlardır.

Bunlar şimdi meydanlarda çığlık çığlığa “evet, evet, evet” diye bağırmaktadır. Hatta büyük bir disiplin içinde, bu sıcak havada RTE’yi saatlerce yılmadan beklemektedirler. Ne yapsınlar ekmek(!) meselesi.

Bu insanlara asla kızmamak lazım. Onları niçin ve nasıl yalnız bıraktığımızı, hangi sebeple eğitim ve dini hayatlarını yaşamalarını engellemeye kalktığımızı ve ülkeyi yıllarca yönetenlerin bu oyunu neden göremediklerini sorgulamamız gerekir.

Diğer “evet”çilere gelince; bunlar elektrik dağıtımı, baraj, duble yol ihalelerini, özelleştirmeleri kapan, bankalarla milleti soyan adamlardır. Bakmayın RTE’nin bunlara gürlediğine, bu zevatın neredeyse tamamının; televizyonlarında, gazetelerinde, dergilerinde, internet sitelerinde RTE için övgüler düzülmekte ve “evet” çığırtkanlığı yapılmaktadır. RTE ile kavgaları tipik bir kayıkçı kavgasıdır. Yoksa 30’dan fazla dolar milyarderi nasıl türedi? Bankaların fahiş rekorlar kıran karları nereden çıktı? Adamlar velinimetleri RTE üzülsün ister mi?

Unutmadan bazı önemli “evet”çileri de belirtelim. Referandumun sonucunu görmek için 20 Eylül’e kadar ateşkes ilan eden PKK, Öcalan ve tavşana kaç tazıya tut politikası izleyen BDP ile ABD ve AB hazretleri başta olmak üzere Türk Milletini sömüren ve düşmanlık eden  bil cümle adam “evet”çidir.

Unutmadan bunlara Sümela’da ayin yapma hakkını elde eden Bartholomeos ile Akdamar’ı ibadete açmayı başaran Ermeni cemaatini de ekleyelim.

İşte bunların hepsi “evet”çidir. Hepsi bir araya gelse bile aç, yoksul, işsiz bırakarak çaresizleştirdikleri ile aldatarak kandırdıklarının toplamı; aldıkları en yüksek oy(%47) olan, 22 Temmuz 2010 genel seçimlerindeki 16.327.291’dir. 12 Eylül 2010 referandumunda oy kullanacak insan sayısı ise 49.446.269’dur. Bu rakamlara baktığınızda gerçekleri görür ve buna göre hareket ederseniz  referandum sonucunun “evet” çıkma ihtimali asla yoktur. Bülent Arınç, satılmış medya ve kamuoyu araştırma şirketleri her zaman olduğu gibi sizi kandırmaya çalışmaktadır. Çünkü biliyorlar ki; insanoğlu güçlüden ve kazanacak olandan yana kayar. Bu insanın fıtratında vardır. Sizi çoğu zaman olduğu gibi yine yanıltırlarsa onlar için ekmekli kadayıf yeme de yanında yat.

Her zaman hatırlayalım “AKP’Yİ ELEŞTİRENLERİN KANI BOZUKTUR” diyenler “evet”çidir. Benim kanım asil Türk Milletinin şehadetlerle yoğrulmuş temiz kanıdır. Yani onların bozuk dediği kan. En azından bu sebeple “HAYIR” diyorum. Ya sizin kanınız ve tercihiniz?

 

Halk Oylamasına Dikkat

0

Öğrencilerimizin “açık” ve “gizli işsizlik” kavramlarının tariflerinde hep zorluk çektiklerini görürüz. Tarifleri birbirine karıştırırlar ve hep soru yöneltirler. Acaba şimdi öğrencilerimiz bizlere “hocam açık sömürge olmakla örtülü(gizli) sömürge olmak arasındaki farklar nelerdir” diye sormuş olsalar bunu nasıl cevaplandıracağız? Gerçekten diğer soru gibi bunun cevaplandırılması da epeyce zordur. Çünkü açık ve gizli sömürgeleştirme iç içe girmiş durumdadır. Acı ama gerçek budur. Genç insanların iyi niyetlerini, samimiyetlerini, o tap taze duygularını, ümit ve beklentilerini boşa çıkarmak, gerçekleri çıplak göstermek de acaba ne kadar doğrudur?

Türkiye son yıllarda öyle bir hale getirildi ki; hukukun siyasallaştırılması, siyasetin hukuku yönlendirmesi, bütün kurum ve kuruluşları yürütmenin kuşatması, her şeyin kamplaştırılmaya zorlanması, futbol takımı tutar gibi fanatik insanlar ortaya çıkardı. Bazı siyasetçilerin söylediklerine pek inanılmasa da muhakkak söylenenlerde bir hikmet vardır görüşü yaygınlaştı.

Tutukevlerine yayınevleri kitap gönderir, kitaplar geri döndürülür. Kargo şirketleri kitap almaz hale gelir. Gönderilen kitaplar yasak kapsamında olmasa dahi… Bütün bu yanlışlar yapılırken İmralı’da yatan imtiyazlı terörbaşının her türlü istekleri yerine getirilir; adaya tutuklular gönderilir. İmralı’dan örgütü yönetmesine “açılım-saçılım” ve sözde demokratikleşme adına göz yumulur.

Anayasadaki 26 civarındaki maddenin değiştirilmesi ülkenin gündemine sokulur; oysa asıl yapılmak istenen temel giriş maddeleri ile Türksüzleştirilmiş, çokkültürlü, çok milletli, arkeolojik kalıntıya dayalı bir Anadolu Cumhuriyetidir. Bu konuda bir ihanet ittifakı da doğmuştur. Gelin birincisini yıkalım, ikinci cumhuriyeti birlikte kuralım adına sağ liberal ve sağ İslamcı birçok çevre tavlanmıştır. Nihai hedef değişik örtülerle gizlenmeye çalışılır. Toplumu uyuşturma ve uyutma yolları aranır ve vatandaş neden evet veya hayır diyeceğinin farkına bile varamaz.

Geçen hafta İçişleri Bakanının basına ve TV ekranlarına yansıyan bir konuşması vardı: “Bu değişiklikler tabi ki yeterli değildir. Anayasa tamamen değişecek” diyordu. Anayasanın tamamen değişmesi demek; tabi ki Türkiye’yi Türkiye yapan temel giriş maddeleri olan ilk üç maddenin de değiştirilmesidir.  Bazı siyasetçiler de iktidar partisinin listesinden elde edeceği üç-beş milletvekilliği veya değişik menfaatler için bu gerçekleri gizleme ve topluma fark ettirmeme ihanetini işlememelidir. Aynı durum eskiden ülkücü olduklarını söyleyenler için de geçerlidir.

Şu halde, kendisini Türk değil de; Türkiyeli görenlerin evet demesi, kendisini Türk olarak hissedenlerin de hayır oyu kullanması mantık ve akıl yoludur. Bir ay kala vatandaş bunu fark edecek mi onu bilemem.

Geçen hafta milliyetçilerin liberalizme özenme hastalığından bahsetmiştik. İlâve olarak şunu söyleyelim ki; hem milliyetçi hem liberal olunmaz. Sağ liberal kesim de milliyetçilikten uzaktır. Zaten onların da öyle bir iddiaları yoktur. Hiçbir ciddi devlet belirli tonlarda korumacı ve müdahaleci politikalardan vazgeçmiş değildir. Rekabet şartları doğmadan dışa açılma yutulmadır. Liberalizmin sadece ismi ortalıkta dolaşıyor. Hâkim ekonomiler liberal politikaları kendilerine yeni imkânlar sağlayacağı düşüncesi ile sürekli gelişmekte olan ülkelere pompalıyorlar. Milletlerarası küresel sermayenin çıkarlarına hizmet eden yerli ortak ve yerli pay sahipleri de bunun çığırtkanlığını yapıyorlar. Liberalizmin faziletlerini anlatıyorlar. Malı çokuluslu şirketle kapıyor; biraz da yerli ortaklara ikram ve pay var.

Sağ veya sol liberal,  her türlü değişime ve küresel rüzgarlara açıktır, gelenekleri statükoculuk kabul eder, onları aşağılar, gelecekle kumar oynamayı fazilet sayar. Çoğu kere de mutfakta yemeği pişirmesine rağmen; masada yer alamaz. Bunların sosyal tabanı genellikle aristokrat seçkincidir. Bu anlayış milleti zenginleştirmez sadece seçkinleri, imtiyazlıları korur. Bundan dolayı muhafazakar olamaz. Ferdi ve ferdi çıkarı esas alır; ferdi devletle kavgalı görür, toplumu ve sosyal faydayı unutur. Gelir yaratmayı düşünür, gelirin nasıl dağıldığını göz ardı ederler. Yoksullaşma, gelir dağılımının bozulması onlar için bir sorun değildir. Onlara göre aksaklıklara müdahale yanlıştır. Her şey kendi içinde dengeye kavuşacaktır. Fayda ve karı ençoklaştırmak temeldir. Ülke çıkarlarına uygun olmayan özelleştirmeler onlar için sorun değildir. Batıda liberaller, ırkçı bir çizginin temsilcileri olarak Asya ve Afrika’yı soymuşlardır.

Milliyetçi, düşündüğü ve inandığı gibi yaşamaya çalışır.

Liberal ise; yaşadığı gibi düşünmeye açıktır.