13.8 C
Kocaeli
Pazartesi, Eylül 29, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1186

Söyle bana nedir senin cevabın diyenlere

Evetçi misin hayırcı mısın?

Çabuk söyle.

Kime ne demek şansın yok. Zira buna fırsatın bile olmayabilir.

Hemen arkasından daha sıkıştırıcı bir soru.

Demokrasiden yana mısın, yoksa darbeci misin?

Allah Allah. Cevap ver verebilirsen.

Hele bir kıvırmaya bak da göreyim.

Vay darbe yanlısı demokrasi düşmanı vay….

Yoğun bir psikolojik baskı ve yönlendirme.

İstersen mecburi istikamet de.

Gözünü sevdiğim Anadolu’mun güzel bir sözü vardır.

“Haklılığından şüphesi olanlar yüksek sesle konuşurlar..”

Karşıdakine bu tür davrananlara karşı eğer sinip eyvallah denmeyecekse genelde iki makul karşılık gösterilir.

Ya,”karşında sağır yok, bağırma ” tarzında aynı ses tonuyla cevap verirsiniz,

Ya da gayet sakince bir tavırla “hele bir otur gardaş, bir anlat bakalım nedir bu iş?” türü bir cevap verirsiniz.

Biz nazikçe olanını seçelim ve soralım.

“Hele bir otur gardaş, bir anlat bakalım nedir bu iş?”                     

Ve sadece anlatılanları dinlemeyelim. Sorular sorarak cevaplarını almaya çalışalım.

Gerçeğe giden yol soru sormaktan geçer…                

Ne mi sorabiliriz? İşte birkaç soru.

Bu Anayasa elbette değişmelidir ama…

*Türkiye’nin Anayasal değişiklikler dahil birçok yeni düzenlemeye ihtiyacının olduğu tartışma götürmez. Bu Anayasa değişmeli midir sorusuna verilecek cevap açıktır. Evet değişmelidir. Bu Anayasa Mahkemesi, Bu HSYK dahil bir çok kurulun yapısı değiştirilmeli midir? Evet. Ama doğru olan bu tür temel düzenlemelerin uzlaşma yoluyla ve olabilen en yüksek toplumsal mutabakatla yapılmış olmasıdır. Çünkü yapılacak düzenlemeler ortak doğru olarak kabullenilecek düzenlemeler olacağı için arkasında en geniş iradenin olması gereği tartışmasızdır. O halde neden en geniş uzlaşma aranmamıştır.?

*Bu acelenin ve evet mi hayır mı diyeceksiniz diye sorduğunuz bu değişikliklerin arkasındaki itici güç kim veya kimlerdir? Daha açıkçası aceleye getirilen bu değişiklik talepleri toplumsal ve milli ihtiyaçlardan mı kaynaklanmıştır? Yoksa dış etkenler mi teşvik edici hatta zorlayıcı rol oynamaktadır?

*Değişiklik yapılması düşünülen 26 maddenin 24 tanesi ile ilgili ortada herhangi bir ihtilaf yoktu. O halde neden bu 24 madde mecliste halledilmedi de referanduma sunuldu?

*Olur ya herkesin beğendiği de beğenmediği de olacaktır. O halde herkesin serbestçe iradesini ortaya koymasını sağlayacak şekilde ayrı ayrı oylama yerine neden tüm maddeler birlikte oylanıyor ve insanlar mecburen öyle veya böyle oy vermeye zorlanıyorlar?

*Bilindiği gibi kıyamet koparan 2 madde var. Bunlar da Anayasa Mahkemesi ile HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) nun üye yapılarının nasıl oluşacağı ile ilgili yeni düzenlemeler. Bütün eleştiri okları, yeni düzenlemelerin, bu iki kurumun üye yapılarının oluşumunda iktidarların aşırı güç ve etki sahibi olmasını sağladığı yönünde. Sözgelimi 17 tane Anayasa Mahkemesi üyesinin14 tanesinin seçiminde belirleyici sözü Cumhurbaşkanının söylemesi ve yine HSYK nın üyelerinin seçiminde aynı şekilde Yürütme’nin (Hükümet ve Cumhurbaşkanı’nın) aşırı etkin konuma gelmesi eleştiri konusu yapılıyor.

Anlaşılan odur ki mecliste çoğunluğun sahibi olan iktidar, kendisine karşı muhalif tutum içerisinde bulunduklarını düşündüğü bu iki kurumu bu şekilde kontrol altına almak veya en azından etkisizleştirmek istiyor.

Ama bu sefer karşımıza yeni sakıncalar çıkmayacak mı? Mesela;

-İster istemez ortaya çıkacak bir “yargının yandaşlaştırılması” veya yargının yürütmenin kontrolüne alınması problemi ortaya çıkmayacak mıdır? Her gelen iktidar yargının üst kesimlerini kendisine göre düzenlerse bu işin içerisinden nasıl çıkacağız?

-Yargının üzerinde bu şekilde oluşacak bir yürütme kontrolü, ülkemizdeki Yasama-Yürütme-Yargı eksenli ve bunların birbirlerini dengelediği sistemi ortadan kaldırmayacak mıdır?

-Yine bu durum ilerde güçlü parlamento desteğine sahip iktidarların baskıcı, demokrasinin temel doğrularını ikinci plana iten diktatörce eğilimlere yönelmesine sebep olmayacak mıdır?

-Üç beş rey fazla alanın her şeye egemen olduğu ve her şeyi istediği gibi şekillendirdiği bir ülkede yaşamanın ortaya çıkaracağı sakıncalar nasıl bertaraf edilecektir?

-Yargının bağımsızlığını yitirmesi, hukukun üstünlüğü ve adaletin tecellisi arzularının artık devre dışı kalmasına sebep olmayacak mıdır?

-Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına olan inancın ortadan kalkması halinde toplumda ortaya çıkacak sakıncalar düşünülmüş müdür?

-Ve çok önemli bir soru daha. Her gelen iktidar kendi hakimlerini ve savcılarını bulup köşe başlarına getirmeye başlarsa, millet, kendi adına görev yapacak hakim ve savcı bulabilecek midir?

-Ben bir vatandaş olarak ne o siyasi görüşün, ne de bu siyasi görüşün, ne o iktidarın ne de bu iktidarın hakimini veya savcısını değil, sadece hukuk adına ve sırf adaleti gerçekleştirme uğruna karar verecek veya görev ifa edecek hakim yahut savcı istiyorum. Hukuku siyasallaştırmaya devam edersek bu nasıl olacak?

-Efendim onlar da şunu şunu şunu yapmadı mı?

Doğrudur. Ama yanlışa daha büyük bir yanlışla cevap vermek doğru mudur?

Gördüm diyenler hakikaten görebiliyorlar mı?

Değişmez bir doğa kuralı vardır.

İnsanlar, yalnızca baktıkları yeri görebilirler. Onu da görebilirlerse.

Zira, göz denen varlık yalnızca iki tane ve aynı anda birkaç yöne bakamıyor.

Ama bir başka doğru daha var.

Baktığımız şey yalnızca gördüğümüz tarafından ibaret değildir. Zira gördüğümüz varlığın birçok cephesi olup biz bunlardan sadece birini tek bakışta görebiliriz.

Öyle ya, bir varlığın içini dışını, önünü arkasını, sağını solunu, altını üstünü tek bakışta görebilecek bir göz henüz yok.

Bununla ne demek mi istiyoruz.

Gayet basit.

Bir varlık veya bir olayla ilgili olarak sağlıklı hüküm verebilmek için iyice araştırmak ve her tarafını iyice görmek gerekir.

Allah aklı ve düşünceyi boşuna yaratmadı herhalde.

Ki boşuna yaratmadığını Kutsal Kitabımız Kur’an’da defalarca,”akledin”, “düşünün”,”anlayın” diyerek ifade ediyor.

O halde, aklederek, düşünerek anlamaya çalışalım.

Yavuz Sultan Selim Han’a Vefasızlık

Yavuz Sultan Selim Han; Osmanlı’da Türk-İslam birliğini sağlayan  halifelik makamını İstanbul’a getiren  önemli bir sultan.  Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye seferleri çok önemli. Geçtiğimiz yıllarda Yavuz’un takip ettiği yoldan Erzurum üzerinden Çaldıran’a inmiştik. Geçen haftada Kilis’de Mercidabık ovasında Yavuz’u hatırladık. Kahire  yakınlarında Ridaniye bölgesini  gezerken Yavuz Sultan Selim’in  ihtişamlı geçmişi gözlerimizin önüne geldi. Fatih’in torunu, Bayazid’in oğlu ve Kanuni’nin babası Yavuz, Osmanlı Türk tarihi için çok önemli. Bir cihan imparatoru Yavuz’un vefat ettiği Çorlu bölgesinde araştırma yapıp belgesel çektik.

* Yavuz Sultan’a bir Anıt  neden çok görüldü.?

Devr-i Alem ekibi olarak bu kez Uçsuz bucaksız Trakya Bölgesindeydik. Gazeteci Arkadaşım Yılmaz Işık ile bu kez ekip olarak rotamızı Batı’ya çevirdik ve verimli ve bir o kadar tarih kokan Trakya  ovasında  tarihin izlerini sürdük. Konumuz bu kez  Osmanlı İmparatorluğu’nun 9.Padişahı olan Beyazit’in oğlu, Fatih’in torunu Yavuz Sultan Selim idi.

Öyle bir Padişah ki sekiz yıl kaldığı tahtında imparatorluğuna 80 yıl hizmet kazandırmış bir Padişah…

Öyle bir Padişah ki, Tahtı devraldığında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2’si Avrupa’da, 1.905.000 km2’si Asya’da, 2.905.000 km2’si Afrika’da olmak üzere toplam 6.557.000 km2’ye çıkarmış bir Osmanlı hükümdarı.

Devr-i Alem belgesel  program ekibi  bu kez işte bu sebeple Batı seferine çıkan ve yolda Muratlı yakınlarında vefat eden Yavuz Sultan Selim’in  vefat  ettiği yeri araştırdık. Ve bakınız ne gibi tespitlere ulaştı: 

Çorlu’da Padişah  Yavuz Sultan Selim’in vefat ettiği belirtilen Muratlı ilçesi Yukarısırt köyüne doğru araçla yol alırken, yemyeşil, uçsuz bucaksız tarlalar arasında gittik.
Büyük bir tepe üzerinde bulunan Yeşilsırt köyüne çıktığımızda ise Ergene havzası ayaklarımızın altındaydı…
***
Sultanın öldüğü yer bom boş..

Çorlu’dan yaklaşık 40 km.yol katettikten sonra  yüksekçe bir tepede yer alan 17 hanelik Yukarısırt  köyüne vardık. Bayezit’in oğlu, Fatih’in torunu  olan Yavuz Sultan Selim burada sırtında çıkan bir çıbanın kanını zehirlemesi sonucu bu köyde Ulaz mevkiinde 1520’de vefat etmiş. Ama bugün bu yerde bir anıt ve anıta benzer bir şeyi bile yok. Görüştüğümüz köylüler ve köyün muhtarı Şerif Yıldırım, bugüne kadar geçmiş muhtarların anıt isteklerine Tekirdağ’dan bir yanıt gelmemiş. Şimdi köylüler buraya bir padişaha yakışır anıt istiyor. Köy muhtarı da tekrar dilekçe yazacak bu konuda.
***
Definecilerin merakı yetkililerden çok…

Ve köyün muhtarı bir acı gerçeği daha itiraf ediyordu bizlere: ” Maalesef buraya sizden önce hep gelenler oldu, Televizyoncular geldi, Barış Manço sağlığında gelip program yaptı. Ama en çok defineciler geldi. Bir çoğu define arayan insanlardı. Defineciler, yetkililerden daha çok merak ediyorlardı Padişah’ın vefat ettiği yeri…” diyordu.

Şimdi ölen sultan Yavuz Selim adına bir de camisi bulunan ama hala imamı olmayan cami dururken, köylüler, burada Padişaha yakışır bir anıt yapılmasını ve köylerinin bu şekilde ünlenmesini ve daha da kalkınmasını istiyorlar…

Padişah Burada Son Nefesini Vermiş:

Bir kısım devlet ileri geleni Rodos’un fethi konusunda Sultan Selim’i teşvik ediyordu. Ancak Selim adanın zaptı için hazır bulunan dört aylık levazımı yeterli bulmamıştı. Daha önce Fatih Sultan Mehmed tarafından da kuşatılan Rodos’un, fethedilmesinde yine başarısız olunmasını istemediğinden dolayıdır ki Sultan Selim çok daha iyi hazırlanılması emretmiştir.

Yavuz Sultan Selim, donanma faaliyetleriyle beraber yapacağı seferin yönü hakkında kesin kararı vermeden önce Edirne’ye gitmeye karar vermiştir.
Sultan Selim, Mısır Seferi’nden sonra Batı Seferi’ne başlamak amacıyla Veziriazam’ı Kapıkulu askerleriyle Edirne’ye göndermiş, sonra kendisi de 2 Şaban 926/Ağustos 1520’de Edirne’ye doğru yola çıkmıştır. Ancak Selim, sırtında bir çıban çıkmasından ötürü rahatsızlanmıştır. Halk arasında yanıkara olarak da isimlendirilen bu çıban, Şirpençe ya da Aslan Pençesi ismiyle bilinmektedir.

Hoca Sadettin Efendi, yazılarında Yavuz Sultan Selim’in ölümüne sebep olan çıban hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir ve bundan ötürü günümüzde kaynak olarak genelde onun yazılarına başvurulmaktadır. Yazılarına göre; Yavuz Sultan Selim, Edirne’ye harekete karar verdikten sonra bir gün musahibi Hasan Can’a sırtına bir şeyin battığını söylemiş, bunun üzerine Hasan Can, elini hükümdarın sırtına sokmuş fakat bir şey bulamamıştır. Ancak ikinci sefer yine aynı şeyden şikâyet edince o zaman Hasan Can, Sultan Selim’in sırtına bakmış ve henüz baş vermiş, etrafı kızarmış ve tam olgunlaşmamış sert bir çıban görmüştür. Bunu Sultan Selim’e söyleyince, Sultan çıbanı sıkmasını istemişse de Hasan Can: “Pâdişahım, büyük bir çıbandır, henüz hamdır, zorlamak caiz değildir, bir münasib merhem koyalım” demiş, bunun üzerine Sultan Selim “Biz Çelebi değiliz ki, bir çıban için cerrahlara müracaat edelim” cevabını vermiştir. O geceyi ızdırap içinde geçiren Hünkâr, ertesi gün hamama giderek orada çıbanı sıktırıp zedeletmiş, fakat bu da ızdırabını artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bunun üzerine Hasan Can’a “Seni dinlemedik amma kendimizi helâk ettik” deyip çıbanın macerasını anlatınca Hasan Can “neredeyse aklım başımdan gidiyordu” diyecektir. Bütün bu sıkıntılara rağmen Yavuz, sefer daha önce kararlaştırıldığı için geri dönmeyerek hasta olduğu halde 2 Şaban 926/Ağustos 1520 tarihinde Edirne’ye doğru yola çıkmıştır.

 * Kitab-ı Şakakı Numaniye’de Yavuz Sultan Selim

Yavuz, Çorlu’da kırk gün Başhekim Ahmed Çelebi tarafından tedavi edilmiş fakat yara yine de büyüyüp açılmıştır. Hareket edemeyecek kadar yorgun düşen Yavuz, tedaviden ümidini kesince Edirne’de bulunan Veziriazam Piri Mehmed Paşa ile vezir Çoban Mustafa Paşa’yı ve Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşa’yı acele yanına çağırtmış ve vasiyetini belirtmiştir. Ayrıca acele edip yetişmesi için Manisa Valisi olan oğlu Şehzade Süleyman’a haber göndermiş ancak oğlu gelmeden 926/1520 yılında 8 Şevval’ı 9’una/21 Eylül’ü 22’sine bağlayan gece Çorlu karargahının bulunduğu köyde vefat etmiştir. Sultan Selim’in vefatı, tek oğlu olan Manisa Valisi Şehzade Süleyman gelinceye kadar gizli tutulmuştur. Süleyman’ın 11 Şevval tarihinde İstanbul tarafına gelip kadırga ile saraya indiği haber alındıktan sonra, Selim’in vefatı ve yeni Pâdişah’ın İstanbul’a geldiği ilan edilmiştir.

Devlet erkânı, derhal İstanbul’a gelip yeni Padişah’ı tebrik ettikten sonra Selim’in naaşı, bütün ilgililer tarafından Edirnekapı haricinde, bağlar ucunda karşılanıp, hazırlanmış bulunan tabuta konmuştur. Fâtih Sultan Mehmed Câmii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra, o tarihlerde Mirza Sarayı denilen günümüzdeki Sultan Selim Câmii yanındaki mahalleye defnedilmiştir. Türbesi, oğlu Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır.

Cehennem Protokolu

Ya Rabbi sen bizleri bu guruba dâhil eyleme.
Bilerek bilmeyerek yaptığımız tüm hata ve günahlardan dolayı tövbe ediyor ve senin merhametine sığınıyoruz.
Şeytan bu protokolün ilk sırasında yer alır diye düşünürsünüz ama öyle değil.

Çünkü Müslümanlara tüm İslam âlemine hatta tüm insanlığa şeytandan daha fazla zararı dokunanlar var. Şeytan bunların yanında adeta gölgede kalır.

Sözü fazla uzatmadan sıralamaya geçelim

1 – Protokolün ilk sırasında belam zihniyetli din alimleri bulunur.

Evet, yanlış okumadınız Âlimler hocalar anlı şanlı ilim adamları bazılarının akademik kariyeri de olabilir. Kanaat önderleri vardır.

Olur, mu öyle şey deyip hemen itiraz etmeyiniz

Bakınız bir hadisi şerifte Peygamber (sav) ne buyuruyor ‘Öyle bir zaman gelecek ki ümmetim içerisinden kendilerine alim deniler hocalar kanaat önderleri çıkacak  yanlış düşüncelerinden ve vermiş oldukları fetvalardan dolayı hem kendileri sapacak hemde kendilerine inananların sapmalarına sebep olacaklardır.

Bunlarda günümüzde bolca bulunmaktadır.

Bunların Müslümanlar üzerindeki tahribatı şeytanın tahribatından daha fazladır.

Din adına konuştukları için bunlara karşı tedbirli olmak çokta kolay değildir.

Bir kıssa

Bir gün Allah dostlarından biri şeytanın parkta oturduğunu görür.

Yanına yaklaşarak ‘Ey melun hayırdır sen pek boş durmayı sevmezsin insanları özelliklede Müslümanları haktan saptırmak için yoğun bir gayret içerisinde olursun.

Yoksa tövbe ederek şeytanlıktan vazmı geçtin? Diye sorar’

Şeytan cevaben yok olurumu hiç öyle şey ama öyle âlimler hocalar yetişti ki beni bile şaşırtıyorlar.

Ben bir emri çarpıtmaya kalkıştım sonuç ortada onların neredeyse çarpıtmadıkları emir ve yasak kalmadı.

Ben onların yanında yaya kaldın, onlara yetişemez oldum.

Gördüğün gibi bende dinleniyorum.

Sizce şeytan haksızımı?

Bunun için bu tip insanlar protokolde şeytandan öncedir ve birinci sıradadırlar.

Ama hak ettiler yani..

Batıla hak elbisesi giydirmek için azmi uğraşıyorlar.

Bu bir kıssa ama hisselerle dolu bir kıssa..

2 – Protokolde ikinci sırada medya patronları ile büyük sermaye sahipleri bulunur.

Şeytanı unuttuğumu zannetmeyiniz.

Müslümanlar arasında Müslüman olupta yâda öyle gözü küpte elindeki medya ve sermaye gücüyle neredeyse ömrünün tamamını din ve dindarlarla mücadeleyle geçiren sürekli aşağılayıp hakaret eden Müslümanlar üzerinde baskı kuran ramazanda bile bir aylığına doğru dürüst Müslüman olmayı beceremeyen Medya ve holding patronları gelir.

Bunlar ana babaları ve kimlikleri itibarıyla Müslüman’dırlar ama Müslümanlara hatta tüm insanlığa karşı yaptıkları tahribatın büyüklüğünden dolayı şeytandan daha tehlikeli ve zararlıdırlar.

Gazeteleri dergileri radyo ve televizyon yayınları ile hacının hocanın dindarın dinsizin evine rahatça girerler.

Şeytanın yapamadığı işleri tahribatları diziler filimler açık oturumlar hatta ana haber bültenleriyle rahatça yaparlar

Bugün en çok izlenen diziler yada en çok okunan gazetelerin mahiyetine bakın görürsünüz.

Bunun için bunlar protokolde şeytandan öncedir ve ikinci sıradadır.

3 – Protokolün üçüncü sırasında şeytan bulunur O’nun yeri sabittir değişmez onun için bu maddeyi izaha gerek görmüyorum.

Sebebi ve hikmetini çok açık ve net olarak göremediğimiz bilemediğimiz kader programının bir gereği olarak düşünüyorum.

Allah(cc) Müslümanları ve tüm insanlığı şeytanın ve şeytanlaşmış insanların şerrinden korusun

4 – Cehennem protokolünün dördüncü sırasında zalim ve diktatörler gelir.

Tarihin derinliklerinden günümüze kadar bu tip liderler mevcuttur.

Bunlar ülkeleri yakar yıkar insanlara zulüm ederler.

Demokrasi götüreceğim palavrasıyla milyonlarca insani katleder gözyaşı korku ve zulüm üzerine bir düzen kurmaya çalışırlar.

Nemruttan Firavundan tutunda Hitlere Çorçil’e Mussolini’ye günümüzde ise Şaron’lara Mübareklere Buşhlara kadar uzanan büyük bir silsile bu guruba dâhildir.

5 – Protokolün beşinci sırasında münafıklar mürtetler ve ateistler bulunur.

Buradaki münafıklık ameli değil itikadı münafıklıktır.

Bunlar kalben inanmadıkları için kâfirdirler ama Müslümanlar arasında Müslüman gibi gözüktüklerinden dolayı dünyevi ahkâm bakımından Müslüman sayılırlar.

Mürtet konusuna burada girmeyeceğin O’mevzuyu müstakil bir konu olarak yazmak daha doğru olur diye düşünüyorum.

Şu kadarını söyleyeyim ki bu gün Müslümanların birçoğu farkında olmadan mürtet olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

Esas tehlikede içerisinde bulunduğu dini durumdan haberinin olmayışıdır.

Kendisini Müslüman zannedecek kâfirler arasında dirilecek

Yandı gülüm keten helva

Vur başını taşlara ağla gözlerim ağla…  

6 – Protokolün altıncı sırasında gaflet ve delalet içerisinde olan Müslümanlar bulunur.

Bunlar inancın gereği olan ibadetleri yapmazlar bunu pekte önemsemezler.

Dünyaya bir daha mı geleceğiz diye kendilerince hayatın tadını çıkarmaya çalışırlar.

Haram ile helâlı sevap ile günahı aynı anda yapabilen insanlardır.

Namaz kılar oruç tutar içkide içer kumarda oynar umreye gider mayoyla denizde girer, sahneye de çıkar onun yeri ayrı bunun yeri ayrı der..

Camiyle de barışıktır meyhaneyle de..

Bunların günah tarafı ağır bassa da kendilerimden başkalarına pek zararları olmaz.

Gariplerimin en büyük sermayeleri kalplerinin temizliğidir.

7 – Protokolün yedinci ve son sırasında gafil Müslümanlar bulunur.

İyi niyetli olup bilgisizlikten dolayı günah işleyen insanlardır.

Bunlar burada kısa bir mola verip dinlendikten sonra esas yerlerine giderler.

Gayri Müslimlerin protokoldeki yerleri bizim için önemli değil nasıl olsa onlar orda kalıcı neresinde olursa olsunlar.

Müslümanlar cehennemde misafir konumundadırlar.

Gayri Müslimler cehennemin ev sahipleridir.

Cennette sadece Müslüman bulunur ama cehennemde her çeşit inanç ve inançsızlıkta insan bulunur.

Biletleri dünyada alınır ve satılır tercihler burada yapılır.

Gideceğiniz yeri sizin niyetiniz değil bindiğiniz otobüsün güzergâhı belirler.

Allah (cc) evvelimizi de ahirimizi de hayretsin…

“Evet” Çıkarsa da Endişe Var “Hayır” Çıkarsa da

0

12 Eylülde yapılacak halkoylamasında çıkacak sonuç, 2011 Genel Seçimlerinin neticesini doğrudan belirleyici olmaz. Psikolojik olarak seçim sonuçlarını etkileyeceği muhakkak olmakla beraber, referandumdan “evet” çıkması halinde, AKP’nin Genel Seçimde iktidardan düşmesi ihtimali olduğu gibi; “hayır” çıkması durumunda bile Genel Seçimden AKP’nin tekrar iktidar olarak çıkma ihtimali de mevcuttur.

Bu bakımdan seçmenin iki tercihinde farklı 4 sonuç ortaya çıkabilir:

  • a- Referandum sonucu “evet” ve genel seçim sonucu AKP iktidar
  • b- Referandum sonucu “hayır” ve genel seçim sonucu AKP muhalefet.
  • c- Referandum sonucu “evet” ve genel seçim sonucu AKP muhalefet
  • d- Referandum sonucu “hayır” ve genel seçim sonucu AKP iktidar
  • v Referandum sonucu “evet” ve genel seçim sonucu AKP güçlü bir iktidar olarak devam etmesi seçeneğinde, AKP muhaliflerinin muhtemel gördüğü bazı gelişmeleri sıralamaya çalışalım. (Bu ve bundan sonraki ihtimaller, temenni mahiyetinde olmayıp, mevcut izlenen politikalar ve söylemlerden çıkarılan ve hayır oyu verecek vatandaşlarımızı endişelendiren tahminlerdir.)
  • 1- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘ün görev süresi sonunda R.T. Erdoğan aday olur, Cumhurbaşkanı seçilir. Yapılacak Anayasa değişikliği ile Türkiye yarı başkanlık veya başkanlık sistemlerinden birine geçiş yapabilir.
  • 2- PKK/ BDP kanadının özerklik taleplerinin fiiliyata geçmesi için BDP’li belediyelerin önlerinde PKK bayrakları asılabilir. Bu bölgede fiilen resmi işlerde Kürtçenin birinci dil olarak kullanılması emrivakisi ile karşılaşılabilir. Teröristbaşı ile müzakerelerin genel af aşamasına gelmesi ve nihayet Irak’ın kuzeyindeki Barzani’nin federe devleti benzeri bir oluşum G. Doğu Anadolu bölgemizde gerçekleşme yoluna girebilir. PKK liderine devlet başkanı statüsünü kazandıracak Anayasal değişiklikler yapılabilir veya gerekli altyapı hazırlanabilir. ABD’nin Irak’tan çekilme süreci tamamlanır. Türkiye, ABD’nin boşalttığı alanda ABD adına Barzani ve Kürtlerin hamiliği görevini üstlenir.
  • 3- Bu görevleri üstlenen Türkiye’ye dışarıdan para akışı devam eder. Türkiye daha borçlu bir ülke olmakla beraber, ekonominin çarkları dönmeye devam eder. İşsizlik aynı boyutlarda kalır, fakirden zengine, Türklerden yabancılara servet transferi devam eder. Fakir fukara fonundan yapılan yardımlardan faydalanan vatandaşlarımızın oranında artış olur. Sağlık sektöründe yabancı hastaneler zincirleri ve ilaç mağazaları (drugstore’lar) yerli hastane ve eczanelerin payının büyük bölümünü ele geçirir. Madenlerimizin ve diğer doğal kaynaklarımızın yabancı işletmeciler ve yandaş sermayeye uzun vadeli imtiyaz sözleşmeleri ile devrine devam edilir. Memurların iş güvencesi kaldırılır.
  • 4- “Ergenekon” ve “Balyoz” davaları devam eder, benzeri açılacak davalar vasıtasıyla kamuoyunu etkileme istidadı taşıyan AKP muhalifi muhtemel güç odakları sindirilmeye devam edilir. Sermaye ve medya üzerindeki vergi cezası benzeri uygulamaların korkusu ile bu alanda direniş tamamen tüketilir.
  • 5- Telefon ve ortam dinlemeleri artarak devam eder ve Türkiye George Orwell’in 1984 romanındaki gibi “Ağabey sizi izliyorsendromunu yaşar. Özel hayatında bile iktidarı eleştirmekten korkan, yoğun propaganda etkisi ile beyni yıkanmış, robotlaşmış insanlar haline geliriz. Hanefi Avcı‘nın olay yaratan kitabında kullandığı metafor bütün vatandaşlarımız için gerçek olur. Pis kokulu Haliç kenarında kokuya kanıksamış piknik yapan insanlar haline geliriz. Aklını ve vicdanını bir yana bırakıp, suçsuz olduğunu bildiği kız kardeşine, örgütün değerleri ile bakarak ölüm cezası veren Simon kod adlı PKK militana benzemeye başlarız.
  • Referandum sonucu “hayır” çıkar ve genel seçim sonucunda AKP muhalefete düşerse ihtimali konusunda AKP’lilerin zihinlerinden geçen endişeler ise şunlar olabilir:
  • 1- Başta R.T. Erdoğan olmak üzere AKP yöneticileri hakkında çok sayıda suç dosyası ortaya çıkar. Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılır. Ergenekon davası sürecinde olduğu gibi önceden iktidar yanlısı medyaya sızdırılan bilgilerle kamuoyu AKP yöneticilerinin suçlu olduğuna ikna edilir. Tutuklamalar bizatihi cezaya dönüştürülebilir. Bu kişilerin ve yakınlarının malvarlıkları ve şirketlerine el konulabilir. (Uzan ve Doğan grubuna uygulanan yöntemler devreye sokulabilir.)
  • 2- TSK ve Yargı tekrar eski gücüne kavuşur.
  • 3- Ergenekon ve Balyoz yargılamaları sona erer. Birkaç bariz suçlu dışında kalan diğer sanıklar beraat ederler.
  • 4- AKP yandaşı sermaye ve medya üzerine gidilir ve AKP dönemi zenginleri ciddi baskı altına girebilir. AKP döneminde “devletin değil, partinin bürokratı” olarak çalışan bürokratlar görevden alınır.
  • 5- AKP’yi destekleyen “Kürt açılımı” taraftarlarının endişesi ise, bu açılım bir daha açılmamak üzere kapanır. İmralı’nın ve BDP’nin sesi kısılır, ancak terörle mücadelede verilen can kayıpları devam eder.
  • 6- AKP’nin iktidardan düşmesi halinde Türkiye- ABD ilişkileri farklı bir boyuta taşınabilir. Dışarıdan gelen sermaye akışında kesinti olabilir, ekonominin çarklarının dönmesinde sıkıntı yaşanabilir.

Her iki kanatta var olduğunu tespit ettiğimiz ve yukarıda sıralamaya çalıştığımız ve bunlara eklenebilecek diğer endişelerin ne kadar derin olduğu ortada. Bu endişeler tarafları çok keskin kutuplar haline getirmiş durumda.

Bir taraf Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ı çok fazla sevmekte, O’na insanüstü vasıflar izafe etmekte, en olumsuz icraatında bile “O yanlış yapmaz” inancıyla desteğini sürdürmekte.

Karşı taraf ise, Erdoğan’ı bir hain, bir diktatör, bir despot gözüyle görmekte, her icraatının arkasında olumsuz yönler görmekte.

Ben hiçbir liderin böylesine iki zıt ve keskin değerlendirmeye tabi tutulduğuna şahit olmadım. Bu kadar zıt değerlendirmeler de beni endişelendirmekte.

Halkoylamasının ve seçim sonuçlarının diğer iki ihtimali üzerinde düşünülenleri daha sonra değerlendirmeye devam etmek istiyorum.

 

Günaydın İzmit esnafı!

0

Günaydın!

Günaydınlar size, İzmit esnafı!

Şayet uyanabildiyseniz!

Hani siz, sorunlarınıza çözüm bekliyordunuz ya!

Hani, her İzmit’e gelişte sizi ziyaret eden milletvekilleriniz;

Sorunlarınızı biliyoruz, çözüm için çalışıyoruz, yakında sorunlarınız çözülecek” diyorlardı ya!

İşte, sorunlarınız kökten çözülüyor!

Var olan ve burnunuzun dibine kadar sokulmuş olan büyük alışveriş merkezleri ( AVM) yetmezmiş gibi yenileri geldi!

Önce, bir zamanlar yüzlerce insanın ekmek yediği Türk Kablo’nun yerine Derince esnafının haykırışına rağmen yeni bir alışveriş merkezi kurdular.

Şimdi de “dünyaca ünlü yapı marketi” bauMax ile Metro geldi.

Siz, İzmit esnafı hala “Market Yasası” çıkacak da, siz de kent merkezi esnafı olarak yaşama şansı bulacağınızı sanıyorsunuz değil mi?

Adamlar; “Daha ucuzunu bulursanız, aradaki farkı ödüyoruz” diyorlar!

Tam 15 bin metrekarelik kapalı alanda, yapı-ev-bahçe ve teknik olmak üzere dört bölümde binlerce çeşitle hizmet verecekler.

Yani, rekabet şansınız yok!

Yabancı sermayeli, çok uluslu büyük mağazaların bu ülkeye geleceği ve küçük ve orta ölçekli esnafı silip süpüreceğini, ta 1972’de bu kentin esnafına anlatmış, o günün Kocaeli gazetesinde “Küçük Esnaf ve Liberal Ekonomi” başlıklı yazımda anlatmıştım.

Sadece “geliyorlar” da demedim.

Çözüm yollarını anlattım.

Birleşin, büyük üretim ve satış merkezlerini siz kurun” diye önerdim.

Bu anlamda “MOBESKO” buna bir örnektir.

Birleşince bireysel olarak yok olmayacaktınız.

Kent merkezindeki işyerleriniz de bir yandan çalışacaktı.

Çünkü, aynı kaynaktan beslenecektiniz.

Örneğin; terziler bir araya gelip önce konfeksiyon atölyelerini, sonra da konfeksiyon fabrikalarını kuracaklardı. Bir kısım terzi de, bayilik gibi satış mağazalarını kuracak ve çalıştıracaktı.

Kasap, manav, bakkal, zücaciyeci, beyaz eşyacı, konfeksiyoncu, manifaturacı, tuhafiyeci, lokantacı, pastaneci bir araya gelecek, bük alışveriş merkezi açacaktı.

Ama, bizim kültürümüze saplanmış bir hançer var; “Küçük olsun benim olsun!”

Oysa, Kapitalist ekonomik düzen, küçükleri hap diye yutuyor!

Büyük olan, birlik olan kazanıyor!

Şimdi, bu ülkenin insanları olarak binbir zahmetle kazandığımızı yabancı büyük marketlere veriyoruz.

Onlar da kendi ülkelerine bizim sırtımızdan kaynak transfer ediyor!

Hem bireysel olarak hem de toplum olarak tükeniyor, sürekli fakirleşiyoruz.

Ama bu olumsuz sonuçta yalnızca sizin günahınız yok.

Meslek Odalarınız uyudu, siyasal iktidarlar uyuttu!

Çok Uluslu büyük sermaye siyasal iktidarlara egemen oldu!

Bu yüzden Market Yasası çıkarılamadı, çıkarılamayacak!

Çıkarılsa da kuşa dönecek!

Şimdi, bu kentin esnafı oturup düşünmelidir; “Siyasal iktidar kimden yana?” diye.

Hala yalanlarla avunacaksa, bize “İyi uykular!”demekten başka söz kalmıyor..

 

Mezkûr mesele

Mümbit arazlar coğrafyasında harman mevsimi,
Hasat ambara sığmazken, açlıktan ölür kimi.

Doymaz iştahı, gaseyan eder Roma’dan beri,
Tarih dediğin ne? iblisin hatıra defteri.
..
Ne hacet var ise keşfeder zulmün envaini.
Makus haline istiab eder ruy i zemini.
..
Nefsinden mâadâ herşeyi fethederken bile,
Maluma açtığı yelkenler de mezkûr mesele.

30 Ağustos’ta Türk Olmanın Zorluğu

Tarihinde batıya doğru yürüyüşünü yüzyıllar öncesinden başlatan Türk Milletinin, Anadolu’ya attığı en büyük askeri ve siyasi adımların yaşandığı günlerin tekrarını bu günlerde yeniden yaşıyoruz.

Her ne kadar gözden, gönülden ve akıldan uzak tutulmaya çalışılsa da Alparslan’ın Malazgirt Ovasında bir kez daha açtığı kilidin Mustafa Kemal Atatürk’le daha da sağlamlaştırıldığı ve Türk Ordusunun zaferlerle yoğrulduğu günleri içeren “Zafer Haftası”nı bir kez daha gururla idrak ediyoruz.

Bu sebeple Türk Milletinin ve bağrından çıkardığı Peygamber Ocağı olarak gördüğü şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerinin 30 Ağustos Zafer Bayramı hepimize kutlu olsun.

Türk Milletini ve Allah’ın nizamını yer yüzüne hakim kılma davasında, toprağı kanları ile sulamış bulunan bütün şehitlerimizin aziz ruhları önünde bir kez daha saygıyla,minnetle ve şükranla eğiliyor, Müslüman Türk Milletinin bu kahraman evlatlarını binlerce Fatiha ile selamlıyorum.

Yine Allah yolunda, Türk Milleti için çarpışarak gazilik mertebesine ulaşmış yiğit insanlarımızın ebediyete intikal etmiş olanlarına rahmet yaşayanlarına da hayırlı ve bereketli bir ömür diliyorum.

Şahsen Allah’tan sonra kendimi en borçlu hissettiğim varlıklar, şehitlerimiz ve gazilerimizdir. Anama, babama, dedeme, atalarıma ve çocuklarıma nefes alacak, karın doyuracak bir toprak bulduysam onlar sayesindedir. Onlara ve mirasçılarına ne yapsam haklarını ödeyemem. İnanıyorum ki; kendisini Türk olarak hisseden  her kişi, aynı duygular içerisindedir.

Şehitlerin ve gazilerin, kanları ve canları pahasına bize emanet ettikleri bu vatanda, bugün Türklük sorgulanmakta ve adeta aşağılanmaktadır. Hatta Türk Milletinin devlet üzerindeki hükümranlığı referandum ile geçirileceği farzedilen anayasa değişiklikleri ile sonlandırılmak istenmektedir. Demek ki; yaşananlara bakarsak,emaneti korumakta, üzerimize düşeni layıkıyla yerine getirememişiz. Ya da en azından ben getirememişim.

Bu yıl Zafer Haftası nedeni ile camilerde okunan Cuma hutbesinde bir kez dahi “Türk” sözcüğü geçmedi. Sanki Alparslan ve Mustafa Kemal; Türk  ve komutalarında savaşan askerler Türk askerleri değildi!!!

Bu diyanet işlerinde, imamlarımızda, vaizlerimizde ve müezzinlerimizde hiç mi haysiyet kalmadı? Yeri ve zamanı değil ama bir çok konu var ki neredeyse beni arkalarında namaza durmaktan alıkoyacaklar. Onun için acilen  aynaya bakmalarında fayda görüyorum.

Eskiden vaaz ve hutbelerde “Müslüman Türk”lerin İslamiyete yaptıkları hizmetlerden bahsedilir ve Zafer Haftasında Türk Ordusunun komutanları ismen zikredilerek övülürdü. Şimdi bakıyorum da ne Alparslan’ı ne de Mustafa Kemal’i anan var, ne hatırlayan. Varsa yoksa “bu millet” tantanası. Tarih mi değişti yoksa bu imam, müezzin ve vaiz tayfasımı?

Gözümün önünden camilerde asılı “Ne mutlu Türküm Diyene” ve diğer milli söylemli mahyaların apar topar indirilişi geçiyor ve bu anı hiç unutamıyorum. İnsan ister istemez 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden sonra yurdun dört bir köşesinin müttefik güçlerce işgalinde yaşananları hatırlıyor. Yoksa aynı günlere doğru mu gidiyoruz? Ya da nereye gittiğimizi biliyormuyuz?

Atatürk’ün, Bulgar İvan Manelof’la 1906 yılında yaptığı konuşmaya bakacak olursak, “Türk Milleti gerçeği görünce arkasından yürür…” düşüncesinin doğruluğunun yanında bugün bunun hayata geçirilmesinde büyük zorluklar içinde olduğumuz  tartışılmaz bir hakikattır. Türk Milleti kendisinden saklanan gerçeği nasıl görecektir? İşin püf noktası budur…

Her türlü yol denenerek Türk Milletinden, başına gelecek olanlar saklanmaktadır. Bunu anlamak için kahin olmaya gerek yoktur. Biraz tarih bilgisi ve de gündemi takip etmek bizi sonuca götürmektedir. Yeter ki gaflet içinde olmayalım.

30 Ağustos Zafer Bayramında “Türk” sözcüğünün es geçilmesi ve bunun için, camilerin ve din adamlarının da içinde bulunduğu her türlü argümanın kullanılmış olması  fikirlerimizin haklılığına delalet eden en büyük göstergelerdir.

Ancak yine de Türk Milletinin içinde yok edilemeyecek ve asli cevher olarak nitelendirilen bir öz vardır ki; bu öz  oynanan oyunu yine bozup atacaktır.

Dünyanın neresinde “Ne Mutlu Türküm Diyene” anlayışı içinde yaşayan, gönlü ve kalbi Ayyıldızlı bayrak için atan ne kadar kardeşimiz varsa onlarla hep birlikte nice 30 Ağustoslarda birlikte olmayı diliyor, Asil Türk Milletinin Zafer Bayramını kutluyor, Cenab-ı Allah’tan Türk Ordusuna her daim muzafferiyet niyaz ediyorum.

Anayasa Mahkemesi ve Halk Oylamasına Giden Anayasa Değişikliğindeki Anayasa Mahkemesi Yapılanması

Son zamanlarda aldığı kararlarla sürekli olarak gündeme gelen,  olumlu ve olumsuz kararlarıyla Türk halkının ve hatta uluslararası hukuk camiasının ilgi odağı olan,   Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılandırılması iktidar ve muhalefetiyle bütün siyasi partilerin ve siyasi kurumların ortak arzusu olmasına karşın, bu yeniden yapılandırmanın konjonktürel siyasete paralel olarak yapılıp, TBMM’de gerekli çoğunlukla onaylanmadığından, halk oyuna sunulan, Anayasa değişikliği içerisinde yer almış olması nedeniyle, bu kurumu kısaca tanımakta fayda vardır.

Anayasa Mahkemesi 9 Temmuz 1961 tarihinde kabul edilen 1961 Anayasası ile Türk siyasi hayatına girmiştir. Önemli görevleri vardır.

Anayasa Mahkemesi’nin temel görevi, yasama organının kimi işlemlerinin Anayasa’ya uygunluğunu denetlemektir. 1982 Anayasası’nın 148. maddesine göre, “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler”. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerinde Anayasa’da belirtilen biçim kurallarına uyulup uyulmadığı bakımından da denetim yapar. Başka bir deyişle, Anayasa değişikliklerini öz bakımından denetleyemez. Anayasa değişikliği konusunda iptal kararı verebilmek için üçte iki oyçokluğu gereklidir (Madde 148 ve 149) (http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=template&id=5&lang=0)

Şunu da belirtmek gerekir ki, yöntemine uygun biçimde yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmalar yasa hükmünde ise de, bunlar hakkında Anayasa’ya aykırı oldukları gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz (Madde 90).

Anayasa Mahkemesi, anayasaya uygunluk denetimi dışında Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir. Bu görevler kısaca şunlardır:

1.Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanı’nı, Bakanlar Kurulu Üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar. Yüce Divan’da savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya vekili yapar. Yüce Divan kararları kesindir (Madde 148).

2.Siyasî Partilerin kapatılması, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanır (Madde 69).

3.Siyasî Partilerin malî denetimi de Anayasa Mahkemesi’nce yapılır (Madde 69).

4.Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düştüğüne Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce karar verilmesi durumunda, bu karar tarihinden başlayarak bir hafta içinde ilgili üye ya da milletvekillerinden herhangi biri tarafından bu kararın Anayasa’ya veya İçtüzük hükümlerine aykırılığı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilir. Anayasa Mahkemesi bu iptal istemini onbeş gün içinde karara bağlar (Madde 85). Anayasa Mahkemesi esas olarak tüm işleri dosya üzerinden inceler. Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar bundan ayrıdır. Gerekli gördüğü durumlarda sözlü açıklamaları dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir.

( http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=template&id=5&lang=0))

Ve diğer bir çok bilgi bu siteden bulunabilir.

Birde Anaysa mahkemesi üyeleri nasıl seçilir. Diğer ülkelerde ve bizde Anayasa mahkemesi nasıl örgütlenir. Buna bir bakalım..

1982 Türk Anayasasının 146’ncı maddesine göre Anayasa Mahkemesi 11 asıl ve 4 yedek üyeden oluşur.

Toplam 11 üyeden 8’ini “Yargıtay(2), Danıştay(2), Askerî Yargıtay(1), Askerî Yüksek İdare Mahkemesi(1), Sayıştay(1), Yükseköğretim Kurulu(1)”  Cumhurbaşkanına üç aday göstermekte, Cumhurbaşkanı da bu adaylardan birisini Anayasa Mahkemesi üyesi olarak atamaktadır.  Burada aday gösterme yetkisinin çok önemli bir yetki olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı, 11 üyeden 3’ünü ise belli şartları taşıyan kimseler arasından doğrudan doğruya kendisi seçmektedir

Buradan da anlaşılan Cumhurbaşkanı’nın tamamını kendisi önermese bile tamamını kendisinin seçtiğini söyleyebiliriz.

Türkiye’de Anayasa Mahkemesinin 11 üyesinden 7’si yargı organları tarafından seçilmektedir. Bir üye YÖK, 3 üye de Cumhurbaşkanı tarafından seçilmektedir. Malesef Türkiye’de yasama organının Anayasa Mahkemesi üye seçme yetkisi yoktur

Kemal Gözler beyefendinin Anayasa Mahkemesi Üyelerinin hem Türkiye’de hem farklı ülkelerde seçilmeleri üzerine karşılaştırmalı Anayasa Hukuku incelemesi var. İstifadenize sunuyorum. http://www.anayasa.gen.tr/aym-uyesecimi.htm

Halk oylamasına gidecek olan Anayasa mahkemesinin üye sayısı 11 den 17 kişiye çıkmış oluyor.

TBMM ” Sayıştay(2) Baro(1) “, Yargıtay(3), Danıştay(2), Askeri Yargıtay(1), Askeri Yüksek İdari Mahkemesi(1), Yükseköğretim Kurumu(3), Cumhurbaşkanı(4).

Değişikliği oylanacak anayasada Anayasa mahkemesinin kimlerden oluştuğuna ve çalışma şekline bir bakalım.

TBMM, 2 üyeyi, Sayıştay Genel Kurulunun gösterdiği 3’er aday arasından, 1 üyeyi baro başkanlarının avukatlar arasından göstereceği 3 aday arasından gizli oyla seçecek.

Cumhurbaşkanı 3 üyeyi Yargıtay, 2 üyeyi Danıştay, 1 üyeyi Askeri Yargıtay, 1 üyeyi Askeri Yüksek İdare Mahkemesince gösterilecek 3’er aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere 3 üyeyi ise YÖK‘ün kendi üyesi olmayan yüksek öğretim kurumları öğretim üyeleri arasından göstereceği 3’er aday içinden seçecek.

Cumhurbaşkanı, 4 üyeyi de üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, 1. sınıf hakim ve savcılar ile en az 5 yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından belirleyecek.

Anayasa Mahkemesi iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışacak. Genel Kurul, mahkeme başkanı veya belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az 12 üye ile toplanacak

Siyasi partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurul bakacak.

Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğuyla karar alacak.

Anayasa Mahkemesi üyeleri 12 yıl için seçilecek. Bir kişi 2 defa üyeliğe seçilemeyecek. 12 yıldan önce yaş sınırını dolduran üye emekliye ayrılacak. Anayasa Mahkemesinin mevcut yedek üyeleri “asıl üye” sıfatını kazanacak.

Anayasa Mahkemesine kişisel başvuru yapılabilecek.( Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.)

Meclis Başkanı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanacak. Yüce Divan kararlarına karşı yeniden inceleme başvurusu yapılabilecek. Genel Kurulun yeniden inceleme sonucu verdiği kararlar kesin olacak.

Kişisel yorumlara gerek bırakmadan Mukayeseli tabloyu tekrar koyuyorum incelemeniz için

Daha önce yazımda yazdığım gibi ; Kaygı, korku, niyet okuma, halkı küçük görme (halk için halka rağmen; anayasa değişikliklerini halk anlayamaz gibi) politikaları ve komplo teorileri üzerine oluşturulan seçim kampanyaları bizim gibi ülkelerin kaderi olmamalı. Halkımız, gerçek anlamda hiçbir duygusal argümana itibar etmeden bu değişikliğin kendisine, ülkesine ve geleceğine neler kazandıracağını iyice tarttıktan sonra, bireysel tercihini bizzat kendisi yaparak karar vermelidir. (http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1778 )

  

Sol sütundaki kırmızı ile yazılı bölümler, teklifte yer almayan/iptal edilmiş olan ibare ve/veya cümleleri; sağ sütunda mavi ile yazılı bölümler, mevcut anayasada yer almayan ilave edilmiş ibare ve/veya cümleleri; fonunda sarı renk ile gölgelendirilen bold olarak yazılan ibareler ise Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği bölümleri göstermektedir.

  

A. Anayasa Mahkemesi

1. Kuruluşu

MADDE 146. – Anayasa Mahkemesi onbir asıl ve dört yedek üyeden kurulur.

Cumhurbaşkanı, iki asıl ve iki yedek üyeyi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyeyi Danıştay, birer asıl üyeyi Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi Başkan ve üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; bir asıl üyeyi ise Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri içinden göstereceği üç aday arasından; üç asıl ve bir yedek üyeyi üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından seçer.

Yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri ile üst kademe yöneticileri ve avukatların Anayasa Mahkemesine asıl ve yedek üye seçilebilmeleri için, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim görmüş veya öğrenim kurumlarında en az onbeş yıl öğretim üyeliği veya kamu hizmetinde en az onbeş yıl fiilen çalışmış veya en az onbeş yıl avukatlık yapmış olmak şarttır.

Anayasa Mahkemesi, asıl üyeleri arasından gizli oyla ve üye tamsayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve bir Başkanvekili seçer. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.

Anayasa Mahkemesi üyeleri, aslî görevleri dışında resmî veya özel hiçbir görev alamazlar.

A. Anayasa Mahkemesi

1. Kuruluşu

MADDE 146 – Anayasa Mahkemesi onyedi üyeden kurulur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.

Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer.

Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için, kırkbeş yaşın doldurulmuş olması kaydıyla; yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör veya doçent unvanını kazanmış, avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış, birinci sınıf hâkim ve savcıların adaylık dahil en az yirmi yıl çalışmış olması şarttır.

Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve iki başkanvekili seçilir. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.

Anayasa Mahkemesi üyeleri aslî görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar.

2. Üyeliğin sona ermesi

MADDE 147. – Anayasa Mahkemesi üyeleri altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar.

Anayasa Mahkemesi üyeliği, bir üyenin hâkimlik mesleğinden çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymesi halinde kendiliğinden; görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceğinin kesin olarak anlaşılması halinde de, Anayasa Mahkemesi üye tamsayısının salt çoğunluğunun kararı ile sona erer.

2. Üyelerin görev süresi ve üyeliğin sona ermesi

MADDE 147. – Anayasa Mahkemesi üyeleri oniki yıl için seçilirler. Bir kimse iki defa Anayasa Mahkemesi üyesi seçilemez. Anayasa Mahkemesi üyeleri altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar. Zorunlu emeklilik yaşından önce görev süresi dolan üyelerin başka bir görevde çalışmaları ve özlük işleri kanunla düzenlenir.

Anayasa Mahkemesi üyeliği, bir üyenin hâkimlik mesleğinden çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymesi halinde kendiliğinden; görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceğinin kesin olarak anlaşılması halinde de, Anayasa Mahkemesi üye tamsayısının salt çoğunluğunun kararı ile sona erer.

3. Görev ve yetkileri

Sorumluluk bize ait değil!

0

Herkese merhaba…

Herkese merhaba…

Herkese merhaba…

Bugün 30 Ağustos 2010…

Zafer bayramı…

Bilgi kirliliği ve kavram kargaşasının hakim olduğu ülkemde yazı yazarken, özellikle, seçtiğim kelimelerin sözlük anlamlarını kendime bir kez daha hatırlattıktan sonra, sizlerle paylaşmayı inadına çok seviyorum…

Zafer… Savaşta kazanılan başarı demektir…

Zafer kelimesini araştırdığınızda Arapça olduğunu görürsünüz…

Türkçesi “YENGİ”dir…
Anlamı ise, birçok emek ve tehlikeli uğraşma pahasına erişilen mutlu sonuç, utku, galibiyet, galebe, zafer.

Şimdi de Zafer Bayramı’na bakalım…

O da neymiş demeyin…

Sabredin açıklayacağım…

“30 Ağustos 1922’de kazanılan büyük zaferi kutlamak üzere yasayla kabul edilmiş olan resmî bayram”ımız…

Hatırlatırım özellikle unutanlara ve unutturanlara…

Süper, buraya kadar bilgilerimizi tazelediğimize göreee…

Şimdi de 30 Ağustos 2010’a geçebiliriz…

Birileri her ne söylerse söylesin eminim bugün de, ordumuz aynı güçle birlik içindedir.

Bizi yenmek hiçbir zaman kolay olmamıştır.
Bugün de kolay değildir.

Biz olalım ya da olmayalım bütün dünya bunun farkındadır.
Çünkü özünde benim ülkem Türkiye Cumhuriyeti, önüne pek çok fırsat çıktığı halde, komşularının toprak bütünlüğüne, sınırlarına saygılı olan, vicdan sahibi ve “Yurtta Barış Dünyada Barış” isteyen bir ülkedir.

Bizler gerekmedikçe savaşmayız.

Ama gerekirse etimizin, kanımızın, canımızın son damlasına kadar çarpışır, gözyaşımızı, terimizi katık eder savaşırız.

İşte 30 Ağustos bu demektir.

Bilmem anlatabildim mi?

Sorun değil… Anlayana sivrisine saz… Anlamayana da “Her Şeye Maydanoz”unuzun davulu az gelir zaten sevgili okur… Az gelir az…

Güm be de güm güm… Güm be de güm güm… Güm… Güm.. Güm…

Sözün tükendiği yere geldik ama son sözü bugün ben değil Atatürk’üm söylesin…

Meydan savaşından sonra, çevreyi gezen Mustafa Kemal Paşa, düşmanın ağır yenilgisini, savaş alanında bıraktığı silah, cephane ve savaş malzemesini, ölülerini, sürü sürü esirin kafilelerle geriye götürülmesini gördükten sonra çok duygulanmış ve yanındakilere, “Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bize ait değildir.”

Nasıl olsa yaptıklarımız yapabileceklerimizin bir göstergesidir sevgili okur…

Siz yazdıklarımı düşüne durun, ben bugün de müsaadenizi istiyorum…

Yeniden görüşünceye kadar en çok beni özleyin…

En çok beni özleyin…

En çok beni özleyin…

Hatta bir tek beni özleyin…

Özleyinnnn…

 

Halk Oylaması ve “Türk Dayanışma Konseyi”

0

Sayın Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar; Dün Devlet, Bugün Cemaat” isimli kitabı gündemi oluşturuverdi. Kitap nedense pek bulunamıyor. Aslında basına yansıdığı kadarıyla ülkede olup bitenleri yakından takip edenler için ileri sürülenler meçhul değil… Ancak, Sayın Avcı, Devletin içindeki cemaatçi yapılanmayı, birilerinin derin devletini ifşa ediyor. Bazıları da karşı propagandayla uğraşıyor; “efendim, belgeler yeterli değil, iddialar yeterince belgelendirilememiş” gibi ipe un sermekle uğraşıyor.

Çifte standart uygulayanlar, bazı basın kuruluşlarıyla birlikte icranın yargısız infazlarını, gizli ve meçhul tanıklara dayalı tutuklama ve iddiaları, basına sızmaması gereken iddianameleri çok çabuk unutmuşa benziyorlar. Yurt dışında ve yurt içindeki itirafçılara dayanıp asker-sivil insanlar tutuklanmadı mı? Tutuklamaların ardından iddianameler gelmedi mi? Hem istihbarat yapan elemanları deşifre ettiler, hem de istihbarat yetersizliğini dile getirdiler. Telekulak skandalları herhalde demokratikleşmenin gereği değildir. Öyle görünüyor ki, keyfi ve hukuk dışı davranışlar, 12 Eylül’de “evet” çıkarsa daha da artacaktır. 12 Eylül’de verilecek her “hayır” hukuk devletini ve demokrasiyi koruma adına olacaktır.

Sayın Başbakanın yol göstermesi üzerine sivil toplum kuruluşları da görüşlerini açıklamak durumunda kalıyorlar. Aslında bu türlü bir siyasi baskı bu ülkeye hiç de yakışmıyor. Bitaraf olup bertaraf olmamak için Türk Dayanışma Konseyi adı altında toplanan 70 sivil toplum kuruluşu, geçen hafta Ankara’da bir basın toplantısı yaptılar. Görüşlerini ve endişelerini dile getirdiler. Ortak bir metinle kamuoyuna fikirlerini duyurmaya çalıştılar.

Fikir jimnastiği yapan herkesin bu metni görmesi gerekir. Gerçekten Anayasa değişiklik paketi, ne sosyal, ne siyasi anlamda bir mutabakatın ürünüdür. Sadece iktidarın bir Anayasa metnidir. Yapılmak istenen değişikliklerle toplumun belli kesimlerinin hoşnut olacağı, pek de itiraz etmeyeceği bazı maddeler öne çıkarılarak, makyajlanarak asıl gerçekleştirilmek istenenlere perde yapılmıştır.

Kadınlara, yaşlılara ve engellilere yapılmak istenen pozitif ayırımcılık, çocukların istismarının önlenmesi gibi aslında Anayasa üstü olan uluslararası sözleşmelerle taahhüt ettiğimiz hususlar 26 madde içinde yer almaktadır.

Müşteriye promosyon şeklinde sunulan örnekler gibi, asıl yapılmak istenenler gizlenerek bir pazarlama tekniği kullanılmaktadır. Asıl amaç, 7 Ağustos’ta İçişleri Bakanının beyanında ve diğer açıklamalarda olduğu gibi Anayasanın tamamının değiştirilmesidir. Tamamı temel giriş maddelerini de kapsamaktadır.

Yurtdışına çıkma serbestisinin getirilmesiyle vergi kaçıranlar, asker kaçakları korunmakta, suçlular adeta anayasal himayeye alınmaktadır. Toplu görüşme yerine toplu sözleşme ifadesi bir aldatmacadır. İktidar 2002 yılında memurlara grev hakkı sözünü vermiş olmasına rağmen, değişiklikte bunun yeri yoktur. Sendikalarla hükümetler anlaşamazlarsa iktidar tarafından seçilen hakem kurulu karar verecektir. İktidar tarafından seçilecek Hakem Kurulu kimden yana olacaktır?

Şimdilik yargıyı kuşatmak, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu hedef alınmıştır. Kuvvetler Ayrılığı prensibi her dönemde korunmalıdır. Eline güç geçirenin yıpratacağı bir malzeme olmamalıdır.  Anayasa Mahkemesindeki değişikliğin soygun, vurgun, yolsuzluk yapacak olanların ve etnik ırkçıların yandaş hakimler eliyle aklanmasını esas almaktadır. Anayasa Mahkemesi bunun için hedeftir. Sözde demokratikleşen Türkiye’de Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Adalet Bakanlığı ve Müsteşarına teslim edilmiştir. Partilerin kapatılması yolu, yargıdan alınarak yasamadaki partilerin kararlarına bağlanmaktadır.

12 Eylül’de zaman aşımına uğrayacağından darbeciler yargılanamayacaklardır. Ancak, 12 Eylül mağdurları tahrik edilmekte ve kullanılmaktadır. Hep şu öne sürülmektedir: “Efendim, değiştirilmek istenen maddeler üzerinde durulmuyor” Sonuçta istenen dış dayatmalarla Devletin yapısını ve mevcut ilk üç maddeyi değiştirmek ise, getirilen 26 maddelik değişiklik teferruat sayılır.

Türk Dayanışma Konseyi Basın Bildirisi

Saygıdeğer Basın Mensupları ve Muhterem Katılımcılar;

           

Yetmiş sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu bir platform olan Türk Dayanışma Konseyinin, kuruluş temsilcileri olarak, yaşamakta olduğumuz referandum süreci ile ilgili görüş ve düşüncelerimizi, saygıdeğer medyamız vasıtasıyla aziz milletimizle paylaşmak üzere, bu toplantımızı düzenlemiş bulunmaktayız.

Sözlerimizin başında, hepinize hoş geldiniz der, en iyi dileklerimizi sunarız.

Değerli Basın Mensupları

Bugüne kadar Türk Dayanışma Konseyi olarak, Ülke meseleleri ile ilgili görüş ve düşüncelerimizi yine medyamız aracılığı ile milletimizle birçok defa paylaşmıştık.

Yaşamakta olduğumuz referandum süreci ile ilgili görüş ve düşüncelerimizi ortaya koymak maksadıyla böyle bir toplantıyı planlamamıştık.

Planlamamıştık, çünkü bize göre referandum, seçmenlerin hür iradeleri ile tercihlerini ortaya koyacakları bir halk oylaması niteliği taşır.

Ama görüyoruz ki, seçmenlerin hür iradelerine tehditle, şantajla, vaatlerle, rüşvetle, adil olmayan yöntemlerle ipotek konulmaya çalışılıyor dahası hür iradeye pranga vurulmak isteniyor.

İktidar ve özellikle Başbakanın söylem ve eylemleri toplumu kutuplaştırıyor, ayrıştırıyor ve cepheleştiriyor.

Açıklama yapmak zarureti hissetmemizin sebebi, Başbakanın sivil toplum kuruluşlarını oylarının rengini belli etmesi yönünde açıklama yapmaya zorlaması, üstelik bu konuda tehdit olarak algılanabilecek ifadeler kullanmasıdır.

Bilindiği gibi sayın Başbakan, alanlarda ve demeçlerinde “bazı sivil toplum kuruluşları evet dese de yeterli değil”, “Sessiz kalanlar bilesiniz ki yarın huzurumuza geldiğinizde bizde sessiz kalırız” ,“Bitaraf olanlar bertaraf olur, bunu böyle bilesiniz” gibi cümleler kullanmıştır.

Yani Başbakan toplumu tehdit etmiştir!

Aslında Başbakan “ya yanımda olur evet dersiniz, ya da sizi darmadağın ederim, size hayat hakkı tanımam” demeye getiriyor.

Bugün artık Başbakanın evet oyu alabilmek için, tehdit, şantaj, vaat gibi akla gelebilecek her yolu denediği net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Türk siyasi hayatında örneğine ilk kez rastladığımız bu anti demokratik tutumun insan haklarına da aykırı olduğu açıktır.

Bizler Türk Dayanışma Konsey Olarak;

İçinde bulunduğumuz referandum sürecinde, sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, iş dünyası teşkilatlarının, odaların, borsaların oy rengini açıklaması yönünde zorlanmalarını, tehdit edilmelerini hem gayri ahlaki buluyor, hem de şiddetle kınıyoruz.

Değerli Basın Mensupları;

Bizler, 70 sivil toplum kuruluşunun temsilcileri olarak; üyelerimiz tarafından bizlere verilen yönetim vekâletine dayanarak, ülkemizin ve aziz milletimizin götürülmek istendiği karanlık dehlizleri görerek, bu aldatma ve kandırmadan ibaret anayasa değişiklik paketine, tüm şantaj ve tehditlere rağmen “Hayır” diyeceğimizi ilan ediyoruz.

Neden Hayır dediğimizi hür irademizle ve gerekçeleriyle Türk kamuoyuna açıklamak istiyoruz.

Buradan Aziz Türk Milletine sesleniyoruz!

Önümüze konulan anayasa değişiklik “paket”i ne toplumsal ne de siyasal anlamda bir mutabakatın ürünüdür. Aksine işbaşındaki iktidarın despotik bir dayatmasıdır. Bu sebepten toplumsal uzlaşmayı temsil etmesi gereken anayasa, şimdiden toplumsal ayrışmanın, hatta toplumsal çatışmanın ciddi bir dinamiği haline gelmiştir.

Hâlbuki1982 anayasasında bugüne kadar 86 madde iktidar ve muhalefet partilerinin birlikte ve büyük çoğunlukla ittifakı ile değiştirilmiş ya da bazı maddelere eklemeler yapılmıştır.

Yani bu ülkede ilk defa anayasa değişikliği yapılmıyor!

Paket olarak dayatılan bu anayasa değişikliğinin toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek için hazırlanmadığı ortadadır.

 Yapılan bu değişiklikler, aralara belli kesimlerin hoşnut olacağı ve kimsenin de itiraz etmeyeceği maddeler serpiştirilerek, süslenip makyajlanarak iktidarın ihtiyaçlarına ve gerçekleştirmek istedikleri karanlık hedeflere göre hazırlanmıştır.

Toplumun duyarlılıklarını ve acılarını istismar eden bazı maddelerin pakette yer alması, özellikle referandumun kabul ettirilmesi için gündeme getirilmiştir.

Bu değişikliklerin ne demokrasi ile nede insan hakları ile alakası yoktur. Bu bir AKP anayasa metnidir.

Vitrine konan bazı maddelerden örnekler vererek konuyu irdelemek istiyoruz.

Bu paketteki temel insan hak ve özgürlükleri konusunda ki değişiklikler –ki kadınlara, yaşlılara, engellilere pozitif ayrımcılık, çocukların istismarının önlenmesi gibi –zaten altına imza attığımız uluslar arası sözleşmelerle taahhüt ettiğimiz konulardır. Anayasamızın 90.cı maddesi, insan hak ve hürriyetleri ile ilgili sözleşmeleri anayasanın üstünde görmektedir. Bu konularla ilgili mevzuatımızda sözleşmelere uyumlu hale getirilmiştir. Kaldı ki bu konuda eksiklikler varsa her zaman düzeltilebilir.

 Bu konuların referanduma sunulması doğru bir tavır mıdır?

Referandumda hayır çıkarsa, bu temel hak ve özgürlükler uygulanmayacak mıdır?

Eğer 8 yıldır bu konularda bir ilerleme kaydedilmemişse, İktidarın yönetim becerisindeki zafiyetinden değil midir?

İktidar, bu konuları istismar alanı olarak kullanmakta ve bu pakette geçirmek istediği maddelerin yanında, insan temel hak ve hürriyetleri ile ilgili maddeleri, Amerikan pazarlama tekniği ile promosyon olarak millete sunmaktadır.

Diğer taraftan seyahat hürriyeti ile ilgili değişiklikle vergi kaçırma fiilini işleyenler ve asker kaçakları yurt dışına çıkabilecekler hatta kaçabileceklerdir. Başka bir deyişle suç işlemek adeta anayasal bir himaye altına alınarak teşvik edilmektedir.

AKP yöneticileri ve yandaş tüccarlar acaba kendileri için kurtuluşu yurt dışına kaçmakta mı görüyorlar?

Ayrıca geçici 15.ci maddenin kaldırılmasıyla 12 Eylül cuntacılarıyla hesaplaşacaklarını söylemeleri külliyen yalan ve aldatmacadır. İlgili madde için zaman aşımı durumu ve dokunulmazlıklar kalkmadığı sürece ve yine sanık lehine kanunun uygulanması prensibi yürürlükte iken, 12 Eylül darbecilerine hesap sormak mümkün değildir.

Bu konuda ne yazık ki, 12 Eylül’ün mağdur ve mazlumları kandırılmakta, istismar edilmekte ve bazıları propaganda aracı olarak kullanılmaktadır.

Yine sormak isteriz ki, kişisel bilgilerin korunması anayasal güvence altına alınmadığı için mi, hiçbir dönemde olmadığı kadar bu iktidar döneminde ayaklar altına alınmıştır?

Ayrıca Kamu denetçiliği ile ilgili madde demokratikleşme konusunda şaşalı bir şekilde takdim ediliyor. Devletin işleyişini denetleyecek böyle bir kurumun görev ve yetkilerinin iktidar tarafından belirleneceği ve kadrolaşma alanı olarak kullanılacağı göz önüne alındığında “vay ülkemizin haline”! demekten kendimizi alamıyoruz..

 

Diğer taraftan memurlara toplu görüşme yerine, toplu sözleşme de bir aldatmacadır. AKP 2002 yılında memurlara grev hakkı vereceğinin sözünü vermiş olmasına rağmen bu değişiklikte grev hakkı yoktur.

Toplu Sözleşmede sendikalar ve hükümetler anlaşamazsa İktidar tarafından seçilen Hakem Kurulu karar verecektir. Bu durumda memurların kazanımı ne olacaktır?

Sayın Basın Mensupları

Aslında bu anayasa değişiklik paketinin esasını Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştirmek teşkil etmektedir. Bu durum, yasama ve yürütmeyi elinde tutan AKP’nin yüksek yargıyı da ele geçirme operasyonudur.

Hepimizin bildiği gibi Demokratik Parlamenter rejimin devamı yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız çalışması yani kuvvetler ayrılığı prensibine dayanır.

Yasama, yürütme ve yargının bir elde toplanmasının adı artık demokrasi değil diktatörlüktür.

Ayrıca Anayasa Mahkemesinde yapılmak istenen değişiklinin esas amacının, bu dönemde kurulan soygun, vurgun, talan düzeninin müstakbel sanıklarını ve etnik bölücüleri, Yüce Divan’da yandaş hakimler eliyle aklamak olduğu iyice gün yüzüne çıkmıştır.   

HSYK’nın üye seçimi ve üye yapısı ince ince hesaplanarak Adalet Bakanı’nın emrinde bir kurul haline getirilmekte böylece yargı tamamen siyasete teslim edilerek, yandaş yargı oluşturulmak istenmektedir.

Yine Anayasa Mahkemesi ile ilgili değişiklikte, yüce divan kararlarına yeniden inceleme yolu açılacak, bölücülük ve PKK ile işbirliği suçundan milletvekilliğinden azledilen kişilere, milletvekillikleri iade edilecektir.

Ayrıca bu pakette 9. Madde ile mevcut anayasa da eylem ve söylemleri ile partisinin kapatılmasına sebep olan milletvekillerinin, milletvekilliğinin düşmesine yönelik düzenleme ortadan kalmaktadır. Yani Mecliste her türlü bölücülük serbest hale gelmektedir.

Değerli Basın Mensupları;

Bu Anayasa değişikliğinin, AB, ABD ve etnik bölücü terör örgütünün istekleri doğrultusunda, iktidar tarafından yürütülen ama milletimizi çileden çıkaran, Habur görüntüleri ile şimdilik kesintiye uğrayan “Açılım” projesine de alt yapı oluşturduğu Başbakan tarafından itiraf edilmiştir.

 

AKP, Türk Milletinin bekasını tehdit eden, dıştan güdümlü yasaları çıkarabilmek ve dış mihrakların taşeronu olan PKK’nın isteğine cevap veren milli devletin, üniter yapının, milli kimliğin ortadan kaldırılacağı federatif yapılanma için, yeni Anayasa değişikliklerinin 2011’den sonra gündeme getirileceğini de ilan etmiştir.

Milletimize onaylatılmak istenen bu Anayasa değişiklik paketi ise, yıkım projesinin anayasal ilk adımıdır.

Kısacası ülkemizin birlik ve bütünlüğüne kasteden, Türk milletinin kardeşliğini ortadan kaldırmayı amaçlayan adına “Açılım” denilen yıkım projesi Türk Milletine onaylatılmak istenmektedir.

Değerli Basın Mensupları

           

Bizler Türk Dayanışma Konseyi olarak;

 

            Referandumda,

 

          Sözde demokrasi adına paketin içine serpiştirilmiş tuzaklara “HAYIR” diyoruz.

 

          Bu Anayasa Değişiklik paketi ile Devletimizin kuruluş felsefesini ve temellerini sarsarak, milli birlik ve bütünlüğü yok etmenin alt yapısı hazırlandığı için, Cumhuriyetimizi ve milli üniter devlet yapımızı koruma ve kollama adına “HAYIR” diyoruz.

 

          Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve milli mücadeleyi bir türlü hazmedemeyenlerin, Sevr destekçilerinin, kendini Türk değil, Türkiyeli hissedenlerin isteklerine cevap veren bu değişikliklere “HAYIR” diyoruz.

 

          Hiçbir ciddi devletin tartışmadığı ve tartışılmasına izin vermeyeceği konuları, sözde demokratikleşme ve sivilleşme adı altında tartıştıran bu zihniyeti önleme adına “HAYIR” diyoruz.

 

          İktidarın zihinlere soktuğu etnik köken fitnesi devam etmesin diye “HAYIR” diyoruz.

 

          Yasama, yürütme ve yargının tek bir gücün eline geçerek demokrasinin diktatörlüğe dönüşmesini ve yeni Führer’lerin oluşmasını engellemek için “HAYIR” diyoruz.

 

1...1.1851.1861.187...1.3441.344 Sayfanın 1.186. Sayfası