11.6 C
Kocaeli
Çarşamba, Ekim 1, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1166

Gözlerim

Ah! Benim yanan gözlerim

Dünya’ya bakarken ağrıyan gözlerim

Yorgunluğa gelmeyen, dinlenmeyi seven

Nasıl olduğunu bilmediğim acayip gözlerim

 

Sevgiyle bakarken parıldayan

İnsanın iyisini sıcağını arayan

Israrla mutluluk isteyip ışıldayan

Çocukça bakan masum gözlerim

 

O kadar istiyordum ki sağlam olsaydın

Bana bir problem çıkarmasaydın

Ağrımasaydın, yanmasaydın

Rengi belirsiz canım gözlerim

 

İri iri açsaydın, öyle baksaydın

Renkli renkli açsaydın

Her şeyden önce sağlıklı olsaydın

Gücüme güç katan gözlerim

Füze Kalkanı Nato ve Türkiye – 1

0

NATO’nun Türkiye’ye bakış açısını üç maddede özetlemek mümkündür.

1 – Sana karşı olacak dış tehditleri engelleyemem.

2 – Seni dış tehditlere karşı savunamam.

3 – Kendini savunman için benim silahlarımı kullanamazsın.

İşte dost dediğin böyle olur.

Abartmıyorum.

İnanmazsanız yazıyı sonuna kadar okuyunuz.

ABD + AB = NATO

Dikkat ederseniz batı.

Yâda başka bir deyimle aynı medeniyetin mensupları

Türkiye NATO içerisindeki

Tek Müslüman ülke

Farklı ses

Yani üvey evlat

Abartmıyorum.

NATO’nun Türkiye’ye bakış açısı tıpa tıp böyledir.

İnanmazsanız 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını hatırlayınız.

NATO’ya karşı Türkiye olarak hep verici olduk.

Hiç alıcı olamadık.

1948 de kurulan Siyonist İsrail devletini

ABD den sonra ikinci tanıyan ülke biz olduk.

50’li yılların başlarında Sovyetler tehdidine karşı

Kore’ye asker gönderdik.

Binlerce vatan evladı şehit oldu.

Temennimiz şehit olmalarıdır.

55- 56’lı yıllarda NATO’nun isteği üzerine

Suriye sınırına bir milyon civarında mayın döşedik.

Aradan 60 seneye yakın bir zaman geçti hala temizleyemedik.

Neyin hatırına ve kime karşı?

58’li yıllarda birleşmiş milletlerde Cezayir’in bağımsızlık oylamasında

NATO’nun yani ABD’nin isteği üzerine Fransızlardan yana oy kullandık

Çekimser oy kullandık diye hemen itiraz etmeyiniz

Netice itibarıyla kullandığımız oy kime yaradı?

NATO kime karşı kurulmuştu?

Biz Türkiye olarak NATO’ya niçin girmiştik?

Biz bu NATO’yu Kıbrıs barış harekâtında

Irak’ta, Afganistan’da, Bosna Hersek’te

Daha dün Mavi Marmara olayında ne işe yaradığını görmedik mi?

NATO’mu bizim güvenliğimizi sağlıyor?

Biz mi NATO’nun güvenliğini sağlıyoruz?

Varşova Paktı yıkıldığına göre NATO’nun da

İşlevsiz kalarak kendini feshetmesi gerekmez miydi?

Ama NATO ne yaptı

Kendisine yeni bir düşman belirledi,

Tehlikenin rengini kırmızıdan yeşile çevirdi.

Artık yeni düşman İslam ülkeleri..

Dolayısıyla Müslümanlardır.

Bir kısmı açlıkla terbiye edilecek.

Bir kısmi ölümle,

Bir kısmı da korkuyla,

Yüz yıllar boyunca kendi ırk ve dindaşlarını katleden batılılar için

Müslüman hayatının bir değeri olması mümkün mü?

Mümkün diyenler Irak’a Afganistan’a Çeçenistan’a

Doğu Türkistan’a ve Filistin’e baksınlar..

Oralarda kan zulüm barut kokusu ve gözyaşından başka insanlık adına ne görebilecek?

Evet, NATO tehlikenin rengini kırmızıdan yeşile çevirmişti ya,

Allah var hakkını da verdiler.

Şimdi sırada İran var.

Ama kolay lokma olmadığını da biliyorlar.

İran mı NATO için tehlike?

Yoksa İsrail mi dünya için tehlike?

Bir saldırı ihtimali öncelikle Iran’dan mı kaynaklanır?

Yoksa İsrail yâda ABD’den mi?

Füze kalkanı sadece koruma amaçlı mıdır?

Yoksa aynı zamanda taarruz amaçlı da kullanılabilir mi?

Yanı anlaşma metninde İran’ın isminin olmaması hadi diyelim diplomatik bir başarı,

Peki, ne işe yarar?

Olayı doğru tespit etmek lazım.

Burada amaç NATO’nun güvenliğimidir?

Yoksa NATO şemsiyesi altında İsrail’in güvenliğini sağlamak mıdır?

NATO bizi İsrail’in bekçiliğine mi zorluyor?

Yâda bizim topraklarımızda İsrail’in bekçiliğini mi yapmak istiyor?

Sizdeki nükleer silahlar başka ülkeler için tehlike oluşturmuyor da

İslam ülkelerindeki özelliklede İran’daki olası nükleer silahlar dünya barışı için neden tehlike oluştursun ki?

Medeni dünyada bunun mantığı ve cevabı nedir?

Yoksa siz dünyayı ateşe verirken,

Kimse size İnsanlık adına adalet adına dur demesin mi?

Çekiç güç ülkemize 3 – aylığına geldi 12 sene sonra gönderilebildi..

Peki, bize çok mu faydası oldu?

Bir soru daha

İsrail NATO ülkesi mi? değil mi?

 

Devam edecek

Terör Silahında Namluya Sürülen Gençlik!

0

Giriş

Uyuşmazlık, siyasi tarafların birbiriyle bağdaşmaz çıkarlarından doğan bir irade mücadelesi olarak tanımlanmaktadır. Bu durum insanlar arasında ve insanlarla devlet arasında olabileceği gibi devletlerin kendi aralarında da ortaya çıkabilir. İnsanlar ile devletlerin daimi bir uyuşmazlık içinde olduğu söylenebilir ki bu da zaten siyasetin ruhudur.[1] Dolayısıyla siyaset ve uyuşmazlık daima birbiriyle iç içe olan doğal olaylardır. Uyuşmazlığı gidermek için kullanılacak metotlar, barışçı sınırlı güç kullanımı olabileceği gibi savaşa yönelik sınırsız güç kullanımı, terör ve kargaşa(anarşi) ortamı yaratmak şeklinde de olabilir.

Tarih kadar eski olan klasik terörizm hareketi, modern terörizmden büyük farklılıklar gösterir. Klasik terörist tipi genellikle gelişi güzel ve tek başına eylemci kişi olarak idealist, siyasi yönden anarşisttir. Modern teröristin tersine, iyi bir dünya yaratmak isteyen bir idealist ile ilgisi yoktur. Siyasi inançları derin ve köklü değildir. Fakat milletler arası ilişkileri gelişmiş ve çok daha iyi organize olmuş haldedir. Modern teknolojiyi kullanarak milletler arası etki yapabilen olaylar oluşturabilecek kapasitededir. Kitle iletişim araçlarının büyük ilgisi sayesinde, yerel milletler arası ilişkiler üzerinde büyük etki yapabilmektedir. Modern terörizm, büyük bir korku doğurarak, hedef seçilen ülkedeki günlük hayatı felce uğratabilmektedir.[2]  Dolayısıyla bu günkü terör hareketleri, bulundukları ülkelerle sınırlı kalmamakta, başka ülkelere de etki etmekte ve o ülkelerden sempatizanlar, destekçiler ve terör guruplarıyla bağlantı kurarak, karşılıklı işbirliği ve dayanışma içerisine girmektedirler. Burada ileri teknolojinin sunduğu imkanların ve kitle iletişim araçlarının terör tarafından kullanılmasının büyük rol oynadığını söyleyebiliriz.

Özellikle geçtiğimiz yüzyılda, sıcak savaşlar sebebiyle ülkelerin cephelerde göğüs göğüse çarpıştığı ve birbirleri ile mücadelelerini, bu şekilde verdikleri bir yüzyıl olmuştur. Ancak artık, devletler, sıcak harplerle yıkılamamakta ve memleketler bu yollarla ele geçirilememektedir. Bunun yerine dünyanın her yerinde devam eden ve zaman zaman parlayıp söner gibi görülen, ama dalga dalga ilerleyen anarşi ve terör olayları, sıcak harplerden belki de daha tehlikeli, daha yıkıcı bir savaş şekli olarak görünmektedir.[3] Yıllar boyunca milli bütünlüğü kazanmanın ve milli hedeflere ulaşmanın tek ve son vasıtası olan sıcak savaş, bu gün artık yerini toplumları ve sistemleri hedef alan psikolojik harplere, anarşi ve teröre terk etmiştir. Bu istikamette her ne kadar milletler arası terörizm anlaşmaları yapılmış olsa da, desteklenen ve teşvik edilen terör, günümüzde ülkelerin birbirlerine karşı kullandıkları soğuk savaş biçimi olmuştur. Bu yüzden de birisi için terörist olanlar, başkaları için “kurtuluş ve özgürlük savaşçıları” veya amaçlarına hizmet eden kişiler olmaktadır. Bu alandaki yoğun rekabetler ve çalışmalar ise, çok çeşitli teknik, taktik ve stratejilerin gelişmesine sebep olmuştur.  

Bu çerçevede Türkiye’ye bakacak olursak; Türklerin 1071’den itibaren Anadolu’ya gelmesi ve o günden itibaren Anadolu’nun siyasi, sosyal ve kültürel hakimiyetini ele geçirerek, Akdeniz, Ege, Karadeniz’i kontrol altında tutmuş olması, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’yı etkisi altına alması, ayrıca sahip olduğu tabii güzellikler ve fiziki kaynaklar, sürekli olarak dikkatlerin Türkiye’ye çevrilmesine sebep olmuştur. Bu jeopolitik ve stratejik özellikleri itibariyle de tarihten buyana kendisine yönelik bir takım ince hesaplar yapılmıştır. Bu istikamette Türklere karşı çeşitli savaşlar ve ittifaklar yapıldığı gibi pek çok politik ve ekonomik entrikaların da çevrildiği görülmüştür.

Günümüzde de diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’ye yönelik yapılan sıcak savaş mücadeleleri, yerini soğuk savaşa ve “kamuoyu mühendisleri”nin inşa ettiği, kitlesel hareketlere, anarşi ve teröre bırakmıştır.  Bu duruma ülkemiz elbette ki kendi kendisine gelmemişti. Ülkemizdeki terör hareketleri çoğu zaman komşularımız olan Suriye[4], Yunanistan ve pek çok ülke tarafından desteklendiği bilinmektedir.[5] Böylece Türkiye’nin, sürekli olarak iç ve dış tehdidin ittifakından oluşan, sosyo-psikolojik terör hareketleriyle karşı karşıya bulunduğunu söyleyebiliriz.

İşte bu soğuk savaş dönemlerinde ve hareketlerinde, hedef olarak ülkenin teminatı olan gençlik kesimi alınmış, bu kesim, ya dinamizmi kırılarak pasifize edilmek veya karşıt güç olarak kullanılmak istenmiştir. Yani soğuk savaş döneminin en etkili mücadele aracı olan terör silahında, patlamaya hazır gençlik, bir mermi olmuştur.

Gençlik, zinde bir güç olması, olumsuzluklara karşı duyarlı olması ve inandığı davasından kolay kolay vazgeçmemesi gibi bir takım özellikleri taşımaktadır. Gençler kendilerini, geleceğin umudu ve milleti geri kalmışlıktan, her türlü baskıdan, çağdaş, zengin ve hür toplumlar doğrultusunda, değiştirmek görevi ile yükümlü görmektedirler. Bundan dolayı toplumdaki her hangi bir huzursuzluktan ve dengesizliklerden hemen etkilenmektedirler. Bu durumlarda, cemiyete tam anlamıyla intibakları daha sağlanamadığından, ayrıca siyasi ilgileri yüksek, fakat fikirleri henüz yeterli seviyede olmadığından dolayı, kolaylıkla ideolojik ve terör gurupların istismarına uğrayabilirler.  Daha sonra da içinde bulundukları toplumdan ve onun kurallarından yabancılaştıklarını gösteren davranış tarzlarını sergilerler veya topluma karşı gelirler.

Terörün Tanımı ve Özellikleri

Terör sözcüğü, dehşet, korkutma, yıldırma anlamında kullanılır. Terörizm, yıldırma siyaseti olup, bireylerin veya toplumsal alt kültürlerin, başkalarına, topluma yönelik siyasi şiddet eylemlerinin tümüne verilen addır. Bu şiddet eylemi ülkeyi bölmek siyasi rejimi yıkmak, bir siyasi görüşü hakim kılmak amacına yönelik olabilir.[6]  Thornton’a göre terör, siyasi davranışlara olağan dışı yollarla etki yapmak amacıyla, tedhiş ve tehdit kullanımını gerektiren sembolik bir harekettir. Waugh’da aynı çizgide terörü, siyasi bir amaca hizmet eden, maddi etkilerden çok psikolojik etki oluşturan ve kurbanları daha çok sembolik fonksiyon taşıyan, olağan dışı tedhiş hareketleri olarak tanımlamaktadır.[7]

Terör dehşet salmak için girişilen seçilmiş ve planlı eylem veya eylem tehdididir. Saldırılan veya korkutulan sivil ve masum kurbanlar aracılığı ile hedeflenenden daha büyük bir kitleyi yıldırıp korkutarak, yasa-dışı stratejik ve siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için bir grubun veya devletin bilinçli ve planlı bir biçimde şiddet kullanması veya şiddet kullanma tehdidinde bulunmasıdır.[8] Amacı ve yöntemi ne olursa olsun terör gücünü şiddet ve korkuyu yayabilme derecesinden alır.[9] Türkdoğan ise terörün, kurulan düzeni devirmek üzere, insanların siyasetlerini değiştirmek veya yöneltmek olduğunu belirtir.[10] Yapılan tanımlamaların ortak noktasında terörü, şiddet araç olarak kullanılmak suretiyle, toplumun genelinde veya bir bölümünde, mevcut düzeni değiştirmek amacıyla yapılan korkutma, yıldırma ve sansasyon oluşturma hareketleri olarak belirtebiliriz.

Terörizmin en önemli özelliği, belli siyasi amaçlara ulaşmak için kullandığı kendine has, stratejisidir. Bu strateji içerisindeki terörist tipi de sıradan bir eylemci insandan farklı özellikler gösterir. Her şeyden önce terörist kendi amaçlarına uygun tepkiler doğurmaya çalışır. Sosyal düzenin yıkılmasını hedefleyen terörist, sürekli olarak kendi reklamı peşindedir. Bunun için de, çoğu kez kitle iletişim araçlarını kullanır. Terörist bazen tutukluların bırakılması, fidye almak vs. belirli kazançlar sağlamaya çalışır. Terörist işbirliği yapmaya zorlar ve düşmanı cezalandırmak ister.[11] Bu amaçlara ulaşmak için, grup içinde kendine verilen kuvvetli telkinler nihayetinde, ölmenin ve öldürmenin gereğini algılar ve bu yönde hareket eder. Teröristte, her zaman amaç aracı meşru kılar görüşü hakimdir.

Amerika’da, National Advisory Committee’nin hazırladığı terör raporunda, terörizmin beş çeşidinden bahsedilmektedir. Bunlar, Siyasi Terörizm, Siyasi Olamayan Terörizm, Sözde Terörizm, Sınırlı Siyasi Terörizm ve Resmi veya Yapı Terörizmidir. Raporda Siyasi Terörizmden, toplumun bir kesimde veya tamamında korku doğuran, siyasi amaçlar için yapılan hareketler olarak bahsedilmektedir. Siyasi olamayan terörizm, özel amaç ve amaçlar için şiddet vasıtalarını kullanarak, korku tepkisini oluşturmaya çalışmaktadır. Organize suç tipleri bu türdendir. Sözde terör ise temelde bir takım unsurların eksikliği ile beraber, gerçek terörizmin metot ve şekline benzer olan, şiddetin veya suç kullanımının tesadüfi aktiviteleridir. Bu da rehine alma, adam kaçırma, fidye gibi olaylarda kendini gösterir. Sınırlı siyasi terörizm, toplu olarak yapılan bir savaş olamamakla birlikte, devletin kontrolünü ele geçirmek için yapılan siyasi ve ideolojik söz ve taahhütler olan terörist hareketleridir. Resmi veya yapı terörizmi ise zengin bir teröristik muhteva içeren, baskı ve korku üzerine kuralları olan, devlet tarafından yapılan terörizm hareketleridir. Bu da zorlamalardan başka kışkırtıcı(ajitasyonel) eylemlere kadar varan bir şekilde, nüfuzu kontrol etmek için yapılmaktadır.[12] Terörün hangi biçimi olursa olsun devamı için, belirli ihtiyaçların karşılanması ve temel unsurların oluşturulması gereklidir.

Terör örgütleri için hayati önem taşıyan unsurlar, silahlanmak, kendilerini saklayabilecekleri yer temin etmek ve terörde kullanılacak kişilerin şahsi ve örgütün genel masraflarını karşılayacak geliri temin etmek şeklindedir. Bütün bu giderleri temin etmekte, örgütün örtülü ülke desteği, soygun, gasp vb. yollarla topladığı paralar bazen yetersiz kalmakta, bazen de örgütün geleceği için çok büyük riskler taşımaktadır. Bu bakımdan çok kârlı ve bir soyguna oranla daha az riskli olan uyuşturucu madde kaçakçılığının, örgütler tarafından benimsenmesi ve elde edilen gelirin silaha dönüştürülmesi, daha mantıklı ve uygun formül olarak görülmektedir.[13] Bu açıdan tarihi bir geçiş yolu üzerinde bulunan Türkiye, yapılan büyük mücadelelere rağmen eroinin doğu ülkelerinden batıya geçişinde köprü konumundadır. Bu yönüyle de bulunmaz bir fırsata sahip olan ülkemizdeki terör gurupları, ihtiyaçlarını karşılamak için uyuşturucu madde kaçakçılığı yapmaktadırlar.

Terör ve Gençlik

Gençlik Tanımlaması

Bütün eksikliklerine rağmen gençliği; insan hayatında belirli bir döneme işaret etmekle birlikte, bu dönemde insanın gelişmesini, yetişmesini ve üyesi olduğu toplumun kültürünü benimseyerek, kişilik yapısını oluşturması sürecini ifade eden, bağımlı çocukluk ile olgunluk arasında kalan bir geçiş dönemi olarak tanımlayabiliriz.[14] Gençler yarının toplumuna yön verecek ve milli kültürü gelecekte ki yeni nesillere aktaracak olan “sosyal bir potansiyel”[15]dir.

Genç sosyalleşmesini henüz tamamlamamış kişidir.[16] bu sebeple sosyalleşme gençlik döneminde önemli bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde fert yaşandığı toplumun yetişkin ve aktif bir üyesi olma yolunda, sosyalleşme sürecinden geçerek kişilik yapısını oluşturur. Ferdin gençlik döneminde inşa ettiği bu kişiliği, onun hayatı boyunca davranış ve tutumlarına tesir etmesine sebep olacaktır.

Gençliğin, yapısal özellikleri itibariyle, inişli çıkışlı duygusal bir atmosferde, bazen kırılgan içe kapanık, bazen de coşkulu davranışlar gösteren bir kesim olduğu belirtilmektedir. Gergin bir psikolojiye sahip olan gençlik, çoğu zaman olumsuz bir ruh hali, kızgınlık ve sinirlilik duyguları içerisindedir.[17] Böyle bir yapıya sahip olan gençliğin, kendi dönemine has bir takım problemlerinin olmasının yanında, teröre de yatkın bir yapıda olduğu söylenebilir.

Terörizm, sürekli olarak hareket, aksiyon ve eylem içerisinde olmayı gerektirir. Bu açıdan insanın en hareketli, en dinamik, kabına sığmaz bir çağında bulunan gençlik kesimi, terörün gerektirdiği insan tipine uymaktadır. Bu da terör örgütlerinin hedeflerinin gençler üzerine yönelmesine ve insan gücü ihtiyacının bu kesimden karşılanmasına sebep olmaktadır.

Ülkemizde terör olaylarına katılanların %57’si 16-25, %28’i de 25-35 yaşları arasındadır.[18] Dolayısıyla terör olaylarında, büyük oranda gençlik kesiminin kullanıldığını ve bu kesimin onlar için büyük öneminin olduğunu belirtebiliriz. Bu durum, esasında terörizm ve gençlik kesiminin özelliklerinin benzerlikleri ve uyuşması ile yakından alakalıdır.

Gerçektende gençliğin biyo-psikolojik yapısıyla, terör benzer özellikler taşımaktadır. Her şeyden önce gençliğin kişiliğinde bir boşluk, bulunmaktadır. Terör ise fırsatçıdır ve fırsatını bulduğunda ihmalleri, gevşeklikleri ve boşlukları doldurmak ister. Gençlik aktif ve dinamik bir yapısal özelliğe sahiptir. Terörde sürekli dinamik ve aktif bir aksiyon içerisinde bulunmayı gerektirir. Yine inandığı davadan kolay kolay vazgeçmeyen gençlik, bünyesinde ki cesareti ile  davası uğrunda kimsenin yapamayacağı işlere kalkışmaktadır. Terörde de cesareti ile eylemlere girişen, gerektiğinde kabul ettiği dava için canını bile hiç çekinmeden etmekten kaçınmayan intihar komandolarına ve ölüm makinelerine ihtiyaç vardır. Gençlik kitleye kendisini kabul ettirmek doğrultusunda, kitle içerisinde öne çıkmayı, beğenilmeyi ve farkında olmayı ister. Terör de yaptığı eylemlerle, medya aracılığı ile toplumda dikkati çekmek ve farkında olmak ister.

Gençliğin bir geçiş dönemi olması, kendine has çalkantılı ve fırtınalı bir dönemi yaşamasına sebep olmaktadır.[19] Yaşadığı çalkantılara ilaveten bu dönemde gençlik, her şeyden önce kendine uygun, bünyesindeki boşluğu dolduracak bir kişilik yapısı oluşturma çabası ve arayışı içerisindedir.[20] Sosyalleşme olarak kabul edilen bu süreçte gençlik, her şeyi emmeye hazır, kuru bir sünger gibidir. Eğer gençlik, bu arayış sürecinde toplum tarafından yeteri kadar uyumla karşılanmaz ve hedeflerle donatılmazsa, bir takım alternatif yollara müracaat eder. Boşluğu dolduran bu alternatif yollar ise çeşitli alt-kültür grupları, örgütler, dernekler ve cemaatler olacaktır. İşte gençliğin, çoğu zaman farkında olmadan katıldığı, bu gruplar arasında, ideolojik ve terör tandaslı gruplar da yer almaktadır. Bu ideolojik gruplar ise bazen terör eylemleri düzenlemekle birlikte, bazen de teröre destek sağlayan bir arka bahçe hükmündedirler.

İdeolojik gruplarda, kavramların ve sloganların kölesi olan bu gençlik kesiminin bakış açısı dar ve kısırdır. Her defasında, özgürlükleri topluma getireceklerini savunan ve söyleyen, bu kişiler; kendi hürriyetlerini çoktan söylemlerin ve sloganların kölesi yapmışlardır. Çünkü sloganlarda canlılık ve hayat yoktur. Onlar “ruhları gitmiş cesetler”[21] gibidirler. Kelimelerin ritim ve yankılanışı, içeriğinden daha önde gitmektedir. Böylece özden ve icraattan uzak olarak, insanların ağızlarında sürekli bir şekilde tekrarlanan bu kelimeler, onları birer ideoloji köleleri haline getirmekte ve bakış açılarını kısıtlamaktadırlar. Ayrıca sloganlar, belirli bir kimliği de kendinde taşıyarak, toplum fertleri arasında hızlı kutuplaşmalara sebep olmaktadırlar.

Bu ideolojik gruplarda yer alan kişiler, bir yandan otoriteye karşı gelirken, diğer yandan katı fikir sisteminin ortaya koyduğu mukabil otoritenin tahakkümü altındadırlar ve bundan da habersizdirler. Oysa mukabil otorite “ideolojik araçlarla”[22] kendini ortaya koymaktadır. Özgür olmak, demokratik ve laik olmak, şeriata ve yobazlara karşı olmak, devlete karşı gelmek, ise mukabil otoritenin ideolojik araçlarıdır.

Gençliği Teröre Götüren Sosyal Sebepler

Hızlı sosyal değişme dönemleri, toplumlar için büyük sıkıntılar doğurduğu gibi, onun içindeki gençlik kesimi açısından da pek çok problemin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Değişme ile birlikte toplumda, eski kültür kıymetleri sevk ve idare edici, düzenleyici kuvvetini kaybetmiş, yeni nizamın getirdiği değer hükümleri de daha henüz yerleşmemiştir.[23] Hedef alınacak değerler açısından bir başıboşluk, belirsizlik ve kargaşa(anarşi) durumu vardır. Bu durum, en çok özellikle belirli değerleri kendi kişiliğinde tam olarak daha oturmamış ve bir arayış dönemi olan, sosyalleşme sürecinden geçen gençlik kesimini etkilemektedir. Bu ortam içerisinde, cemiyette uygun ve model alabileceği örnekleri bulamayan genç, ya amacını, beklentisini yitirebilir; topluma güveni kalmaz, endişe, korku, öfke, kin, nefret, düşmanlık duyguları içerisinde tedirgin bir hayat sürdürmeye çalışır veya bu boşluğu doldurmada alternatif olan alt-kültür guruplarına katılır. Bazen de kuvvetli telkinlerle istismara uğrayarak ideolojik terör örgütlerine ve karşıt kültür guruplarına katılarak, şiddet eylemleri içerisinde yer alacaktır.

Kentleşme ve onun doğurduğu problemler de teröre etki etmektedir. Özellikle 1950’lilerden sonra hızlı bir ivme kazanan kentleşme, beraberinde getirdiği, sağlıksız kentleşme, dengesiz göçler, plansız sanayileşme, ekonomik olumsuzluklar ve kurumların fonksiyonlarını yerine getirememesi gibi problemler, terör gibi başka problemlerin doğmasına sebep olmuştur. Özellikle de büyük umutlarla kente yapılan yoğun göç hareketleri ve bu göç edenlerin, istek ve beklentilerine cevap verecek  kurumların ve alt yapının kentlerde henüz tesis edilmemesi, bu insanların umutlarının kırılmasına  ve kendi başlarına hareket etmelerine sebep olacaktır. Bu süreçte göç eden bu insanların aile yapıları değişecek, hızlı kent hayatında çocukların ve gençlerin eğitim kurumlarında, arkadaş çevrelerinde kazandıkları değerler ile aile büyüklerininki, bir çatışma içerisinde olacaktır. Ayrıca kentin ekonomik ve sosyal açıdan heterojen bir yapı arz etmesi, insanlar arasındaki farklılıkların ve uçurumların daha belirgin ve yan yana olmasına sebep olacaktır. İşte bu uçurumları gören ve bazı şeylerin eksikliğini hisseden insanın, sorunlarını ve ihtiyaçlarını meşru yollardan karşılayamaması, onu, gayrı meşru yollardan hedeflerini elde etmeye çalışan terör örgütlerinin istismarına müsait bir hale getirecektir.

Gençleri teröre götüren en önemli faktörlerden birisi de işsizliktir. Yaşamakta olduğumuz kriz ortamlarının da etkisiyle, gençler hızlı bir şekilde işten çıkarılmalarla karşı karşıya kalmaktadırlar. DİE 2001 yılı, ikinci dönem İşgücü Veri Tabanı Endeksi’ne göre, Şubat krizinden sonra işini kaybedenler arasında, ilk sırada gençler, yer almaktadır. Yine bu istatistiklere göre, en fazla işsizlik, 20-24 yaşları arasında genç kesimde olmaktadır. Bu yaşlar arasında,  genel işsizlerin  %46’sını erkek, %70’ini de kadın genç nüfus oluşturmaktadır.[24]  Bu oranların belirttiği üzere, ülkenin fayda sağlayacağı en verimli saha olan gençlik kesimi, üretimden çekilmekte ve atıl kalmaktadır. İşsizken ve iktisadi sıkıntı çeken ve başkalarına muhtaç olarak yaşayan gençler, çoğu zaman kahvehaneleri doldurmaktadır. Kurduğu pek çok hayali ve beklentileri ile bu gençlik kesiminin, işsizlikle karşı karşıya kalması; beklentilerinin kırılmasına, kendisini çevreleyen dünyaya küsmesine ve bağlarını koparmasına yol açacaktır. Hayallerinin ve ümitlerinin gerçekleşmediği, böyle bir olumsuz bir süreci ve ortamı yaşayan gençlik kesimi ise terör örgütlerine katılmaya müsait bir hale gelecektir.

Bunların yanında kasıtlı olarak, toplumlarda belirli taktikler uygulanarak terör ortamı meydana getirilebilmektedir. İlk olarak “beyin yıkama” ile insanlarda neyin doğru neyin yanlış olduğu hükmünün, değer yargısının kaybı ve kavram kargaşası, doğması beklenen ve kaçınılmaz sonuçtur. Bu kargaşa ortamında insanlar belirli “şartlandırmalar” ile belirli davranışlar içerisine sokulacağı gibi serbest iradeyi de reddeder. Şartlandırmalar ile insanlar cinayet makineleri haline getirilmekte gerekli “tetik” kelimeyi, “sloganı” duydukları zaman, mekanik bir tarzda cinayet işleyebilmektedirler. Bunun için toplumda “dil” etkili bir araç olarak kullanılır. Çünkü insanlar kelimeler vasıtasıyla düşünmeyi öğrenir ve düşünerek dili imal eder. Dolayısıyla dil, düşüncenin hem sebebi, hem sonucu olmaktadır. Dilsiz bir düşünce tasavvur edilemez. Kelimelerin söylenişi, tonları, sesleri ve manaları ayrı ayrı şartlandırıcı değer taşımaktadır. Böylece kullandığımız kelimelere, dile hakim olan, düşüncemize de hakim olacak ve onu istediği gibi yönlendirecektir. Bu stratejiyi planlayan “kamuoyu mühendisleri” de son yıllarda soğuk harp uzmanları arasında yer almışlardır.[25] Bu stratejiler günümüzde genellikle de can alıcı nokta ve istikbalin sahipleri olan, gençlik kesimi üzerine yoğunlaşmaktadır.

Toplum içerisinde sunulan değerler de, gençliğin sapma davranışların ve terör hareketlerinin içerisine girmesine imkan tanıması açısından, oldukça önemli bir konudur. Çünkü hali hazırdaki toplum özelliklede yeni yetişen gençlere bir takım maddi veya manevi hedefler sunar. İdealize edilen bu değerlere ulaşamama durumu ise çatışmaların, sosyal düzensizliklerin ve bütünleşme problemlerinin başlangıç noktasını oluşturur. Esasında günümüz toplumlarında gençlikteki bir takım problemlerin (terör, şiddet, gasp, hırsızlık..vs) meydana gelmesinin temel sebebi de burada yatmaktadır. Yani toplum içerisinde sunulan hedefler ve bu hedeflere götürecek araçlar arasındaki uyumsuzluklar problemin kaynağını teşkil etmektedir. Çünkü bu gün, bizim de içinde bulunduğumuz bazı toplumlar, gençlere yüksek bir ideal kazandırmak yerine, çok para kazanıp, zengin olmayı, şöhreti..vb. hedef olarak gösterirler ve bu duruma ülke içerisinde çok kıymet kazandırırlar. Bu yüzden ne acıdır ki günümüz gençliğinin, ülküsüzlük buhranının doğurduğu anaforlarda, nefes alacak takati bile kalmamıştır. Gençliğin gerçek örnek alacağı kişiler bulunmamaktadır.. Bu gün maalesef gençliğin model şahsiyet olarak seçtiği kişiler, sadece o zaman içerisinde toplumda popülaritesi yüksek olan (popçu, topçu, film yıldızı.. vb.) kişiler olmaktadır. Bu insanların popülaritesinin geçiciliği kadar, onları ideal olarak seçmek de gence, geçmişle bu gün arasında bağlantı kurup geleceğini inşa etme ve sağlam bir kişilik yapısı oluşturmasında hiçbir şey kazandırmamaktadır.

Yine gençler, eğer seçtikleri bu hedeflere götürecek meşru yollardan mahrum ise -ki herkes bu imkana sahip olamaz- o zaman meşru vasıtaları reddederek, gayri meşru yolardan zengin olma, ün kazanma çabası içerisine gireceklerdir. Bu istikamette ise gençlik, kanun dışı yollara sapacağı gibi bazen de ahlak dışı davranışları da sergileyecek ve böylece sonucunda gerek bireysel ve gerekse toplum çapında sosyal şiddet olaylarının meydana gelmesine sebep olacaktır.

Ayrıca toplumda ve medyada idealize edilerek yer alan futbolcuların ve sanatçı sayılan kimselerin renkli ve cafcaflı yaşamları ile kendi durumu arasındaki,  uçurumu gören gençlik kesiminde, beklenen ihtiyacın tatmin seviyesi yükselecektir. İşte beklenen ihtiyaç tatmini ile gerçekleşen ihtiyaç tatmini arasındaki fark, gençte bir engelleme ve yoksunluk duygusunun oluşmasına yol açacaktır. Böyle bir yoksunluk duygusu oluşması; gençte, hem ulaşamadığı bu çevreye, hem de kendisini kuşatan ve sınırlayan, siyasi-idari yapının unsurlarına karşı bir kızgınlık ve öfke duygularının belirmesine sebep olacaktır. Çünkü beklentilerin tatmininin imkansız olduğu inancının oluşturacağı engelleme veya tatminsizlik duygusu çok ciddi sorunlar ve tepkiler doğurur. Birey kendini engellenmiş hissettiği zaman  yıkıcılığa, güce veya boyun eğme özlemine kaptırır.[26] Bir engel dolaysıyla hedefe erişememek ve gerginliği ortadan kaldıramama hali fertlerde yanlış intibaka götüren bir çok davranışlara yol açar.  Bu engelleme (Frustrasyon) neticesinde her şeyden önce yeni tatmin yolları meydana çıkar. İdrakte ve tanımada değişiklikler olur. Engellemenin sonuçlarının mahiyeti ise engellemenin şiddetine bağlıdır.  Engelleme sonucunda da öfke, kızgınlık, saldırganlık, eşya ve insanlara maddi zarar ve tahrip gibi hareketler ortaya çıkabilir.[27] Bu da sosyal bir düzensizliği meydana getirecektir.

Bunların yanında demokratik talepleri ile demokratik sistemi kendi amaçlarına hizmet eden araç olarak gören ve kullanan, aydın olarak bilinen kişilerin ve sözde insan hakları savunucularının, örtülü terör destekleri gözden kaçmamalıdır. Böyle bir oluşumla teröre siyasi bir destek sağlanmakta ve demokrasi bir kalkan olarak kullanılmaktadır. Başka ülkelerdeki  ağabeylerini ve ablalarının kuklası ve uşakları durumunda olan bu insanlar, ülkenin konjektürüne göre de kılıktan kılığa girmektedirler. Bazen aşırı laik, bazen aşırı cumhuriyetçi, bazen de Atatürkçülük kılığı altına girerek, faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ancak sürekli olarak bu insanlar, savundukları değerler ile çelişki içerisinde olmaktadırlar. Türk milletinin bütünlüğüne silah çeken insanların savunuculuğunda, bağırışları göklere çıkan bu insanların, vatanı ve namusu için şehit düşen insanımızın cenaze törenlerinde sesleri bile çıkmamaktadır. Özellikle de medyadaki bazı entellektüellerin, teröristlerin yaptığı eylemleri pek çok kez ekrana koyup gündeme getirmelerindeki amaç ve motif farklıdır. Burada daha çok terör örgütünün yaptığı eylemin reklamını yaparak, psikolojik baskı oluşturmaktır. Yapılan bu destek ile terör grupları içerisindeki gençlerin moral düzeyleri ve ümitleri artmaktadır. Dolayısıyla bu insanlar pirincin içindeki taşlar gibi ayıklanmalı ve samimiyetsizliklerinden dolayı, saf dışı bırakılarak, itibar edilmemelidir.

Ayrıca yöneticilerin hatalı tutumları çoğu kez terörü besleyen ve kışkırtan bir sonucu doğurabilmektedir. Geleneğin her hangi bir kısmında yapılan engel

Yorumsuz Yorum!

0

“NATO demek ‘Kürdistan’ demek! Artık cümlemiz biliyoruz ki ta 1960’lı yıllardaki bir NATO toplantısında aralarında bir Türk subayının da bulunduğu bir toplantıda brifing için yanlışlıkla dağıtılan bir dosyada NATO’nun Türkiye’den 18 ili içine alan bir ‘Kürdistan’ hedefi olduğu, bunun sebebinin de, ‘SSCB dağıldıktan sonra kurulacak Türk cumhuriyetleri ile Türkiye’nin bağlarını koparmak’ olarak belirlendiği dosya kapağında apaçık yazıyordu…

“Aynı NATO’nun Türkçeyi çok iyi konuşan bir yarbay ve bir albayı 1. Körfez Savaşı sırasında, yani 1960’lardan 30 yıl sonra 1991, Dahran’daki Amerikan üssünde Güneri Civaoğlu’na duvardaki bir haritada Irak’ın kuzeyi ve Türkiye’yi de içine alan bölgeye elini koyarak, “Burada bir Kürdistan kuracağız.” dediğini…

“Daha 2006’nın Eylül ayında Roma NATO Savunma Koleji’nde Orta Doğu’daki son gelişmeler hakkında bir brifing veren ABD’li albayın kullandığı harita Türkiye’den 18 ili de içine alan bir Kürdistan ihtiva etmiyor muydu? Bu haritayı gören Türk subayları topluca salonu terk edip durumu Ankara’ya bildirmemişler miydi? Sonra bu NATO halkın ‘Çekiç Güç’ olarak adlandırdığı kılıf altında Türkiye’de iken bile PKK’ya yardım ve yataklık etmedi mi? Az kalsın Eşref Bitlis’in içinde bulunduğu helikopteri Irak’ın kuzeyinde düşürmeyecekler miydi? Çekiç Güç helikopterleri Cudi ve civarında PKK militanlarına malzeme atarken yakalanmadı mı? ve Çekiç Güç komutanları PKK üst yöneticileri ile toplantılar yaparken Eşref Bitlis tarafından yakalanmadı mı?

“(Nitekim) Richard Holbrooke…, ‘Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine girmesini önlemek için bölgeye NATO gücü yerleşmelidir’ diyen bir raporu 2006 yılında kaleme almamış mıydı? Türk milletinin ‘Çuvalcı General’ olarak hatırlayacağı ve bir Amerikan generalinin başına çuval geçirmeden asla unutamayacağı o meş’um hadisenin komutanı General Ray Odierno da, ‘Irak’ın kuzeyine NATO gücü’ istiyor, bu ne iştir?…

“NATO’nun BM şemsiyesi altında girdiği Irak’ta bir milyon Müslüman’ı katlettiği, Barzani ve çetelerine Irak’ın kuzeyinde Türk tapu ve nüfus idarelerini talan ettirdiği, Mehmetçiğin başına çuval geçirdiği aynı NATO’nun Afganistan’da her gün onlarca Afgan Müslüman sivilleri katledip parmak ve kulaklarından koleksiyonlar yaptıkları gerçek değil mi?

“Irak’ın kuzeyine yerleşecek NATO gücü silahlarının namlularını, Bağdat’a mı, Barzani’ye mi, PKK’ya mı yoksa Türkiye’ye mi çevirecek?…

“Haberiniz olsun. NATO’nun Irak’ın kuzeyine konuşlanması ‘Güney Kürdistan’ demektir. ‘Güney Kürdistan’ın’ bir de Kuzeyi vardır, orası da ‘Türkiye’nin 18 ilidir’ 50 yıllık NATO haritalarında olduğu gibi.

“Ve Türk’ün hangi meselesi NATO ve BM’ye havale edilmiş (bırakılmış)sa, ‘Musul ve Kerkük’ mes’elesi, ‘Kıbrıs mes’elesi’ gibi olmuştur; bundan da haberiniz olsun.” (Hasan Demir, Yeniçağ, 6 Ekim 2010, s.6)

 

                    Gösteriyor ki, yorumsuz yorum

                    Bu gidişatın sonu uçurum

 

                    Daha ne olsun çatırdıyor devletin çelikten temelleri

                    Ne güne duruyor davransın artık devletin güçlü elleri

 

                    Gelinen noktada ey millet bıçak kemiğe dayandı

                    Hatırla birinci görevini belirten milli andı

 

                    Elbette bu durumdan ötürü değiliz çaresiz

                    Biliyorum şüphesiz bu konuda asıl çare Siz

Sözde dost ülkelerin, Türkiye’nin kuyusunu kazmaları karşısında, nasıl bir siyaset izlemeli diye soracak olursanız; aktaracağım aşağıdaki alıntı; bu hususta bir fikir verir mahiyette olsa

gerek:

“İnönü, Rusya seyahati dönüşü, Bulgaristan elçiliğimizde mahsur kaldı. Bulgar çeteciler İnönü’yü öldürmek için elçiliğimizi kuşatmışlardı. Bulgaristan’a ihtar verildi ama, hükümeti umursamadı. Ankara’daki bazı kafalar çareler düşündüler. İşin içinden çıkamadılar. Atatürk’e sordular. O, ‘sizler ne düşünüyorsunuz?’diye sordu. ‘Bulgaristan’a ekonomik baskı uygulayalım…’ dediler. Atatürk, güldü: ‘Telefonu verin bana’ dedi. Donanmaya emir verdi.

Ertesi sabah, Yavuz zırhlısı İzmit’ten Varna’ya gitti. Limanda havaya yüz bir pare top atışı yaptı. Topların gürültüsünden evlerin camları kırıldı… Gemi amirali Bulgar yetkililere, ‘İsmet Paşa’yı almaya geldim’ dedi. Bulgar hükümeti, İsmet Paşa’yı Sofya’dan Varna’ya zırhlı bir trenle derhal getirdi. Oradan da bando ve merasimle Yavuz’a uğurladı.

“Amiralimiz, kırılan camların parasını ödedi ve İsmet Paşa’yı yurda getirdi.” (Avni Altıner, “Her Yönüyle Atatürk”ten: Bütün Dünya, 1 Ekim 2010, s.47)

  

İl Genel Meclisi üyeleri “KOCAELİLİ” değil mi?

İl Genel Meclisi’nin bazı üyeleri, İstanbul Fındıkzade’deki “KOCAELİ YURDU” nu satmayı düşünüyorlarmış!

Satıp, parasıyla okul yapacaklar mış!

Merak ediyorum ve soruyorum; bu İl Genel Meclisi üyeleri “KOCAELİLİ” değiller mi?

İstanbul ve Ankara gibi büyük  üniversite merkezlerinde, pek çok ilin kendi adıyla anılan öğrenci yurtları vardır.

O ilin çocukları, kendi illerinin adını taşıyan yurtlarda birlikte kalırlar. Belki, aynı kentte yaşadıkları halde birbirini hiç tanımayan gençler, aynı yurt çatısı altında tanışır, “yurt arkadaşı” olurlar. Yurt arkadaşlığı, asker arkadaşlığı gibidir. Kalıcı dostluklar oluşur.

O kentin çocukları, üniversite sonrası doğup büyüdükleri, yaşadıkları ve bundan sonra da yaşayacakları, ebediyete göç etmiş büyüklerinin mezarları olan kentleri için gelecekte bir şeyler yapmanın düşünce ve heyecanlarını yaşarlar. Yaşamalıdırlar.

“Kocaeli Yurdu’nu satmayı düşünen İl Genel Meclisi üyelerinin bu kentle ilgileri yok mu?” diye şüphe ediyorum!

“İstanbul’da ve Ankara’da kaç Kocaelili gencimiz öğrenim görüyor? Onları ele güne muhtaç etmeyelim, ihtiyaçları olan yurtları inşa edelim” diyecekleri yerde, kendilerinin zerrece emek ve katkıları olmayan Kocaeli Yurdu’nu satmayı düşünüyorlar!

Bu nasıl bir anlayış?

Baba mirasını satıp savan kötü evlatlar gibiler!

Efendiler; o yurdu siz yapmadınız, siz satamazsınız! Bu kentin insanları size bunun için “vekalet” vermedi.

Emanete hıyanet” edemezsiniz!

O yurdun temelinde, KYÖD-Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği’nin emek ve alınteri var.

Ben, o tarihte Ankara’da okudum.

İstanbul’da  okuyan ve böyle bir yurdun ihtiyacını duyan arkadaşlarımız, boyunlarında kumbaralarla kenti dolaşarak bu kent esnafından, işadamlarından katkılar sağladılar.

Bu eylem, kentin belediye başkanı, Valisi ve o zamanın İl Genel Meclisi üyelerini de harekete geçirdi ve bu kent halkının emekleriyle o yurt yapıldı.

 O günkü yasal mevzuata göre dernekler mülk sahibi olamayacağı için İl Özel İdaresi’nin mülkiyetine geçti.

O yurtta yıllarca bu kentin çocukları barındı.

Sonraki yönetimler, bu yurdu Kocaeli adıyla bu kent çocuklarının yararlanması için sürdüreceklerine başka birilerine verdiler!

Şimdi, onların yaptıkları yanlışın ve işledikleri günahın daha beterini yapamazsınız!

O yurdu satamazsınız!

Bu kent halkı size bunun için “vekalet” vermedi!

Vicdanınızın ve asıllarınızın sesine kulak verin, bu yanlıştan dönün.

Yarın, “sade vatandaş” olarak aramıza katıldığınızda yollarda utanmadan yürüyün!

Bu Şehir

ne güneşi ısıtır,
ne rüzgarı ferahlatır.
gam kokar geceleri bu şehrin.
insanı kan ağlatır.

ne ağaçları bizim yeşilimizden,
ne şarkıları gönül telimizden.
bu şehir öyle uzak ki denizden,
denizi hatırlatır.

martılar selam getirin yosun kokulu kayalıklardan.
martılar alın götürün beni,götürün bu diyardan.

 

Moğolistan Gezi Notları -1

Daha ilkokul sıralarında Hunlar, Göktürkler, Oğuzlar, Selçuklular ve Osmanlıların tarihlerini okuyarak büyüdük. Bilge Kağan’ın nasihatinin yer aldığı Ötüken diyarı ve Orhun Abideleri hayallerimiz de yaşamıştı. Bilge Kağan’ın 1300 yıl önceki nasihati kulaklarımızda çınlar, onu duyar gibi oluruz. Orhun Abideleri ve Ötüken diyarına gitmeyi hep hayal etmişimdir. Ötüken diyarı ve Orhun Abidelerine gitmek, Hunlar, Göktürkler, Uygurların dünyaya hakim olduğu dünyaya gitmek artık hayal değil. Yol uzak olsa da artık Ötüken diyarına gidebiliyoruz. Ünlü Göktürk devletinin kurucusu Bilge Kağan asırlar öncesinden bugünleri görmüş gibi. Bugün Türkiye Cumhuriyeti olarak Bilge Kağan’ın nasihatine ne kadar muhtacız.

Bilge Kağan’ın nasihatini, Orhun Abidelerine kazıdığı Moğolistan’ın Orhun vadisi ve Ötüken diyarında görmek üzere yıllardan beri beklediğim fırsat nihayet ayağıma geliyor. Türkiye’nin önemli akademisyenlerinden Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sefa Saygılı’dan; “Moğolistan’a gidiyoruz, seni de aramızda görmek istiyoruz” davetini aldığımda bir anda aklıma Bilge Kağan’ın Türk Milletine 1300 yıl önce söylediği nasihatler geldi. Bilge Kağan 1300 yıl önce şunları söylüyordu.

“Tahta oturduğumda, şuraya buraya dağılmış olan milletim ölüp biterek, yaya ve çıplak olarak geri geldi. Milletimin adı yok olmasın, töre yok olmasın diye gündüz oturmadım, gece uyumadım. Gözden yaş gelse önleyerek, gönülden çığlık gelse geri çevirerek düşündüm. İyice düşündüm. Milletimi kalkındırayım, besleyeyim diye; kuzeye, güneye ve doğuya oniki büyük sefer yaptım, savaştım. Ondan sonra, Tanrı bağışlasın, talihim ve kısmetim var olduğu için, Ötüken’i il tuttum. Açları doyurdum, çıplakları giydirdim. Yoksul milleti zengin kıldım. Az milleti çoğalttım. Artık kötülük yok. Ve Türk Kağanı mukaddes Ötüken Ormanında oturdukça ülkede sıkıntı olmayacak, töre yaşayacak.
Türk, Oğuz Beyleri, Milletim, işitin!
Üstte mavi gök çökmese, altta yağız yer delinmese senin ilini ve töreni kim bozabilir?

“Ey Türk Titre ve Kendine Dön!”

Evet, Bilge Kağan’ın nasihati bugünler içinde geçerli. Bilge Kağan’ın nasihatine ne kadar çok muhtacız. Türk Devleti’ni yıkıp yok etmek için içte ve dıştaki hainlerin işbirliği yaptığı bir dönemde tarihte ilk kez devletlerine Türk adı veren Orhun ve Ötüken diyarından tüm dünyayı idare etmek üzere yola çıkan bir milletin mensubu olarak Ötüken’e gideceğiz. Planımızı yaptık. Moskova üzerinden Göktürk ve Uygur Türk İmparatorluklarının kurulduğu Moğolistan’a gitmek üzere yola çıkıyoruz.

Moğolistan’da  Orhun Abidelerine Gidiyorum

Yine yollardayız. Türk  Dünyası Coğrafyasında Kültür ve Medeniyet tarihimizi araştırmak  ve belgesel çekmek için çok uzaklara  gidiyoruz.  Şimdiki durağımız Moğolistan. Çok  önemli  Akademisyen ve Profesörlerden oluşan gönül dostları gurubunun davetlisiyiz.

Türk tarihinin manevi tapu senedi olan Moğolistan’da, Orhun abidelerinde araştırma yapıp belgesel çekmek üzere Atatürk havalimanında gönül dostlarıyla buluşuyoruz. Heyette Prof. Dr. Sefa Saygılı, Prof. Dr. İbrahim Balcıoğlu, Prof. Dr. Orhan Gedikli ile birlikte 8 profesör ve diğer arkadaşlarımızla toplam 16 kişiyiz. Moskova üzerinden Orhan Abidesine gidecek olmak gerçekten heyecan verici. 20 yıl önce bunu hayal etmek akla ziyandı. Artık her şey değişti. Rus hava yolları uçağıyla Moskova üzerinden 10 saat sürecek Uçak yolculuğu ile  Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’a gitmek üzere uçağımız saat 13:00’de Atatürk havalimanından havalandı.

Uçağımız Karadeniz, Kırım ve Ukrayna semalarında kuş gibi uçarken Türk tarihinin muhteşem geçmişini hayal ediyorum. Uçağımızın penceresinden bir pamuk tarlası gibi beyaz bulutları seyrederken, Türk tarihinin ihtişamlı geçmişini adeta yaşar gibi oluyorum. Türk tarihinin büyük imparatorluklar kurduğu Ötüken diyarı ve Orhun vadisine Moskova üzerinden üstelik Rusya uçağıyla giderken içimde adeta fırtına kopuyordu. Geçmişte “Komünistler Moskova’ya” diyorduk, şimdi artık “Türk kültür tarihini araştırmak isteyenler Moskova üzerinde Moğolistan’a” diyeceğiz. Dünyanın birçok yerine zarar etse de uçak uçuran Türk hava yolları her nedense kültür ve medeniyet tarihimizin destanlarının yazıldığı Moğolistan’a uçmaması Türk Hava Yolları ve Türkiye devletinin büyük ayıbı olsa gerek. Bu karmaşık duygularla Türk Tarihi’nin  muhteşem geçmişi bir film şeridi gibi gözlerimin önünde canlanıyor.

Dünya Tarihi incelendiğinde Türk milletinin özel bir yere sahip olduğu görülür. Türkler, kurdukları medeniyetlerle insanlığa hizmet etmişler, kendi istekleriyle İslam’ı kabul ettikten sonra ilay-ı kelimetullah için zaferden zafere koşmuşlar. Türk milleti tarih boyunca hep cihanşümul devletler kurdu. Ancak hiçbir zaman sömürgeci bir devlet olmadı. İnsanlık için çalıştı. Bu yüzden gittiği yerlerde hep bir kurtarıcı olarak karşılandı. Hep bir kahraman olarak anıldı. Tarihin akışı, Türk’ü Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na kadar yayıp dağıttı. Bu yayılış ve dağılışta yeni yurtlar edinirken sayısız savaşlar yaptı. Girdiği savaşlarda bir an olsun gözünü kırpmadı. Ölüme bir gül bahçesine girer gibi koştu. Yeryüzünde şehit Türk askerinin kanıyla sulanmamış çok az toprak parçası vardır. Yabancılar Mehmetçiğin başarılarını her zaman hayranlıkla ve şaşkınlıkla izlediler. Bugün yalnız Türk tarihi değil bütün dünya tarihi onun kahramanlığını takdirle yad eder.

8000 Yıllık Türk Tarihinden  Satır Başları…

Türkler, çok eski çağardan beri Orta Asya’daki ana yurdundan türlü yönlere dalga dalga yayıldılar. Büyük devletler kurarak, dünya medeniyetine önderlik ettiler. Türkler, Dünyanın en köklü, en büyük uluslarından biri oldu. Geçmişi M.Ö. 6000 yıllarına uzanıyor. Tarih boyunca farklı coğrafyalarda; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında hiçbir ulusun ulaşamayacağı 100’ün üzerinde devlet, 16 imparatorluk kurdu. Bin bir güçlükle pençeleşerek ayakta durmayı başardı. Kimi zaman Hunlar, Göktürkler, Uygurlar adıyla dünya tarihinde söz söylediler, kimi zaman da Oğuzlar, Selçuklular, Osmanlılar adıyla tarihlerini zaferlerle taçlandırarak büyük bir gayenin, sevginin, adaletin ve hoşgörünün destanını yazdılar.
Bugün de Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak hep mazlumun yanında yer aldı, barışın ve adaletin temsilcisi oldu. Türkiye devletini yıkıp yok etmek için içte ve dışta çeşitli planlar yapılmakta. Bilge Kağan’ın nasihati çoktan unutuldu. Küçük siyasi hesaplar uğruna bağımsız tek devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak ve yok etmek için planlar yapılırken, tarihten ders ve ibret alma yerine hep birbirimizi suçlamaktayız. Keşke Bilge Kağan’ın nasihatine kulak verebilsek. Uçağın penceresinden dışarıyı seyrederken Bilge Kağan’ın o ünlü nasihati dudaklarımdan dökülüyordu. Bilge Kağan ne kadar da güzel söylemiş;

Türk, Oğuz Beyleri, Milletim, işitin!
Üstte mavi çökmese, altta yağız yer delinmese senin ilini ve töreni kim bozabilir?
EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN!”

Evet, Türkiye’yi yönetenler, etkili ve yetkili olanlar titreyip kendine dönme yerine, basit menfaatler, siyasi ve ekonomik hırslarla ortalığı yıkıp dökmekte. Beni içinde bulunduğum derin düşüncelerden, hostesin uçağımız Moskova havalimanına geçti, lütfen kemerlerinizi bağlayın anonsu ile kendime geliyorum. Uçağımız bulutların arasından bir kartal gibi süzülerek, yeşillikler içerisinde ki bir zamanların Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yani kısaca Komünist Rusya’nın başkenti Moskova üzerinde uçarken Moskova şehrinin ne  kadar planlı olduğunu gördüm. Dev gökdelenlerin yanında, çam ağaçları arasında ırmak, göl ve kanallarla Moskova’nın ne kadar güzel planlandığına şahit oluyorum. Yağmurlu bir havada uçağımız Moskova havalimanına iniş yaparken 2 saat 40 dakikalık Türkiye Moskova uçuşunun da sonuna gelmiş oluyoruz. Türkiye ile Moskova arasında 1 saatlik zaman farkı var. Polis kontrolünden geçip Moskova’dan Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’a gitmek üzere yine ikinci bir uçağa bineceğiz. Bekleme salonunun penceresinden Moskova üzerinde batmakta olan güneş bana farklı duygular yaşatıyor. Yasak olmasına rağmen kameramı çalıştırarak tarihe ve zamana not düşüyorum.

 Moğolistan’ın Başkenti Ulanbatur’u Geziyoruz

Moğolistan her bakımdan enteresan bir ülke. Otelden şehir merkezine doğru giderken, elimdeki araştırma notlarımı karıştırıyorum. Türkiye’nin iki katı büyüklüğündeki Moğolistan coğrafyasında sadece 3 milyon kişi yaşıyor. Özetle elimdeki notlardan derlediğim bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Orta Asya’da ilkel göçebelerin nüfusun %30’unu oluşturduğu, Kuzeyde Rusya, Doğu-Güney ve Batı’da Çin Halk Cumhuriyeti, en Batı’da birkaç mil Kazakistan’a komşu 1.564.116 km2 alanda dünyanın 17. Asya’nın en büyük toprakları. Yüzölçümü itibariyle karşılaştırmada Fransa’nın üç katı, Fransa ve Almanya’nın toplamı kadar olmasına rağmen; Moğollar, Kazaklar, Tuvalar, Türkler, Ruslar ve Çinli’lerden oluşan 3,2 milyon kişi ile nüfus yoğunluğu en düşük topraklardır. Batıda yüksek Altaylar ile, kuzeyde yoğun orman örtüsü, doğuda çorak bozkır ve güneyde Gobi Çölü ile çevrilidir. Ülke topraklarının büyük bölümü bozkırdır. Denize çıkışı olmayan nehirler ve vadileri ile çok sayıda tuz gölü bulunur. En yüksek noktası ise en batıda 4374 m. ile ölçülür. Coğrafi olarak üç parçaya bölünmüştür. Bunlar; Moğolistan Halk Cumhuriyeti, Çin’e bağlı iç Moğolistan ve Rusya’ya bağlı olan Buryat Özerk Bölgesi’dir.
Moğolistan günümüzde “Bağımsız Parlamenter Demokrasi” ile yönetilmektedir.

Moğolistan’da gezdiğimiz 5 gün boyunca bu coğrafyanın özelliklerini bire bir yaşayacağız. İnsanlarla konuşup, Moğol çadırlarında konaklayıp yemekler yiyeceğiz. Kendimizi bazen dağlara, bazen yeşil ovalara atarak, buz gibi çağlayarak akan ırmaklara ayaklarımızı sokarak, Moğolistan coğrafyasını hissedeceğiz.
Aracımız şehir merkezine doğru ilerlerken, trafik keşmekeşliğinin burada yaşandığını görüyoruz. Trafik tam bir rezalet. Rus yapımı en eski araçtan, son model jeeplare birçok araç Ulanbatur yollarında arzı endam ediyor. Ruslardan kalma eski binaların yanında yeni plaza ve gökdelenler Ulanbatur’u süslerken, Ulanbutur şehrinin etrafı Moğolların Ger dediği Yörük çadırları sanki bir çadır kent haline gelmiş. Çadırlar ve evlerin etrafı tahta çitlerle koruma altına alınmış. Ulanbutur’un genel manzarasını seyrederken şehir meydanına geliyorum.

Moğolistan’da Nüfusun Yarısı Ulan Batur’da Yaşıyor
 
Şimdi Kızıl Kahraman anlamına gelen ve tarihi geçmişi fazla olmayan Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’la ilgili bilgiyi sizlerle paylaşalım.
Moğolistan’da nüfusun yarısı başkent Ulanbatur’da yaşar. Ülkede yegane iş finans, kültür, bilim, politika merkezidir. 1639’da URGUU adındaki taşınan manastır şehri, Selenge, Orhun ve Tuul nehirleri boyunca konuşlanmıştır. Daha sonra Pekin -Kyakhta güzergahında karavan güzergahı olmuştur. Şehirde halen 1940-1950 Sovyet tarzı gökdelen mimarisi görülmektedir. Ancak son yıllarda Sovyet tarzı gökdelenler değiştirilerek yerlerine küçük yeni binalar yapılmaktadır. Şehirde büyük bir inşaat faaliyeti göze çarpmakta büyük bina inşaatlarının yol ve alt yapı inşaatlarına hız verildiğini görüyorum.

Ulanbaatar Sukhbaatar Meydanındayız

Başkent Ulanbatur’da ilk durağımız şehir merkezindeki meydan oluyor. Merkezde ünlü Moğol İmparatoru Cengiz Han heykeli yer alıyor.  Komünist Rus döneminden kalma büyük parlamento binası komünizmin güç sembolü olarak, halen insanların hafızasında yer ediyor. Meydanın bir köşesindeki Lenin heykeli Moğollarının halen Lenin’e saygı ve sevgisini ifade ediyor. Bu meydanın 1921 Rus Bolşevik ihtilalindeki adı ‘Daimdin Meydanı’ idi. Meydan her yaştan Moğollar tarafından doldurulmuş durumda. Üniversiteyi yeni bitiren Moğollu gençler hatıra fotoğrafı çektirip, keplerini havaya atıyorlardı. Bizde bu törenlere kameramızla şahitlik yapıyoruz. Moğollu çiftler çocuklarını gezdiriyor. Banklarda yaşlı Moğollar geleneksel elbiseleri ile dikkat çekerken, yakalarındaki madalyonları gururla gösteriyorlar. Meydan tam bir panayır havasında. Canlı hareketliliğe bizde kendimizi kaptırıp, çocuklarla gençlerle, hatıra fotoğrafı çektirip, kameramızla tarihe not düşüyoruz. Çok geniş bir alana sahip olan bu meydan da hükümet sarayı, merkezi postahane, kültür sarayı gibi devlet binaları yer alıyor.
Meydanda Cengiz Han anıtından başka, onun iki önemli generalinin heykeli de vardır.

Ulanbatar Ulusal Tarih Müzesindeyiz

Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’daki şimdiki durağımız müzeler olacak. Bu müzeler, Moğolistan’da tabiatta bulunarak seçilmiş objeleri sergilemek üzere 1924 yılında kurulmuş olan müze, 1956 da şimdiki yerindeki binaya geçene kadar geçen süre içinde jeolojik ve paleontolojik flora ve fauna yelpazesinde büyük bir obje çeşitliliğine ulaşmıştır.
Müze 1991 yılında yasalara göre ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, farklı alanlardaki obje cinslerine göre bölümlere ayrıştırılmıştır.
Orta Asya’da Taş devrinden başlayarak Türk ve Moğol hükümdarlıkları ile yakın tarihe ait zengin etnoğrafik eserler bu müzede sergileniyor. Müzede çekim izni alarak belgesel çekimine başlıyoruz. Gerçekten bu müze Moğolistan’ın binlerce yıllık tarihini gözler önüne seriyor. Bu müzede kendinizi Moğolistan’ın tarihi labirentinde yolculuğa çıkıyor gibi hissediyorsunuz.  Tarih Müzesinde Hun İmparatorluğundan Göktürk’lere Moğol İmparatorluğundan Uygur Türk imparatorluğuna bir çok tarihi bilgiler ziyaretçi ile buluşuyor. Göktürk abideleri Bilge Kaan’ın heykeli müzenin en önemli köşesini süslüyor. Moğolistan’daki krallar dönemi, ve diğer yönetimler döneminde eserler müzeyi süslüyor. Müzeyi Moğol rehberin eşliğinde geziyoruz.
Müze, etnoğrafik materyaller, kostümlerle tarih öncesi günlük yaşamı gösteriyor. Ne yazık ki kripto nedeniyle hangi objenin orijinal hangisinin reprodiksiyon olduğunu ayırt etme imkanı yoktur.
Bu müzede yer alan bazı eserler 2001-2002 yıllarında Pensilvania Üniversitesi ile işbirliği yapmıştır. 2005 yılında önemli objeleri Almanya’da sergilenmiştir.

Doğa Tarihi ve Dinazorlar Müzesindeyiz

Yabancıların uluslararası düzeyde tanzim edildiğini görebileceği, yerkürenin yeri, oluşumu, gelişimi, biyolojik ve karakteristik özelliklerini sergileyen jeolojik tarih ana başlığındaki Museum of Natural History 1992 yılında hizmete açılmıştı.
Dinazorlar ve Doğa tarihi müzesi Moğolistan’ın en büyük müzesidir.2700 m2 alanda 40 salonda 12000 obje sergilenmektedir.1,5-2 saatte gezilebilen müzeyi biz biraz hızlı geziyoruz. Bu müzede de belgesel çekim izni alıp, dinazorlar ve büyük hayvan kalıntılarının görüntüsünü çekiyoruz. Dinazor kalıntıları arasında dehşete düşüyorum.
500 milyon yıl öncesinden 800 fosil kalıntısı ve dinazor müzeyi süslüyor; 10,000-15,000 yıl öncesinden fosil, amfibi, bitki kalıntıları, Paleontolojik bitki ve hayvan ile insan kaynakları sergilenen müze turistlerin ilgi odağı. Dünyanın en vahşi dinazor isketelerini sadece bu müzede görülebilmek mümkün. Bu dinazorların bir çoğu Moğolistan’daki Gobi çölünden bulunmuş. Dinazorlar bölümünde çekim yapmak yasak olmasına rağmen, biz kameramızı gizlice çalıştırıp, iskeletleri bile insanı ürküten dinazorların belgesel görüntülerini çekmeyi başarıyoruz.

Türk Moğol Dostluk Parkındayız

Başkent Ulanbatur meydanının hemen yanı başında Türkiye’nin katkısı ile yapılmış TİKA Türk Moğol dostluk parkını geziyoruz. Parktaki Türk bayrağı motifi göz ve gönlümüzü okşuyor. Yeşillikler içerisindeki parktan Moğollar rahatlıkla gezip, dinlenebiliyorlar. Dostuk parkının bir köşesindeki Lenin heykeli Moğolların Linen’e saygı ve sevgisinide sembolize ediyor.

Moğolistan’da dövizle alış veriş yapmak mümkün değil, sadece Amerikan doları ve euora geçerli bir döviz bürosuna giderek, döviz satın alıyoruz. Bir ABD doları 1370 moğol tengisi 1 Euro ise 1850 Moğol tengisine eş değerde. Dövizlerimizi de aldıktan sonra dinlenmek üzere kaldığımız Kempisky Khan Palece otele göre dönüyoruz.

Ulanbator’dan Tonyukuk Anıtına Gidiyoruz 

Tarihimizde Orhun abideleri olarak geçen, Göktürk kitabelerinin en önemlileri Bilge Kaan, Kültigin ve Tonyukuk anıtları. Bilge Kaan ve Kültigin anıtı Ulanbatur şehrine 400 km uzakta, Göktürk imparatorluğunun başkenti Karakurum şehri yakınlarındaki Orhun bölgesindedir, ancak Tonyukuk anıtı ise Ulanbatur şehrine 50 km mesafededir. Biz önce Tonyukuk anıtını ziyaret için Ulanbatur’dan yola çıkıyoruz. Tuz ırmağını geçerek, Bozkırlar içerisinden Tonyukuk anıtına giderken, Göktürk imparatorluğu tarihi gözümüzde canlanıyor. Göktürk imparatorluğunda ilk kez Türk adının devlet adı olarak kullandığı imparatorluk. Göktürk alfabesi ise tarihimizde ilk yazıların yer aldığı alfabedir.

Göktürk imparatorluğu ile  ilgili elimizdeki bilgi notlarını incelerken, Tuz ırmağını geçip, yemyeşil ovalar ve her biri birer Göktürk abidesi gibi duran dağları seyrederek Ulanbatur yakınlarındaki Tonyukuk anıtına giderken, Göktürk imparatorluğunun ihtişamlı geçmişi gözlerimizin önünden bir filim şeridi gibi geçiyordu.

 

Devam edecek..

Füze Kalkanı ve Açığa Alma

Füze kalkanı konusunda anlaşmaya varılması ve bu konudaki tartışmalar Türkiye’nin ne ölçüde bağımsız ve hükümranlık haklarını kullanabilir olduğunu ortaya çıkarmıştır. ABD, NATO’yu öne sürerek istediklerini yaptırmakta ve ülkeleri kullanmaktadır. Özellikle tek kutuplu ve tek patronlu yenidünya düzeninde küresel gücün etkisi daha artmış ve genişlemiştir. Bütün bunlara rağmen, bazı ülkeler milli çıkarları doğrultusunda ısrarcı olmuşlar; meselâ, Polonya ile Çek Cumhuriyeti, konmak istenen bu sisteme büyük tepki göstermiş, nükleer serpinti tehlikesi yaratacağından reddetmişlerdir. Her zaman olduğu gibi sorun çözmede Türkiye’nin tepesine binilmiştir.

Füze kalkanı sisteminin kime karşı olduğu anlaşmada ifade edilmemekle birlikte; bunun İran’ı hedef alacağı kör ve sağır olan herkes tarafından anlaşılmaktadır. İran’ın atacağı nükleer başlıklı füzeler varsayımı, İsrail’in korunmasını gerektirmiştir. İsrail’in NATO üyesi olmaması, onun korunmamasını gerektirmez! İsrail, ABD’nin en önemli müttefikidir. Bundan dolayı Türkiye, İsrail ile ilişkilerini iyileştirmeye zorlanmaktadır. Bu sistemin hedeflerinden biri de, İslâm ülkelerini birbirine düşürmek, krizler yaratarak ve bunları sürdürerek Ortadoğu’da sürekli kalabilmektir.

Ancak, bizim asıl anlamakta güçlük çektiğimiz; Türkiye’nin NATO’nun “acil servisi” veya “nöbetçi eczanesi” konumundan bir türlü kurtulamamasıdır. Bazıları ise; NATO’nun narkozcusu olduğumuzu ileri sürüyor. NATO’da bizi alkışlayan sözde dostlarımız, diğer milletlerarası kuruluşlarda aynı yakınlığı göstermiyor. Bir ara Türkiye’den bahsedilirken, “En iyi ihraç ürünü askeridir” denmişti.

Ülkenin itibarı ve tesirliliği hep tartışılır olmuştur. Süleymaniye’de başınıza çuval geçirenlere karşı tepki göstermez; “Büyük devletler özür dilemez” derseniz; uluslararası ilişkilerde size basit bir garson muamelesi yapılır. Bazılarımızın hoşuna giden “one minute” ve benzeri çıkışlardan sonra tam ters davranışlar izledik. Füze kalkanı tartışmalarında da istediklerini yaptık; ama biz yine “istediğimizi aldık” deyiverdik.

NATO konusu hep sorgulanmıştır. Bugün Soğuk Harp dönemlerindeki konumundan çok farklı bir NATO var. Sovyetler’in ve komünizmin hedef olmaktan çıkması, bugünkü Rusya’nın NATO üyeliğinin bile tartışılması gözden kaçmıyor. Bugünkü NATO, üyelerinin çıkarından çok ABD’nin çıkarlarına kilitlenmiştir. Bugünkü düşman; önü açılmış milli devletler ve güçlenebilecek olan İslâm hedefidir. Bundan dolayı tefrika yaratmak, farklı İslâmları piyasaya sürmek, tartıştırmak, süper gücün çıkarınadır.

Değişen NATO gerçeğine karşı belki bazı sağcılar değil; ama Türk Milliyetçileri daima dikkatli olmuş; bu konudaki tartışmaları, aşırı solun reddettiği, günümüzde yükselen değerler haline gelen milli çıkar ve milliyetçilik ekseninde düşünmüşlerdir.

Farklı tonlarıyla aşırı sol ideolojiye bağlanmış olanlar, genelde bir zamanların devrimci merkezi olan Sovyetler Birliği ve onun çıkarları açısından NATO ve ABD konusuna eğilmişlerdir. Bu süper gücün çığırtkanlığını yapanlar, dün emperyalizmlerden birini tercih ederek konuya yaklaşmışlardı. Bizler ise; her iki emperyalizmi de reddederek Türkiye ve Türk Dünyası açısından konuya eğildik. Günümüzde, küreselleşmeye bakış da buna benzer şekilde farklıdır. Biz küreselleşmenin önü açılmış milli devletler için doğurduğu kuşatmayı, sadece teorik olarak yaşanması ve aşılması gereken bir kapitalizm aşamasına bağlamadık.  Küreselleşmeye sadece kapitalizm karşıtlığından, sınıfçı ve sınıf çatışmasını esas alan, evrenselci, beynelmilelci bir yandan bakmadık ve bakmıyoruz.

Bazı etnik ırkçı belediye başkanlarının vatandaşı oldukları ülkeye karşı yaptıkları küstahlıkları ve yasa çiğnemelerini, milli kimliği reddeden malum partili milletvekillerini gördükçe; bazı generallerin açığa alınmasını doğrusu yadırgıyoruz. Nedense kamplaşmaları sürdürmeyi demokratikleşme zannediyoruz. Milli kimliğin ne olduğunu fark edemeyen, kimlik enflasyonuna talip olup etniklikle milliyeti kasıtlı olarak birbirine karıştıranlar, “Andımız” olarak her gün tekrarlanan metinle uğraşıyorlar. Burada Türklük bir üstünlük olarak vurgulanıyormuş. Peki bunu aşağılamak, bazı bakanların görevi mi oldu?      

“One minute” nerede kaldı?

‘Füze Kalkanı’ konusu ucundan tartışılmaya bir başlandı, daha ne olduğunu anlamadan baktık ki; Cumhurbaşkanı basmış imzayı.

İşlem tamam.

Cumhurbaşkanı; “Brüksel’de NATO bizi konuştu” demiş.

İyi de ne konuştu?

“Kerizleri yine kandırdık”mı dedi, yoksa başka bir şey mi?

“Türkiye istediklerini aldı” demiş Cumhurbaşkanı.

İyi de ne aldı?

Cumhurbaşkanı; “Metinden İran çıkarıldı” demiş.

Buna karşılık Sarkozy; “Biz kediye kedi deriz, tehdit İran’dır” şeklinde beyanat vermiş.

Başbakan, kontrol ve kumanda bizde demiş.

Hangi karar?

Füze havada iken Başbakan’a açıp soracaklar zahir; “Füze geliyor, ne yapalım?”

Dünyanın hiçbir ülkesinde ülke için böyle hayati bir konuda, muhalefetle konuşulmadan, Meclis’te tartışılmadan, kalkıp imzalanmaz böyle bir anlaşma.

Başbakan konutta, Cumhurbaşkanı Köşkte, koltuklarını değiştirirken dahi eşine ve çocuklarına danışır mı?

Kesinlikle öyledir.

Peki aynı Cumhurbaşkanı ve Başbakan, ülkeyi ileride önemli bir taahüde sokacak anlaşmayı, neden gizlemek gereği duymuştur Meclis’ten ve Muhalefet’ten?

Muhalefet’in, tüm bu gelişmeleri basından takip etmek zorunda kalışını, kim nasıl izah edebilir bana?

Füze Kalkanı’nın, şuna buna faydası konuşulurken, Türkiye’ye ne faydası olduğunu kim açıklayabilir bana?

İşin aslı şu:

Başından bu yana teslimiyetçi bir dış politika izleyen AKP Hükümeti, bu anlaşmayı, tartışmadan uzak tutup, ‘seve seve’ imzalamak zorunda bırakılmıştır.

Zira ipin ucu puştun eline geçmiştir Dış Politika’da.

Kimse kimseyi kandırmasın.

Haysiyetli Dış Politika iddiasında bulunanlar da, bu olanları iyi tahlil etsin.

Bu kalkan meselesinin bir tek amacı vardır.

Diğer konuşulanların tamamı laf-ı güzaftır.

İsrail’i İran tehdidinden korumanın dışında, tali hiçbir amacı da yoktur.

Nerede kaldı “One minute”?

Önce Davos’ta yalandan kabadayılık yap, şimdi de Brüksel’de İsrail’i savunmak için Füze Kalkanı’na aç topraklarını.

Oldu mu bu şimdi?

Atatürk ve Biz – 4

0

Evet, Atatürk ve silah arkadaşları destan yazmışlardı.
Peki, bizimkiler ne yazdılar.                                           

Bizimkiler çok ama çok karanlık senaryolar yazdılar.

Ve bu senaryoları

Çorum’da,

Maraş’ta,

Sivas’ta

Malatya’da

Başbağlar’da ve daha nice yerlerde uyguladılar.

Evine gönderilen bombalı paketle

bir insanı hanımı ve çocuklarının gözü önünde parçalayarak havaya uçurtmak

vatanseverlik midir?

Rahmetli Hamido’yu yeni yetişen nesil pek hatırlamaz ama..

Uğur Mumcu’yu, Hablemitoğlu’nu ve Muammer Aksoy’u hatırlayanlar olabilir.

Sahi bunları HAVAYA uçuranlar Atatürkçü ve vatansever olabilirler mi?

İnsanını sevmeyenler vatanını ve Atatürk’ü sever mi?

Bunların işi gücü karanlık senaryolar yazmak ve uygulamak

Bereket son senaryolarını uygulayamadan yakayı ele verdiler

Senaryo hem ne senaryo

Klasörler dolusu

Bu senaryoları okumak zorunda olan hukukçulara üzülüyorum

Bunları okumaya bir ömür yetmez.                               

Size bir soru

Düşünce itibarıyla yerli demiştik ya

Cumhuriyet döneminde lions kulüplerini kim kapayarak yasaklamıştı?

Atatürk’ün ölümünden sonra bunların açılmasına kim izin verdi?

1980 ihtilalinde

Atatürk’ün kurduğu parti bile kapatılırken kökü dışarıda olupta kapatılmayan localar var mıydı?

Hepsi bizden olmasın birazda siz kafa yorun

Lionslar ve onların meslekte kıdemli olanları fikri yapıları itibarıyla yerli midirler?

Bunların anavatanı neresidir?

Atatürk’le halk arasına duvar örmek yerine köprü kurmak daha doğru değimlidir?

Ülkemizi muasır medeniyet seviyesine çıkartmak

Atatürk’ün siyasi projesi idi.

Sağcısıyla solcusuyla yıllardır memleketin yönetiminde bulunanlar

Bilimde teknolojide bu hedefi yakalamak için ne yaptılar?

Cumhuriyetin kurulmasından 37 sene sonra devlet olan İsrail’i bilimde ve teknolojide yakalayabildik mi?

Şu anda biz bu hedefin neresindeyiz?

Gülerler ağlanacak halimize..

Dünyanın ilk 500 üniversitesi arasında bizim kaç üniversitemiz var?

5-  10- 20

Yoksa hiç yok mu?

Ağlarmısın, güler misin?

İster ağla, ister gül..

Sonuç bu.

Bu anlı şanlı bilim adamlarımız ne iş yaparlar

Tanklarımızı hala biz modernize edemiyor İsrail’e havale ediyoruz.

İnsansız uçakları İsrail’den alıyoruz

Bu vatansever Atatürkçüler şimdiye kadar ne iş yaptılar?

Bu konulara bir el atsalar ya

Yoksa çok daha mühim işlerimi var?

Bu asıl milletin Atatürk’le hiçbir sıkıntısı yok ama elin oğlu rahat durmuyor ki

Artık millette uyanmıştır

Oyunlarda bayatlamıştır

Yenmiyor artık

Muasır medeniyet seviyesini yakalamak hatta bir adımda öne geçmek temennisiyle…

Atatürk ve silah arkadaşlarının ruhu şad olsun

Memleketimiz vatansever insanlarla dolsun

Aydınlık yarınlarda buluşmak dileğiyle…

İstikbal göklerdedir’ Atatürk

Füze kalkanını bekleyiniz.