18 C
Kocaeli
Cuma, Ekim 3, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1121

Seçimler ve Türkiye Resminden Bir Kesit

 

12 Haziran 2011 Genel Seçimlerini geride bıraktık. Seçim sonuçlarının neler getireceği ve ülkemize olan faturası önümüzdeki yıllarda görülecektir. Şurası bir gerçek ki; seçimi Türkiye kazanamamıştır. Önümüzdeki günler BOP veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesine uygun siyasi yapı ve hatta sınır değişiklikleri dayatmaları daha da artacaktır. Milli ve üniter yapı dış tehdit altına sokulmuştur.

Birçok Ortadoğu ülkesinde demokratikleşme örtüsü altında oynanan oyunlar ve tezgâhlar, şimdi Suriye’de yarın Türkiye ve İran’da tekrarlanacak, küresel gücün isteklerine uygun bir Ortadoğu planlaması gerçekleştirilmeye çalışılacaktır. Seçimden yaklaşık bir hafta önce başlayan iktidar partisiyle BDP mücadelesi, daha doğrusu kayıkçı kavgası, yerini uzlaşmaya ve terör örgütünün birçok isteğini kabule bırakacaktır.

Bu bakımdan bu seçimi GOP’ni tekelinde tutan küresel güç kazanmış ve Ortadoğu’da mesafe almıştır. Türkiye üzerindeki değişikliklerin gerçekleşebilmesi sözde sivil ve özgürlükçü yeni anayasanın oluşturulmasına bağlıdır. Değiştirilecek ve tanınmaz hale getirecek olan yeni Türkiye anayasa değişiklikleriyle şekillendirilecektir.

Hedef başta anayasanın ilk üç maddesi ve onlarla bağlantılı diğer maddelerdir. % 49.9 iktidarı tasvip ederek oy verenler, yukarıda belirlediğimiz yeni Türkiye resminden büyük oranda haberdar olduklarını zannetmiyoruz. Bu oyların önemli bir bölümü de AKP’ye değil, bizzat Sayın Başbakan’ın karizmasına verilmiştir.

Yeni anayasa tuzağı; birlik ve bütünlüğü değil; bütünlüğü reddeden parçaları ve bize yabancı olan etnik taassubu, soyut, toplumsuz ve devletsiz ferdi esas alacaktır. Milletleşme sürecini reddeden, milli kimliğe tahammül edemeyen bir yaklaşımla nasıl bir anayasa yapılacak ki; herkes kendini orada bulabilecek?

Milli kimliksiz bir Türkiye ezogelin çorbası gibi olur. Kaldı ki; yüzyıllardır Anadolu’da milletleşme süreciyle ortaya çıkan Türk Milleti nesebi gayri sahih de değildir. Yeni anayasayla başkanlık sisteminin önü açılacak, TBMM’nin yetkileri daralacaktır. Görüldüğü kadarıyla Sayın Başbakan başkanlık sistemine yeşil ışık yakacak herkesle işbirliğine gidilebilecektir.

Bu seçimler bol hileli, karşılıklı saygının hesaba katılmadığı, çirkin ve mütecaviz üslubun kullanıldığı, her türlü vasıtanın mubah görüldüğü, toplumun ahlaki değerlerinin kaset üretimiyle ve bunların seçimden kısa bir süre önce yayınlanmasıyla istismar edildiği, MHP’ye karşı her türlü komplonun oynandığı bir seçim olmuştur.

Yerli yabancı maksatlı her çevrenin hedefi MHP idi. Seçim öncesi oynanan oyunlar, sandıkta da sürdürülmüştür. Maalesef bazı yerlerde partiyi ve kendi başlarına ülkeyi kurtarmakla meşgul olup sabahlara kadar enerji tüketenler, sandık başlarında bulunmamışlar ve görevlerini yapmamışlardır. Bundan dolayı mesela, İstanbul’da MHP’nin birçok oyu parti mi, dernek mi olduğu belli olmayan Milliyetçi ve Muhafazakâr üzerinden yapılan Partiye kaydedilmiştir. Bilgisayar üzerinden yapılan hileler de ayrı konudur.

Türk toplumundaki davranış ve tavır değişikliği anlaşılmadan sonuçlar yorumlanamaz. Geçen örneklerde olduğu gibi, iktidarla kredi ve değişik yollarla bağlantılı olanlar, tercihlerinde hür olamamışlardır. Seçmenin önemli bir bölümünde değer hükümleriyle yabancılaşan bir tercih görülmüştür. Dış kalıplara ve görüntüye bağlı tercihler yapılmıştır.

Terör ve terör örgütünün hedefleri ve saldırıları ve terörle mücadele, gelir dağılımındaki bozulma, orta sınıfın çöküşü ve işsizlik pek de sorun gibi görülmemiştir. Basın da kötü bir sınav vermiş ve çıkar hesapları öne çıkmıştır. Demokrasinin basını bu değildir. Seçmen istikrarı değiştirmeme olarak anlamış, mütecaviz güç gösterileri güven ve itimat yaratmıştır.

Ülkenin geleceğine dair resim görülmemiştir. Değişen zihniyet ve hayat şartları seçmeni daha esnek hale getirmiş, kemik ve değişmez oylar azalmıştır. Küresel rüzgârların etkisiyle vatandaşlık duygusu ve milli hassasiyetler köreltilmiş, günlük düşünen seçmen günlük rey vermiştir.

Seçmen için teröristlerin Habur’da karşılanışı, örgütle müzakere, terörist başı için sayın diyen Bakanlar, yolsuzlukların el veya deniz feneriyle yapılması, kamu kaynaklarının yabancılara peşkeş çekilmesi, milli egemenliğin parçalanacağı hesaba katılmamıştır. Etnik ırkçılığa prim yaptırılmıştır. 

Al Bayrak

               Al Bayraklarla süslendi baştan başa ülkem

               İsterim ki ömrü vatan yolunda tüketem

 

               Meş’um bir el Al Bayrağı vurdu yerden yere

               Lakin daha çok yükseldi Bayrağım göklere

 

               Aldatılmış gençler hiç mi sızlamadı vicdanınız

               Halbuki Bayrakla sembolleşiyor Milli Andınız

 

               Bu göklere Ay -Yıldızlı Türk Bayrağı yakışır ancak

               Düşürülmedi yere düşürülemez asla bu sancak

 

               AB uğrunda ABD’ye karşılıksız dostlukta

               Başka değil bulunur yer ancak en arka kuyrukta

 

               Nitekim AB ve ABD’nin arka çıkması sonucunda

               Vatan sözde sahte bayrakımsı paçavraların kıskacında

 

               Yırttılar perdeyi kaldırdılar aradan gizi

               Sizi gidi vesvasi’l-hannas şeyatinler sizi

 

               Sızıp yığınların arasına üflüyorlar sinsice

               Aslında biz sizinleyiz diyorlar arkadan gizlice

 

               Korkutuyor baş başa vermiş olan bu ikiliyi Türkiye

               Birbirinden kurnaz Tilki de olsalar bu hususta nafile

 

               İçlerinde var ne hikmetse iflah olmaz Türkiye korkusu

               Ne yapsalar olmuyor yine de onların kaçıyor uykusu

 

               Menfur gayeleri Türk’ü Kürd’e Kürd’ü Türk’e karşı kışkırtmak

               Akılları sıra iki pehlivanı birbirine kırdırtmak

 

               Yok öyle yağma Türk-Kürt asırlardır ayrılmaz kardeştir

               Aramıza fitne sokan hainler elbette kalleştir

 

               “İnneme’l-mü’minine ihvetün” diyor İlahi yüce ayet

               Kim bu gerçeği ortadan kaldırabilir ki doğrusu hayret

 

               İşte bu kat’iyyen kopmayacak olan  “urvetü’l-vüska”

               Denen ip oldukça arada hiç korku yok bu hususta

 

              Onların rağmına bu ülke daha da kenetlenecek

              Onların rağmına bu ülke daha da kuvvetlenecek

 

               Çünkü bilsin onlar “Bir şem’a ki Mevla yaka”

               Kimin haddine düşmüş onu peşine taka

 

               Dünyada var m’ola böyle bir nazlı Bayrak

               Kalpleri onun gölgesinde rahat bırak

 

               Kalk da Türkiye’ye yukarıdan bir bak

               Milletin kalbine bir yıldız gibi ak

 

               Bu millete kefen biçen irili ufaklı soytarılar

               Çiçek çiçek gezen değil de sanki zehir saçan arılar

 

               Önceden bu günler için denirdi hep boş kehanet

               O gün dudak bükenler gördü bugün nedir ihanet

 

               Çocuklarımız yabancı ellerde oluyor oyuncak

               Ne dersiniz Beyler bu gidişatın sonu ne olacak

 

               Yanlış hesap her zaman Bağdat’tan döner derler ya

               Hani insanı yaptığına pişman ederler ya

 

               Elbette oturur taşlar zamanla yerli yerine

               Yoksa tarih affetmez gafilleri çeker derine

 

               Tarih boyunca ne ihanetler gördü millet

               Son Bayrak olayı bunlardan biri nihayet

 

                Fakat ne acı ki kendi öz yurdunda

                Dağında taşında kuşunda kurdunda

 

                Nefretle anılacak varsa bir şey eğer

                Elbette milletin şahlanmasına değer

 

                İstiklal ve Cumhuriyet’in Bayraktır ilan-namesi

                Ona el kaldıranın artık hiç okunmaz esamesi

 

                Bayrak deyip geçme o Bu Millet’in varlık sebebi

                İstiklal Marşı’nın henüz kurumadı mürekkebi

 

                Uğrunda kan dökülür can verilir o Bayrağın

                Altını üstüne getirsen kan kokar Toprağın

 

                Bırak yerin üsttekilerini sahip çıkar alttakiler

                Boşuna mı öldük derler vefasız sözde Müttakiler

 

                Tarihte bin dört yüz yıllık bilinen geçmişi var

                Ay-Yıldızlı Bayrak sürecek Kıyamete kadar

 

                Günümüzde daha yeni bulundu Gök-Türkler’in parası

                Gelsin beri tüm Türklerle gerçekten iyi olan arası

        

                 Paranın üstünde var ap açık üç Ay-Yıldız

                 Belli ki İslam’dan önce de Biz Hak Yoldayız

 

                 Bayrak aynı zamanda gösteriyor bizlere Milli İnancı

                 Aklını başına al hisseden kendini Bayrağa yabancı

 

                 Milletin müşterek çatısıdır dalgalanan Al Bayrak

                 Gölgesinde şerefimiz ana sütü gibi ak mı ak

 

                 Bayrağa uzanan menfur eller millet gözünde talancı

                 Yazık böylelerine ki ecdada karşı olmuş yalancı

 

                 Bir gelin gibi süslendi ala döndü tüm yurdum

                 Asırlarca düşmana ben onunla karşı durdum

 

                Ey mavi göklerin İlahi görkemli Yıldızı

                Yurdumun semalarını süsleyen nazlı kızı

 

                Bayrağımız ta asırlar ötesinden gelen baş tacı

                Ona kem gözle bakanlar düşündürmeli acı acı

 

                Rengi şehit kanından alınmıştır Ay-Yıldız’ı gökten

                Kim indirebilir ki Onu o İlahi Yücelikten

 

                Korkma sakın Al Bayrak hiç düşmez asla yere

                Tarihe bir baksana hep yükselmiş göndere

 

                Olmuş bu millet Şanlı Peygamber’e asırlarca Bayraktar

                Kalbimiz Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed için atar

 

1 Nisan 2005

Bar Hill-Cambridge-England

 

     “Şanlı Türk Bayrağı”nın değiştirilebileceğini hayal etmek isteyenlere yine hatırlatmak isteriz ki:

 

                    Bu Bayrak tesadüfen yolda bulunup da alınmış değil

                    Alın sözünüzü geri ve olmayın müptezel ve sefil      

 

Dünya Ahiretin Tarlasıdır

Yüce Allah tarafından “En güzel biçimde yaratılan” (Tîn, 95/4) ve imtihan için dünyaya gönderilen insanın hayatı; dünya hayatı, kabir hayatı ve ahiret hayatı olmak üzere üç safhadan ibarettir. İnsanın doğup yaşadığı ve nihayetinde eceli geldiğinde öldüğü yer dünyadır. İnsan ömür ile sınırlı hayatını dünyada geçirir; orada yaratıcısı tarafından sunulan nimetlerden faydalanır. İyi veya kötü işlerle hayatını burada geçirir, sonunda Allah’ın huzuruna gider. İşte dünya hayatı geçici olup, insanın kendisine verilen ömürle sınırlı olan birinci hayattır.

Kabir hayatı ise, ölümle başlayan ve tekrar dirilinceye kadar devam eden bir hayattır.

Ahiret hayatı ise; dünya ve kabir hayatından sonra gelen, inananların ebedi cenneti, inanmayanların ise ebedi cehennemi yaşadığı sonsuz bir hayatın adıdır.

Hayatın sadece bu dünyadan ibaret olduğunu zanneden, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler, tarih boyunca hayatın başlangıcı, gayesi, anlamı konularında tutarsız ve insanı tatmin etmekten uzak çeşitli yorumlar yapmışlardır. Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle bildirilmektedir: “Dediler ki: ‘Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder. Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.” (Casiye, 45/24)

Dünya hayatı, Kur’an’da genellikle ahiret hayatı ile birlikte zikredilmiş, bazen ikisi arasında karşılaştırma yapılarak ahiret hayatının üstün olduğu belirtilmiştir. Kur’an’a göre, ahiret için amelleri engellemeyen ve aksatmayan dünya hayatı meşru bir nimet, hatta iyiliktir. Nitekim Müslümanların, “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilikler ver, ahirette de iyilikler ver” (Bakara, 2/201) diye dua etmeleri tavsiye edilmiş, “O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratandır” (Bakara, 2/29) denilmiş, birçok ayette dünya ve ahiret mutluluğu birlikte vurgulanmıştır. İnsanların Allah’ın kendileri için yaratmış olduğu bu nimetlerden faydalanması, onlara sahip olmaya çalışması ve onlarla dünyada bir mutluluk araması yanlış değildir. Yanlış olan kişinin, asıl yurdu olan ahireti unutarak, hiç ölmeyecekmiş gibi tamamen dünya amaçlı yaşamasıdır.  Kur’an’da, maddeyi ve şahsî çıkarı ön plana çıkaran hayat tarzı yerilmiştir.

İnsanın, ahiretteki sonsuz mutluluğu yakalamak için, dünyadaki mutluluğu ve nimetleri terk etmesi gerekmez. Bilakis dünyayı ahiretine sermaye ederek daha kazançlı olabilir. Yüce dinimiz İslam, Müslümanın dünyayla ilgilenmesini, ancak zaaflarına yenilerek, sadece dünya nimetleri peşinde koşmamasını istemektedir. Ne sadece dünya, ne de sadece ahiret değil, her ikisi arasında dengeyi kurabilmek esastır. Yüce Allah, her iki hayatın önemsenmesi gerektiğini Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklamaktadır: “…Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap…”  (Kasas, 28/77) 

Bununla birlikte yüce kitabımız Kur’an, dünya ile ahiret arasında bir tercih yapılacak olursa,  ahiretin tercih edilmesini emretmektedir. Çünkü ahiret hayatı ebedî ve daha hayırlıdır.  “Muhakkak ki ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır” (Duha, 93/4) ayet-i kerimesi bunun en açık delilidir. Kur’an, dünya hayatının ahirete tercih edilmesini de şu sözlerle yermektedir: “Dünya hayatını ahirete tercih edenler, (insanları) Allah yolundan çevirip onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler.”  (İbrahim, 14/3)

Ahirette insanlar, dünyada yapmış oldukları işlere göre mükâfat veya ceza görecekler, herkesin ameline göre derecesi farklı olacaktır.  Ancak, mal-mülk, servet, makam ve mevki gibi dünyevî imkanlar Allah nezdinde mutlak bir değer ifade etmediği için, dünya hayatını sırf bunların peşinde koşarak geçirenler, ahiret nimetlerine ve üstün derecelere ulaşamayacaklardır. (İsrâ, 17/18)

Kur’an’da “dünya hayatının bir oyun, eğlence, bir süs…” (Hadîd, 57/20) olduğu belirtilerek, insanın ebedî kalacağı ahiret hayatı için azık hazırlaması istenmiştir: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşr, 59/18)

Dünya bir imtihan alanıdır, o yüzden dünya ahiretin tarlası sayılmaktadır. Ahiret mutluluğu bu dünyada kazanıldığı için dünya hayatı çok iyi değerlendirilmelidir. Olgun bir mü’min, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de dünya için çalışmayı düstur edinmelidir. Her insanın bir gün mutlaka öleceğini ve dünyada yaptıklarından hesaba çekileceğini asla unutmamalıdır.

           

Anadolu’da Türklerin Son Yüzyılı (2)

0

Yabancı sermayenin nüfuz etmediği alan kalmamış. Kurtuluş savaşıyla yabancıları Anadolu toprağından atan Türkler, 1940’lardan sonra şu ya da bu sebeplerle kaynaklarının tamamını yabancıların emrine vermiş. Bankacılık, sigorta, perakende, enerji, iletişim sektörleri yabancıların elinde. Sırada sağlık, ulaşım, tarım sektörleri ile bor vb. madenler var.

Türkler, yabancılara çalışarak her gün biraz daha fakirleşiyor ve kendilerine has bir üretimle dünya pazarlarına giremiyorlar. Bilgi ve teknoloji üretimindeki payları çok düşük. Öz vatanlarında, her geçen gün biraz daha kiracı ve işçi konumuna geriliyorlar.

Güneydoğu merkezli söylemleri dikkate aldığımızda, Türkiye’nin bir iç savaş tehdidiyle karşı karşıya olduğu anlaşılıyor.

Dış destekli bölücü hareket, hangi hak verilirse verilsin tatmin olmayacağı aşikâr bir hal alıyor. Kürt kökenli gençler arasında ayrılık rüzgârı heyecan veriyor. Ayrılıktan adrenalin devşiriyorlar. Bu eğitimsiz, örf ve adetten kopuk yapı, onları, duygularının ve kışkırtmaların esiri haline getiriyor. Hasan Sabbah’ın fedaileri gibi yakıp, yıkma merkezli güçleriyle övünüyorlar ve bu güçlerinin farkındalar. Kürt olduklarını yeni keşfetmiş gibiler ve Kürt olmayı yakıp yıkmak ve çok sayıda adam öldürmek sanıyorlar. Şehirlerde araba yakarak başladıkları Vandalizmlerini; çalışanları ve müşterileriyle birlikte bankaları, içindeki 13-15 yaşındaki çocuklarla birlikte öğrenci yurtlarını ateşe vermeye varan kıtale taşıdılar. Şimdi sivil itaatsizlik adı verdikleri gösterilerle toplu başkaldırı provalarına alet oluyorlar.

Ortada; bu yapılan doğru değildir diyecek, itidal tavsiye edecek bilge kimseler de yok. Tek görünen gerçek, Hasan Sabbah’ın türevi konumundaki Öcalan. Devlet onunla görüşüyor ve mutabakata varıyor. Bu seçeneksizlik, bir katili siyasi mahkûm durumuna getirdi ve Türk Devleti onunla görüştüğünü tüm dünyaya ilan etti. Bu nedenle Öcalan’ın daha fazla içeride tutulma imkânı kalmamıştır. Seçim sonrasında oluşacak iç ve dış baskılar neticesinde Öcalan önce ev hapsine alınacak ve daha sonra da serbest kalacaktır. Milyonların yüreğine hançer gibi saplanan bu gerçek, maalesef konjüktürel bir zorunluluk halinde karşımızda duruyor.

Bu bölücü hareketin tetiklemesiyle, Türk devleti esastan değişime uğratılmak isteniyor.

Demokratik nizamın vazgeçilmez unsuru siyasi partiler, köklü geçmişlerini inkârla işe başlıyorlar. Köklerinden kopmanın getirdiği havalanma; devleti, siyasi partiler eliyle reorganize etmek yerine geri dönülemez tavizlere sürüklüyor.

Türkiye, köklü mazisinden kopuşla şahlanan AK parti heyecanını tattı. AK partinin dokuz yıllık iktidar sürecinde, devleti, devlet idaresini ve devlet geleneğini öğrendiğine seviniyorken, şimdide mazisinden kopan ve her şeyi tozpembe gören, altı ayda hazırlanan projelerle ve hayal ticaretiyle her yeri bir anda güllük gülistanlık yapacağını sanan CHP ile karşı karşıya. Ve bu şartlarda Türkiye, Devlet yapısını değiştirecek çok köklü bir anayasal değişiklik peşinde ama seçim sürecinde anayasa içeriğinden kimse tek kelime söz etmiyor.

Bireysel hırs ve ihtiras her şeyi yakıp yıkıyor. Millet, gerilime alkış tutuyor ve bir kısım Türkler, yaşadıkları mirasyedi hayatın lezzetinden ayrılmamak ve bir kısmı da âşık olduğunu incitmemek için önlerine konulacak her türlü değişikliğe evet demeye hazır görünüyorlar. Kaderimiz tek kişinin Sayın Erdoğan’ın ellerinde şekilleniyor ve Sayın Erdoğan bu yükü taşımak için yalnızlaşarak güçlenmeye çalışıyor.

Seçim sonrasında Türkiye, çok şeylere gebe… Türkiye bölünebilir. Türkiye, “Türkiye Birleşik Devletleri” adında bir yapıya dönüşebilir. Türkiye, Yugoslavya, Irak ve Libya’da olduğu gibi bir NATO saldırısına maruz kalabilir. Türkiye’de büyük göç dalgaları, Allah korusun büyük acılar yaşanabilir.(devam edecek)

 

 

 

 

2011 Seçim Analizi

0

Öncelikle seçimin ülkemize bölgemize huzur barış ve adalet getirmesini temenni ediyorum.

Siyasette iki çeşit mantık vardır.

1 – Gıpta mantığı.

2 – Haset mantığı.

Siyasette İyiyi örnek alma, doğruyu kabullenme anlamına gelen gıpta mantığı pek rağbet görmez.

İnsanlar gözlerini kapayınca dünyayı karanlık zannederler.

Revaçta olan haset mantığıdır.

 Bazen de bunun kin, nefret ve intikama dönüşmüş ileri boyutudur.

Yusuf (a.s)u kardeşleri hangi mantıkla kuyuya attılarsa.

Günümüz siyasetine hâkim olan mantıkta budur.

Haset rakibi değil de, sahibini yakar, yok eder.

Şimdi geçelim seçimin analizine.

Her partiyi ayrı ayrı kısaca değerlendirelim.

AK PARTİ açısından;

Makro planda elde ettiği başarıyı mikro planda henüz elde edebilmiş değil.

Dış politikadaki eksen genişlemesi,

Askeri vesayetin kırılması,

Yargı vesayetinin kaldırılması,

Başbakan ve bakanları darağacına çeken bir zihniyetin son bulması çok büyük bir başarıdır.

Aynı başarı tarımda, hayvancılıkta, işsizliğin çözümünde ve çalışanların ücretlerinde henüz

sağlanabilmiş değildir.

Buna rağmen % 50 oy alabiliyorsa siyaseti halka rağmen değil de halka güven verdiğindendir.

Bizim halkımız fedakârdır.

Devlet düze çıksın.

Yeni anayasa yapılsın.

Taşlar yerine otursun.

Mutlaka sıra bize de gelir.

Bunca yıl sabrettik bir dört yıl daha bekleyelim.

İş kaynağından halledilsin,

Sonra işçiye, memura, emekliye, esnafa, çiftçiye asgari ücretliye elbette sıra gelecektir.

AK PARTİ hükümeti bundan sonra vatandaşı merkeze almalıdır, almak zorundadır.

CHP neden beklenen oyu alamadı !

Bununda birkaç sebebi var;

CHP yönetimi toplumun sosyolojik yapısını henüz doğru okuyabilmiş değil.

1 – Cuma günü Cuma namazı vaktinde seçim beyannamesi açıklaması,

Sağ ve muhafazakâr kesime karşı yapmaya çalıştığı açılımı perdeledi.

2 – Ergenekon tutuklularının bir kısmını aday göstermesi,

Halka sıcak gelmedi.

Toplumdaki Ergenekon’un olumsuz imajı CHP ye olumsuz yansıdı.

3 – CHP de akademik kariyere sahip bazı üst düzey yöneticilerin dini konularda yanlış konuşmaları,

Her konuda konuşmak zorunda değilsiniz!       

Cuma namazını kaza yaptırırsanız,

Mezarlık kapısındaki ayeti insan sözü zannederseniz,

Bu sizin toplumu henüz tanıyamadığınızı gösterir.

4 – CHP de yönetim ve liste dışı kalan insanların bir kısmı MHP ye bir kısmının da AK PARTİ ye oy verdi kanaatindeyim.

Bunlardan bir kısmı MHP baraja takılmasın meydan hepten AK PARTİ ye kalmasın düşüncesiyle hareket ettiler

AK PARTİ’ ye oy verenlerde rövanş almak düşüncesiyle hareket ettiler kanaatindeyim.

5 – Sn. Kılıçdaroğlu’nun söylemleri halka pek inandırıcı gelmedi.

Seçmen Devlet yönetimi benim adım Kemal demekle olmaz dedi.

Seçmen artık her duyduğuna inanıp itibar etmiyor.

Akıl mantık süzgecinden geçirerek hareket ediyor.

Dişini sökeceğim,

Kimyasını bozacağım vb. ifadeler seçmene itici geldi.

Her şeye rağmen CHP ‘nin söylemini değiştirip halka açılması çok olumlu bir gelişmedir.

MHP açısından;

MHP’nin baraja takılmaması sevindirici bir olaydır.

MHP’ye ve bu halka yakışmayan bazı üst düzey yöneticilerin ayıklanması da güzel bir olaydır.

Alınan oy MHP açısından başarısızlıktır.

Bunun sebeplerini etkili ve de yetkili kurullar oturup akli selim bir şekilde değerlendirmelidirler.

Dediğim dedik mantığıyla hareket edilirse gelecek seçimde bu sonuçta alınamayabilir.

SAADET PARTİSİ açısından;

Bu ülkenin Saadet partisi gibi milli görüş partisine ihtiyacı var.

Saadet partisi siyaset sahnesinde olmalıdır.

Ama bu siyaset anlayışıyla devam ederlerse %1 geçseler de 3′ te 4′ te kalır.

Aynı hataları on kez de tekrarlarsanız on kez de aynı sonuç çıkar.

Yani iki yanlış bir doğru etmez.

Siyasette başarı halka uygun siyaset yapmakla olur.

Halkı suçlayarak siyaset yapılmaz, yapılsa da bir yere varılmaz.

Biz gerçekleri söylüyoruz halk anlamıyor.

Öyle ise halkın anlayacağı şekilde söyleyiniz.

Halkın sevdiği lider ve partiyi kötülemekle halktan oy alınmaz.

Artık siyaseti sadece eleştiri ve hakaret değil, pozitif değerler üzerinden yapmak gerekir.

Başarı için Saadet yönetimi dünyayı bölgeyi doğru okumalı ,

Halkı doğru analiz ederek siyaset yapmalıdır.

30 – 40 sene önceki anlayış günümüz gerçeklerine uymuyor.

HAS PARTİ açısından;

Sn Numan Kurtulmuş halkımızın sevip saydığı, değer verip takdir ettiği bir liderdir.

Ben özellikle seçim sürecinde Numan beyi takip etmeye çalıştım .

Söylemleri fikir ve projeleri objektif tutarlı idi .

Neden başarılı olamadı?

Numan Bey de AK PARTİ ve Tayyip Erdoğan’a çok yüklendi.

Haliyle bu da seçmenin hoşuna gitmedi.

Eleştirinin dozunu kaçırınca size gelebilecek oylar bile yön değiştirebiliyor.

Bir de seçim kampanyasında ki oyum sana reklamını pek beğenmediğimi söylemek isterim.

Numan Bey hata yapmaz ve pozitif hareket ederse Tayyip Erdoğan’dan boşalacak yeri

doldurabilecek liderdir.

Ayrıca Türk siyaseti bu kadar dağınıklığı da kaldırmıyor.

Biraz derlenip toparlanmaları gerekir.

BBP AÇISINDAN ;

BBP kurulalı yaklaşık 20 sene oldu.

 Ben rahmetli Yazıcıoğlu’nu seven şahadetine de çok üzülen bir insanım.

Ayrıca Yalçın TOPÇU da mert dürüst vatanperver ANADOLU İNSANI!

Seçimde beklenen başarı gelmeyince istifa etti.

Doğru olanı yaptı.

Artık BBP yönetimi bundan sonraki rotasını doğru çizmek durumundadır.

Aksi takdirde sadece emek ve zaman kaybı olur.

BBP- HAS PARTİ ve SAADET PARTİSİ bir araya gelerek yeni bir oluşun oluşturmak durumundadırlar.

Sen, ben liderlik ve koltuk kavgası devam ederse sonuç hep üzüntü verir.

BDP elbette bu seçimin kazananlarındandır.

Milletvekili sayısını 20 den 36 ya çıkarmak elbette büyük başarıdır.

BDP’ nin elbette ki bölgede bir tabanı var.

 Başarının hepsinin tabandan kaynaklandığı kanaatinde değilim.

 Baskı ve tehdidi de hesaba katmak gerekir.

Her şeye rağmen ve bir an önce BDP bölge partisi olmaktan çıkıp ülke partisi olmak

zorundadır.

Kanın durması,

Kardeşliğin gerçekleşmesi,

Barış ve adaletin sağlanmasının yolu bundan geçer.

Gözden Geçirmemiz Gerekli

Bütün dünyada kadınlar tecavüze uğramaktan korkarlar. Örneğin her yıl Fransa’da 25.000, Almanya’da 250.000, İsveç’te 4.000 kadının tecavüze uğradığı medya aracılığı ile öğrenilmekte ve bilinmektedir. Ülkemizde de durum böyledir. Hemen her gün yazılı ve görsel basında hepimizi sarsan bu tür haberlerle üzülürüz, kızarız ve sebep olanlara lanetler okuruz.

Tecavüz fiilinin cezalandırılması TCK’nın ilgili maddeleri ile olmaktadır. Ancak kabul etmek gerekir ki mahkeme süreci ve hak arama yöntemleri tecavüze uğrayanları çok zorlayan evreleri içermektedir. Yargılama sürecinde cinsel şiddete uğrayanların özel eğitim görmüş görevli uzmanlarca korunması ve kollanması sağlanmalıdır.

Tecavüz olaylarının bir bölümü de küçük yaştaki kız çocuklarına yönelik olmaktadır. Henüz oyun çağını tamamlamamış, öğrenci olmaları gereken yaşlarda aileleri tarafından çıkar uğruna ileri yaştaki kişilere verilen satılan zavallı kızlarımız da gene toplumsal bir yara olarak üzüntülerimize neden olmaktadır. Elbette bu durum uygar, çağdaş, insan haklarına saygılı ve dürüst toplum anlayışına ters gelen ilkel bir durumdur.

Ancak geçmişten günümüze ulaşan bazı değerlendirmelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Aradan uzun yıllar geçmiş, dünya görüşü yenilenmiş her şey değişmiştir. Eski devirlerde hoş görülen bazı davranışlar, özlü sözler,  maniler, dizeler ve türküler artık arşive kaldırılmalıdır.

Bir yandan şikayetçi olduğumuz davranışları ve konuları düzeltebilmek için çaba gösterirken, bir yandan da bu yanlışları destekleyen şiirler, türküler,  şarkılar ve deyimler gündemimizden düşmelidir.

Bazı örnekleri sıralayarak durumu daha iyi anlatabiliriz.

– Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme

         – Kadın kısmının saçı uzun aklı kısadır

         – Kızını dövmeyen dizini döver

         – Kız yedi yaşından sonra ya erde, ya yerdedir

         – Avrattan vefa, zehirden şifa olmaz

 Karacaoğlan* bakın neler demiş;

            Ala gözlerini sevdiğim dilber

         On beşinde bir güzeli sevmeyen

         Bu dünyaya hayvan gelir bön gider

         …

         On birinde mah yüzüne bakılır

         On üçünde ak gül olur açılır

         On dördünde her bir yeri bal olur

         …

         On birinde bir yar sevdim

         Yeni açmış güle benzer

         On ikide şeker şerbet

         Oğul vermiş bala benzer

Recaizade Mahmut Ekrem Bey’in sözlerini yazdığı ve Ali Ulvi Baradan tarafından nihavend makamında bestelenen;

         Yemeni bağlamış telli başına

         Zülüfleri düşmüş hilal kaşına

         Yeni girmiş on dört, on beş yaşına

         Gözleri sürmeli köylü güzeli

         Gel seni köylü kız alıp kaçayım

         Telli duvağına altın saçayım

Veya Tamburi İsmet Ağa’nın karcığar makamında ki bestesinde gördüğümüz gibi;

            Bu kış hanım İstanbul’a taşın da

         Eğlenelim, zevk edelim Kalpakçılar başında

         Güzeller var on üç, on dört yaşında

         Eğlenelim, zevk edelim Kalpakçılar başında

Görüldüğü gibi bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Elbette kültür varlıklarımızı korumak gelecek kuşaklara aktarmak ödevimizdir. Bu eserler bize tanık oldukları tarih kesitleri hakkında bilgi de verirler. Ancak zaman içinde işlevlerini kaybede bilirler. O zaman güncel yaşamımızdan arşive aktarılmalıdırlar.

 

Kocaeli’nde Bir Fuar

Kısa adı BESAM olan Bilgi Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nın konuğu olarak yağışlı bir hafta içi Kocaeli’ne gittik bir grup akademisyen, dost, yazar ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri olarak.

Kocaeli İstanbul’dan bir saat kadar falan sürüyor otobandan. 1960’lı yılları hatırlıyorum da bu çift şeritli yoldaki seyahatimiz saatler sürerdi. Uzun kuyruklar oluşurdu. Sinir krizleri geçirirdi sürücüler, bunalırlardı. Şimdi oh ne ala!..

Yazarlar ve Onur Konukları

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi “çalışınca oluyor” sloganıyla yola çıkarak 8 gün sürecek “kağıttan dünyaların keşfi” deyivermiş ve 3. Kocaeli Kitap Fuarı’nı görkemli bir şekilde gerçekleştirmiş. 315 yayınevi, 46 STK başta olmak üzere kültür ve sanat etkinlikleri programlanmış.  Başarılı programlarını izlediğim BESAM da bu sivil toplum kuruluşlarından biri. Konferanslar, düşünce platformları, sempozyumlar, imza günleri (Ahmet Ümit, Doğu Ergil, İsmet Özel, Sunay Akın, Doğan Cüceloğlu, Ece Temelkuran, Erhan Afyoncu, İpek Çalışlar, Ataol Behramoğlu, İlber Ortaylı, Ayşe Kulin, İclal Aydın, Nevzat Yalçıntaş, İskender Pala, Turgut Özakman, Cüneyt Ülsever ve Mustafa Armağan) birbirini izliyor. Bir de vefa örneği olarak, 21 kitabı yayınlanan hikayeci, şair ve yazar Ruşen Hakkı (1936-2011) da programa alınmış. Ruşen Hakkı’nın adı yaşadığı sokağa verilerek fuarda iki gün eserleri için bir panel ve şiirlerini okuma etkinliği gerçekleştirilmiş.

Fuar’ın onur konukları ise 40 kitabı yayınlanan ve 20 bin adetlik bir kütüphanesi olan Ahmet Nezih Galitekin (1945) ile altı eseri neşredilmiş, mizah ve roman yazarı Şakir Balkı (1929).

Ünlü İsimler ve Korsan Karakterizeleri Sokaklarda

Kocaeli Büyük Şehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu “Türk ve dünya edebiyatından tutun, Ortadoğu’daki özgürlüklere kadar geniş bir yelpazede pek çok konuyu fuara taşıdıklarını” belirterek, fuarın en büyük ve en kapsamlı bir etkinlik olduğu iddiasını savunuyor, her yaş, her düşünce ve meslekten insanları bir araya getirmeyi amaçladıklarını bildiriyor. Kitap ile başlayan bu yolculuğun bir parçası olmanın gurur ve mutluluğunu da hatırlatıyor Sayın Karaosmanoğlu.

Sokrates, Konfüçyüs, Shakespeare, Mehmet Akif, Halide Edip, Karl Marks gibi ünlü isimlerle korsan tiplemesi karakterizeleri Kocaeli sokaklarında dolaşarak fuara buyur ediyor! “Kağıttan dünyaların keşfine çıkılacak” diye dikkat çekilen fuar, sanatça Nilüfer’i de konuk etmiş. Fuara İstanbul ve kent içinden ücretsiz servis konmuş ve katılım payı hiç bir kişi veya kuruluştan talep edilmiyor.

Helal Sana İclal

Kitap fuarında önce gözüme çarpan husus ilk, orta ve liseye üniversite talebelerinin gruplar halinde alanda fazla olmasıydı. Çok sevindim. Minik öğrencilerin elerinde hep kitap poşetleri vardı. Sonradan öğrendim ki Kocaeli Valiliği, Üniversitesi ve Milli Eğitim Müdürlüğü de bu etkinlikte varlar!

Kitaplarını imzalayan yazarlarımız hazırdı fuarda. Belli sayıda insana imza atıyor ve sohbet ediyorlardı. Aaaa!.. Bir de ne göreyim tümü 15-22 yaş grubundaki kuyruk ki bir kilometreyi geçmiş!.. dehşetle sordum; “Çocuğum ne kuyruğu bu!..” Ben sanıyorum ki birisi bedava – döner ekmek yahut lahmacun dağıtıyor. Bedavaya meraklı bir toplumuz ya!.. bedava olsun ne olursa olsun?!. Üstelik gençler acıkmıştır falan. Lise öğrencisi kızcağız bana demez mi “Yok amca, kitap kuyruğu!” Aman ne sevindim bu fotoğrafa, adak bile gerektirecek gelişme belki de!.. gençlerimiz kitaba ve yazarına sahip çıkıyor, okuyor, alaka gösteriyor muhteşem bir şey.

Hemen aklıma kitapları en çok satan ve kazanan yazarlarımız olan Elif Şafak, İskender Pala, İlber Ortaylı, Ayşe Kulin ve Ahmet Ümit gibi isimler geldi. Bu arada Ayşe Kulin’in üç eserini biribiri ardından okumuştum: Veda, Hayat ve Hüzün.. hele son iki kitapta işçilerimizin, emekçilerimizin, marabaların değil de zenginlerin, aristokratların, Nişantaşı ve Şişli’de oturanların neden TİP’e (1965) oy verdiklerini daha iyi algıladım! Lise öğrencisi kızımız bana İclal Aydın’ın kitap kuyruğu olduğunu belirtti. İclal Aydın’ı boşanmaları ve magazin haberleriyle tanıyordum medyadan. Sordum:

-Bu yazarımız ne yazmış kızım? İmzaladığı kitaplarının konusu nedir?

Kız düşündü. Önündeki arkadaşına soracaktı, vazgeçti. Sonra da bana dönerek:

-Amca bu sanatçı, bak şu ilerde oturan güzel kadın.. ne kadar da şık giyiniyor.. televizyonlarda filmi de yayınlanıyor!.

Başımı salladım, kendisini kitap okuduğu için kutladım ve ayrıldım. Ama içimden de keşke bu kızımız Elif Şafak’ı, İpek Çalışlar’ı, Ece Temelkuran’ı gibi hemcinsleri yazarları da okuyabilseydi!

Dönüşüm İçindeki İzmit

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin Birinci Roman Festivali’ni gerçekleştirdiğini de dağıtılan “Kocaeli Kırkbir” gazetesinden öğrendik!. Goran Bregoviç, Gypsy Queens Kings, Esma Redzepova, Kibariye, Ciguli gibi sanatçılar da İzmit’te konuk olmuş, etkinliğe katılmışlar. Roman Festivali medyada çok fazla ses getirmiş. Kitap gibi değil. Romanlar performans ve sıcak tavırlarıyla gönülleri fethetmiş! Roman denince çingene olarak bilinir ve tanınır. Burada aktarılan ise bildiğimiz edebi tarz veya çeşit değil. Siyaset ve yönetim demek popülizm de istiyor! Ancak Kocaeli Büyükşehir’in önemli etkinliğinden biri itibarlı Safahat nefes kesecek kadar güzel.

Öğle yemeğini Kocaeli Kırım Tatarları Kültür ve Dayanışma Derneği heyetimizi Sekapark’taki Özsar Et Lokantası’na götürdü. Sekiz şubesi varmış kent içinde Özsar’ın. Gerçekten lokum gibi etlerle, bize bir güneydoğu mutfağından onlarca örneğini keyifle, lezzetle tattırdı. Ellerinize sağlık ustalar. Seka Kağıt fabrikasının yerinde yemyeşil bir örtü var artık. Çimler, ağaçlar, çiçekler, insanlar ve spor kompleksleri, bisikletler için yollar, otoparklar, tesisler, lokanta ve çayhaneler apayrı bir hava vermiş bölgeye, güzelliğini artırmış, denizi farkettirmiş, Körfez’i ortaya çıkartmış. İzmit’te gece daha bir keyifli oluyor izlemek gemileri, kayıkları ve insanları.

Kocaeli’nde hızlı bir değişim var, sadece bir sanayi kenti değil, yaşanabilecek bir şehir de olmuş. Hele bir duvarda Kocaeli’nin tarihi dokusunun maketini görmek daha da mutlu etti beni. Kocaeli’nde görülmesi gereken yerleri bu sanat merkezli duvardan kopya alabiliyorsunuz.

15 Dakikada 283 Bin Kırım Tatarı Sürgüne Gönderildi

Gündüz “21. Asırda Türk Birliği”ni, akşam da Kırım konusunda Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ı dinledik. Kırım Türkleri Kocaeli’nde etkili ve örgütlü. Vefa İbrahim Aracı gibi başkanları olması da bir şans. Şahabettin Bilgisu Caddesi üzerindeki  Koruma Han’ın en üst katı Kırım Tatarlarımızın. Sadece etkinlikleri değil, terasında Tatar börekli çay içmek bile ayrı bir keyif.

Sayın Aracı bilgilerimizi tazeledi konuşmasında. Kırım 1873’te Rus işgaline uğradı. Moskova Acı ve hüzünü de yanlarında getirdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan iki yıl sonra Almanya Kırım’ı işgal edince bir kısım halk onları kurtarıcı gibi karşıladı! Ancak Kızıl Ordu Birlikleri Kırım’ı yeniden işgal etti. (10 Nisan 1944) SSCB Kırım halkına önce ağır baskı uyguladı. Bu yetmedi 18 Mayıs 1944’te tüm halkı sürgüne gönderdi bir gecede. Tıka basa vagonlara doldurulan 283 bin Kırım Tatarı’nın 113 bini yolda açlık, susuzluk, hastalık nedeniyle hayatını kaybetti.

Kırımlı yazarımız Cengiz Dağcı bütün eserlerinde bu insanlık suçu soykırım-sürgünü anlatır. Hayatta kalan Tatarlardan ilk grup Özbekistan’a gitti. Fabrika ve işletmelerin bulunduğu bölgelere yerleştirildiler. Önemli bir bölümü de Sibirya’ya. Yıllar yılları takip etti ve bu işkence ve soykırıma karşı ilk ayaklanma Taşkent yakınlarındaki Çirçik kasabasında gerçekleşti.  (21 Nisan 1968) Kırım Tatar Milli Hareketi de böylece başlamış oldu. Tatarlar hep birlikte ülkelerine dönmek ve milli özgürlüklerinin yeniden inşa edilmesini istiyorlardı. Bu talep SSCB’nin insan hakları savunucusu Andrei Saharov ve Pyotr Grigerenko tarafından da desteklendi. SSCB’den bilgi ve belge sızması zordu. Ancak bu iki insan hakları savunucunun kararlı tutumu olayı bütün dünyaya duyurdu.

Hansaray’da İlk Ezan ve Namaz

Bir kararname ile bir grup Tatar Kırım’a döndü. Ancak Tatarların evleri Ruslara verilmişti SSCB yönetimince. Musa Mahmut 5 çocuğuyla geldiği evinde böyle bir manzara ile karşılaşınca üzerine benzin dökerek kendini yaktı!.. Bir çok zulüm ve sürgünden sonra Mustafa Cemiloğlu önderliğindeki Kırım Tatarları Moskova’da yanlarına kendilerini destekleyen Rusları da alarak bir protesto mitingi tertip ettiler. (1987) Sovyet hükümeti bu sivil direniş karşısında Tatarların Kırım’a dönebileceğini kabul etti. (1989) Nihayet gruplar halinde Tatarlar  Kırım’a dönmeye başladılar.

Türklerin Kıpçak boyundan gelen Tatar nüfusun sayısı bugün  300 bine ulaştı. Ancak dimdikler, kimlik mücadelesini kazandılar ama ekonomik ve sosyal zorluklar içinde yaşıyorlar. Millet olarak ayaktalar. Her yıl kara gün olarak bilinen 18 Mayıslar bütün Türk Dünyasında dehşet ve vahşetiyle hatırlanarak anılır. O gece de öyle oldu.

Stalin Yahudi Kökenli mi?

Kırım Akmesçit’teki Küçük Topkapı Sarayı(Hansaray) denilen Gazi Giray Han Sarayı’ndaki camide TMKV Müdürü Kemal Özpınar bir Kırımlı Tatar ile birlikte müezzin oldular, ezan iki defa tekrar edildi, Prof. Nevzat Yalçıntaş ilk defa imam olarak namaz kıldırdı. Böyle bir hatıraya da dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş konuşmasında Gürcü bilinen Stalin’in, yahudi olduğuna dikkat çekti. Gece yarısına kadar sohbet ve terasta Tatar börekli çay keyfi sürdü.

Kocaeli Kırım Tatarları Kültür ve Dayanışma Derneği’nin “Dobruca’dan Derince’ye Kırım Tatarları” adlı bir de yayını mevcut. Yazarı Ferit Toplu Bey’e imzalatarak okumaya başladım. Eline, yüreğine sağlık Ferit Toplu Beyefendi.

Aydınlarımızla Aydınlıkta Yaşamak

Akşam  Emexotel’de kaldık. Keşke iddialı bir mimari olsaydı bu lüks yapı. Kahvaltıda ise Aydınlar Ocağı yönetimiyle birlikte olduk. Eskimez Başkan Ahsen Okyar, Dr. Halil İbrahim Kahraman, Selçuk Arslan, Yunus Özen, Yüksel Özdemir heyetimizi yalnız bırakmadı. Sosyal, kültürel, insani ve medeni ilişkilerde örnek olan Kocaeli Aydınlar Ocağı’nda yeni nöbeti Avukat Ruhittin Sönmez’in aldığını da kahvaltıda öğrendik. İlk gördüğümde de kutladım. Kitap Fuarı’nda başarılı ve dikkatleri üzerine çeken, Karikatür Sergisi’ni de Aydınlar Ocağı tertip etmişti.

İstanbul’a dönerken kim bilir hangi panel, sempozyum, konferans, toplantı bizi bekliyordu? Önceliğim Çapa’daki Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği İstanbul Şubesi olacak sanırım. Numan Çelebi Cihan ne güzel söylemiş;

“Ant etkenmen, söz bergenmen millet için ölmege,

 Bilip, körüp, milletimnin köz yaşını silmege,

 Bilmey, körmey, bin yaşasam, Qurultaylı han bolsam,

 Kene bir gün mezarcılar kelir meni kömmege!.”

Kimde Bayrakların En Güzeli? Ona Tek Sahip Ancak Türkeli

0

 

En çok sevindiğim hususlardan biri, Türk Bayrağı’nın resmi binalarda ve gereken yerlerde, 24 saat boyunca dalgalanmasıdır. Zira önceleri ancak Cumartesi öğleden sonra göndere çekilir, Pazartesi sabahı indirilirdi. Bu durumun değiştirilerek, Türk Bayrağı’nın devamlı gönderde kalır hale getirilmesi çok isabetli olmuştur.

Yine en çok memnun olduğum bir gelişme ve seyrine doyamadığım bir manzara şudur: Son zamanlarda Ay-Yıldızlı bayrağın resmi daireler dışında, ayrıca her özel kuruluşun gönderinde bambaşka bir azamet, şevket ve görkemle dalgalanır oluşudur. Üstelik her yerden görülecek şekilde çok yüksek gönderlerde boy göstermesidir. 

Bilhassa her tarafa hakim tepelere dikilmesi, en umulmadık yerlerde karşımıza çıkması, adeta stratejik mekanlarda bütün haşmetiyle: “Ben buradayım.” demesi, çok harika bir şey. Üstelik, hal diliyle: “Burası Türkiye’dir, Türk Vatanıdır, Türklerin yaşadığı ülkedir.” diye gerçeği vurgulaması; pek muhteşem bir manzara ve doyumsuz bir görünümdür.

Hele, böyle alımlı ve nazlı bir şekilde dalgalanırken, lisanı halle, daha nice şeyler anlatıyor olması, yaralı gönüllerimize soğuk su serpiyor doğrusu.

Evet, nerden nasıl bir ilham veya işaret alındıysa alındı; Türkiye’nin dağında taşında Ay-Yıldızlı Al Bayrak; bütün haşmet ve tüm heybetiyle, olanca gurur ve haklı bir hak edişle, göklerde nazlı nazlı salınır oldu. Böylece, kah aheste aheste, kah manalı bir çırpınışla, semaları süslemekte, daha doğrusu göklerin en güzel süsü olduğunu dünya aleme göstermektedir.

Hakikaten, sema ve göklere bu kadar çok yakışan bir bayrak yok. Bayraklar içinde bu denli tabii / doğal sembollü, çok manalı, derin anlamlı bir bayrağı; Dünya, onunla tanışana kadar görmedi. Belli ki, bundan sonra da görmeyecek. 

Evet, rengini şehit kanından, remzini Sema ve İslam’dan alan Türk Bayrağı’nın; kartal yuvası hükmünde olan vatanın her yerinde; bütün asaleti, bütün hamaseti ve bütün manevi güzelliği ile dalgalanarak, rüzgarlara eşlik etmesi; insanımıza güven vermektedir. Türk Bayrakları’nın; vatanı, gölgesinde barındırması, milleti kendine meftun etmekte, varlığını onda görmektedir. O da, mevcudiyetini; Türk Milleti’nin dik duruşunda bilmektedir. Nitekim, iki taraf da, kendini birbirine hem bağlı, hem mecbur, hem de mahkum hissetmektedir.

Türk Bayrağı’nın vatan yüzeyini gittikçe bu şekilde fethetmesi, her hakim tepe ve yerde dalgalanır olması, adeta millete gözetleyicilik yapması, Türkiye’nin her yerini serhat’e çevirmesi, ülkenin her bucağının Ay – Yıldızlı Bayrağın emanı, koruması  ve kollaması altında olduğunu hissettirmesi; üzücü olaylar içinde yüzmemize rağmen, millete rahat bir nefes aldırmakta, geleceğe güvenle bakmasını sağlamaktadır.

Evet, baharda her tarafı saran gelincikler gibi, Türkiye’nin Türk Bayraklarıyla donatılması; yurtta, daimi bir bahar havası estirmekte, ülke insanına devamlı bir bahar havası teneffüs ettirip soluklatmaktadır.

Evet, Türkiye’nin Ay – Yıldızlı Bayraklarla kucaklaşmasını; kim nasıl temenni etmiş ve gerçekleştirmiş ise, ona ve mazhar olduğu ilhama teşekkür borçluyuz.

Bütün bu vaziyet gösteriyor ki, Bu Millet, Bu Vatan, Bu Devlet ve Bu Ezanlar sahipsiz değil. Hiç ummadığımız bir anda, öyle manevi bir himayenin tasarrufunda bulunuyoruz ki, bizler tatlı bir şaşkınlık içinde, sevinçlere gark olurken; hasmı biamanımız olan malum devletler; cevabını bulamadıkları bu durum karşısında, inanın hayretten dona kalıyorlar! Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı istemedikleri halde, sureta dostluk gösterisinde bulunuyorlar.

Elbette, Türk Devleti herkesle münasebetini sürdürecek ve geliştirecek. Onlara istedikleri karşılığı verecek. Lakin ihtiyatlı olmayı hiçbir zaman elden bırakmayacak. “Hüsnü zan ademi itimat.” Reçetesi daima elinin altında olacak. Her devlet hakkında güzel düşünecek, güzel karşılıkta bulunacak. Ama tedbirli davranıp, ipin ucunu kaçırmayacak. Yani onlara itimat edip güvenmeyecek. Bilecek ve manen görecek ki, o sahte tebessüm ve gülücükler; fırsat buldukları an; asıl çehreleri olan saldırgan hallerine, zahiri bir örtüdür.

Velhasıl; Al Bayrakların vatan semalarında, sürekli dalgalanışları ve bu ulvi manzaraların Türk İnsanı’na hediye edilmiş olması; Bu Millet, Bu Vatan ve Bu Devlet’in asla sahipsiz olmadığını; dosta düşmana, en güzel şekilde bildiren birer İlan-name, birer Fermandırlar.

 

          Siret; surete akseder derler; çok doğru bir güzel söz

          Ay – Yıldızlı Al Bayrak gibisini, görmedi hiçbir göz

 

          Millet manası vurarak dışa, bayrakta etmiş tecessüm

          Böyle bir oluşuma edilir ancak, güzel bir tebessüm

 

          Dünya durdukça, Ay – Yıldız olacak mavi göklerin süsü

          İndiremez onu yere, gelse de nice düşman sürüsü

 

          Nitekim yedi düvel, çalışıyor yine, sinsi mi sinsi

          Türk’e karşı bitmiyor bu kin; geliyor durmadan gerisi

 

          Var mı acep dünyada, rengini kandan alan böylesi?

          Yeter dalgalandırmaya, bu milletin tek bir nefesi

 

          Dalgalandığı her yer; olmuş alınması güç birer kale

          Kapılmasın hiçbir devlet, gerçekleşmesi zor bir hayale

 

          Oldu Türkiye’m, bayraklardan sanki bir gelincik tarlası

          Ne de hoş oluyormuş, Al Bayrağın tabiatla arası

 

          Masmavi gökte Türk Bayrağı, semanın nazar boncuğu

          Yıldız Bayrakları arasında, sanki gözde çocuğu

 

          Millet bayrağına, bayrak milletine, ne de layık düşmüş

          Ayırmak onları yekdiğerinden, olur sadece bir düş

 

          Boşuna kurmasın hiç kimse hayal, Kıyamete kadar

          Bu bayrak, bu ufuklarda, Kıyamete değin payidar

 

          Büyüdükçe bayrak alanı, yükseldikçe göğe doğru gönder

          Yine olacak Türk Milleti, öteki milletlere tek önder

 

          Bu millet, yapılmak isteniyorken, nesebi gayri sahih

          Araştırın tüm mazisini, neymiş, göstersin size tarih

 

          Kılınırken bu mukaddes vatan, göz göre göre, sahipsiz

          Bulamaz böyle olduğuna, hiçbir kimse, en ufak bir iz

 

            Bayrakların dalgalanması, bir haykırıştır kem gözlere

            Bir cevap teşkil eder; olur olmaz, haince bed sözlere

 

            Hangi çılgın yeltenirse hücuma, Ay – Yıldızlı Al Bayrağa

            Dünyayı başına yıkar; sereriz leşini kara toprağa

 

            Milletin şerefidir, bayrağın dalgalanması, gönderde

            Göstermeyenler gereken himmeti, pişman olur ilerde

 

            Bir zamanlar, Kara Bayraklar çekilmişti göndere

            Millet gömülmüştü vatan için, büyük bir kedere

 

            En sonunda kazanıldı zaferle, Türk İstiklal Savaşı

            Millet, gözünden sildi, yıllardır akıttığı kanlı yaşı

 

            Görmeliydiniz, göklere yükselen bayrakların, sevincini

            Elde bayrak, meydanlara inen halkın, ihtiyar ve gencini

 

            Daha iyi anlardınız, neymiş, şanlı bayrağın inmesi

            Çekilince yerine, ne hoşmuş, acı kederin dinmesi

 

             Varsın dudak büksün varlığına, yarası olanlar

             Kahrolsun defalarca, Ay – Yıldızlardan gocunanlar

 

             Hasım dünyanın rağmına, yükselecek bu Türk Bayrağı

             Hep yırttı bu millet, tarihte kurulan nice tuzağı

 

             Ne yapsalar nafile, dalgalanacak bu bayrak, daim

             Türk Milleti, devletiyle oldukça yeryüzünde, kaim

 

             Türk Bayrağı sardı yurdu, çiçek gibi baştanbaşa     

             Sebep olanlara, bin can ile diyoruz: “Çok yaşa!”

 

Bu durumda sormadan edemiyoruz:

 

             Kimde, bayrakların en güzeli?

             Ona tek sahip, ancak Türkeli.

Seçim Sonuçları Üzerine

Seçim sonuçları, anket firmalarının seçim öncesi verdiği sıralama ve aşağı yukarı tahmin edilen oranlarda gerçekleşti.

Tahminleri aşan başarıyı iki parti gösterdi. AKP yüzde elli oy oranına ulaşarak, BDP (desteklediği bağımsızlar ile) 36 milletvekilliği kazanarak.

AKP’nin, yaklaşık yüzde 3,3 oy artışına rağmen, 2007 seçimlerine göre milletvekili sayısı 16 azaldı. Yeni Anayasa konusunda diğer partilerle uzlaşma ihtiyacı arttı.

BDP ise tahmin edilen oy oranı yüzde 7’nin altında kalmasına rağmen oy yüzdesini biraz artırdı. Milletvekili sayısını ise (10 artırarak) 36’ya çıkardı. Bu artış BDP teşkilatlarının organizasyon başarısıdır.

Bu iki partinin başarısında parti teşkilatlarının sadece seçim öncesi değil, önceki seçimden hemen sonra başlayan düzenli, disiplinli çalışmalarının çok etkili olduğu kanaatindeyim. Tabii ki AKP‘nin başarısındaki birinci faktörün liderinin karizması olduğunu göz ardı etmeden. İktidarının üçüncü döneminde oy oranını artırmak, hem de yüzde elli oy almak mutlak bir başarıdır. Kullanılan devlet imkânları, harcanan paralar, iç dış destek vs bu başarıyı tek başına izah edemez.

R. Tayyip Erdoğan pragmatik (faydacı) bir lider. Yaptırdığı anketlerde toplumun neye reaksiyon verdiğini görüp buna uygun söylem değişikliği yapan bir kişilik. Bu seçimlerde MHP oylarının AKP’ye kazandırılması hedefine kilitlenen Başbakan Erdoğan son derece keskin milliyetçi ifadeler kullandı. BDP ile yarıştığı yerlerde ise din faktörünü çok etkin bir şekilde kullanarak, BDP/PKK’nın aslında dinsiz, Marksist bir anlayışa sahip olduğunu vurguladı. Kürtçe ezan, devletin imamına uymama gibi BDP eylemlerinin İslam’a aykırılığı tezini çok iyi kullandı.

R.Tayyip Erdoğan, genel başkanlar arasında partisine en fazla katma değer sağlayan lider oldu. Hatta AKP başarısında Recep Tayyip Erdoğan ismi o kadar belirgindir ki, AKP’nin hangi sosyolojik tabana dayalı olduğu ve “Tayyip’siz” bir AKP’nin Özal’sız ANAP gibi mi olacağı tartışma konusudur.

Seçimler aslına dönme, aslına yakınlaşma yani seçilenlerin içinden çıktığı halka yakınlaşma gayretinin en yoğunlaştığı dönemlerdir. Tayyip Erdoğan’ın seçim konuşmaları, halkın hissiyatına en yakın olduğu konuşmaları olduğu için, etkili oldu.

*****

CHP, 2007 seçimlerine göre oy ve milletvekili artışı sağladı. Ancak beklenen artışın gerisinde kaldığı gibi iktidar alternatifi olacak mutlak bir başarı sağlayamadı. Ana muhalefetin iktidar partisinin yarısı kadar oy almasını başarı olarak görmek pek doğru olmasa gerek.

Kılıçdaroğlu’nun çalışkan bir genel başkan olduğunu, ilk defa AKP liderinden daha çok miting yaptığını ve bütün illeri dolaştığını; Türkiye’nin meseleleri hakkında raporlar hazırlatarak görüşler beyan ettiğini unutmamak lazım. (İlk defa bir CHP Genel Başkanının seçim akşamı, yarından itibaren yeni seçimlere hazır olma talimatı vermesi de önemlidir.) CHP örgütü ise yeterince homojen ve çalışkan değil.

Kılıçdaroğlu’nun gerekli ve yeterli güveni sağlayamadığı, partisine sağladığı katma değerin çok sınırlı olduğu anlaşıldı. Buna rağmen kısa zaman diliminde sağlanan yüzde 5 oranındaki oy artışı ve Genel Başkanın çalışkanlığı liderliğinin tartışılmasını engelleyecek sanıyorum.

******

MHP kaset komploları ve baraj altı kalacağı propagandaları ile girdiği seçimlerden yaralı çıkmıştır. Bu handikaplar ve iktidar partisinin devlet gücünü orantısız kullanımından doğan sıkıntılarla girdiği seçimlerden aldığı bu sonucu başarılı bulanlar çıkabilir.

Her ne kadar barajın epey üstünde oy oranına ulaşsa da MHP’nin hem oy oranı (yüzde 1,3)  düştü ve hem de milletvekili sayısı 18 azaldı. Bu gerçek inkâr edilemez. Siyaset başarıyla beslenerek yapılır. MHP eski kaleleri olan, özellikle İç Anadolu ve Doğu Anadolu’daki, illerimizde tabanının AKP’ye kaymasına mani olamamıştır. Muhafazakâr görüşlü ve MHP’nin eskiden güçlü olduğu neredeyse bütün illerde AKP’nin oy oranı yüzde 60’ın üstündedir.

Türkiye seçmeninin yaklaşık üçte ikisi milliyetçi-muhafazakârdır.  CHP’nin veya diğer sol bir partinin tek başına iktidar olma şansı -sosyolojik olarak- pek yoktur. AKP’ye iktidar alternatifi olacak partinin milliyetçi- muhafazakâr dünya görüşü ve sosyal adalet ile liberal ekonomik görüş dengesini savunan partilerden olacağı aşikârdır.

“Her iki Türk seçmeninden birinin hayatının bir döneminde oy verdiği MHP”, AKP’ye alternatif olabilecek en şanslı partidir. MHP’nin iktidar alternatifi olmak noktasından çok uzak bulunan mevcut konumundan mutlu olmasını bekleyemeyiz.

MHP, partinin temelden değişmesi yönünde dış unsurların baskısına maruz kalacak. Bu baskılar partinin olağan değişim sürecini de olumsuz etkileyecek. Çünkü MHP’nin temel görüşlerinden vazgeçmeden; vitrinde, çalışma usul ve esaslarında yeni bir yapılanma isteyen iyi niyetli arayışlara karşı direneceklere mazeret teşkil edecek. Yine de iç dinamiklerden kaynaklanan bu arayışların sonunda, MHP’de ciddi değişimler mümkün olabilir.  

*****

Esasında halkın ne istediğini veya neyi istemediğini bütün partiler bilmektedir. Seçim kampanyasında ifade edilen bazı sözlerin oy kaybettireceği anlaşılınca tavzih edildiğini gördük. Önemli olan biz seçmenlerin her an seçim olacakmış gibi partileri sıkı denetim altında tutabilmemiz.

Özellikle AKP’nin yeni Anayasa vaadini yerine getirmeye çalışması esnasında, BDP/PKK taleplerinin asla kabul edilmeyeceğini ifade eden seçim kampanyası konuşmalarını hatırlatmamız çok önemli olacak.

Seçim sürecinden uzaklaştıkça Hükümet ve milletvekilleri üzerine dış güçler ve menfaat gruplarının tesiri artar. Milli iradenin baskısını ve gücünü her an seçtiklerimizin üzerinde tutacak bir vatandaşlık şuuru içinde olmamızı diliyorum. Yoksa oylarımızla verdiğimiz mesajlar boşa gider.

Açıkhava Müzesi Gebze

Müzeler geçmişten geleceğe ışık tuttuğu için önemlidir. Müzeler bir bölgenin, bir beldenin manevi tapu senedidir. Müzeler sadece tarihi eserlerin sergilendiği yerler değil, bir medeniyetin hazine depolarıdır.

Gebze binlerce yıllık tarihi geçmişiyle önemli bir yer. Bu kadar derin tarihe geçmişe sahip olan Gebze’nin bir müzesinin olmaması bölgemiz için büyük bir ayıptır.

Gebze mevcut potansiyeliyle bir açık hava müzesidir. Osman Hamdi Bey konağının sadece bir göstermelik müze olduğu acı bir gerçek. Müzede ki tablolar müze bahçesi, tarihi eserleriyle kültür turizminin merkezi haline getirebilir.

Eskihisar kalesi değil Gebze’de İstanbul’un Anadolu yakasında bile böyle bir yer yok. Eskihisar kalesi yılın 12 ayı kültürel etkinlikler, sergiler, konserler ve Uluslarası kültür toplantılarının yapılabileceği bir kültür müzesi haline getirilebilir.

Dünyaca ünlü komutan Anibal’ın anıt mezarının bulunduğu Anibal tepesi bir Anibal, Kartaca ve Roma müzesi haline getirilerek İstanbul’da ki kültür turizminin dikkati çekilebilirdi.

Fatih’in otağının bulunduğu Hünkar Çayırı’na Fatih müzesi yapılabilirdi. Özetle Gebze bölgesi bir açık hava müzesi haline getirilerek kültür turizmine ilgi duyanlar için cazibe merkezi yapılabilirdi.

Bunlar yapılamadığı gibi her biri kendi alanında müze olması gereken Osman Hamdi bey konağı, Eskihisar kalesi, Anibal tepe ve Fatih otağı adeta yok olmakta. Bu kültür eserlerinin kıymeti bilinmemekte, deyim yerindeyse kaderine terk edilmektedir.

Müzeler haftasının kutlandığı müzesiz kent Gebze’de ki tarihi ve kültür eserleri geçmişten günümüze yok edilmiş. Gebze’yi yaşanılan bir şehir haline getiren Çoban Mustafapaşa 500 yıl önce külliye’ye kurduğu “Çoban Mustafa Paşa kütüphanesine” çok önemli yazma eserler vakfetmişti. Bu vakıf eseri kitaplar 1940’lı yıllarda Gebze Çarşı çeşmesi önünde yakılarak yok edilmiş.

Gebze’de ki bir çok tarihi eser ve en önemlisi Gebze İnönü parkında ki tarihi mezarlık yok edilmiş, mezar taşları inşaatlarda yol yapımında kullanılmıştı. Her biri bir tapu senedi olan bu tarihi mezar taşlarından 100 civarındakini eski mezarlıktan, toprak altından ve yok olmaktan kurtararak yeni mezarlığın girişinde sergilenmesine az da olsa katkımız oldu.

Açık hava müzesi olan Gebze ile ilgili yukarıdaki tespitlerimize daha başka bir çok şeyler ilave etmek mümkün. Ama en önemlisi yıllardan beri mücadelesini verdiğimiz Kocaeli’ye “Sanayi Müzesi” kurulması.

Kocaeli bölgesi Türk sanayi tarihinde önemli yere sahip. Türk bilim, teknoloji ve sanayi tarihi müzesi kurulması için Sanayi Bakanı sayın Nihat Ergün beye de bir kaç kez şifai olarak başvurduk.

Müzeler haftası kutlanırken Gebze’nin gerçek anlamda keşke bir müzesi olsaydı. Bu bir fırsat olarak değerlendirilmeli, Gebze bölgesini açık hava müzesi haline getirecek çalışmalar yapılmalı. Buradan yetkili ve yöneticilere bir çağrıda bulunmak istiyorum. Osman Hamdi Beyin resimlerini birer büyük boy kopyalarını yaparak “Osman Hamdi bey bu tabloları Gebze’de çizdi.” diye bir kültür kampanyası düzenleyerek Gebze’nin açık hava müzesi olduğunu dünyaya duyurmalıyız.