17.7 C
Kocaeli
Cuma, Kasım 7, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 10

Çalıntı  Sevdâlar  Asrı

 Yüzyıl yüzümüze yadırgı düştü

Deşti böğrümü sevdan hayırsız

Özet-i ömrümü çalınca hırsız

Mazi bile ütopyaya dönüştü

Bir yanık albüm vardı biraz telâş

Bir ateş dehlizinin tam ortası

Sevda defolu vicdan işportası

Eski bir efsunla beyhûde uğraş

Yıkanmış yağmurlar yağacak bir gün

Ağlama Duvarına, Lût Gölüne

Âsalar yürû’cek Kenan İline

Güller verecek yediveren sürgün

Güneşe doğru koşmaktadır başak

Gayri günahlar ateşe duyarlı

Kıyamet aşılı, zaman ayarlı

Patlamaya hazır bir bombadır aşk

  26 Mart 2003 – Yuvacık Serdar

Hazret – i Azrail

     Her ölünün ruhunu, Hazret – i Azrail mi alıyor? Yoksa yardımcıları mı alıyorlar? Bu hususta üç açıklama var. Biri, Hz. Azrail herkesin ruhunu alır. Bir iş bir işe engel olmaz. Çünkü nuranîdir. İkincisi, Hz. Cebrail, Mikâil, Azrail gibi büyük melekler birer umumî vekil hükmünde, kendi nev’lerinden ve kendilerine benzer küçük tarzda avaneleri / yardımcıları vardır. O muavin / yardımcılar varlıkların çeşitlerine göre ayrı ayrıdırlar. Sâlihlerin / İyilerin ruhlarını kabzeden / alan başkadır. Cehennemliklerin ruhlarını kabzeden yine başkadır. Nasıl ki: ‘Kâfirlerin ruhlarını şiddetle söküp çıkaranlara’ ‘Mü’minlerin ruhlarını yavaş yavaş kolaylıkla çekip alanlara’ (Nâziât: 1 – 5) âyetleri işaret ediyor. Bu da gösteriyor ki, ruhları alanlar tâife tâifedirler. Üçüncüsüne ise, Hz. Azrail’in her ferde yönelen bir yüzü ve bakar bir gözü vardır; penceresinden bakabiliriz.

Hz. Muhammed

     Öyle bir Muhammed ki, gayb ve melekûtu seyir ve ziyaret etmek, ervahı / ruhları müşahede, melekler ile sohbet, cin ve insanları irşad vazifesini almıştır.

     Öyle Muhammed’dir ki, mânevî şahsiyetiyle kâinatın kemaline / mükemmelleşmesine bir fihriste olmakla, bütün saadetlerin ve medeniyetlerin düstur ve prensiplerini içeren bir şeriate / dine sahiptir.

     Resûl-i Ekrem, “Gaybı ancak Allah bilir” sırrınca; kendi kendine gaybı (insanlara gizli olan şeyleri) bilmezdi. Fakat Cenab-ı Hakk ona bildirirdi. O da, öylece bilir ve bildirirdi. Yüce Allah’ın her işi hikmetli ve bir amaca yöneliktir. Hem Rahîm olan Allah, sonsuz merhamet sahibidir. Hikmet ve rahmeti ise, bilinmeyen işlerden çoğunun gizlenmesini gerektiriyor. Kapalı kalmasını istiyor. Çünkü şu dünyada, insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur. Vukuundan / olmasından önce onları bilmek, insana elem ve acı verir.

İnsan Vücûdu

     İnsan vücûdu / bedeni, tavırdan tavıra geçtikçe; şaşılacak şekilde, düzenli inkılâp ve değişiklikler geçiriyor. Nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan azm ve lâhme / kemik ve ete, azm ve lâhmden yeni bir yaratılışa, yâni insan sûretine inkılâbı / dönüşümü, son derece ince düstur ve prensiplere bağlıdır. O tavırların her birisinin öyle hususî / özel kanunları, öyle belirli kaideleri, öyle düzgün hareketleri vardır ki, cam gibi, altında bir kasıt, bir irade bir seçiş ve bir hikmetin cilve ve parıltılarını gösterir. İşte şu tarzda o vücudu yapan, her işi hikmetli /  gayeli olan ve bir amaç taşıyan San’atkâr Zât, yâni Yüce Allah; her sene bir libas / bir elbise giydirir gibi o vücudu değiştirir.

Çok Büyük Mahkeme

     Halkından en sıradan birisinin, sıradan işlerini ihmal etmeyen; herşeye hükmeden ve muhafaza eden Allah; hiç mümkün müdür ki, raiyyetin / idaresindeki büyüklerin yaptıkları en büyük amellerini muhafaza etmesin ve hesaba çekmesin! Mükâfat ve ceza vermesin! Halbuki o Zât’ın izzet, şeref ve gayretine dokunacak; şan ve merhameti kabul etmeyecek muameleler; o büyüklerden çıkıyor. Burada cezaya çarpmıyor. Demek çok büyük bir mahkemeye bırakıyor.

Kur’ân

     Kur’ân Arş-ı A’zam / En Büyük Arş’tan, İsm-i A’zam / Allah’ın En Büyük İsmi’nden, her ismin en yüksek mertebesinden geldiği için, bütün âlemlerin Rabbi olması hasebiyle Allah’ın kelâmıdır. Hem bütün varlıkların İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermânıdır. Hem bütün göklerin ve yerin Hâlık’ı / Yaratıcısı nâmına bir hitabdır. Hem umum kâinatın Rabbi olmak cihetinde bir konuşmadır.

Öğretmen Sorunu

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in atama bekleyen öğretmenlerle ilgili olarak; “Sınavı kazanamadıkları için atanamıyorlar, gidip merdiven altı kurs açıyorlar” söylemleri eğitim çevrelerinde farklı tartışmalara neden oldu.

Bakan Tekin’in sözleri; “Eğitim Fakülteleri’nin Geleceği” sorusunu akla getirdi. Şu anda 79’u devlet, 17’si özel olmak üzere, 96 Eğitim Fakültesi’nde, “YÖK verilerine göre” yaklaşık 242 bin öğrenci, “öğretmen olmak” için eğitim görmekte.

Havuzda ise yaklaşık 600 bin öğretmen, atama beklemekte Her yıl da, ilgili fakültelerden 100 bin öğrenci mezun olarak, öğretmenlik için MEB’in kapısını çalmakta.

Kaldı ki, bundan sonra öğretmen olmak için Milli Eğitim Akademisi’ni de bitirmek gerekiyor. Bu yıl Akademi’ye 10 bin öğretmen alınacağı açıklandı. Bundan sonra da her yıl bu miktarda öğretmen alınacağı bekleniyor.

Eğitim Fakültelerine, bu yıldan itibaren öğrenci alınmasa dahi, son mezunlarla birlikte havuzda toplam 700 bin genç öğretmen olacak. Ortalama yıllık 10 bin atama yapılacağı varsayılırsa, havuzun eritilmesi 70 yıl sürer. Sorun oldukça büyük ve vahim.

Bu konuya çözüm bulunması hususunda,  eğitim paydaşlarının ortak görüşleri yaklaşık olarak şu şekildedir:

-Eğitim Fakültesi sayısı ve kontenjanları, ülkenin öğretmen ihtiyacına göre yeniden düzenlenmelidir. Atama bekleyen öğretmenlerimize şeffaf, adil ve planlı bir istihdam politikası uygulanmalıdır.

-MEB’na göre öğretmen ihtiyacı yoksa da, her yıl büyük miktarda ücretli öğretmen çalıştırılmaktadır. Bu durum kadrolu öğretmen ihtiyacının fazla olduğunu göstermektedir. Eğitim kurumlarına yeterli miktarda kadrolu öğretmen atanarak, “ücretli öğretmenlik” uygulamasına son verilmelidir.

-Yıllarca emek vererek öğretmenlik diploması alan gençler, geçici sözleşmelerle, düşük ücretlerle ve güvencesiz koşullarda çalışmaya mahkûm edilmektedir.

 -Bu durum yalnızca öğretmenler için değil, öğrenciler için de olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Çünkü sürekli değişen öğretmenler, öğrencilerin eğitim hayatında sürekliliği ve istikrarı bazmaktadır.

-Eğitimde temel sorunlardan biri de planlama eksikliğidir. Öğretmen ihtiyacı yıllar öncesinden belli olmasına rağmen, aşırı şekilde ihtiyaç fazlası kontenjan açılmakta, üniversitelerden mezun olan öğretmen adaylarının sayısı ile atanan öğretmen sayısı arasındaki uçurum her yıl büyümektedir.

-Bu plansızlık sonucunda binlerce öğretmen, mesleğini yapamadan işsiz kalmakta; kimileri geçimini sağlamak için farklı sektörlere yönelmekte, kimileri ise özel öğretim kurumlarında düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmaktadır.

-Resmî okullarda kalabalık sınıflar, yetersiz bireysel ilgi, yoğun müfredat ve sınav odaklılık nedeniyle öğrenciler, “akademik anlamda” ciddi eksiklikler yaşamaktadır.

-Bu eksiklikler çoğu zaman kurslarda giderilmekte, öğrenciler bire bir ya da küçük gruplar halinde daha nitelikli destek alma imkânı bulmaktadır.

 Dolayısıyla özel kurslar, sistemin başarısızlığını telafi eden bir “tamamlayıcı eğitim alanı” işlevi görmektedir.

-Öğrenciler kurslara yöneliyorsa, bu öğretmenlerin yetersizliğinden değil; aksine öğretmenlerin özverili çabalarına rağmen, eğitim politikalarının gerçek ihtiyaçları karşılayamamasındandır.

-Özel kurslar, devlet okullarının başaramadığı sınav hazırlık sürecini üstlenmekte, öğrencilerin rekabetçi sınav sisteminde ayakta kalmasını sağlamaktadır. Ancak bu kurslar, kaçak çalışmaktan ziyade, resmi izin ile MEB’nın denetim ve gözetiminde açılmalıdır.

-Öğretmenlerin emeğini küçümsemek, toplumsal saygınlıklarını zedelemek, onların motivasyonunu kırmak, eğitimin niteliğini daha da düşürür. Oysa eğitim, yalnızca öğretmenlerin çabasıyla değil; planlı, adil ve bilimsel politikalarla şekillenir.

-Türkiye’de eğitimin temel sorunları, günübirlik tartışmalarla ya da öğretmenleri suçlayarak çözülemez. Gerekli olan, öğretmen atamalarında liyakati esas alan, bir sistem inşa etmektir.

-Ücretli öğretmenlik gibi geçici ve güvencesiz istihdam biçimleri kaldırılmalı, her öğretmen kadrolu ve güvenceli bir şekilde görevlendirilmelidir.

-Eğitimde uzun vadeli planlama yapılmalı, hangi yıl kaç öğretmene ihtiyaç olacağı şeffaf ve bilimsel kriterlerle belirlenmelidir.

-Resmi okulların sınavlara hazırlık noktasında yetersiz kaldığı gerçeği kabul edilmeli, okul müfredatı ve öğretim yöntemleri öğrencilerin gerçek ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmelidir. Böylelikle kursların zorunlu bir ihtiyaç haline gelmesinin önüne geçilmelidir.

-Eğitim sisteminde yıllardır süregelen sorunların sorumlusu, sadece öğretmenler değildir. Plansız atamalar, öğretmen emeğinin değersizleştirilmesi ve resmi okulların sınav sürecini yönetememesi gibi sorunlardır.

-Eğer öğrenciler kurslara yöneliyorsa, bunun nedeni öğretmenlerin yetersizliği değil, eğitim sisteminin ihtiyaçları karşılayamamasıdır.

-Eğitimde köklü reformlar yapılmadıkça, öğretmenler de öğrenciler de sistemin mağduru olmaya devam edecektir. 

Sevgiyle kalın…

Gençlerimize Ne Veriyoruz ve Ne Bekliyoruz?

Youthall tarafından hazırlanan “Gençlerin Beklenti ve Yönelimleri Araştırması”nın 2025 sonuçları Türkiye’de gençlerin durumunun her geçen yıl daha da zorlaştığını gösteriyor.

Üniversite öğrencilerinin %44,2’si, yeni mezunların ise %76,7’si hâlâ ailesiyle yaşıyor. Bu oranlar geçen yıl, sırasıyla, %40,5 ve %69,7 idi. Bir yılda kaydedilen artış ürkütücü. Barınma maliyetlerinin yükselmesi, yeni mezunların iş bulmakta zorlanmaları bu artışın en önemli sebebi.

Yaklaşık 4,5 milyon genç, ekonomik nedenlerle, kendi ayakları üzerinde duramıyor. Öğrencilerin önemli bir kısmı haftalık yalnızca 750–1000 TL bütçeyle yaşamaya çalışıyor. İş arayan mezunların yarısı ise aylık 4 bin lira ve altındaki gelirlerle hayatını sürdürmek zorunda.

Aylık birkaç bin liralık bütçeyle yaşamaya çalışan, iyi beslenemeyen, kültürel ve sosyal etkinliklere katılamayan, zihinsel ve fiziksel kapasitesini tam kullanamayan bir kuşak yetişiyor.

Ülkemizde çalışarak okumak imkanı çok azdır. Türk Milleti çocukları için en fedakar olan toplumlardan biridir. Kendisi yoksulluk sınırı altındaki aileler bile “çocuklarım okusun” diye açlık sınırı altında yaşamaya razı olurlar. Bu sebeplerle öğrencilerin yüzde 66’sı ailesinden düzenli maddi destek aldığını açıklıyor. Ancak bu yük sürdürülebilir değil. Bu hem ailelerin hem de ülkenin sırtına binen çok ağır bir yük.

******************************

Gençlerin Beslenmesi, Özgüveni ve Geleceğimiz

Türkiye, gençlerine hayat yolculuğunda eşit kulvar sunamıyor. Kimine düz tartan pistte spor ayakkabılarla koşu imkanı verirken, kimilerini yalın ayak toprak yolda engelli koşu yapmaya zorluyor.

Barınma krizinin, düşük ücretli ve güvencesiz işlerin, artan ulaşım ve gıda fiyatlarının ortasında gençlerin önemli bir bölümü —öğrenciler de mezunlar da— aile evinden ayrılamıyor. Bu durum bilgi kullanma performansından özgüvene, yenilik kapasitesinden verimliliğe kadar ülkenin üretim gücünü etkiliyor.

Yeterli ve dengeli beslenme; dikkat, hafıza, fiziki işlevler ve ruh hâli üzerinde doğrudan etkilidir. Yetersiz protein, demir, vitaminler ve omega-3 alımı; bilişsel esneklik ve öğrenme hızını düşürür, yorgunluk ve depresif belirtileri artırır. Uzun süreli düzensiz beslenme, kas kütlesi ve dayanıklılığı azaltarak fiziksel kapasiteyi geriletir.

FAO raporları protein yetersizliğinin okul başarısını, çocuklarda büyümeyi ve yetişkinlerde işgücü verimliliğini olumsuz etkilediğini açıkça gösteriyor. Genel olarak kişi başına düşen et tüketimi ile kişi başına gelir (GSYH) arasında güçlü bir korelasyon var. Yüksek gelirli ülkelerde kişi başına yıllık et tüketimi 70–100 kg arasıyken, düşük gelirli ülkelerde bu rakam 10–20 kg civarındadır. Türkiye’nin toplam et tüketimi (yaklaşık 30-35 kg) OECD gelişmiş ülkelerin toplam ortalamasının oldukça altındadır.

Elbette kalkınma için beslenme tek başına belirleyici değil, ama önemli bir parametredir.

Kültür, sanat ve sosyal etkinlikler, gençlerde estetik duyarlılığın ötesinde; iletişim, problem çözme, takım çalışması ve “kendini ifade” becerilerini güçlendirir. Maddi nedenlerle müze/konser/sosyal etkinliklere erişiminin daralması; özgüveni, sosyal sermayeyi ve “ben de yapabilirim” duygusunu törpüler. Özgüveni düşük bir genç, yeni fikir geliştiremez, fikrini pazarlayamaz, risk alamaz. İş hayatında başarılı olamaz.

******************************

Gençlerimiz Dünya İle Nasıl Yarışabilirler?

Türk gençleri dünyanın gelişmiş ülkelerinin gençleri ile medeni yarışa dezavantajlı başlıyor.

Gelişmiş ülkelerin gençleri, besleyici gıdaya, güvenli barınmaya ve zengin bir kültür ekosistemine daha erken ve daha eşit erişiyor. Bu, üniversiteye “farklı kulvarlardan” gelen gençler arasında kapatılamayan bir “başlangıç farkı” yaratıyor.

Türkiye’de nüfusun büyük çoğunluğunu teşkil eden orta ve alt tabakadan gelen gençler, aynı zekâ ve azimle yola çıksa bile, beslenme ve kültür yoksunluğu —üstüne barınma ve ulaşım stresi— onu sürekli zihinsel yıpranmışlık altında bırakıyor. Sonuçta gençlerinin kapasitesinden yeterince yararlanamayan ülkemiz yarışa geç başlıyor, erken yoruluyor.

Yüksek teknolojiye geçişte zorlanmamız tesadüf değil. Çünkü yüksek teknoloji sadece sermaye yatırımı değil; iyi beslenmiş, özgüveni yüksek, kültürel olarak zenginleşmiş genç zihinler ister.

******************************

Türkiye’nin Geleceği İçin Alarm Zilleri Çalıyor

Son 23 yıldır tek başına iktidarda olan siyasi anlayış, üniversite sayısını artırmakla övünüyor. Bugün Türkiye’de üniversite sayısı çok fazla. Ama bu miktar artışı, nitelikli eğitim ve araştırma altyapısı olmadan sadece diploma enflasyonuna yol açtı. Gençler mezun oluyor, ama iş bulamıyor ya da düşük ücretlere razı olmak zorunda kalıyor.

İmam Hatip liselerinin yaygınlaştırılması da aynı zihniyetin bir eseri. Ülkenin ihtiyacı yerine, ideolojik hesapların belirlediği bir tercih.

İktidar yıllardır her aileye “en az üç çocuk” sloganını tekrarladı. Fakat gençlere ekonomik bağımsızlık sağlanamayınca evlilik yaşı gecikti, çocuk sahibi olma isteği azaldı. Bugün doğurganlık oranı 1,48’e geriledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da 23 Mayıs 2025’te yaptığı konuşmada bu tabloyu şöyle niteledi:

“Türkiye’nin doğurganlık hızı, tarihimizde ilk kez 1,48’e gerilemiş durumda. Bu bir felaket. Bu rakam, kritik eşik olan 2,1’in çok altında bir seviyedir.”

Ama bu felaket, gökten düşmedi. Gençleri işsizliğe, geçim sıkıntısına ve aile bağımlılığına mahkûm eden politikaların kaçınılmaz sonucudur.

Gençlerin açlığı ve kültürel yoksunluğu sadece bireysel birer dram değil; Türkiye’nin geleceğinin çalınmasıdır.

Çıkış için şuradan başlayabiliriz:

Gençlerin günlük en az bir sağlıklı öğüne erişimini garanti altına almak. Kültür-sanat erişimini kamusal politika haline getirmek. Barınmayı bir eğitim politikası olarak görmek. İlk iş ve ücretli staj düzenini yaygınlaştırmak…

Bunlar “sıradan sosyal harcamalar” değildir. İleri teknoloji hedefinin altyapısı için gereklidir. Gençlerin beden ve ruh sağlığı ile özgüvenine yapılan yatırım en verimli, en yüksek getirili yatırımdır.

Ya Bir Yol Bul, Ya Bir Yol Aç, Ya da Yoldan Çekil!

Bazen millet olarak önümüzü görmek ve nelerin olup bittiğini anlamak için tarihin derinliklerine inmemiz gerekiyor. Tarih, yalnızca savaşların ve zaferlerin değil; aynı zamanda kararlılığın, vizyonun ve inancın da kaydını tutar. Bu bağlamda, Kartaca’nın efsanevi komutanı Hannibal Barca’nın babasına söylediği rivayet edilen şu söz, çağları aşan bir yankı uyandırmıştır:

“Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.”

Unutmamak lâzımdır ki bu söz, yalnızca bir stratejik çağrı değil; aynı zamanda bir milletlerin uyanış ve varoluş mücadelesinin özüdür. Aynı minvaldeki sözü, Osmanlı hükümdarı II. Beyazıt’a karşı oğlu Yavuz Sultan Selim babasına söylemiştir. Osmanlı imparatorluğuna karşı en büyük tehdidi, Safeviler ve Nemluklular oluşturuyordu. Lakin II. Beyazıt, barışçı mizacıyla bu tehdidi ya görmüyor ya da öngörüsüzlüğünden olsa gerek aldırış etmiyordu. Bu tehlikeyi gören Yavuz Sultan Selim, 1517 yılında sarayda bir darbe ile babasını tahttan indirmiştir.

M.Ö. 3. yüzyılda Akdeniz’in en güçlü şehir devletlerinden biri olan Kartaca, Roma İmparatorluğu’nun hızlı ve tehlikeli yükselişiyle karşı karşıya kaldı. Roma’nın yayılmacı politikaları, Kartaca’nın bağımsızlığını tehdit ediyordu. Hannibal’ın babası Hamilcar Barca, bu tehdidi görüyor ancak ülkesini korumak ve savunmak için ne yapacağını bilemiyordu. Ancak Hannibal, daha çocuk yaşta babasının yanında savaş meydanlarında büyürken, babasının zaaflarını ve önsezilerini görüyordu.

 Sözün Doğduğu An: Bir Yemin ve Bir Direniş

Rivayetlere göre Hannibal, henüz dokuz yaşındayken babasına: Sonsuz bir nefretle, en büyük düşmanı Roma’ya karşı vatanını koruyacağına yemin etti.  Bu yemin, sadece bir çocuğun düşmana karşı olan öfkesi değil; aynı zamanda varoluş ve bağımsızlık tutkusunun da sembolüydü. Hannibal’ın babasına söylediği: “Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil” sözü kendisini zafere götürecek kararlılığının vücut bulmuş göstergesidir. Bu söz aslında sadece bir kişiye karşı söylenmiş söz değil, aksine ülkelerin, orduların başında olanlar içinde söylenmiş önemli bir çağrıdır: Eğer mevcut yollar seni hedefe götürmüyorsa, yeni yollar yarat. Eğer yaratamıyorsan, bu mücadeleyi sürdürebilecek olanlara engel olma, yoldan çekil!

Alp Dağları’nı Aşan İrade

Hannibal, aynı Fatih Sultan Mehmet, Mustafa Kemal Atatürk gibi Roma’ya karşı savaş açtığında, geleneksel savaşlarda olduğu gibi değil, imkânsız görünen yolları seçti. Tıpkı Fatih’in İstanbul’u almak için gemileri karadan yürüttüğü gibi, Alp Dağları’nı fillerle aşarak Roma topraklarına girdi. Bu, askeri dehanın ötesinde, bir inancın zaferiydi. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün düşmana: “Geldikleri gibi gidecekler” deyip kararlılığını gösterip, Çanakkale‘de,  Sakarya’da Türk ordularından gerek araç ve teçhizat bakımından gerekse askeri üstünlük bakımından fazlalığına karşı kazandığı zaferler gibi. Hannibal, yol bulamadığında kendisine ve ordularına yol açtı. Ve sağlığında hiçbir zaman yoldan çekilmedi.

Bugüne Yansıyan Miras

Bu söz, günümüzde liderlik, strateji ve kişisel gelişim alanlarında sıkça kullanılır. Ancak kökeni, bir halkın özgürlük mücadelesine dayanır. Hannibal’ın çağrısı, sadece savaş meydanlarında düşmana karşı savaşan komutanlar için değil, masa başında çalışan bir müdür içinde, şantiyenin başındaki mühendis için de, ülkesinin; ekonomik, sağlık ve eğitim gibi problemlerinden sorumlu yöneticiler için de geçerlidir.

Özellikle Türkiye gibi demokrasi ile yönetilen ülkelerde eğer ekonominiz bozuk, eğitimden sağlığa kadar işleriniz iyi gitmiyorsa, yoldan çekilip ülkeyi iyi yönetecek liyakatli kadrolara bırakmak zorundasınız.

Haşir

     Kur’ân’ın hemen üçten birisi haşirdir. Kıyametten sonra hesap kitap için diriltilmekten bahseder. Pek çok kısa sûrelerin başlarında, gâyet kuvvetli âyetler haşre dâirdir. “Gök yarıldığı zaman!” mealinde, otuz – kırk sûrenin başlarında bütün kat’iyetiyle, haşir gerçeği; kâinatın en önemli ve mantıken kabulü gereken bir hakikat olarak gösterilmekte. Ayrıca, diğer âyetlerde dahi, o gerçeğin çeşit çeşit delilleri beyan edilip, insan ikna edilmektedir.

Seyyar Yıldızlar

     Seyyare ve gezegenleri ve arzımızı / yeryüzünü; kâinat fezasında birer gemi, birer uçak sûretinde, tam bir nizam içinde döndüren ve seyir ve seyahat ettiren Zât’ın Rablığındaki haşmetini, idaresindeki azametini gör. Tüm kâinata hâkim göz kamaştırıcı ilâhlığının, güneş gibi parlaklığıyla kendini nasıl nazara verdiğine bir bak! Şu saltanatın haşmet ve görkeminin farkına var! Gemi,  tayyare ve  uçak hükmünde, öyleleri var ki, bin defa dünya kadar bir cesamet ve büyüklükte olup, bir sâniyede sekiz saatlik bir mesafe alacak sür’ate sahiptirler. İşte böyle bir Sultan’a ubudiyet / kulluk etmenin, O’na imanla bağlanmanın, dünyada O’na misafir olmanın, ne kadar yüksek bir saadet ve mutluluk bahşedeceğini ve ne derece büyük bir şeref kazandıracağını bir düşün.  

Sebepler

     Bütün sebepleri, icat kabiliyetinden ve yaratabilir olmaktan azletmek gerekir. Çünkü: hayvanlarımıza rızkı yetiştirmek için su semadan geliyor. O suda, bize ve hayvanlarımıza acıyıp şefkat edip rızık yetiştirmek kabiliyeti olmadığından; su gelmiyor, gönderiliyor. Hem toprak; nebat ve bitkileriyle açılıp; rızkımız oradan geliyor. Hissiz, şuursuz toprak; bizim rızkımızı düşünüp şefkat etmek kabiliyetinden pek uzaktır. Bu yüzden toprak, kendi kendine açılmıyor. Birisi o kapıyı açıyor. Nimetleri ellerimize veriyor. Hem otlar, ağaçlar bizim rızkımızı düşünüp merhametlerinden ötürü bize meyveleri, hubûbâtı yetiştiriyor olmaları, gerçek değildir. Onlar bir sonsuz hikmet ve merhamet sahibi olan Allah’ın perde arkasından uzattığı ipler ve şeritlerdir ki, nimetlerini onlara takmış, hayat sahiplerine ve canlılara uzatıyor.

Dağlar

     Nasıl ki gemileri sarsıntılardan korumak ve dengelerini muhafaza için, onların direkleri vardır.  Dağlar da zemin sefinesine / gemisine bu mânâda hazîneli direkler sayılır. Nitekim beyanı mucize olan, benzerini yapmak isteyenleri acze düşüren Kur’ân; çok âyetlerle bunu dile getiriyor. Meselâ, dağların içinde canlılara lâzım olan her çeşit menba’lar, sular, mâdenler, maddeler, ilaçlar o kadar hikmetli ve tedbirli bir şekilde cömertce, ihtiyatlı bir şekilde depolanmış, hazırlanmış ve istif edilmişlerdir ki, açıkça; kudreti ve hikmeti nihayetsiz / sonsuz bir Zât’ın yâni Yüce Allah’ın hazîne,  anbar ve hizmetcileri olduklarını açıkça ilân ediyorlar.

Allah’ı  Sevmek

     İman ve Allah’ı sevmenin netîcesi: Kalp gözleri açık ve ilmî inceliklere vâkıf olan Allah dostlarının ittifakıyla; dünyanın bin sene mes’ûd hayatı, bir saatine değmeyen Cennet hayâtı ve Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat seyredilmesine değmeyen bir kudsî, kusursuz cemal ve kemal sahibi olan Allah’ın görülmesidir ki, Hadis ve Kur’an’ın kesin ifadeleriyle sâbittir.

Üstad

Üstadımız Kur’ân, kitabımız hayât, hitap kendimize olmalıdır vesselâm.

İzmit Dünya Göz Hastanemiz

Görmek, bilmenin ilk adımıdır.

  Hastanelerimizin kuruluş bilgilerine baktığımızda ilginç hikâyelerinin olduğunu görürüz. Dünya Göz Hastaneleri halen başta Ankara ve İstanbul olmak üzere 12 ilimizde 21 şubesi ve yurt dışında da toplam 10 noktada bulunmaktadır. İstanbul’da 1996 yılında başlayan bu zincir hastane gurubu, Dr.Akın Yılmaz Göz Hastahanesi’ni 2008 yılında devralıp, İzmit Dünya Göz olarak hizmete girmesi ile şehrimizde de çalışmaya başlamıştır.

  Dr.Akın Yılmaz kimdir? Körfez ilçemizin yetiştirdiği bir hemşehrimizdir. İlk ve orta öğreniminden sonra çok istediği tıp eğitimini İstanbul Tıp’ta tamamlayarak 1989da hekim olmuştur. Hekimliği çok sevdiği ve göz branşına ilgisi sebebiyle okulunun son senelerinde fırsat buldukca İzmit SSK hastanesi acil ve göz polikliniklerinde gözlemci olarak gelip gönüllü olarak çalışması takdir edilen bir hatıradır. Daha sonra göz hastalıkları uzmanı olmuş ve 1996 yılında Kocaeli Devlet Hastanesi’ine gelmiştir. Aynı zamanda eski demiryolu caddesi Ulugazi İlkokulu karşısındaki bir binanın zemin katında tam teşekküllü, küçük müdahelelerin de yapılabildiği muayenehanesini açmıştır.

  Hem hastane hem de muayenehanesindeki hekimliği ile kısa sürede göz hastalarının güvenini kazanmış,  bu hastalar için sevilen bir hekim olmuştur. Bilgisi, çalışkanlığı ve özveri ile yaptığı hekimliği ile göz hastalarının aradığı bir hekimdir. Şehrimizdeki bazı göz hekimlerinin Kuryapı İş Merkezinde açtıkları Göz Lazer Merkezinin kurucu ortağıdır (Muayenehaneden Hastaneye, Çağın Göz Hastanesi yazıma bakınız).

  Kocaeli’mizin yaşadığı 99 deprem felaketi birçok değişime de sebep olmuştur. Dr. Akın Yılmaz’ın iyi bir göz hekimi olması yanında müteşebbis kişiliği de vardır. Göz hastanesi açma hevesi ve düşüncesindedir. Bunun için Atatürk Bulvarı girişinde deprem hasarı sebebiyle yıkılan bir apartmanın hissedarlarından paylarını satın alarak buraya bir göz hastanesi kurup açmak üzere çalışmalara başlamış, gerekli müsadeleri almıştır. Bu maksatla yapılan bina tamamlanmış fakat Akın YILMAZ yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak 2007nin temmuz ayında vefat etmiştir. Burası eşi Nuriye Yılmaz tarafından onun istediği gibi , “Hastane Kuruyorum” kitabının yazarı olan ve daha önce Akademi hastanemizde yöneticilik yapmış Atilla Turan’ın kurucu müdürlüğü ve Göz Hastalıkları uzmanı Mehmet Kasımoğlu başhekimliğindeki bir kadro ile Dr. Akın Yılmaz Göz Hastanesi adıylaEylül ayında hizmete açılmıştır. Burası 2008 yılı başında Dünya Göz Grubu tarafından satın alınmış, İzmit Dünya Göz Hastanesi olarak hizmete devam etmektedir.

   Bu hastanemiz 7 göz uzmanı, 1 anestezi uzmanı, 2 pratisyen hekim ve toplam 81 çalışanı ile 7/24hizmet vermektedir. Ortalama yılda 40-50 bin muayene, 3-4 bin cerrahi müdahele yapılmaktadır. Şu andaki yönetci Sevim Aydın 2003 de Dr.Akın Yılmaz ile çalışmaya başlamış olup 2018 den beri bu hastanenin müdürlüğünü yürütmektedir.

  Prof.Dr. Orhan Elibol:1991de Sivas Tıpdan uzman olup orada öğretim görevlisi iken 1996da Kocaeli Tıpa gelmiş, 98de doçent olmuştur. Bir ara oradan ayrılıp İzmit SSK ve açtığı muayenehanesi ile hekimlik yapmış,2004de yeniden fakülteye dönmüştür.2006 da profesör olmuştur. Oftalmoloji derneğinin şaşılık ve okuloplasti bölümünün aktif üyesi olup 2008den beri bu hastanede hastalarına bakmaktadır.

  Prof.Dr. Levent Karabaş:1995de Kocaeli Tıp Fakültesi’ne gelmiştir. Önceleri glokom daha sonra retina hastalıklarına yoğunlaşmış bir göz hekimidir. Türk Oftalmoloji Derneğinin vitroretinal cerrahi birimi başkanlığını da yürütmekte olup 2025 de fakülteden emekli olmuş ve bu hastahanenin kadrosuna katılmıştır.

  Dr.Caner Karadenizli:Eşi Tıp Fakültesi hekimlerinden olduğu için 1998 de Kocaeli Devlete gelmiş, 1999 da İzmit SSK Hastanesine geçmiştir. Bu hastane ve açtığı muayenehanesinde 2012ye kadar hastalarına bakmış, sonra istifa edip bürosunu da kapatarak yalnız özel hastahane hekimliği yapmaya devam etmiştir.2016dan beri burada çalışmaktadır.

  Dr.Erkan Ekşioğlu: Kocaeli Tıptan göz uzmanı olmuştur.2000-2010 yıllarında izmit merkezdeki Kızılay Dispanserinde çalışmıştır .Oranın güzel ve güvenilir  göz hastalıkları hizmeti  veren bir yer olmasında emeği çoktur. Dispanserin kapatılması ile buraya gelmiş olup 2010dan beri hastalarını burada kabul etmektedir.

  Dr.Mustafa Şahiner:Yakınlarının önermesi ile KBB uzmanı olan eşi ile birlikte 2018de İzmit’e gelip yerleşmişlerdir.  İzmite geldiğinden beri burada çalışmaktadır. Göz kapak ameliyatlarına ayrı bir ilgisi olduğu bilinir.

  Dr.Fatih Yenihayat:2015de Kocaeli Tıptan uzmanlığını almış ve eş durumundan Kocaeli Devlete tayin olmuştur. Oradan istifa edip 2020de İzmit Dünya Göz Hastanesine geçmiştir.

  Dr.Yusuf Yıldırım: Kocaeli tıptan 2001de uzman olmuş ve Kızılay dispanserinde çalışmaya başlamıştır. Buradaki çalışmaları ile Dr.Ekşioğlu ile birlikte Kızılay Dispanseri göz hastaları için güvenilir ve aranılır bir adres olmuştur. Buranın kapatılması ile 2010dan itibaren Dünya Göz’de çalışmaya başlamıştır.

    Kocaeli’mize de değer katan Dünya Göz Hastaneleri ülkemiz insanına olduğu kadar adı gibi dünya insanlarına sağlık hizmeti sunar özelliktedir. Verilen bilgiye göre yurt dışında 15 yeni klinik açılarak daha da büyümesi hedeflenmektedir. Sağlık turizmimizde de öncü kurumlarımızdan olup dünyanın her yerinden gelen yılda ortalama 120 bin hastaya göz sağlığı alanında hizmet vermektedir.

   Bu vesile ile vefat etmiş olan başta Dr.Akın Yılmaz olmak üzere şehrimiz insanının sağlığına hizmet etmiş olan tüm hekim ve sağlık emekçilerimizi rahmetle anarım. Sağlıkta kalın..

Aile Kavramı

Huzurlu bir toplumun teminatı sağlam ve güçlü bir ailedir. Aile, dinen evlenmelerine engel bulunmayan bir erkek ve bir kadının meşru nikâhla kurdukları mutluluk ve muhabbet yuvasıdır. Aile, insanlık tarihinin en kadim ve en sağlam kurumudur. İnancın, kimliğin ve kişiliğin şekillendiği, millî ve manevi değerlerin gelecek nesillere aktarıldığı eşsiz bir okuldur. Yüce Yaratan bir ayette, “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” buyruğu üzere aile; sevgi ve saygı, şefkat ve merhamet yuvasıdır.
*
Öncelikle vurgulamak isterim; Âdemoğlu dünyaya yaşamak ve yaşatmak için gelmiştir. İnsanlık tarihihine baktığımızda Peygamberden tutun da sıradan vatandaşlara kadar herkesin kendine göre yaşama ve yaşatma mücadelesi vermiş olduğunu görürüz. İnsanlar bu Fani Âleme ölmek ve öldürmek için değil, yaşamak ve yaşatmak için gelmiştir.
Ne yazık ki Kur’an’ın ve sünnetin ön gördüğü hayat ikliminden uzak kalmış, din diye Bedevi Kültürüyle, Acem Kültürüyle şuursuzca işlenmiş zihniyetlere özgürlük adı altında Batının Sokak kültürü de eklenince avamlaşan/ körleşen Türk insanı milli değerlerinin şuurundan bihaber olunca içine düştüğü dramlarla cebelleşir oldu. Bu sebeplerle olacak ki son yıllarda ülkemizde işlenen kadına yönelik cinayetlerin, cinsel sapıklıkların sıkça işlendiği Anaerkil Türk insanına uygun düşmeyen içler acısı durumları duyar olduk.
*
Ve ne acıdır ki, şiddet, istismar ve kadın cinayetleri tırmanmaya devam ediyor. Bu vahim tablo karşısında, kadın söz konusu olduğunda merhamet, adalet ve hakkaniyetten asla taviz verilmemelidir. “Sizin en hayırlınız hanımlarına karşı en iyi davranandır” buyuran Peygamber Efendimizin davetine icabet müminim diyen her insanın temel görevidir.
*
Yüce Yaratıcı kadın ve erkeği yeryüzünün en değerli varlıkları olarak yaratmış, farklı niteliklerle donatarak birbirine eş kılmıştır. Dünya hayatının yükünü birlikte taşıyalım, birbirimizde huzur bulalım diye bizlere aile olma nimetini bahşetmiştir. Aile, insanın yalnızlığına kalkan olan, neslin devamını sağlayan, güzide bir kurumdur. İnancımızın, şahsiyetimizin, yaşam tarzımızın şekillendiği en değerli çatıdır. Aile, çocuklarla büyüyen, güzelleşen, gençlerle geleceğe kök salan bir çınardır.
*
Aileyi hedef alan tehditlerin arttığı, fıtrata aykırı tahribatın hızla yayıldığı bir çağdayız. Ailenin, özgürlükler önündeki engelmiş gibi gösterilmeye çalışıldığı bir ortamdayız. Sorumluluk almadan tek başına yaşamanın daha cazip olduğu fikrinin özendirildiği bir zamandayız
Ne yazık ki aileyi hedef alan bazı mihraklar tarafından; kadınlar annelik, erkekler babalık gibi kutsal bir değerden uzaklaştırılmak, kadın ve erkeğin aile içindeki rolleri zayıflatılmak istenmektedir. Fıtrata aykırı sapkınlıklar medeni birliktelik adıyla masum; nikâhsız beraberlikler normal; evlilik ise bir yük ve külfet olarak sunulmaktadır. Oysaki evlenmek ve aile olmak fıtratın gereğidir. neslin ve milletin devamı için zaruridir.
*
Bizler yalnız değil, aile içinde mutlu yaşayabilecek şekilde yaratıldık. Ailemizin huzurlu, aile bağlarımızın güçlü olmasını dilemek bizim hamurumuzda vardır.
” Bizlere aile gibi paha biçilmez bir nimet veren Yüce Yaratan ise onu korumamızı şöyle emretmektedir: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.”
*
Gençlerimiz ailemizin göz bebeği, bizi güçlü kılan en büyük imkân ve zenginliğimizdir. Onların inançları, hayalleri ve fikirleri bizim geleceğimizdir. Zihinleri berrak, duygu ve düşünceleri heyecan dolu olan gençlerimizi anlamak ve onlara rehberlik etmek bizim vazifemizdir. Zira gençlik dönemi tecrübesizlik ve merakla çeşitli tehlikelere maruz kalınan bir dönemdir. Huzurlu ve bilinçli bir aile ortamında büyüyen, kendisine güvenilen ve maneviyatla desteklenen gençlerimiz, girdaplardan korunacaktır. Aileleri, evlenme çağına geldiklerinde onların da aile kurmalarına, geleceğe umutla bakmalarına vesile olacaktır. Neslin devamını ve yeryüzünün imarını; okuyan, araştıran, tefekkür eden gençlerimiz sağlayacaktır.
İnsanlar arasında din, renk, ırk ve düşünce ayrımı yapmayan sufiler, insan denilen varlığı layıkıyla sevmeyi, onun hakkına riayet etmeyi, hata ve kusurlarını hoş görmeyi en önemli gaye bilmişlerdir. Âlemşümul sevgi, tasavvufi idrakin en bariz özelliğidir.
*
Ne var ki bugün, aile yapısı, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar küresel lobiler, çıkar çevreleri ve emperyalist güçlerin kuşatması altındadır. Bu şer odakları; aile bağlarını zayıflatmayı, nesilleri şahsiyetsiz ve kimliksiz bırakmayı, öz değerlerinden ayırmayı bir hedef haline getirmiştir. Hal böyleyken, aile kurmak, aileyi korumak ve güçlendirmek yalnızca bireysel bir sorumluluk değil, iman, vicdan ve izan sahibi her insanın; dini, ahlaki ve insani sorumluluğudur
Aile değerlerinin örselenmeye çalışıldığı bu zamanda bize düşen; dünyadaki cennetimiz, muhkem kalemiz, son sığınağımız olan ailemizin kıymetini

Ailenin Önemi

Huzurlu bir toplumun teminatı sağlam ve güçlü bir ailedir. Aile, dinen evlenmelerine engel bulunmayan bir erkek ve bir kadının meşru nikâhla kurdukları mutluluk ve muhabbet yuvasıdır. Aile, insanlık tarihinin en kadim ve en sağlam kurumudur. İnancın, kimliğin ve kişiliğin şekillendiği, millî ve manevi değerlerin gelecek nesillere aktarıldığı eşsiz bir okuldur. Yüce Yaratan bir ayette, “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” buyruğu üzere aile; sevgi ve saygı, şefkat ve merhamet yuvasıdır.

*
Öncelikle vurgulamak isterim; Âdemoğlu dünyaya yaşamak ve yaşatmak için gelmiştir. İnsanlık tarihihine baktığımızda Peygamberden tutun da sıradan vatandaşlara kadar herkesin kendine göre yaşama ve yaşatma mücadelesi vermiş olduğunu görürüz. İnsanlar bu Fani Âleme ölmek ve öldürmek için değil, yaşamak ve yaşatmak için gelmiştir.
Ne yazık ki Kur’an’ın ve sünnetin ön gördüğü hayat ikliminden uzak kalmış, din diye Bedevi Kültürüyle, Acem Kültürüyle şuursuzca işlenmiş zihniyetlere özgürlük adı altında Batının Sokak kültürü de eklenince avamlaşan/ körleşen Türk insanı milli değerlerinin şuurundan bihaber olunca içine düştüğü dramlarla cebelleşir oldu. Bu sebeplerle olacak ki son yıllarda ülkemizde işlenen kadına yönelik cinayetlerin, cinsel sapıklıkların sıkça işlendiği Anaerkil Türk insanına uygun düşmeyen içler acısı durumları duyar olduk.
*
Ve ne acıdır ki, şiddet, istismar ve kadın cinayetleri tırmanmaya devam ediyor. Bu vahim tablo karşısında, kadın söz konusu olduğunda merhamet, adalet ve hakkaniyetten asla taviz verilmemelidir. “Sizin en hayırlınız hanımlarına karşı en iyi davranandır” buyuran Peygamber Efendimizin davetine icabet müminim diyen her insanın temel görevidir.
*
Yüce Yaratıcı kadın ve erkeği yeryüzünün en değerli varlıkları olarak yaratmış, farklı niteliklerle donatarak birbirine eş kılmıştır. Dünya hayatının yükünü birlikte taşıyalım, birbirimizde huzur bulalım diye bizlere aile olma nimetini bahşetmiştir. Aile, insanın yalnızlığına kalkan olan, neslin devamını sağlayan, güzide bir kurumdur. İnancımızın, şahsiyetimizin, yaşam tarzımızın şekillendiği en değerli çatıdır. Aile, çocuklarla büyüyen, güzelleşen, gençlerle geleceğe kök salan bir çınardır.

*
Aileyi hedef alan tehditlerin arttığı, fıtrata aykırı tahribatın hızla yayıldığı bir çağdayız. Ailenin, özgürlükler önündeki engelmiş gibi gösterilmeye çalışıldığı bir ortamdayız. Sorumluluk almadan tek başına yaşamanın daha cazip olduğu fikrinin özendirildiği bir zamandayız
Ne yazık ki aileyi hedef alan bazı mihraklar tarafından; kadınlar annelik, erkekler babalık gibi kutsal bir değerden uzaklaştırılmak, kadın ve erkeğin aile içindeki rolleri zayıflatılmak istenmektedir. Fıtrata aykırı sapkınlıklar medeni birliktelik adıyla masum; nikâhsız beraberlikler normal; evlilik ise bir yük ve külfet olarak sunulmaktadır. Oysaki evlenmek ve aile olmak fıtratın gereğidir. neslin ve milletin devamı için zaruridir.
*
Bizler yalnız değil, aile içinde mutlu yaşayabilecek şekilde yaratıldık. Ailemizin huzurlu, aile bağlarımızın güçlü olmasını dilemek bizim hamurumuzda vardır.
” Bizlere aile gibi paha biçilmez bir nimet veren Yüce Yaratan ise onu korumamızı şöyle emretmektedir: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.”
*
Gençlerimiz ailemizin göz bebeği, bizi güçlü kılan en büyük imkân ve zenginliğimizdir. Onların inançları, hayalleri ve fikirleri bizim geleceğimizdir. Zihinleri berrak, duygu ve düşünceleri heyecan dolu olan gençlerimizi anlamak ve onlara rehberlik etmek bizim vazifemizdir. Zira gençlik dönemi tecrübesizlik ve merakla çeşitli tehlikelere maruz kalınan bir dönemdir. Huzurlu ve bilinçli bir aile ortamında büyüyen, kendisine güvenilen ve maneviyatla desteklenen gençlerimiz, girdaplardan korunacaktır. Aileleri, evlenme çağına geldiklerinde onların da aile kurmalarına, geleceğe umutla bakmalarına vesile olacaktır. Neslin devamını ve yeryüzünün imarını; okuyan, araştıran, tefekkür eden gençlerimiz sağlayacaktır.
İnsanlar arasında din, renk, ırk ve düşünce ayrımı yapmayan sufiler, insan denilen varlığı layıkıyla sevmeyi, onun hakkına riayet etmeyi, hata ve kusurlarını hoş görmeyi en önemli gaye bilmişlerdir. Âlemşümul sevgi, tasavvufi idrakin en bariz özelliğidir.

*

Ne var ki bugün, aile yapısı, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar küresel lobiler, çıkar çevreleri ve emperyalist güçlerin kuşatması altındadır. Bu şer odakları; aile bağlarını zayıflatmayı, nesilleri şahsiyetsiz ve kimliksiz bırakmayı, öz değerlerinden ayırmayı bir hedef haline getirmiştir. Hal böyleyken, aile kurmak, aileyi korumak ve güçlendirmek yalnızca bireysel bir sorumluluk değil, iman, vicdan ve izan sahibi her insanın; dini, ahlaki ve insani sorumluluğudur
Aile değerlerinin örselenmeye çalışıldığı bu zamanda bize düşen; dünyadaki cennetimiz, muhkem kalemiz, son sığınağımız olan ailemizin kıymetini bilmektir.