Belirsizlik Dehlizinde Bir Işık: Bilgi ve Kendilik Bilinci

52

 

İnsanoğlu, evrendeki biricikliğini, özgünlüğünü derinlemesine kavradığı andan itibaren bir tür ürpertici yalnızlık duygusunu içinde büyütmeye başlar. Annesinin, babasının varlığından kuşku duymaz. Annenin, babanın koşulsuz sevgisi olmaksızın var olmayacağını, var kalamayacağını bilir. Bazen onca kalabalığın, onca çokluğun içinde, gittikçe genişleyen evrenin tanımsız boşluğunda sadece ışığı ile varlığını haykıran, kimsenin umursamadığı bir “yıldız”la kendi kaderini özdeşleştirmeye çalışır. Evrenin boşluğunun kendisini de yutacağı gibi yine tanımsız, yine belirsiz, yine insanı titreten bir duyguya kapılır… Nihayetinde vardır insan; ne kadar varlık bilincini sürdürebileceğini bilmese de, en azından bu bilinci devam ettiğini müddetçe varlık sahnesinde kalabileceğini düşünür. Bazen kendi varlığından bile şüphe etmek ihtiyacı hisseder. Belirsizliğin ve değişimin başat belirleyici olduğu bir varlık alanında, var kalabilmek için tutunacak sağlam bir dal arar… Zordur insan olmak… Emek ister kendini inşa etmek… Her canlının ölümü tadacağını bile bile yaşamak gerçekten de cesaret ister… Aslında cesaretin bile farkında olmayı gerektiren de, doğru bilgi ve üst seviyede bilgiye dayalı bilinçtir… İnsani yaratıcılık da, iman da, değerler de en temelde bilgi işidir. İşin gerçeği cesaret de bilgi işidir.

İnsan, kendi varlığının farkına vardığı andan itibaren çift kutuplu bir belirsizliğin içinde bulur kendisini. İlk akla gelen gelecekle ilgili belirsizliktir. İnsanoğlu bir yandan ilgisini çeken her şeyi anlamaya, anlamlandırmaya ve açıklamaya çalışırken, diğer yandan da önünü görmek istemektedir. Hayatın istikameti geleceğe doğrudur. Belki de insanı kuşatan bu “belirsizlik”in varoluşsal boyutu hayatla, kendi varlığının farkında olma ile ve geleceği düşünebilme yetisi ile ilgili olmalıdır… İnsanoğlu, gecenin zifiri karanlığını yaşarken, doğmayabileceğini bilmesine rağmen, büyük bir iştiyakla güneşin doğuşunu bekler. Çoğu zaman bilinç düzeyine taşımak istemez güneşin doğmama ihtimalini. Çünkü şimdiye kadar her sabah doğmuştur güneş. Aslında belirsizliklerden hep rahatsız olmuştur insanoğlu… Yönü geçmişe doğru olan anlama ve açıklama çabaları da biraz belirsizliğin etki alanını azaltma arzusunu içinde barındırmıyor mu? Bilginin insanı özgürleştirmesi, tam da belirsizlikten biraz olsun kurtulduğumuz anlara tekabül etmiyor mu? Bunun için özgüvenin kaynağı doğru/ sağlam/ güvenilir bilgi değil mi?

Belirsizliğin can yakan tarafı geçmişle ilgilidir. İnsan, kendisini geçmişin zifiri karanlığında aramak zorundadır. Geçmiş bizden değil, biz geçmişten uzaklaşırken, gittikçe koyulaşan karanlığın bizi yutmasını önleyebilmek için, gücümüz yettiği kadar geçmişi sürekli yeniden inşa etmeye çalışılırız. Aslında inşa ettiğimiz geçmiş değildir; geçmişten kalan izlerle belleğimizdir. Bu inşa faaliyetini fikir, hadise, zaman, mekan irtibatına özen göstererek gerçekleştirdiğimizde ortaya tarih çıkar. Tarih, geçmişle ile geleceğin kesiştiği noktada başladığı için stratejik bir özellik taşır. Tarihin temelinde her ne kadar insanın geçmişle ilgili doğal algısı mevcut ise de, tarih insanın kendini ve hayatın anlamını arayış serüveninin bir ürünüdür. Müslüman kültürün en önemli açmazlarından birisinin geçmiş ile tarihi özdeşleştirmek olduğunu hatırlatıverelim. Tarihin inşa edilmiş bir söylem olduğunu bilmeyenler, geçmişin dehlizlerinden çıkamazlar…

Geçmişle ilgili belirsizliğin, muğlaklığın insanı cezbeden bir tarafı da vardır: İnsan, geride kalan malzemelerle kendini inşa etmek zorundadır. Böyle bir sürecin farkında değilsek, geçmiş tıpkı bir özne gibi bizi biçimlendirir; biz de bazı kararlarımızın bizim tercihlerimiz olduğunu zannederiz. Eğer insanın kendini inşa etmek durumunda olduğunun farkında isek, o zaman iş değişir: Geçmiş bize, cömertçe istediğimiz bütün verileri sunar. Geçmişin depolarında yok yoktur. Ancak o dehlizlerde güvenli bir şekilde yürüyebilmek, oralardan sağ salim çıkabilmek, insanın kendisinin ışık olmasına, kendi ışığını yaratmasına bağlıdır. Kur’an uyarıyor: Allah’ı unutanlar, kendilerini de unutmuş olurlar. (Haşr, 19) Kendi varlığının farkında olmayanlar, Tanrı’nın da, tarihin de, değerlerin de farkında olamazlar.