Anadolu Demokratlığı –II

55

“Cumhuriyet, muhteşem bir demokrasi projesidir.” (E.Cansen)

Anadolu demokratlık kimliği önceki bölümde tanımlansa
da, bu sosyal dönüşümü oluşturan dönemleri de göz ardı etmemek lazım. Tarihsel
sürece bakıldığında toplumsal ilişkilerdeki değişim ve dönüşümler önlenemez bir
gerçek. Belli bir kritik aşamadan sonra buna direnmek ya da önüne set çekerek
engel olmak nafile. Ticari ilişkilerde bile ürünlerin yanında kültür,
gelenekler-değerler de taşınmıştır. Sadece ticari alanda değil, sanat ve bilim
alanında, hatta vuku bulan savaşlar da söz konusu değişim-dönüşümün birer
unsuru olabilmiştir.  Bu etkileşimler
bazen bölgesel olarak kalabilir. Bununla birlikte toplumsal değişimler
özellikle siyasal ve sosyal
dönüşümlerle sonuçlanan etki alanları bazen küresel boyutlara ulaşabilmiştir.

Demokrasi serüveninde (demos kratos = insan yönetimi); antik çağda (MÖ.
4.yy.), şehir-devlet modeli olan ve Atina
demokrasisi
olarak bilinen bir başlangıç modeli uygulanmıştır. Orta çağda
ise, İngiltere kralının yetkilerini ahali adına sınırlayan Magna Carta Libertatium
(Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) ile devam etmiştir. 18. Ve 19.yüzyılda ise,
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan Hakları bildirgeleriyle
demokrasi bir anlamda yükselen değer
haline dönüşmüştür.
1789 Fransız ihtilali sonrasında ise hazırlanan
anayasada; iktidar, halkın seçeceği bir parlamento ile kral arasında yetki
paylaşımı durumunda yeni bir yol ayrımına gelinmiştir. Sonraki yüzyılda da;
batı demokrasileri ile antidemokratik Sovyet ve Çin bloğu ülkeleri malum soğuk
savaş mücadele döneminin sona ermesiyle birlikte liberal demokrasi sistemi sahne almıştır.

Batı Avrupa’nın -kapitalizmin
de yükselişiyle birlikte- kutsal referanslardan uzaklaşarak siyasal ve
hukuksal yapıları köklü değişime uğramıştır. Yani bu durumda devlet kurumu ve
yasalar gücünü ve meşruluğunu daha katılımcı
bir düzenden almıştır. Fransız ihtilali aslında sadece bulunduğu asrın ayarını bozmakla kalmamış, sonraki yüzyıllara
da sarkmıştır.
Bu büyük dönüşümler, daha çok geleneksel temellere dayalı
devlet sistemini sarsmıştır. Bu büyük inkılap iki cümle ile izah etmek gerekirse; değişime
direnen
siyasal yapı
ile değişen toplumsal dinamiğin arasındaki çatışma olarak ifade edilebilir.
Bu
büyük dönüşümler, daha çok geleneksel
temellere dayalı
devlet sistemini sarsmıştır. Bu anlamda Osmanlı
sistemindeki değişim daha çok devlet sistemiyle ilişkili yeni düzenlemeleri
kapsamıştır.  Zaten bu
ihtilalin bizim hissemize düşen iki önemli etkisi tarihçilerin de ortak
görüşüdür: Birincisi, ihtilalle yayılan siyasal anlamdaki artçı şoklardır.
Bunlar; insan hakları, bireysel özgürlükler, eşit vatandaşlık, anayasal
düzen gibi konulardır. Osmanlı aydınları arasında bunların etkisi büyüktür.
Özellikle Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve Kanun-i Esasi’nin tesis
edilmesinde de bu fikirler yankı uyandırmıştır. Diğer bir etkisi de m
illiyetçilik
fikrinin gelişmesiyle, devletin himayesindeki etnik grupların bağımsızlık
taleplerini arttırmıştı. Bu durum Osmanlı Devletinin parçalanmasına kadar devam
etmiştir.

Geri dönüp bakıldığında; Tanzimat’la birlikte Osmanlı tebaası,
yurttaşlık haklarını kazanırken, İkinci Meşrutiyet’le siyasal haklar kısa
süreli de olsa elde edilmişti. Bazı dönemlerde ise, aydınların canhıraş
gayretine rağmen, ahalinin pek benimsemediği durumlar vardır. İşte söz konusu
tanzimat ve meşrutiyet kazanımları, tabandan gelen bir talep sonucu
oluşmamıştı. Bu nedenle halka mal edilemedi. Sonuçta İttihat ve Terakki’nin, bu
kazanımları iyi yönetememesi ve taçlı
demokrasi
olarak nitelenen meşrutiyet yolunda harcanan emeklerin de heba
olması önlenememiştir.

II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte ülkenin sorunlarına çözüm bulmak amacıyla yola çıkan
İttihatçılar “istibdat rejimi”
olarak görülen padişahın yetkilerinin kısıtlanarak
meşrutiyetin ilanına öncülük etmişlerdir. Ayrıca bu idealle yola çıkan
cemiyete; hürriyet ve eşitlik, can ve mal güvenliğinin sağlanması anlamında
büyük bir beklenti yüklenmiştir.  Bazı
tarihçilere göre İttihat ve Terakki iktidarı, daha çok statükocu, pragmatist ve
kalıplaşmış bir yönetim anlayışı içinde olmuştur. Bu bağlamda ittihatçılar
farklı unsurları bir arada tutabilecek seviyede yönetememiş ve
merkeziyetçi-mutlak devletçi bir ideolojik yapıyı oluşturmuştur. Her şeye
rağmen; Türkiye’nin demokratikleşme yolunda altyapıyı oluşturmasıyla kurulan ilk siyasi parti olması ve Osmanlı Devletine Türk
olduğunu hatırlatan
,
savunan ve bunun için çalışan bir siyasal
güç
olması
nedeniyle tarihi süreçte
görevini tamamlamıştır.