Oğuz Çetinoğlu: Rusya Federasyonu’na bağlı Türk devletlerinden Tuva Özerk Türk Cumhuriyeti’ne bir gezi yaptınız. Gezi izlenimlerine geçmeden önce, ülke hakkında genel bilgi verir misiniz?
Prof. Dr. Orhan Gedikli: Tuva, Türklerin ilk yurtlarından birisidir. Asya kıtasının tam ortasında Sibirya’nın en büyük nehri Yenisey havzasında yer almaktadır. Kuzeyde Rusya, kuzey batıda Hakasya, batıda Gorno-Altay, doğuda Buryat, güneydoğu da Moğolistan ve güneyde Kazakistan ile komşudur. Başşehri Kızıl, diğer şehirleri Turan, Erzin ve Aktoprak’tır.
Tuva Cumhuriyeti’nin yüzölçümü 170.500 km2‘dir. Ülkenin çoğunluğu ormanlar, dağlar ve bozkırlardan oluşur. Başta altın ve demir olmak üzere yer altı zenginliklerine sahiptir.
Dağlık olması sebebiyle hayvancılık ve yem bitkiciliği gelişmiştir. Ayrıca bu ülkede sağlık açısından oldukça yararlı çamur kaplıcaları vardır. Kışları çok sert kara iklimi özelliğindedir. Halk, çobanlık, avcılık, balıkçılık ve tarım ile uğraşır. Yaz aylarında ‘yurt‘ denen çadırlarda yaylacılık yapıl-maktadır.
Nüfusu 500.000’e yakındır. Bu nüfusun 2/3 ‘ü Tuva Türkü, geri kalan kısmı ise sırası ile Ruslar, Moğollar ve diğerleridir. Sibirya’da Türk’ün en çok olduğu bölge Tuva’dır.
Tuva dışında, Tuva’da olandan daha fazla Tuva Türkü vardır. Rusya’da 200.000 civarında olmak üzere, Moğolistan’da 24.000 Tuva Türkü’nün yaşadığı tahmin edilmektedir. Günümüzde Ötüken’e en yakın Türk gurubu Tuva Türkleridir.
Çetinoğlu: Türkçe mi konuşuyorlar?
Gedikli: Tuva’nın birinci resmi dili Tuva Türkçesi’dir. Tuva Türkçesi, Türkçenin Sibirya koluna aittir. Tuvaların ilk millî alfabesi Göktürk, Turan, Orhun alfabesi olarak da bilinen eski Türk alfabesidir. 1941’den beri ise Kiril alfabesi kullanılmaktadır. Eğitimin Rus dili ile yapılmasına rağmen Tuva Türkçesi ile konuşanların oranı çok yüksektir. Tuva Parlamentosu’nda genellikle Tuva Türkçesi kullanılmaktadır. Tuva’da pek çok ilkokul, ortaokul, teknik okul bulunmaktadır. Tek üniversite ise Tuva Devlet Üniversitesidir. Tuva Türkçesi ile çok sayıda kitap, birkaç dergi ve gazete basılabilmektedir.
Geçmişte Tuva diline ‘Soyon dili‘, ‘Uranhay dili‘ de denilmiştir. Tuva halkının en önemli destanı olan ‘Keser’ Tuva dilinde 1963 yılında yayınlanmıştır. Cumhurbaşkanı Şolban Karaool’un adı Tuva dilindedir. ‘Şolban‘, ‘çolpan yıldızı‘nın adıdır. ‘Kara‘, ‘siyah‘ demek olup ‘ool‘ sözü de ‘oğul’ anlamındadır.
Çetinoğlu: Tuva’nın tarihi hakkında özet bilgi lütfeder misiniz?
Gedikli: Orta Asya’nın en eski yerli halklarından biri olan Tuva Türklerinin kökeni M.Ö. 8. asra kadar dayanmaktadır. Yani bu bölge Türkistan’ın kalbi sayılabilir. Tarihi süreçte Hun, Gök-Türk, Kırgız, Moğol, Mançu-Çin ve Rus hâkimiyetinde yaşayan Tuva Türkleri, 1911 yılında isyan ederek bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir. 1914 yılında Rus işgali ve 1917’de komünistlerin iktidara gelmesiyle, 14 Ağustos 1921 yılında Tannu-Tuva Halk Sovyet Cumhuriyeti kurulmuş, 1930 yılında ‘Tuva Halk Cumhuriyeti’ adını alan Tuva, 1944 yılında tekrar Ruslar tarafından işgal edilerek SSCB’nin bir parçası olmuştur. Ekim 1961’de otonom bölge, Mart 1991’de Özerk Cumhuriyet olmuştur. Tuva Parlâmentosunda çoğunluğu Türkler teşkil ederken, sırasıyla Rus ve diğer unsurlarda bulunmaktadır.
Çetinoğlu: İnanç kültürleri…
Gedikli: Diğer Sibirya toplulukları gibi çift dinlidirler. Tuvalılar daha çok Budist ve Şamanisttirler. Şamanizm, Tuva Türklerinin tarihi dinleridir ve halen bunu korumaktadırlar. Komünizm döneminde Budizm ve Şamanizm yasaklanmıştır.
1920’li yıllardaki pek çok Budist tapmağı, daha sonraki yıllarda yıkılmıştır. Şamanizmde din adamı olan Şamanların görevlerini yapmaları engellenmiştir. Ancak bütün yasaklamalara rağmen Budizm ve Şamanizm burada günümüze ulaşmayı başarmıştır.
Komünizmin çöküşünden sonra Tuva’da da dinî serbesti başlaması ile yıkılan Budist tapmakları yeniden yapılmıştır. Bugün Türk dünyasında Budizm’i resmî inanç sistemi olarak tanıyan tek Türk topluluğu Tuvalılardır.
Tuva Türkleri, eski Türklerin dini olan ve bilim adamlarının ‘Şamanizm’ olarak kabul ettiği ‘Gök Tanrı‘ veya ‘Tengrijilig‘ inancına mensuptur. Burada aslında eski Türklerin dini hakkında bir karmaşa vardır.
Doğru olan eski Türklerin dini Gök Tanrı dini, yani ‘Tengrijilig‘ inancıdır. Ancak bazı bilim adamları Gök Tamı inancını Şamanizm olarak isimlendirmişler. Bu tabir çok doğru gibi durmuyor. Bu konuda araştırmalar gerekir. Bana göre doğru olan ‘Gök Tanrı inancı‘ diye ifade edilmesidir.
Çok az sayıda Tuva Türkü, Hıristiyanlığı seçmişlerdir. Tuva’da Müslüman azdır. Ancak Türkiye ve diğer Müslüman topluluklar sebebiyle bu sayı gittikçe artmaktadır. 15 Ağustos 1921’de Tuva Cumhuriyeti’nin yirmi iki maddelik anayasasındaki 4. madde de ‘Tuva vatandaşları istedikleri dini seçme özgürlüğüne sahiptir. Din görevlileri kendi işlerini yaparlar‘ denilmiştir.
Çetinoğlu: Geziniz sırasında karşılaştığınız ilgi çekici olaylardan söz eder misiniz?
Gedikli: Bir mola yerinde duruyoruz. Şiş kebap yapan delikanlı ile biraz sohbet ediyor ve çay içiyoruz. Burada da aynen Doğu Türkistan’da olduğu gibi şiş kebaba ‘Şaşlık‘ diyorlar. Demek ki kültürler, gelenekler ve kökler aynı.
Şoförümüz Turan şehrine yaklaştığımızı söylüyor. Yine bir dağa tırmanıyoruz. Dağı indikten sonra yıllarca özlemini çektiğimiz Turan’a kavuşacağız.
Bu dağ silsilesi Sayan Dağları’dır ve Moğolistan’a kadar uzanmaktadırlar. Tepeye yaklaştıkça heyecanımız artıyor. Çünkü tam tepede geniş bir alan ve ortasında büyük bir Şaman tapınağı var.
Aracımızdan iniyoruz ve soğuğa aldırmadan Şaman tapınakları arasında resimler çekiyoruz. Hemen yan tarafımızda Tuvalı Türk kardeşlerimizin dağ mantarı sattıklarını görüyor ve onlara doğru yaklaşıyoruz. Türkiye’den geldiğimizi ve Türk olduğumuzu söylüyoruz. Memnun oluyorlar.
Dağı iner inmez engin bir ovada yol almaya başlıyoruz. Aynen bizim Konya ovası gibi. Bir süre sonra ovanın bitimine doğru uzakta bir şehir görünmeye başlıyor.
Şoförümüz ‘İşte Turan görünmeye başladı‘ diyor. Ekibimizde heyecan doruğa çıkıyor.
Çetinoğlu: Neden?
Gedikli: Yıllardır özlediğimiz Turan’a kavuşuyoruz. Gençliğimizde boğazımız yırtılıncaya kadar bağırdığımız ‘Rehber Kuran, Hedef Turan‘ her ne kadar bu Turan olmasa da, fark etmez. Sonucunda Tuva Özerk Türk Cumhuriyeti’nde, Türklerin ana yurtlarından birin de ismi Turan olan şehre ayak basıyoruz. Bu Turan şehirleri olduğu sürece dünya Türklüğünün kalbindeki Turan ateşi sönmeyecek ve bir gün mutlaka gerçekleşecektir. Büyük Türk Ulusları Topluluğu veya Dünya Türk Birliği eninde sonunda oluşacak ve bu birlikteliğin önünde hiçbir güç duramayacaktır.
Çetinoğlu: İnşallah…
İlk durağınız müze mi?
Gedikli: Bu duygular içinde Turan şehrine giriyoruz. Ara sokaklarda dolaşıp bir yandan şehri tanırken diğer yandan da Turan Müzesini arıyoruz. Şoförümüz bir bakkala sormak için duruyor. O arada yol kenarında şeker yiyen Türk çocukları ile tanışıyor ve onları seviyoruz. Yüzleri kırmızı ve toparlak. Türk oldukları her hallerinden belli. Tek katlı ahşap evler arasında dolaşarak nihayet Müzeyi buluyoruz. Müze küçük ve ahşap bir bina ama dış görünüşü çok güzel.
Önceden haber verilmediği için görevli olmadığından içeri giremiyoruz. İki gün sonra aynı yoldan geri döneceğimiz için müzeyi görmeyi erteleyerek yolumuza devan ediyoruruz. Ekip çok acıktığı için Turan’dan ana yola çıkışta bir fırından tava ekmeği alıyoruz. Gazeteci İsmail Kahraman’ın Türkiye’den getirdiği peynir ve taze ekmekle açlığımızı bastırıyor ve yola revan oluyoruz.
Devamlı irtifa kaybederek güneye doğru iniyoruz. Nihayet uzaktan Başkent Kızıl görünmeye başlıyor. Yol ilerledikçe Kızıl daha da güzel görünüyor.
Şehri en iyi gören bir tepeye doğru çıkıyor ve otobüsten iniyoruz. Etrafı dağlarla çevrili bir ovanın ortasından akan Yenisey Nehri’nin kenarına kurulmuş Kızıl şehri bir tabiat harikası olarak önümüzde duruyor. Şehrin büyük çoğunluğu nehrin bir yakasına yerleşmiş. Kuş bakışı olarak şehri seyre dalıyoruz. Tam o sırada bir düğün konvoyu geliyor.
Gelin, damat ve arkadaşları tepede Kızıl Şehri’ni arkalarına alarak fotoğraf çektiriyorlar.
Bizde Tuva Türkü kardeşlerimizle birlikte fotoğraf çektiriyoruz.
İçlerinde Türkiye Türkçesini çok iyi konuşan iki kişi ile sohbet ediyoruz. Onları görmeye geldiğimizi duyunca çok memnun oluyorlar.
Onlardan Kızıl’m gezilecek yerleri hakkında bilgiler alıyoruz ve Türkiye Türkçesini nereden öğrendiklerini soruyoruz. Türkiye’de öğrendiklerini söylüyorlar.
Çetinoğlu: Kızıl şehrinde tarihî beraberliğimizin izleri olarak neler gördünüz?
Gedikli: Şehri gezerken bize İngilizce öğretmeni rehberlik ediyor. Rehberimiz bizim gurup olarak orada olmamıza şaşırdığını ve şimdiye kadar böyle bir gurup ile ilk defa karşılaştığını söyledi.
Tuva’ya yılda ortalama 200 civarında turist geldiğini, bunların gurup değil, şahsî gelişler olduğunu ve bunlardan çoğunlukla Uzakdoğu ve Amerikalı turistler olduğunu söyledi. ‘Türkiye’den belki de ilk gelen gurup sizsiniz‘ dedi. Biz de ona gurubumuzun bir öncü gurup olduğunu ve bütün Türk Yurtlarını dolaştığını söyledik. Çok heyecanlandı ve ülkesine gelmemizden ve ayrıca Türk oluşumuzdan da çok mutlu olduğunu ilave etti.
Kızıl, Tuva’nın en önemli şehridir ve genel nüfusun 1/3’ü burada yaşamaktadır. 1914 yılında kurulmuştur. Asya’nın tam orta noktası olarak algılanır. 1944 yılında adı Kızıl olarak değiştirilmiştir. Tuva’nın kültürel başkenti de Kızıl’dır. Şehrin en önemli yeri Altmış Batır Müzesidir.
Müze, Tuva için savaşmış ve şehit olmuş bahadırların adına yapılmış. Müzede eski Türklere ait pek çok Taş Yazıt sergilenmektedir. Bunlar Bengü Taşı Yazıtlarıdır.
Bengü Taş Yazıtları beş on satırlı ve sade bir dille yazılmış 5. yüzyıl yazıtlarıdır. ‘Bengü Taşı’ ‘Sonsuz Taş’ anlamına gelmektedir.
Kızıl Müzesi’nin en önemli bölümü M.Ö. 9. yüzyılda yapılan Arjin 1 ve M.Ö. 7. yüzyılda yapılan Arjin 2 Kurganlarında bulunan eşyaların bulunduğu bölümdür. Biz de öncelikle bu bölümü geziyoruz. Müze görevlisi hanımefendi, Tuva Coğrafyasının aynen Hakasya Coğrafyası gibi arkeolojik açıdan çok zengin olduğunu söylüyor. Özellikle ‘Anjin 2 Kurganının bulunması dünyanın seyrini değiştiren bir kazı olmuştur‘ diyor.
Bu kurganı, Tuva Türklerinin 54 yaşında ölen kralı kendisi için yaptırmış ve 35 yaşında ölen kraliçe de bu mezara gömülmüş. Kral ve kraliçenin yakınları ve atları da aynı yere gömülmüş.
Kral ve Kraliçe altın işlemeli elbiseleri, taçları, gerdanlıkları, halhalları, bileklikleri, takıları, ok çantaları, küpeleri, kemerleri ve üzerlerinde ne varsa hepsi işlemeli altından yapılmış. Arjin 2 Kurganı’ndaki kralın mezarından 20 kilo, kraliçenin mezarından ise 5 kilo toplam 25 kilo altın çıkarılmış.
Burada önemli olan ve dünyanın seyrini değiştiren, Arjin 2 kurganında bulunan altının miktarı değil. Önemli olan M.Ö. 7. yüzyılda yapılan bu anıt mezarda bulunan altınların bu kadar estetik ve güzel ince bir şekilde işlenmesidir. Yani M.Ö. 7. yüzyılda Türklerin altın işlemeciliğinde vardıkları yüksek ve ileri seviyenin görülmesidir.
O dönemde altını bu kadar maharetle işleyen başka bir millet yoktur. Türkler o dönemde, sadece altın değil diğer maden işlemeciliğinde de diğer milletlerden ileridedir.
Ey bunları görmeyen ve hâlâ Türklere ‘göçebe, medeniyeti olmayan millet‘ diyen sözde tarihçiler veya bilim adamları… Allah sizi ıslah etsin.
(DEVAM EDECEK)