13 Ocak 2014 tarihi KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı büyük devlet adamı ve Türk Dünyası’nın önde gelen liderlerinden Rauf DENKTAŞ‘ın ikinci ölüm yıldönümü idi. Bu değerli ve unutulmaz ismi Türkiye Türklüğünün ve Türk Dünyasının unutması mümkün değildir. O milli davasına usanmadan zor şartlar altında, engellemelere rağmen sahip çıkarken; ülkeyi yönetenler KKTC’yi hayali AB üyeliği önünde bir engel olarak görüyorlardı. Denktaş farklı dönemlerde ileri sürdüğü tezlerde hep haklı çıktı. Yanlışları ve dış politika ayıplarınıhep başkaları paylaştı.
Rahmetli Rauf DENKTAŞ gibi Kıbrıs milli davasına “Yükselen bayrak bir daha inmez” şeklinde sahip çıkan Kıbrıs Türk Toplumu liderlerinden Dr.Fazıl KÜÇÜK‘ün ölüm yıldönümü de 15 Ocak idi. Her iki değerli devlet adamını da saygı ve rahmetle anıyor, genç nesillerin onları örnek almalarını temenni ediyoruz. Her iki rahmetli devlet adamı da milli davalarda ikili oynanamayacağını bize göstermişlerdir. Dış politikanın hocası olmuşlardır.
* * *
20 Ocak 1990 yılında dönemin Sovyetler Birliği başkanı Gorbaçov‘un emriyle Bakü’de gerçekleştirilen katliamın 24.yıldönümünde 137 şehit Azeri kardeşimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz. O dönemde Bakü sokaklarında hareketli her hedefe Rus askerlerince ateş açılmış ve 700’den fazla kardeşimiz de yaralanmıştı. Sovyetler Birliği döneminde bu katliam diğerleri ile beraber insanlık için yüz karası olmuştur. Bilhassa Türklere ve insanlığa yapılan katliamlar adeta Sovyetler Birliği Başkanı Gorbaçov’un alnındaki o kara lekede somutlaşmıştır. Bu leke bir tesadüf sayılamaz. Türkler tarih boyu kendilerine yöneltilen ve uygulanan soykırımları, insan hakları ihlallerini, katliamları unutmamalı ve unutturmamalıdır.
Ermenilerce değil; Ermeni terör örgütleri olan Hınçak ve Taşnak katillerince bilhassa Doğu Anadolu’da Rus destekli katliamları ve bugünlerde “Biz de Ermeniyiz” diye ortada dolaşan tarihten habersiz soytarılarıda unutmamak durumundayız. Doğu Anadolu’da toplu mezarlarda yatan aziz şehitlerimiz, sivil halkımız, şehit edilen devlet adamlarımız, dışişleri görevlilerimiz bize tarihi rolümüzü daima hatırlatmalıdır. Unutmamamız gereken birileri de, Türk’ü ve tarihi inkâr eden palyaço kılıklı ünvanlı, unvansız ekran ve siyaset soytarılarıdır. Türk’ü reddedenlere “Çinliler Çin Seddini Fransızlara veya Amerikalılara karşı mı inşa ettiler” diye sorulmalıdır.
TBMM’nde tartışan iktidar ve ana muhalefete mensup iki vekili izledik. İktidar partisi mensubu vekil kendisinin derenin, suyun bu tarafından Yalova’ya geldiğini ısrarla vurguladı ve bunu bir üstünlük saydı. Ana muhalefet vekiline derenin ötesinden geldiğini hatırlattı. Ülke gündemi ile ilgisiz görünen bu sorun aslında kimlik konusunda zihinlerin ne kadar karışık olduğunu göstermektedir.
Suyun ötesinden yani Balkanlar’dan göçle gelen insanlarımızın genelde kökü Anadolu’dan seçilip gönderilen ailelere dayanır. Selanikli, Makedonyalı ve Kosovalı olmak bir kimlik değildir. Kimlik doğum yerine göre değil; kültüre, yaşama tarzına ve mensubiyet duygusuna bağlıdır. Göçle gelen soydaşlarımız dedelerinin vatanlarına dönmüşlerdir. Büyük zorluklarla karşılaşmış ve göç yollarında binlercesi hayatını kaybetmiştir. Bunlar kolayı seçip güneye İtalya’ya gidebilirlerdi.
Dindaş ve akraba topluluklardan gelenlerde “Biz de Türküz” diyerek, dilekçe vererek ve kendi arzuları ile vatandaşımız olmuşlardır. Sözde suyun bu tarafından olmakla övünenler arasında Karadeniz’den gelip de Türksüz bir anayasa ile Türkiye’nin demokratikleşeceğini ileri sürenler vardır. Mevcut iktidar partisi sayesinde Türk olmadıklarını öğrendiklerini söyleyen il başkanları gördük. Anadolu’da Türk milleti dışında millet arayışına çıkanların patenti iktidar partisine aittir.
Bu bakımdan suyun ötesi mi, yoksa berisi mi şeklindeki kısır, temelsiz ve cehalet kokan beyanlarla yüce Meclisin kürsüsünün işgal edilmemesi herhalde daha isabetli olabilir.