Öğretmen,Talebeye değer vermeli. O’nu adam yerine koymalı. Hep iyi taraflarına hitâp etmeli. Öğretmen kendisine karşı çıkanlarla alâkayı hemen kesip atmamalı. Unutmamalı ki, Öğretmen kırılmaz, gücenmez, alınmaz. Âdeta hissiyattan sıyrılmış bir robot gibi olmalı. Her derse girişinde -evvelce nâhoş / istenmeyen şeyler olmuş olsa bile- hiçbir şey olmamış gibi, derse başlamalı.
Öğretmen asla kızmıyacak. Hiç sinirlenmiyecek. Baştan başa sabır, vekar ve ağırbaşlılık içinde bulunacak. Talebeyi rencîde edici / kırıcı bir söz kesinlikle sarfetmiyecek.
Bilelim ki, üç sınıf talabe vardır: Orta’nın üstünde, Orta’nın altında ve Orta. Öğretmen Orta Tabaka’ya hitap etmeli. Şayet dersi; Birinci Grub’un derecesinde anlatırsa; İkinci ve Üçüncü Gruplar anlamaz. Eğer sâdece İkinci Grub’a hitâp ederek dersi işlerse; yâni dersi onların seviyesinde anlatırsa; bu sefer de, Birinci Grub’un nazarında alaya alınır. Öğretmen ancak Üçüncü Grub’a yâni Orta Tabaka’ya hitâp etmeli. Böylece hepsine birden faydalı olmuş olur.
Dersin keyfiyyetini, Öğretmen iyi belirtmeli. Yâni derste, Talebe’nin neyi görmesi gerektiği Talebe’ye hatırlatılmalı. Dikkati iyice çekilmeli ve Öğrenci’nin isteneni görmesi sağlanmalı. Yâni Öğrenci teyakkuz / uyanık hâle getirilmeli, uyarılmalı. Tâbiri caizse, zihnen alarma geçirilmeli, sonra dersi dinlemeye başlaması te’mîn edilmeli. “Saldım çayıra Mevlâm kayıra!” gibi, Öğrenci’nin hâzır olmadığı bir atmosferde, asla derse başlamamalı.
Talebe’nin bakıp görmesi, duyup işitmesi, bilip anlaması sağlanmalı. Bakıp da görmiyen, duyup da işitmiyen, bilip de anlamıyan öğrenci; belki mâlûmât sâhibidir ama, ilim sâhibi değildir. Mâlûmât çok şey bilmektir. İlim ise az bildiğini; nedeniyle nasılıyla çok iyi bilmek, anlamak ve derk edip algılamaktır. İşte asıl ilim ve gerçek bilgi budur.
Öğretmen branş ve dersinin ehli olmalı. Söylediği hak, yaptığı âdil, bildiği doğru olmalı. Makamının ehli olduğunu kabûl ettiren Öğretmen’in sözü etkili olur. Dinlenir. Sayılır ve sevilir. Sözüne inanılır, güvenilir. Sözüyle âdeta amel edilir. Ne söylese yerine getirilir.
Kötü söylese, iyiler de gücenir, kırılır. İyi söylese, kötüler de memnûn ve hoşnut olur. Öğretmen vereceği ev ödevinin yapılmasını istiyorsa, yapılabilecek şeyi istemeli.
Büyük Sa’dî’nin: “Gül olacak yerde Gül, Diken olacak yerde Diken ol.” Dediği gibi Bahçıvan’ın bir Gül yetiştirmek için, yüzlerce Diken’e nasıl hizmet ettiğini düşünmeli. Öğretmen’in de birkaç seçkin Talebe’nin yetişmesi için, yüzlerce Öğrenci’ye hocalık yapması gerektiği hiç akıldan çıkarılmamalı.
Hz. Mevlânâ’nın yeni evlenene: “Her geceni gerdek gecesi bil.” Demesi gibi, Öğretmen de, her sınıfa girişte, sanki o sınıfa ilk defa giriyormuşçasına heyecân duymalı. Kalbi çarpmalı ki, hem kendisi vereceği dersten lezzet alsın, hem de Talebeler pür-dikkat alâka duyabilsinler.
Bu ise Öğretmen’in kendini dâimâ yenilemesi ile mümkündür. Bilgileri her zamânki şekliyle sunmayıp, onlara her yıl yeni bir takdîm kılıfı geçirmesi ile bu yeniliği gerçekleştirmeli. Zaten her yeni; eskinin bir başka biçimde ortaya konulması değil midir?
Sosyal konularda menfîyi / olumsuzlukları göstermeden müspet ve olumlu olanı sunmalı. Fenâlıkları tasvîr etmeden doğru, güzel ve iyiyi vermeye çalışmalı. Çünkü bâtıl ve yanlış şeyleri iyice anlatmak, sâf zihinleri bozar.
Bilinmeli ki, “Öğretmenliği yaşamak.” ve “Öğretmen yaşamak.” Birbirinden çok farklı iki husûstur. Hem Öğretmen olmak hem de Öğretmenliği yaşamak.
İşte bütün mes’ele bu.
435 – 436