“Her insan, kendi vücudunun mahvolması ile müteellim (elemli) olduğu gibi, hanesinin harab olması ile de elem çekiyor. Ve vatanının bozulması ile gayet müteessir (üzüntülü) oluyor. (Hele) tamamen mahvolmasını düşünmesi, manevi bir Cehennem gibi ruhunu ve vicdanını yandırıyor.
“İşte, aklı başında her bir adam ruhsuz, kalbsiz, akılsız olmamak şartiyle bilecek ki:” (Said Nursi, Emirdağ Lahikası I-II, Envar Neşriyat, İstanbul- 1992, Emirdağ II, s.120)
Vatan hükmünde olan ev, herkesindir. Aile fertlerinden birinin bir odayı, sırf kendine mal ederek, diğerleriyle irtibat ve ilişkiye son vermesi, öbürünün başka bir köşeyi gözüne kestirmesi, aile reisinin harekete geçmesine yol açar ve bu duruma dur diyerek, olaya el koyar.
Güneş’e sahiplenmek gibi, evin tümüne malik olmak varken, böyle bir hareketle tamamından mahrum kalacağını düşünmemek neyse, vatanı da bu şekilde parsellemeye kalkışmak aynı şeydir. Oysa Güneş hepimizin olduğu, hepimize yettiği, hepimizin istediği şekilde tasarrufa imkan verdiği halde, bu hür ve keyfi faydalanış, her ferd için mümkün iken, yersiz ve faidesiz davranış biçimleri sergilemek akıl karı mıdır?
(Üstelik) PKK’nın katliamları halkı bezdirmiş. İnanın artık halk kendisi eline silahı alıp örgütçü avına çıkar olmuş. PKK psikolojikman düşmüşken. Askerlerin bilinçli bir şekilde, PKK üzerine gitmesiyle onu çökertmiş, halkı da kazanmış. – Çünkü halk PKK’nın korkusundan ne yapacağını şaşırmıştı. Desteklemese öldürülüyordu! – Örgüt -sayı önemli değil- psikolojik olarak kaybetmişken. Halkın yanında orduya laf etmek, PKK’yı övmeye kalkmak büyük tepki doğururken. Devlete büyük bir bağlılık görülürken. Örgütte belli bir yeri olan en eski örgüt elemanları bile, bu savaşın niçin yapıldığını hala anlamış değilken, teorik olarak var olan ideolojinin pratiğine bakıldığında teoriyle hiçbir ilgisi bulunmadığı ortaya çıkmış, ölen ve öldürenler ve kaybedenler aynı millet olduğu anlaşılmışken. Öcalan’la konuşmak istenilmesi, bölge halkının moralini bozarken. (Ürperten İtiraflar, – PKK komutanı Sami Demirkıran’la yapılan – Röportaj: Arslan Tekin, Türkiye, 15 Eylül 1996)
“Kan üzerine politika PKK’nın sonunu getirmişken, halk hem PKK’nın kan dökücülüğü, hem de ordunun kararlı tutumu sebebiyle devletin yanında yer alıyorken.” (a. g. röportaj, Türkiye, 16 Eylül 1996)
PKK’nın dinsiz, marksist bir örgüt olduğu anlaşılmışken, bölgede -son dönemlerde- PKK’ya katılma oranı Batı’ya göre çok düşmüşken. PKK bölge halkının temsilcisi değilken, PKK ile dolaylı da olsa bir masaya oturma, iç savaş çıkmasıyla eş anlamlıyken. (Kısaca vaziyet bu merkezdeyken) siyasilerin PKK ile mücadelenin metodunu açık bir şekilde belirleyememeleri! Kiminin de diyalog kurmaya kalkışması! Siz PKK’yı çökertmişken devlet yetkililerinden (bazıları) çıkıp da örgütle anlaşma yolu araması! Öcalan’ı dinleyenlerin hepsi siyasi çözümcü olurken! Öcalan propaganda amaçlı konuştuğu halde, bizim ‘Siyasi çözümcü’ gazetecilerimizin de hayran hayran onu dinlemeleri! (a. g. röportaj, Türkiye, 15 – 16 Eylül 1996)
“CHP Bahçelievler, Bağcılar, Bakırköy ve Güngören ilçe teşkilatlarının düzenlediği ‘Kürt Sorununa Barışçıl Çözüm’ panelinde, Türkiye’nin Apo’yu muhatap kabul etmesi(nin istenmesi)! “Terörle Mücadele Yasası’nın 8. Maddesinin değiştirilmesi konusunda CHP(nin)…’Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü’nü tartışmaya açmak (istemesi)!
“Son CHP kurultayında, ‘Kürt Mes’elesi’nin bütün parti örgütlerinde tartışılmasının, Olağanüstü Hal’in, Bölge Valiliği’nin, Koruculuk Sistemi’nin kaldırılmasının, Özel Tim’in yerleşim birimlerinden uzaklaştırılmasının istenmesi, …Kurultayda kabul edilerek, Genel Başkan Yardımcısı tarafından okunan Kürt Bildirgesi’ndeki ‘Türkiye, yıllardır uyguladığı(!) inkarcı, baskıcı politikayı bıraksın ve Kürt varlığına eşit haklar ve şartlar tanısın’ ifadesinin yer alması!” (Prof. Dr. İsmet Miroğlu, Türkiye, 18 Eylül 1995.)
(Nitekim) CHP kurultayında konuşan Sayın Karayalçın: “Çok yanlış işler yaptık!” demiştir.-a.g. makale-
261
Medya ve sol derneklerin ‘gerilla’ kavramına romantizm katarak gençlerin kendilerini ‘Che Guavera’ gibi görmelerini sağlayarak, PKK’ya Batı’dan katılmalarda büyük rol oynamaları! (Ürperten İtiraflar, Röportaj: Arslan Tekin, Türkiye 16 Eylül 1996.)
-Bu hissiyatla dağa çıkanların, dağda otel arar(!) hale gelmeleri…(a. g. röportaj)
Sık sık “Demokratik çözüm ve barışçı çözüm gibi safsataların” (Altemur Kılıç, Türkiye, 21 Eylül 1996) ileri sürülmesi!
PKK halk desteğini yitirmişken, devlet yetkililerinin sorumsuz hareketleri, örgütle anlaşma zemini aramaları, bazı basın – yayın organlarının PKK’nın çıkarına hizmet eden yayınları. Aşiret reislerini ve halkı dinlemek gerekirken PKK’nın muhatap alınması! Ki bunun halkın karşı çıkarak iç savaş çıkmasına sebebiyet vereceği muhtemelken, PKK ile masaya oturmak gibi şeyler konuşulması, onları cesaretlendirerek, yeniden saldırıya geçmelerine imkan tanımakta ve maalesef onlara güven vermekte (ve bu da tabiatiyle) halkın moralini bozmaktadır. (Ürperten İtiraflar, Röportaj: Arslan Tekin, Türkiye, 15 – 16 Eylül 1996)
Velhasıl, bu tarz sözler sarfetmek, pişmiş aşa su dökmekten farksız olup, insan onlara karşı, ister istemez “Gölge etmeyin başka ihsan istemez!” demekten kendini alamıyor.
Halbuki mes’elenin hakikatini ve Doğu Sorunu’nun gerçek yüzünü eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez, Van’ın Bostaniçi beldesinde göçmen vatandaşlar için tespit edilen 258 adet konutun temel atma töreninde yaptığı konuşmada şöyle dile getirir:
(Evet) “Güneydoğu’da bir sorun vardır. Ama bu sorun, bir Kürt sorunu, PKK sorunu değildir. Bu bölgede görülen sorunlar, Karadeniz’de, Orta Anadolu’da, Ege’de ve Akdeniz’de de vardır. Bu bölgenin ihtiyacı Kürtçe televizyon ya da eğitim değildir. Bu bölgenin en önemli ihtiyacı aş, iş ve tapudur.” (İkinisan, 24 Eylül 1996)
Güngörmüş, arif halkımızdan birinin terörü teşhisi ise harikulade: “Erzurum’a doğru yol alıyoruz…Başında beyaz poşusu, nur yüzlü bir dedeyi köyüne kadar götürüyoruz. Sohbet yöreden, terörden ve PKK’dan açılıyor. Kürt vatandaşımız, PKK terörü için şu ifadeyi kullanıyor: ‘Ermeniler intikam alıyor! Bu topraklarda yaşıyorlardı. Yine bu topraklarda gözleri var!’ İrkiliyoruz.” (İdris Gürsoy, Zaman, 27 Kasım 1996)
“Vehham (çok vehimli) olmamalıyız. Korkmakla (vatan) rüşvet verilmez.” (Bediüzzaman Said Nursi, Sünuhat – Tuluat – İşarat, Gaye Matbaası, Ankara – 1976 s.35)
“Bilirsiniz ki, ebedi düşmanlarınız ve hasımlarınız (Vatanın birliğini) tahrip ediyorlar. Öyle ise, zaruri vazifeniz (birlik ve dirliği) ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. (Bunda gevşeklik ve çekingenlik) zaaf-ı milliyeti gösterir. Zaaf ise, düşmanı tevkif etmez (durdurmaz), teşci’ eder (cesaretlendirir).” (Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Envar Neşriyat, İstanbul – 1994 s.102)
“Canavar bir hayvana karşı kendini zaif göstermek, onu hücuma teşci’ ettiği gibi, canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecavüze sevkeder. Öyle ise dostlar müteyakkız (uyanık) davranmalı, ta dostların lakaytlıklarından ve gafletlerinden, (bölücülük) taraftarları istifade etmesinler.” (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Envar Neşriyat, İstanbul – 1993, s. 361)
Hasıl-ı kelam: “Aç canavara karşı tahabbüb (muhabbet) merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.” (Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, Sinan Matbaası İstanbul-1960, s. 106)
Öyleyse: “Havf (korkman) ve za’fın beyhude, hem senin aleyhinde, te’sirat-ı harici teşci’ eder, celbeder.
“Ey vesveseli vehham! Muhakkak bir maslahat (zaruret) mazarrat-ı mevhume (vehmi bir zarar) için feda edilmez. Sana lazım hareket, netice Allah’ındır.” (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Envar Neşriyat, İstanbul-1996, s. 718)
262-264