“Demokratikleştirme Projesi” Kan Kusuyor

47

Demokratikleştirme projesine dâhil edilen bütün coğrafyada kan akıyor. Daha önce üretilen otoriter yapılarla 1990 sonrası süreçte üretilen yeni dini-siyasî örgütler arasında çatışmanın alanı genişliyor. Demokratikleştirme projesinin ilk örneği olan Irak mezhep çatışmasına doğru gidiyor. Bazı bölgelerde yapılan saldırılar ve çağrılar bir çatışma planının uygulanmaya konulduğunu gösteriyor. Siyasî alanda mezhep hassasiyetini yansıtan tutuklama ve sığınma gibi gelişmeler Sünni-Şii çatışmasının başlatılmak istendiğini göstermektedir. Son bir ay içinde ölenlerin sayısı mezhep çatışmasının devreye sokulduğuna işaret etmektedir.

Demokratikleşme projesinden bahsedenler şimdi nerede? Irak işgalini “demokrasi geliyor’ diye müjdeleyenler şimdi mezhep çatışmasını önlemekten bahsediyorlar. ABD askerlerine dua edenler şimdi bütün basın yayın mahfillerinde ve araçlarında “Biz yapmadık, onlar yaptılar’ numarası çekiyorlar. İslâm’ı siyasî dille okuyan çevrelerin yayınlarını bu günlerde ibret olsun diye okumak çok yararlı olur. Bir medeniyetin dini, kültürel değerlerini emperyalizmin sunağında kurban edenlerin hala dinden, imândan bahsetmeleri ne kadar acıdır.

Irak’a müdahalenin demokratikleşme ile hiçbir alakası yoktur, bu bir işgaldir, diyenleri küçümseyenler şimdi mızrağa çuval arıyorlar. Gerçekten merak ediyorum. Sürekli İslâm’a atıf yapan ve Irak’a müdahaleyi ‘demokrasiye geçiş zırvasıyla meşrulaştıranlar’ kanlı çatışmanın içine atılan Irak tablosundan utanıyorlar mı?

Irak; içinden çıkılması zor hesapların, gerilimlerin ve iç dengeleri aşan politik baskıların kucağına atılmıştır. ABD güçleri içinden çıkılması zor bir kaosu üretmiş ve istikrarsızlık içinde her gün bir adım daha mezhep çatışmasına sürüklenen Irak’ı seyretmeye başlamıştır. Çünkü jeo-politik düzenleme ve demokratikleştirme projesi altında geliştirilen ve uygulamaya konulan stratejik plan, anılan coğrafyayı baştan sona kana bulayacak niteliktedir.

Irak’a müdahale etmeye gerekçe yapılan unsurların tümü boş çıkmıştır. Boş çıktığı bizzat müdahaleyi yapan güçler tarafından ifade edilmiştir. Bu durum, müdahaleye itiraz etmeye kapı açtığı halde, Türkiye’nin bölgede yükselen güç olduğunu söyleyen siyasî iktidarın “Irak’ta mezhep çatışması çıkmasın diye ABD güçlerinin kalmasını istedik’ demesi çok acıdır. Böyle bir siyasî duruşu açıklayacak hiçbir kavram yoktur.

İslâm tarihinin klasik döneminde mezhep; hem itikâdi hem de siyasî modeldir. İslâm mezhepleri modern zamanlarda siyasî boyutlarını önemli ölçüde yitirmişlerdir. Fakat 1990 sonrası dünya sisteminde din yeniden geri dönerek siyaseti belirleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmıştır. İçinde bulunduğumuz çağda din ve bunun yorumu olan mezhepler siyasî bir unsur olarak önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle Ortadoğu’nun jeo-politik tanzimi din üzerinden yapılmaktadır.

Böyle bir tablo karşısında Irak dağınıktır. Etki alanı giderek genişleyen İran, oluşturulan Sünni-Selefi ağın kendisine yönelik olduğunu düşünmekte ve oyunun kurallarını buna göre oluşturmaktadır. Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye içinde bulundukları projenin gereği olarak Irak üzerinde etkili olmak istemektedirler. Topraklarımızda İran’a karşı konuşlandırılan Füze Kalkanı, ABD-Suudi Arabistan ekseni durumu daha hassaslaştırmaktadır. Irak üzerine yoğunlaşan bu baskı ve siyasî-stratejik hamlelerin bir mezhep çatışmasına doğru seyretmesi kaçınılmazdır.

Müdahale sürecinde Sünni kesim eski gücünü önemli ölçüde yitirmiştir. Irak, fiilen üçe ayrılmıştır. Fiilen üçe ayrılan Irak’ın kuzeyinde yarı bağımsız bir devlet, Maliki ve Ben-i Sadr desteğinde yükselen ve önceki döneme karşı öfke duyan Şii kesim, dağılmasına rağmen dış desteğe sahip olan Sünni kesim var. Sünni-Şii kesim arasında bir çatışma potansiyeli giderek artmaktadır. ABD’nin ve ortaklarının getirdiği demokrasi: Kontrolden çıkan Irak’ta kanlı bir hesaplaşmanın zeminini oluşturmuştur.

Eli ve diliyle bu sürecin yanından olanların demokrasiden bahsetmeleri gülünçtür. “Demokratikleşme paketi” kan kustuğu halde medeniyetler arası ittifaktan ve diyalogdan bahsedenler sadece aklımızı değil, vicdanımızı aşağılıyorlar. İslâm’ı siyasetin ana unsuru yapan aydınların ve siyasîlerin “Biz değil, o yaptı”, ya da “Biz, demokrasi gelsin diye dini-siyasî örgütleri destekledik” veya “Zalim idarecilere karşı tavır aldık” şeklindeki gerekçelerle iç çatışmaya çekilen coğrafyada yapılan katliamı meşrulaştırmaları zulme bahane üretmekten başka bir şey değildir.

Meşru bir hedefe, gayr-i meşru bir yolla ulaşılamaz. Ulaşılsa da bu meşru olamaz. Haçlı tasalluta kurban edilen bir coğrafyadan hiçbir hayırlı netice elde edilemez. Aksini iddia eden varsa biliniz ki o, bu coğrafyayı kana bulayan aktörlerin ve ortakların sözcüsüdür.