Başlığı kendime hakaret olsun diye yazmadım. Bu tanım bana ait değil. Bu ifade New York Times gazetesinde, Landon Thomas Jr. imzası ile yayınlanan ve Türkiye’nin ekonomisinin değerlendirildiği makalede yer alıyor.
İzleyenler görmüştür. Haber, Milliyet gazetesinin 27 Nisan 2011 tarihli sitesinde yayınlandı. Türkiye’deki tüketici harcamalarına dikkat çeken makalede; “Türklerin SMS’le dahi krediye ulaşabildiği, artan faizlere rağmen “Aç Gözlü Türker’in” harcama yapmaya ve borç almaya devam ettiği” belirtiliyor.
Bu tabir, biraz ağır kaçsa da, üretmeden tüketme alışkanlığımızın vardığı boyutu görmek ve düştüğümüz gaflet uykusundan uyandıran bir kâbus olur düşüncesiyle başlığa yazdım.
Türkiye’de bazı çevreler, son ekonomik verileri AB ve ABD ile kıyaslıyor. Büyüme oranı üzerinden Türkiye’nin büyüdüğünü ileri sürüyor ve iddialarını ihracat rakamlarıyla destekliyor.
Bu tozpembe tabloda, bazı gerçekler net görünmüyor. İlkbahar güzelliğinin cazibesi, değerlendiricileri romantikleştiriyor. Hasatın ne olacağını kimse düşünmüyor.
İhracat rakamları yükseliyor, iç tüketim artıyor. Bunu inkâr edemeyiz. O ihracata karşılık, yaptığımız ithalat ne kadar? Bunu sorgulayan var mı?
İhraç ettiğimiz hammadde, yarı mamul ve mamul maddeye karşılık, ithal ettiğimiz ürünler ve maddi miktarı nedir?
Türkiye, bir şeyler ihraç ediyor fakat kendine özgü bir üretim yapmıyor. Halkımız mesleksiz yığınlardan müteşekkil. Meslek sahibi olmak önemsenmiyor. Kitleler niteliksizleştikçe, Türkiye’nin sorun çözen insanı azalıyor. İnsan kaynağımız zenginlik aracımız olmaktan çıkıyor. Artan sorunlar çözüm bekliyor.
Bir şeyler üretmeyen gençler, markalı tüketimle kişilik bulmaya çabalıyor.
Anne-babalar, çocuklarını, olmayan refahın ortağı yaparak, onları mutlu etmek için kredi peşindeler.
Toplum, başkasının parasını harcama yarışında. Halk, harcadıkça zenginleştiğini sanıyor.
Türkiye büyümüyor. Türkiye, su tutan vücutlar gibi şişiyor. Türkiye’de ihtiyacın çok ötesinde sıcak para var. Bu para, tüketicilere kredi olarak kullandırılıyor. Artan iç talep, üretimi ve ithalatı tetikliyor. Halk harcadıkça, Türkiye ödediği faizle yabancı sermayeye çalışıyor ve fakirleşiyor.
İletişim sektörü, sigorta sektörü, bankacılık, enerji ve perakende sektörü yabancıların elinde. Hiçbirisi Türkiye’de ürettiğini ihraç ederek Türkiye’ye döviz getirmiyor, halk bunlara çalışıyor. Ve bu sektörler, emdikleri paraya oranla çok düşük istihdam sağlıyorlar.
Türkiye bir şey üretmiyor ama her yeni yetmenin cebinde, bir lüks telefon ve her ailede, üç-beş telefon var ve Türkiye telefonu da ithal ediyor.
Siyasi partilerin seçim beyannamelerine, TV, gazete ve radyo reklamlarına, meydanlardaki konuşmalarına bakın! Milli kültürden, her genci meslek sahibi yapmaktan, Türkiye’yi üretim üssü yapmaktan bahsediyorlar mı? Yeni bir medeniyet projesi ortaya koyan var mı?
Bütün partiler, önüne gelene, olmayan parayı dağıtıyor. Her şeyi vaat ettiler. Bir tek “siz çalışmayın, biz çalışır size bakarız” demedikleri kaldı.
Halkın beleşçiliğini bilen ünlü siyasetçilerimizden Demirel; “onlar ne verecekse ben beş bin fazlasını vereceğim” deyip, Manisa hükümet meydanında, halka şapka attırmıştı. Sonuç: “Şapka çıktı, kel göründü” misali çiftçilik bitti.
Acar bir partimizin Milletvekili adayı olan arkadaşım anlatıyor: “Abi! Vallahi şaşırdım, bu ne iş anlayamadım! Bir kahvehaneye girdim, iki laf edemeden; ‘Sayın vekilim! Kalem, çakmak yok mu? İnsan gelirken bir kilo tatlı getirmez mi?’ diye sözümü kesiyorlar” diye durumu özetliyor.
Üretmeden tüketmeye açgözlülük derecesinde talip olanların pazarında, “açıkgözler” tezgâh kuruyor, kimi para, kimileri mal, kimileri de hayal satıyor.
‘Gözü açıkların’ haykırışına, gaflet uykusundan uyananlar, ‘açıkgözlerin’ ninnisini duyduklarında; ‘çok şükür gerçek değilmiş’ deyip kaldıkları yerden uykularına dalıyorlar. Neylersin ki; Türkiye’nin; ‘göz açıkları’ sınıfını oluşturan elitleri pısırık ve niteliksiz olunca, ‘açıkgözler’ ile ‘gözü açıklar’ arasındaki mücadeleyi her defasında ‘açıkgözler’ kazanıyor ve sayı dolduran yığınlar, katiline âşık olanlar gibi, onların peşine takılıp gidiyorlar. Maalesef kanmak isteyeni kandırmak kolay oluyor.
Bütün bunlara rağmen ekonomik iflas yıllarına oranla biraz toparlanan ve küresel planda bazı hedefler ortaya koyan Türkiye, Batıyı rahatsız etmiş görünüyor. Batılı finans çevreleri ABD’de Türkiye ekonomisini masaya yatırıyorlar ve kahramanımız(!) Bay Derviş bu değerlendirmelerde bilirkişilik yapıyor. Anlaşılan Türkiye’nin on yıllık süresi doldu. Her on yılda bir operasyona tabi tutulan ve sonra bütün kaynakları sömürülen Türkiye’ye NATO operasyonları konuşuluyor… Biz başkasının parasını harcamaya devam edelim.