Başbuğ’um

116

Yanıklığımız Çankaya yokuşunda rüzgâra tutulmuş bir tutam saçınaydı Başbuğ’um.   Balkanlardan Asya’nın bozkırlarına dek yetim Türklüğümün yetim yavruları can bulurdu her bir telinde. Sen Piyer’in kubbesinde parlayan kızıl bir destanı gönlümüze işlerdik yitik sevdalarımızda. Tanrı Dağı eteklerine kurarken kıl çadırımızı. Kırk Çeriyi tamamlama kavliyle sıralanırdık Dedem Korkut otağında. 

Tabutlukların kapılarını her gıcırdatışımızda Yusuf’un zindanları gülümserdi gözlerimize. Sazların tellerine bir başka vurulduğu anlarda biz hep hüzünlü boynu bükük Azeri türküler söylerdik.  Oyuk oyuk yaramıza tuz basardı ağlayan karanfiller. Yurt gecelerini sehere emanet ederken, Mamak’tan gelecek muştulara dönerdik yüzümüzü. Azatlığa baş eğmeyen yiğitler tören geçidi düzenlerdi hülyalarımızda. Esendağ’ın çıkınında bir mendil, Duracık’ın dilinde şehadet olurduk. Kayaların yosun tutmuş yüzlerine anlatırdık rüyalarımızı sabah niyetine. 

Karanlığa at süren son sipahileri bekledik yıllar yılı. Er meydanlarında çakallar türedi, bir de bıldırdan kalma kurbağalar. Öksüzlüğümüz sezildi de Başbuğum; zincirleri koparıldı salyalıların. Üstümüze her salınışında kan doldurdu topuğumuzdan ayaklarımızdaki lastiklerimizi. Kangrene dönüşmesin diye kestik tâ diz kapağımızdan.  

 Çürümüş uzuvlarımız edilirken talan, bir yüreğimizdir baki kalan. Lakin hasretimiz demir dağları eritir. Ergenekon’um art niyetli dillerdedir. Bir Börteçine liderliğinde yürürüz ışık huzmesine. Yollar çetin, çıkış dar Başbuğum! Yaren bellediklerimiz çoktan sırtımıza saplamış hançeri. Kurt nefesli çocuklar!  Kurt nefesli çocuklar, “Mezar bile dar gelmişti Ercüment’ime” sözlerini antlaştırarak genç dimağlarına çekerler ahde vefa adına.

Ah Başbuğ’um ah!  Biz seni bir Ankara sabahında tanımıştık, dillerde dua, havada kar, ebediyete uğurlarken uçmağa varan yiğitlerinle şeb-i aruz yaşayacağını bilemedik. Sen, Tuna’da bir Itrî beste, Altaylarda bir kutlu düğün, Anadolu’da övündüğümüzdün. “Ne mozaiği ulan” cevabıyla son noktayı koyan, üç vekille devlet yöneten büyüğümüzdün. Koca Türk Dünyası’nın Turan lideri gördüğümüzdün. Fatihalarla anıp, ruhun şad olsun derken yüreğimize gömdüğümüzdün…

 

Ben seni bir Ankara sabahında tanıdım

Sisli puslu bir hava, soğuk kaldırımlar

Kor düşmüştü yüreklere bir kez

Ağır ağır işliyordu adımlar

 

Ben seni bir Ankara sabahında tanıdım

Önder olmuş yüz binlere bir lider

Dillerde dua ardında sevgi seli

Bu Türklük çınarı ebediyete gider

 

Ben seni bir Ankara sabahında tanıdım

Çileye talip olmuş binlerce nefer

Karların altında basarken ter

Sanki kutlu savaşların emriydi sefer

 

Ben seni bir Ankara sabahında tanıdım

Salâ yankılanırken gök kubbede, yiter

Saf tutmuştu sipahiler birer birer

Başbuğum,  kendimizdeyiz der, titrer