İslamın Kıvamı Olan Millet

67

Türkiye’de kendisini ayrı-gayrı gören veya görecek olan hangi unsur; kuvvete başvurmayı aklından geçirir ve silaha sarılmayı kafasında kurarsa; ister istemez hak ile yeksan yani yerle bir olması mukadder ve muhakkaktır. Üstelik buna müstehaktırlar; böyle istenmeyen bir sonucu hak etmiş olurlar.

Fakat böyle düşünmeyip de, akla dayanır, akıllıca hareket eder; devlete karşı çeşitli cebir, dayatma ve zorluklar çıkarmayarak vatana, millete ve devlete karşı muhabbet besler; mevcut imkanlardan faydalanarak maddi-manevi yükselişleri için sa’y ü gayret içinde bulunurlarsa; önce kendileri, sonra vatan, millet ve devlet kazançlı çıkacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri ve Türkler; nasıl olsalar, bizler farklı bir unsur olarak bir türlü rahat edemiyor ve yükselemiyoruz! Bizler de, başımızı kaldırıp, onların üzerinden aleme ve dış dünyaya bakmak istiyoruz! Ellerimizi onlarla beraber safi suya daldırmak arzusundayız! Yani, kendimizin de ayrı bir kavim olduğumuzu göstermek niyetindeyiz! Bu tasavvur ve tahayyülümüz karşısında, acaba devlet nasıl bir tutum ve davranış içinde olur diye de, doğrusu merak etmiyor değiliz!

Diyenlere ve diyeceklere derim ki, Cumhuriyet ve Demokrasi; hakimiyet – i millettir. Millet hakimiyetidir. Yani, efkar-ı ammenin / kamuoyunun misal-i mücessemi / cisimlenmiş, somut bir misal ve örneği olan mebusan / milletvekilleri hakimdir. Hükümetler; hadim ve hizmetkardırlar. Binaenaleyh, öyleler; kendilerinden teşekki ve şikayet etmelidirler. Her kabahati Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerine ve Türklere atmakla çok aldanır ve yanılırlar.

Buna bir misal: Her tarafa kanallar ile dağıtılan bir büyük çeşme başında bir değişiklik olursa, her tarafa da sirayet eder / bulaşır. Fakat, yüz pınarın ortasında büyük bir havuz olursa, o havuz pınarlara bakar ve onlara tabidir. Faraza, o havuz tamamen değişirse veyahut Allah etmesin bozulursa da, havuzu besleyen çeşmelere tesir etmez.. Eğer pınar, pınar olursa.

İşte bu örnekte olduğu gibi, Ankara göl, Hükümetler havuz hükmündedir. Türkler de, göl veya havuz gibidir. Veya öyle olmak gerekir. Her yörenin milletvekilleri havuzu besleyen pınarlardır. Nitekim öyle olmaları lazım.

Şöyle de izah edebiliriz: Meclis göl gibidir. Göl; çevreden gelen ırmaklarla beslenir. Bu durumda, göl; ırmaklara değil, ırmaklar göle hakimdir. Irmak suyunun rengi ne ise, göl de o renge bürünür. Yani, yurdun her köşesinden gelenler söz sahibidir. Merkeze onlar yön verir, onlar yol gösterir.

Meclis; her yörenin sesini duyurduğu, meramını dile getirdiği Türkiye’nin müşterek merkezidir. İşte bunu muhafaza etmeli, kıymeti bilinmelidir.

Velhasıl, kendilerini farklı görmeye yeltenmek isteyenler; kendine gelerek çalışmalarını tek vatan, tek devlet, tek dil, tek bayrak ve tek millet üzerinde yoğunlaştırıp; ancak çalışmalarını bu minval üzere yürütmelidirler. Ve hepimiz için sebep-i saadet olan Cumhuriyet ve Demokrasiyi takviye için, müspet milliyet fikriyle, bilim ve fazilet yolunda el ele vermeliyiz.

Ve şu husus unutulmasın ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinden, Ankara ve Türklerden; nasıl olsalar olsunlar, kimseye fenalık ve kötülükleri dokunmaz. Fakat, iyilikleri gelir. Nitekim gelmiştir. Tarih buna şahittir.

Evet, yakinen / kesin olarak bilinmeli ki, Türkiye’deki her unsurun içtimai / sosyal hayatı;  ancak Türklerin hayat ve saadetinden neş’et edip çıkar. Çünkü maya ve harç onlardır.

Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Çünkü Arap’tan sonra İslam’ın kıvamı, yani O’na sahip çıkan, O’na arka olan, O’nu koruyup gözeterek, O’nunla hem-hal olan; başta hep Türkler olmuştur. Allah; Türk Milleti’ni bin senedir Kur’an’a hizmet ettirmiş, Türk Milleti’ni İslam’a bayraktar tayin etmiştir. İnanıyoruz ki, Yüce Allah böyle bir milletin muhteşem ordusunu, muazzam cemaatini, geçici arızalarla  -inşallah-  perişan etmeyecek. Yine O’nu asli görevine iade edecek. Yine O’na İlahi misyonunu yaptıracak. Bu asil vazifede O’nun hizmetini devam ettirecektir. İşte bu durumda, her unsura, O’na köstek değil, destek olmak düşer.

Üstelik bu günler; inanın:

“Kimbilir belki yarın belki yarından da yakın.”

İşte bunun için diyoruz ki:

“Ölmez bu vatan, farzı muhal ölse de hatta
 Çekmez kürenin sırtı, bu tabut-u cesimi.”

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki İçerikRahmet Peygamberimiz (S.A.S.) -2
Sonraki İçerikBaşbuğ’um
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.