Hz. Peygamber (s.a.s.); “Ben Muhammed’im, Ben Ahmed’im, Ben Mukaffî -son peygamberim- Ben Hâşir’im. Ben tevbe ve rahmet peygamberiyim” (Müslim, Fezâil 126; Ahmed b. Hanbel, 4/395) buyurmuştur. Allah Resûlünün rahmetinin genişliğinden, Cibril’in dahi istifade ettiği rivayet edilmektedir. Bir gün Hz. Peygamber Cibril’e sorar: “Sana da bu rahmetten bir şey ulaştı mı?” Cibril: Evet Ya Resûlallah! Çünkü ben de âkibetimden emin değildim. Ne zaman ki: “Kuşkusuz o, değerli bir elçinin sözüdür. O elçi güçlü, Arş’ın sahibinin yanında çok itibarlıdır. Orada ona itaat edilir, güvenilir” (Tekvîr, 81/19-20) ayeti nazil oldu, ben de emniyete erdim” buyurmuştur.
Cenâb-ı Hakk, Resûlullah’a merhametli olmasını ve mü’minlere kanat germesini tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Ve müminlere kol kanat ger, şefkatle koru onları” (Hicr 15/88), “Sana tabi olan müminlere kol kanat ger.” (Şuârâ 26/215) Yüce Allah diğer ayet-i kerimelerde de Hz. Peygamber (s.a.s.)’in onlar için bir rahmet olduğunu bildirmiştir: “Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için ‘O herkese kulak veren safın biridir’ derler. De ki: ‘Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir, Allah’a inanır, mü’minlere güvenir. İman edenleriniz için bir rahmettir O!” İşte böylesi bir Allah Resûlünü incitenler yok mu? En acı azap onlara olacaktır.” (Tevbe 9/61) Ayrıca kendisine ait iki isimle de O’nu vasıflandırmıştır; “Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki, zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, mü’minlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 9/128)
Hz. Peygamber (s.a.s.), ümmetine o kadar düşkündür ki, zaman zaman bu yüzden gözyaşı bile dökmektedir. Bir gün Resûlullah, Hz. İbrahim (a.s.) hakkındaki; “Ya Rabbi, doğrusu onlar (putlar) insanların birçoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tabi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse o da senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafursun, Rahimsin” (İbrâhim 14/36) ayeti ile Hz. İsa hakkındaki; “Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Senin kullarındır. Onları affedersen, üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi ancak Sensin” (Mâide 5/118) ayetini okuyarak ellerini kaldırmış: “Ya Rabbi! Ümmetî! Ümmetî!” diye dua etmiş ve gözyaşı dökmüştür. Bunun üzerine Allah Teâlâ: “Ya Cibril! Muhammed’e git, O’na niçin ağladığını sor -Rabbin O’nun niçin ağladığını pekâlâ bilir ya-” demiş. Cibril (a.s.) de O’na gelerek sormuş. Resûlullah da kendisinin ne söylediğini ona haber vermiş -Halbuki Allah O’nun ne söylediğini pekalâ bilir.- Nihayet Allah: “Ya Cibril! Git Muhammed’e şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında razı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz” (Müslim, Îman, 346) buyurmuştur. Ayrıca, “Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın” (Duhâ 93/5) ayetiyle de bu durum te’yid edilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), insanları inanmadıkları zaman karşılaşacakları kötü akıbet karşısında uyarıyor ve onları hidayete davet ediyordu. Ancak onlar, kendilerini hayra çağıran bu insana karşı koyuyorlar ve inanmak istemiyorlardı. Bu durum karşısında şefkat ve merhamet timsali Allah Elçisi dayanamıyor, sıkıntılı anlar geçiriyordu. Kur’an-ı Kerim bunu şöyle haber vermektedir: “Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin!” (Kehf 18/6), “Onlar iman etmiyor diye üzüntüden neredeyse kendini yiyip tüketeceksin.” (Şuârâ 26/3) Resûlullah’ın bu sıkıntısını gidermek, onu rahatlatmak için Yüce Allah, hidayet ve dalâletin kendi elinde olduğunu belirterek şöyle buyurmuştur: “… Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini doğru yola iletir. O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir.” (Fâtır 35/8)
Resûlullah (s.a.s.), son derece hassas ve gözü yaşlı bir insandı. Fakirlere acır, İnsan, hayvan bütün canlılara şefkat ve merhametle muamele eder, halka da hayvanlara karşı şefkatli olmalarını tavsiye ederdi. Rahmet, Hz. Peygamber’in âdeta rûhu, O’nun yaratılıştan kendisinde bulunan güzel bir hasletiydi. O, şefkat ve merhameti, içinden gelerek gönülden tatbik ediyordu.
Bu rahmet duygusundan dolayıdır ki O; namazı uzun kıldırıp da başkalarına sıkıntı verdiğinden dolayı birini azarlamış; namazda çocuk sesini duyunca, namazı kısa kesmiş; çocuklarını sevip okşamayanı ikaz etmiştir. Bir köpeğe acıyıp, onun susuzluğunu gideren bir kişinin bu davranışını övmüş ve cennete gitmesine sebep göstermiş; bir kedinin ölümüne sebep olan birisini de cehennemlik olarak vasıflandırmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Allah, ancak merhametli kullarına merhamet eder.” “Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” (Tirmizî, Birr, 16) buyurarak ümmetini de merhametli olmaya teşvik etmiştir.
(Haftaya devam edecek…)